Hikmet Kıvılcımlı – Sosyalizm Tarihimizden Teorik Bir Belge

PDF İzle & KaydetYazdır

Sosyalist Gazetesi, Sayı 16-26

Bu yazı dizisi, “Yol” serisinin “Genel Düşünceler” adlı birinci bölümündeki “Özel Neden”, “Yol”, “Teori” başlıklı yazılardan derlenen ve 10 bölüm süren bir dizidir. Seri, “Neye ve Neden Teori” alt başlığının yarısında sona eriyor. Sosyalist Gazetesi yayın hayatına devam etseydi, broşürünün tamamının yayınlanması beklenebilirdi. Dolayısıyla okuyucuların, “Genel Düşünceler” broşürünü de okumasını önerebiliriz. Yazıda alt başlıkların numaraları, köşesiz parantezler arasında ( ) belirtilmiştir. Yazının dergide yer alan halinde yer almayan başlıkların ise sonuna yıldız işareti * konulmuştur. Gazetede yayınlanan şekil aynen aktarılmıştır.

AYRIM – I –

1932 yılları, Türkiye’nin Türklerinden bir sosyalist ölmüş. Anlaşıldığına göre, adam daha önce geçirdiği Sınıflar Savaşı günleriyle ilgili bir sıra incelemeler, araştırmalar denemiş. Bunları, zamanının en elverişli sandığı yoldaşlarına da yazılınca iletmiş, örgüt çapında değerlendirilmesini beklemiş olmalı. Bir sonuç alınmış mı? Alınmamış mı? Kimse bir şey bilmiyor. Hepsi o denli mi? Eleştirileri yazan çizen Sosyalistin adı, sanı da işitilmiş değil. Yok olmuş adam…

Ve nerede, nasıl yok olduğunu yahut yok edildiğini bile, ol görüp bir bilene rastlamadık.

Kendisine kayıptan rahmet okumanın tek yolu, düşüncelerini burada ele almak olacak. Ancak, kayıp bir Türkiye Sosyalistinin 40 yıl önce Türkiye’de geçmiş karanlık sosyalizm olayları üzerine kaleme aldıklarından pek az bir parçacığı nasılsa önümüze çıktı. O 40 yıl önce yazılmışların değerleri her zaman, herkesçe tartışılabilir. Sırf Tarihcil değerini, 40 yıl sonra olanlarla yüzleştirmekte yarar bulduk. Yazının eksikleri-artıkları, gedikleri, aşırılıkları, doğrulukları, aykırılıkları hep birden na­sılsalar öyle ele alınmak gerekti. O araştırı parçalan elimize geçip sökülebildikçe SOSYALİST gazetemizde yayınlanacaktır. Araştırmaların dili şimdiki “Arı Türkçe” değil. O zamanki “İnkılâp” şimdi “Devrim” oldu, “Hadise”, “Olay” oldu. “Sevkulceyş”: “Strateji” oldu “Tabya”: “Taktik” oldu, ve -ilh., ve ilh…

Bununla birlikte, okunduğu zaman görüleceği gibi, yazılar pek de anlaşılmaz kalmıyorlar. O yüzden, 40 yıl önceki sözleri elimizden geldiğince oldukları gibi bıraktık. Onlardan bir tilciğin bile anlam değiştirmesine uğratılmasına gönlümüz katlanmadı. Yalnız, o eleştiri ve araştırılar kuru müze için değil, en körpe ve gürbüz kuşağımız için aktarılıyor. En tâze kuşağımızın kolayca anlayamayacağı sözleri yeni dile azıcık çevirmekle, kendisi bulunmayan ve bilinmeyen. bir yazarın anısına saygısızlık göstermiş olmayacağımızı düşündük. Asıl yazını eski özüyle zerre değiştirmemek şartıyla, kimi yerlerini yeni biçim dile çevirmekten kendimizi alamadık. Eski araştırmanın kaç sayfa süreceğini şimdiden kestiremiyoruz. Araştırmanın bütünü, nedense, zamanı için pek öztürkçe ve yalın görünen, “YOL” adı ile kitaplaştırtmış. O tek heceli “YOL” sözcüğü ile ne anlatılmak istenmiş? Belki tutulacak “yol”, belki kullanılacak “usul”, yâni “metot” anlamı taşıyor. Orasını en iyisi yazarının kendisine bırakmalı. Fazla açıklamak bize düşmez . Genel “YOL” adlı eserin şu anda elimize geçip aşağıya alınmış bulunan parçacığı da gene, nedense, -yazıldığı günler için pek aşırı öztürkçe ve yalın kaçan: “SUNUŞ” adını taşıyor. Onu hiç değiştirmeden vermekle yola çıkıyoruz. Ve bugünkü kuşağa 40 yıl önceki Sosyalizm Tarihimizden bir selâm getirmiş olmaya çalışıyoruz. Eserin günâhı, sevâbı, 40 yıl önceki yazarının boynuna düşen borçtur. Bu belgenin kitap halinde çıkması düşünülerek Sosyalistte yalnız birkaç ilginç pasajını aktaracağız.

AYRIM – II –
(2) Özel Sebep

Milli sebeptir. Öz bizim illettir.

İlliyeti (determinizmi) oportada: en isterik krizleriyle bar bar bağırıyor! Tabiî, “Umumi Sebeb”in (Genel nedenin) dünyaya getirdiği ucube eniktir bu. Yukarıda bir uçurumdan, bir uçurumun üstünde dönen başlardan, yolunu şaşırmış dolaşık bacaklardan söz ettik. Şüphesiz o başların içinde koparılması gerekenler kadar, dönmemesi icab edenler de var. Fakat uçurum öylesine sarp ve derin ki. Kuşku yok. Dolaşan bacakları* yalnız başka sınıfların meyhane ve kerhanesinden yeni çıkmış sarhoşların bacakları değildirler. Bunların hatta çoğu yolun çetinliğine, Uyum, dikenine takıldığı için sapıtıyor ve sendeliyorlar. Sapıtmamaları ve sendememeleri gerek. Bununla birlikte, yol öylesine karanlık ve çorak ki… Harp meydanına geç gelmiş bir ordu, bir sınıf. Bu yem sınıfın henüz sevkülceyş ve tabya (strateji ve taktik) plânlarını çizmiş taze bir keşif kolu (öncü Parti). Muntazam, plânlı, tutkun bir meydan dövüşü yerine halâ gelişigüzel çete çarpışmaları oluyor… İşte manzara bu.

Çete muharebesi bilinir. Biraz “gönüllü” sayılmasıdır. Gönüllü demek, hani ya, canı istemiş de gelmiş, demek gibi bir şeydir. Öyle ise, canı istedi mi, geldiği gibi gider de.

Gönüllüler içinde savaşın sapılmaz hedefine hayatî bir zaruretle candan itilmeyen kimseler, herhangi bir ikinci kerte hoşnutsuzluktan kopup takılmışlardır. Yahut Lenin’in Almancadan aktardığı kelime ile sırf Mitlaufer (birlikte seğirtici, yürüyüş ve yol arkadaşı). Bizimle ancak bir konağa kadar gidebilecek ve ondan sonra bizden kendi yolunca ayrılacak yolcular zannedildiğinden daha çoktur. O gibileri, uzun ve acı tatlı tecrübelerle anladığımıza göre, onlar yola çıkarken bizden ve herkesten daha kıyak nâra atarlar ve eğer hedefe bir iki gün içinde varılıverse, o gibiler yaygaralarının önüne geçilemeyen kişiler oluverirler.

Kimden söz ettiğimiz anlaşılıyor: Küçükburjuvaziden! Bir zamanlar işçi sınıfına, hele onun keşif koluna adım uydurmuş bulunan küçük burjuvazinin meşhur marifetine kanıksamayan şuurlu (bilinçli) işçi bilmem kalmış mıdır? Marifet şudur: bir küçüburjuva, – sınıfça veya asılca küçükburjuva kafası, – parlak bir gönüllü çeteci olabilir. Ancak yaylımı geniş bir meydan muharebesinde, kat’i Deliceye kadar siperini bırakmamaya gelemez.. Hele siperini bırakmamaya “mecbur” edildiğini görmeye hiç dayanamaz. Onun için savaşçı ordu disiplini altına sokulacağını sezmek ölümdür.

Küçükburjuva yukarıdan gelen bir emirle ve aşağıdan vuran bir sözle değil aklınca, “canı istediği” için işçilerle yan yana gidiyordur. O mübarek canı istemedimiydi, dilediği gibi hareketine hiçbir şey engel çıkarmamalıdır.

Çene harbi inkişaf etti de gönüllüler keşifkolu nizamında bir hizaya getirilmeye başlandı mı, cingar kopar. Türkçedeki tiryaki sözüyle: “Zor oyunu bozar”. Ancak, oyunu, bozan aktör küçük burjuvadır.” Küçükburjuvanın kendine göre” muazzam. bir “nâmus”u, müthiş bir “izzet’i nefs”i vardır. O hiç bir vakit açıkça ve mertçe: “Ben şâhsımı bu kadar severim!” deyip çekilemez. Buraya kadar beraberdik, artık ben gidemeyeceğim, tarzında bir. Allahaısmarladıkla ayrılamaz. öyle açık görünüş ve açık yürek onun, mistik (gerçeklikten kopmuş) ve esrarengiz fikriyatına (ideolojisine) ve ruhiyatına (psikolojisine) zıt olduğu kadar, “namusuna ve izzet’i nefsine” de pek dokunur.

Öyle ise?..

Öyle ise, bütün Parti tarihlerinde görülen şu iki makule  temayüller (kategori eğilimler) fışkırır:

1:) Kaçmak temayülü. Parti içinde kırılacak potlar bulunduğunu, imtiyazlı sultaların (keyfi otoriterlerin) müstebitliğine karşı koymak lâzım geldiğini, “kontrol”, tenkid ve îlh. “hürriyet”lerinin kalmadığını söyler durur küçükburjuva. Bulanmak için fırsat kollayan, karışmaya el verişli fikirleri büs bütün bulandırmak ve karıştırmak.. Lenin’in sil sık kullandığı deyimle “Konfüçyünizm” (şûrişçilik: karmakarışıkçılık) olayınmın iş ve disiplin sahasına dökülmesi alır yürür. Bu hal daha ünlü adı ve sanıyla; Anarşi’dir.

2 – Kaçamak temayülleri. Küçük burjuva yiğidinin kendine göre bir yoğurt yiyişi vardır. Onun öyle derin “kendi kanaatleri”, öyle değeri ağır “kendi bakırları”, o kadar orijinal “kendi fikirleri” vardır ki, mutlaka dikkat gözüyle ele alınmalıdırlar. Yoksa Parti tehlikededir. Yangın var! Bu hal Konfüzyonizmin (karmakarışıkçılığın) söz ve teori alanına sokulması olur. Buna ünlü ad ve sanıyla: Oportünizmdir!. Proletaryanın çetin sınıf kavgasının  dayanamayıp tabanı yağlayanlar sanıldığı kadar tehlikeli değildirler. O samimi karaktersizlere ve korkaklara hatta şöyle bir teşekkür etsek, pekte hesapsız iş yapmış sayılamayız. Büyük tehlike bu mücadele kaçaklığını bir sürü kaçamaklarla karmakarışıklaşlırmaktır. Kendi bozgununu Parti bozgunu gibi görmeye ve göstermeye gitmektir. Asıl tehlike bu kaçamak ve bozgun yapmaya kalkışmış pratik ve teori safsatalarındandır. Yâni Oportünistlerde ve Anarşistlerdedir. Bu sapıklar, – bütün ‘izzeti nefis’li  (onurlu) küçükburjuva sapıkları gibi – biz sapıttık diyemezler. Sapıttık demek için doğru yola, inkılâp yoluna girmeyi göze alabilmek gerekir. Oysa “Çeteci” küçükburjuva eleştirinin sonuna dek gitmeye ne gücüne, dirayeti kalmamıştır. Kalmadığı içindir ki bu sapıtma ortaya çıkmıştır. O zaman her sapıtma kendi kendisine haklı bir kanaat veya doğru bir bakım süsü vermeye kalkar. Sözüm yabana fikir ayrılıkları (dissidans’lar) baş gösterir. Mezhep özentileri, tarikat görüntüleri alır yürür. Teşkilât tâbiriyle hizipler türer, bölükler (fraksiyonlar) ürer. Buraya dek izahımızın gelişen anlamı bir cümle ile şudur: Çete mücadelesinden Parti savaşına geçen teşkilât (örgüt) için de, yeni istikametimizden ve izahımızdan ürken küçük burjuva elemanları fraksiyonlaşırlar… Şimdi bu pratik veya teorik kargaşalıkçılığın bilhassa iç yüzüne geldik. O içyüz, Parti kargaşalıkçılığının alaturka yanıdır. Alaturka kargaşalıkçılık nedir? Bunu anlamak için, her Türkiye’de yaşayanın (her eline bir burjuva gazetesi almayı âdet edinenin diyelim) bildiği ve gördüğü bir örnek vardır. Meşhurdur. Türkiye’de ciddi bir kalem kavgası, polemik münakaşası yapmak kimseye nasip olamaz! Ciddi kalem kavgası demek, bilim metoduyla objektif olarak ele alınan somut konuyu olaylarla tarta tarta incelemektir. Türkiye’de gerek basın, gerek öteki kürsüler, sübjektif yâni ferdi (bireyci) olmayan, tersine objektif, yâni sırf sosyal sınıfı olan bir ağız veya kalem tartışmasına gelemez. Bir Örnek: Kendine sırasında “ciddi” süsü vermeye pek özenen göbekli bir burjuva başyazarı, karşısındaki küçük burjuva palavracısıyla politika mücadelesine tutuşurken söze şöyle başlar:

“Şeşi beş gören şaşı gözleri ve şâfii köpeği surat ile… İnsanın bu (bilmem ne) maskarası kadar hayasız bir nâmussuz olması lâzımdır.” Ve ilh… Her kalemşör böyle ince sulukule edebiyatına sıvanır. Bu stil her Türten yumurtadan çıkalı beri mahalle aralarında duyageldiği çekişmelerin ezelî üslûbudur. Bu stil sınıfi, sosyal (hatta bazan tabiî) meselelerin münakaşa ve mücadelelerini, bayağı şahsiyat (kişisellik) salyası ile belirsiz hale gelmektir.

“Alaturka” dediğimiz tenkid ve münakaşa tarzı budur. Onun sebebini bilhassa şu münakaşalarda görüyoruz.

  1. Tarihî gelenekler;
  2.  Memleketin genel kültür seviyesinin düşkünlüğü;
  3.  Ülkede küçük burjuva elemanının üstünlüğü.

 Eğer bir kelime ile söylemek istersek, diyebiliriz ki: Tarihî gelenek ile yarım yamalak hars (kültür) seviyesinin düşkünlüğü hep gelir o genellikle münakaşa sahasını şehir küçük burjuvazisinin çerçevesi içinde toplayabilir. Doğrusu burjuvazi her sahada gittikçe ağır basmaya başlayalı beri, yukarıda zikrettiğimiz kabilden çekişme orta oyunları hiç olmazsa kısmen seyrekleşebiliyor. Türkiye proletaryası bir yandan enternasyonal işçi sınıfının inkılâpçı karakterini kazanıyor, öte tarafta, içinden doğduğu gübreliğin bazı özellliklerinden henüz yakasını sıyırmış değildir. Hele çete savaşlarındaki Mitlaufer’ler, halk deyimleri proletaryanın geniş sınıflar mücadelesinde: birer “yoldaş” değil, birer “yol arkadaşı” olarak kaldıkça, küçük burjuva tesirleri her zaman acı acı hissedilecektir. Ve bugün hissedilen de o tesirlerdir. Yâni, Parti içindeki gruplaşmalar, – istisnalar kaide (ayrıcalar kural) sayılmayacağına göre – fraksiyon münakaşa ve mücadelelerinde alaturka ve küçük burjuva işliyorlar. Çete muharebesi devri için bazen ve bir dereceye kadar mazur görülebilen bu tarz, Parti savaşı sırasında en berbat anarşi yaratır. O kadarla da kalmaz. Alaturka münakaşa ve mücadelenin (tartışma ve dövüşün) belli başlı karakteri sınıf anlamını kaybetmiş kapı arkası dedikoduları olmasıdır.

Legal neşriyatı ve kürsüleri bulunmayan bir teşkilât içinde: Oportünizmin ve Anarşinin, bundan daha uygun tezahürü, ortaya çıkışı olamazdı. Ona benzer sapıtmaları Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin ve ondan sonra Bolşevik Partisi’nin yakın tarihleri içinde etrafıyla görüyoruz. Menşeviklerden Troçkistlere kadar bütün Bilimsel Sosyalizm sapıkları bu küçük burjuva yolundan yürüdüler. Açık Partici münakaşa yerine, kapı arkası dedikodularıyla sıçan yolundan yürüdüler. 16. R.K.F. Kongresinde sağlı sollu sapıtmalarla gerçek sosyalizmin münasebetlerini karakterize eden Stalin, Bolşevik başarısının sırrı, kulis arası siyaseti yerine prensip siyasetini geçirmesinde yatar, diyordu. Bu kısa ihtarın içinde gizlenen şey bütün bir gerçek Sosyalist metottur. Partinin inkılâpçı dövüşünde sıçan yolundan dedikodu yürütmeyi, prensip siyasetine tercih edenler, yalnız bir disiplin cinayeti işlemekle kalmıyorlar. O gibiler ayrıca samimi prensip dövüşçülerine karşı ebedî bir başarısızlığa da mahkûm oluyorlar. Türkiye proletaryası cihan işçi sınıfının bugünkü başının kısa olduğu kadar kuvvetli olan öğüdünü yerine getirebilecek bilinçte bulunduğunu gösterecektir. İşte ikinci sebep, ikinci maksat budur: Tarikatçı (sekter) ve kısır dedi kodular yerine, Parti çerçevesi ve Parti disiplini İçinde İlmî (bilimsel) münakaşa (tartışma) kapısını açmak… Tekrar edelim, sadece “kapı açmak”! Yoksa, bu satırlarla her derde deva reçeteler sunmak için, Leninist Marksizmden sapıtmak gerektiğini biliyorum.

AYRIM – III –

İki sözcük daha. 10-15 yıllık tecrübelerle dolu sosyalizm tarihçemize ve Türkiye’de var olan en eski burjuva partilerinden daha eski bir teşkilât geleneklerine, geçirilmiş uzun mücadele konaklarına rağmen, henüz Türkiye sosyalist hareketinin mecmu heyetini (topunu bütünüyle) gözden geçiren tenkitçi analizi, velev taslak kabulünden olsun, yahut derme çatma parçalar halinde bulunsun: eser var, mıdır?

Hayır…

Bu hal belki de en büyük ideoloji boşluğumuzu teşkil ediyor. Geçmişin dövüşleri, geleceğin kavşağından kopmuş, gelecekte devam ve inkişaf etmeyen (sürüp gelişmeyen) tozlu arşivler halinde, şunun bunun kafasında unutulmaya mahkûm kalıyor.

1 – Bu uzun mücadele konaklarında ne oldu, ne bitti?

 Bunu “akli” (akılca) değil, Kur’an gibi “nakli” (aktarmalı) ve Ortaçağvâri ağızdan ağıza geçerek yeni nesillere taşımak, göreneğe kul olmak değil midir?

2 – Biri kalkıp da, hatta sayıları bir elin parmaklarından pek öteye geçmeyen tecrübeli eski yoldaşlarımızdan birisine sorsa: “Parti tarihçemizde belli başlı yanlışlar ve onlardan çıkan dersler hangileridir?” dese, acep , “efradını câmi, ağyarını mâni” sistematik bir cevapla tatmin edilebilir mi?

Öyle bir mucizeye bir an inanmak isteyecek olsak bile, böyle tatmin edici bir cevabın, görgülü yoldaşlar arasında doğacak ilmi ve kolektif mücadele neticesinde gelişeceği, hiç olmazsa daha manzumeleşmiş (sistemleşmiş), daha geniş ve tatmin edici olacağı muhakkak değil midir?

Böyle bir iş ve eser var mıdır?

Yoktur.

Bu hali gören kimse, belki de Türkiye sosyalizm’ hareketinin Papa kadar “lâyuhti” (yanlış yapmaz) olduğunu sanacak. Oysa en büyük yanlışımız ve kusurumuz budur. Leninizm’de yanlışsizm ne demek olduğu açıktır: Hareketsizlik!

İş yapan yanlışta yapar. Eğer bizde bir yanlış yoksa, mutlaka bir işte yapılmamıştır.

Oysa bunun tersi muhakkaktır. Türkiye sosyalizmi oldukça çorak bir muhitte, çetin yürüyüşünü hiç kaybetmemiş bir hareket ve bir dinamizimdir. Demek, yanlışlara karşı, şimdiye kadar güdülen kavganın bazı özellikleri yüzünden, gâh zaruretten, gâh ihmalden doğmuş bir kaygısızlık vardır. Ama teşkilâtın son inkişafiyle dayandığı yeni safhasında bu kaygısızlık ölmelidir.

Lenin diyor ki: “Bir siyasî Partinin yanlışları karşısında takındığı tavır, o Partinin ciddi olup, olmadığını, sınılma ve emekçi yığınlara karşı olan vazifelerini yerine getirip getirmediğini yargılamak için en mühim ve en emin mıstakalardan (kriteryumlardan: mihenktaşlarından) biridir. Hatasını açıkça tanımak, yanlış sebeplerini keşfetmek, yanlışı doğuran şartları ve halleri tahlil etmek, o hatayı düzeltme vasıtalarını dikkatle ‘İncelemek,’ İşte ciddi bir Partinin alâmeti budur. İşte böyle Parti İçin vazifelerinin üstesinden gelmek, sınıfı ve dolayısıyla kitleleri talim terbiye etmek (eğitmek) denilen şey budur.” (Çocuk Hastalığı, a. 16)

Mesele açık :

1- Ciddice vazifesini yapan;

2- Sınıfı ve kitleleri terbiye eden..

Parti olmak için, hatalardan ürkmemek, yanlışları dişlemek ve işlemek şarttır. Lenin “Sosyalizmin Çocuk Hastalığı” eserinde, hemen baştan başa şu hakikati tekrarlar: Sözde kalmayan öz inkılâpçılık: (Atalet: durgunluk + görenek) ile kopuşmaktan korkmamaktır. (Zararlı olan + vakti geçen) herşeyi kırmaktır. Bunun tersini yapmak kırtasiyecilik “bürokratlık ve mürtecilik (gericilik)”tir. Bizde konuşulacak ve kırılacak olan (zararlı +  vakti geçmiş) durgunluk ve görenek nerededir? Gelmiş geçmiş sosyalist hareketlerinin değil, bizzat partinin bile hayatında fışkırmış yanlışları Parti bilincine geçirmemektedir. Milli İşçi-Sosyalist-Parti hareketlerinin iyi kötü geleneklerini, paslanmaya bırakmaktadır.

Şimdiye kadar olan çeşit çeşit özlü Parti meselelerinde gruplaşmak istidadını gösteren zümrelerin taktikleri, (mahut “muterakkip ve Mürakıp”ların soysuzlaştırdıkları deyimle) “tak-tika”ları şu üç tarzda olurdu:

1- Susmak;
2- Parti disiplin ve legalitesinden gizli kapaklı dedikodular fısıldaşmak.
3- Çetrefil ve çetin meseleleri alaya almak.

Lenin’in bu üç nokta üzerindeki üç açık kanaatini tesbit edelim:
1- SUSUŞ : “Toyca bir hiledir.” (Lenin: Notes de’un publiciste)
2- GİZLİ DEDİKODU yok: “Fikir mücadelesine büyük bir önem verildiği zaman AÇIKÇA HARP İLAN ETMEK gerekir, yoksa saklanmak değil.” (a.y.)
3- ALAY: “İstihzaya almak, İşin içinden sıvışıvermenin, havadan sıyrılıp çıkıvermenin ucuz vasıtasıdır.” (Lenin: Rus İnkılâbı ve Proletaryanın Vazifesi)

Şimdiye kadar sağlı sollu “dissidant”lar (ayrı fikirliler) tarafından yapılan mücadele göreneği bu idi ve bu olacağa benzer.

O bakımdan sözde kalmayan inkılâpçıların boyunlarının borcu, bu öldürücü (görenek + durgunluk) sapıtmalarına karşı gelmektir. Bunun için şu üç şart gözetilmelidir:

1)Ciddi davranmak:
2)Toyca susmak:
3)Kavgada gizli kapaklı kaçanlara Parti meydanını değil, büyük veya küçük burjuvaziye doğru yol veren sıçan deliklerini ısmarlamak ve Lenin’in öğüdü ile: “Açıkça harp ilân etmek” gerekir.

Zaten fikir çarpışmasında açıkça savaş ilân etmek bilimsel sosyalizmin öz geleneklerinden biridir. Marks ile Engeis’in ilk “Komünist Manifesti” hemen şöyle bitiyor:

“Gerçek sosyalistler kanaatlerini ve gayelerini (kamlarını ve amaçlarını) gizleyecek kadar alçalmazlar.”

Gene, İngiliz İşçi hareketini kankıranlaştıran, İkinci Enternasyonalleri yatalak eden bağırsak hastalığının, yâni Oportünizmin mikrobu: “İsçi asilzadeliği” ile birlikte Tradünyonizm başlarken, Marks hücum ve iftiralara uğrayacağını biliyordu. Bununla birlikte, Oportünist başların koparılması için haykırmak geri kalmadı. O günlerde şunu yazıyordu:

Sanayi İşçileri, herşeyden önce, şimdiki başlarından yakalarını sıyırmak zorundadırlar. Lâhey Kongresinde bu heriflere vurduğum vakit, sırf bu yüzden herkesin hoşnutsuzluğunu (epopulâriteyi: itibarazlılığı), iftiraları ve ilh. üzerime çekeceğimi biliyordum. Fakat bu gibi şeylere daima aldırmadım. Çeşitli yerlerde bu adamlara vurmakla bir vazifeyi yerine getirmekten başka birşey yapmış olmadığım anlaşılmaya başlıyor.» (K. Marks: Kugelmann’a Mektuplar, 1930 Paris, s. 175)

Küçükburjuva eğilimlerini ve duygularını okşayarak “adam kandırmak” proleterce propaganda demek değildir. Artık birbirimize yol göstermeliyiz. Kuru kalabalığı değil, Lenin’in son vasiyetine uyarak: “Az fakat öz” keşif kolunu (öncüyü) kurmak zorundayız.

Yol karşımızda. Uçurum önümüzde… Sarp uçurumu atlayacağız, çetin yolumuzu tutacağız ve acımak nedir bilmeksizin: (Mitlaufer’leri: Yok arkadaşlarını) öz yoldaşlardan ayıracağız. Çeteleşenleri ordulaştıracağız.

Bu notları niçin kaleme alıyorum?

1)İnkılâpçı teori mücadelesini konkretleştirmeye (somutlaştırmaya: Müşahhaslaştırmaya) çağırmak için;
2)Pratik mücadelede Lenin’in çizgisi yönünde yürüyen bütün proletarya inkılâpçılarını, sağlı sollu tekmil küçük burjuva “çeteci” sapıtmalarını gömmeye çağrılı bulunan ölüm çanı olmak için…

Ayrım – IV –
YOL *

Yoldaşlar;

Bir yola düşmüşüz, gidiyoruz. Bu proletaryanın inkılâp yoludur. İnkılâp yolu her şeyden önce siyaset yoludur. Ve siyaset yolu, Marks’ın “Büyük Rus âlim ve tenkitçisi” saydığı Çernişevki’nin sözünü daima doğru çıkarır:

“Tarihin yolu, Nevski Caddesinin (Moskova’da en büyük perspektivin) yaya kaldırımı değildir. Tarihin yolu durmaksızın gâh tozlu, gah çamurlu sahalardan aşar, bataklıklardan, yarlardan ve uçurumlardan geçer. Toza boğulmaktan ve ayakkabılarını kirletmekten korkan kimse her türlü sosyal faailyetten salansın.”

Büyük dağ yolu, umumi yol hazır. Bizden önce geçenler yolu açmışlar. Hattâ yolun çevresini elektrikli ampullerle bezemişler. Ama biz lâmbaları yakmadan yürüyoruz. Karanlıktan ve kör dövüşnden kurtulmak için: yolu görmeliyiz. Yolu görmek için lâmbaları yakmalıyız. Şimdiye dek göğüslerimizin içinde yanan birer kızıl kor taşıdık. Aynı ateşle kafalarımızı, önümüzü ardımızı ve uzak yolları aydınlatan birer fener, yol gösteren birer çıra gibi tutuşturmaya mecburuz.

Evet, bütünüyle yol açıktır. Bizden önce gelenler, Proletaryanın siyasî mücadele yolunu en iptidaî (ilkel) başlangıcından muzaffer inkılâpa kadar, Sosyalizmin kuruluşuna kadar açmış bulunuyorlar.

Kuşku yok, biz de aynı yoldan yürüyoruz. Böyle yürümek tarihin maddeci gereğidir. Marks diyor ki:

“Her mîllet başka milletlerin mektebine koyulabilir ve koyulmalıdır.” (Kapital, Birinci Basılışın önsözü)

Milletler için doğru olan bu düstur, o milletler içindeki milletler için, yâni sosyal sınıflar için de doğrudur. Sınıfların politik savaşları, siyaset keşif kolları, yâni Partiler için de doğrudur. Marks’ın öz devamı ve ortodoks inkişaf ettiricisi de, aynı hakikati daha açık, daha elle tutulur ve daha konkret, daha gelişmiş şekliyle bir daha tekrarlıyor:

“Tecrübeler gösterdi ki, proletarya inkılâbının esaslı bazı meselelerinde bütün memleketler, çekinilmez surette Rusya’nın geçtiği yerden geçeceklerdir.” (Lenin: “Komünizmin Çocuk Hastalığı veya Solcu Komünizm”, s. 20)

Yolumuz Leninci Marksizm’dir. Bu yolda sosyalizmin birinci safhasına kadar söylenebilecek olan her şeyin anahatları genellikle sözden işe geçmiş ve gerçekleşmiş bulunuyor.

 Ancak teşkilâtsız ve sınıflı bir cemiyette ve toplumda insan iradesi bütünüyle manzumeleştirici (sistemleştirici) hiç bir tesir yapamaz, hiç bir rol oynayamaz. Sosyal bünyelerde, hele kapitalist düzeni gibi geniş yeniden üretim yapılarında mutlak surette müsavatsız inkişaf (eşitsiz gelişim) olur. Yani, daima bir ülke öbür ülkenin zıddına ve aleyhine ilerler. O yüzden, böyle bir üretim yordamından her yer için ve her zaman için geçerli bir tek ve hep biricik örnek tasavvur edilemez. Her inkilâp hareketinin mutlak, soyut, apriorik (kıbeli: öncileyincil) bir formüle harfi harfine uyarak açılacağım, yükseleceğini sanmak ancak nass’çılığın (dogmatizmin) dik âlâsıdır.

Hele Emperyalizm cihan ölçüsünde biricik olan bir ekonomi yaratmıştır. Ona rağmen bin bir tezatlı, bin bir sosyal eşitsizlikli üstyapı doğurur. Böyle bir toplum sisteminde “unc fols pour tous” yâni değişmek nedir bilmez. Basmakalıp inkılâp örneği olamaz. Olur sanmak. Medrese kuruntusundan başka bir şey değildir.

İnkılâp yolu gerçekte bir demiryolundan çok havayoluna benzer. Şimendiferin geçtiği yol şaşmaz ve değişmez bir çelik düz çizgidir. Demiryolu insan kontrolu altında tesbit, edilen belirli bir yoldur. Her tren şu istasyondan kalkar, ötekine gitmek için (yol insan tarafından değiştirilmedikçe) her zaman santimi milimine ve aynı çizgi üstünden geçer.

Uçak için iki şehir arasında ortalama ve belli bir yol bulunur. Ancak bu yol bir çelik kalıba dönmüş değildir. Genel olarak falan arz ve tul dairelerinin (enlem ve boylamların) filân derecelerinden şu süratle aşılacaktır. Bununla birlikte yol havayoludur. Rüzgârların biçimi, doğrultusu, hava boşlukları vs. insan tarafından peşin peşin, harfi harfine tâyin ve kontrol edilemez. Onun için, aynı yoldan geçen başka başka pilotlar, hattâ aynı pilot, başka başka zamanlara ve durumlara göre, şu kadar yüksekten veya alçakatan, ve bu çabuklukla yahut yavaşlıkla belli manevreleri yaparak yahut yapmayarak aşar.

Bizim yolumuz inkılap yolu da böyledir;

Leninci Marksizmi ezberlemeyeceğiz, kavrayacağız; boynumuza bir muska gibi asmayacağız. Elimizde bir çekiç ve bir orak gibi, yahut uçağın kanatları ve pervaneleri gibi kullanacağız.

Bizden önce gelip geçenler yolu açmışlar, doğrultunun ana çizgilerini kızıl şahıslar (yol gösteren kazıklar) dikerek belirlemişlerdir. İşte buradan o görünen yere dek aşağı yukarı falan doğrultuda uçulacaktır.

Fakat içinde bulunduğumuz sosyal yapının markasına (ayırt edici alâmetine) özelliklerine bakılır. Ona göre şu kadar yukarıdan veya aşağıdan, bu hızla ve belli biçimlerle yol alınır.

Her ülkenin sübjektif ve objektif özelliklerine bakmaksızın: “doğru inkılâp” diye nâra atan solcu İngilizleri, Lenin, “uyuşmak yok” (kompromi olamaz) diyen 1874 Komünarlarına benzetir ve şu öğüdü verir:

“İkinci olarak, burada, her zaman olduğu gibi gayeyi, hiç şüphesiz gerçek sosyalizmin genel prensiplerini, sınıflarlarla partiler arasındaki ilişkilerde özel olan şeye, sosyalizme doğru objektif ve orijinal evrimin her ülkede özel olan ve etüd etmek, keşfetmek, önceden sezmek yordamını bilinenin gerektiği şeye uygulamayı bilmektir.” (Lenin: “Komünizmin Çocuk Hastalığı,” s. 76-77)

Sosyalizmin ana prensiplerini her ülkede bulunan Sınıf ve Parti mücadelelerinin özeliğine uydurmak gerekir. Ama daha ilk bakışta görülüyor ve belli oluyor. O uygulamakla birlikte işin en güç yanı başarılmıştır.

Ayrım – V –

Tekrar edelim. Yol açılmıştır. Bize düşen iş şunlardır :

1 – Yolun başında bulunduğumuzu unuttuk. Bunun için bizden öncekilerin – geçerken bıraktıkları lâmbaları yakmalıdır. Yaşanmış denemelerin verdikleri dersleri benimseyerek Partinin tarihi mevkiini belli etmelidir
2 – Bundan sonra geçilecek yolları iyice bilince çıkarmak : Bu iş yapılırken iki surette yararlanılabilir.
a) Gelecek olayların sürprizleriyle şaşalamamak için, ona göre önceden daha bile bile ve daha kuvvetle hazırlanılır.
b) Bizden önce geçenlerin ister istemez yaptıkları gereksiz zikzaklardan çekinilir. Elden geldiğince en kestirme yoldan en büyük emniyetle geçilebilir.
3 – Yolun ve politik yapının özelliklerini elle tutulur hale getirmek: Geçenler kendi vasıtalarıyla, kendi zamanlarında, kendi mekânlarında (yerlerinde) yol açtılar. Bizim özel gücümüz ve araçlarımız nelerdir? Şimdiye kadar nasıl yürüye gelmişiz ve çarpışa durmuşuz? Gelecek zamanın geçmişten farkı nedir? Falan yerin bizim yerimize bakarak başkalıkları neresindedir?

En azından bütün bunları yapmak şartıyla yürünecek yoldan, varılacak konaklardan emin olabiliriz. O zaman doğru yolu buluruz. Ve Lenin’in deyimiyle – yoldan emin olunca – kuvvetlerimiz yüz misline çıkar ve bütün güçlükler kolaylaşır.

“Önemli olan, doğru yolu seçmiş olmaktan emin bulunmaktadır. Bu güvenç geldi mi, mucizeler yaratan inkılâp antuzyazmının gücü ve kuvveti yüz kat artar” .(Lenin: Demokratik İnkılâpta Rus Sosyal Demokrasisinin İki Taktiği)

Lenin, gene hatırlatıyor: Varılacak yolu bulmakla, o yoldaki güçlükleri yenmek başka başka problemlerdir, Doğru yolu seçmek, var olan güçleri yüz kat eder ve tabii o sayede güçlükler kolaylaşır, ama sıfıra inmez. Yolu seçtikten sonra devrilecek engellerle boğuşmak emrivâki haline gelir (oldu bittileşir):

“Gerçekte herşeyin çarpışmaksızın, bir dümdüz çizgi üstündeymiş gibi yavaşça ve gittikçe yükselir biçimde yürüyeceğini tasavvur etmek, tarih üzerine çocukça bir fikir edinmektir.” (Lenin: Proletaryanın ve Köylülerin Demokratik İnkılâpçı Diktatörlüğü)

Demek yolun ana çizgilerinin çizilmiş bulunması bizi her ülkede geçilecek inkılâp yolunun özelliklerini arayarak bulmak mecburiyetinden nasıl af ve istisna edemezse, tıpkı öylece, doğru yolu seçmiş olmak o yoldaki bütün güçlükleri göz önünde tutmamak demek değildir.

Ancak, her kim proletarya için hayatın bütün hal ve şartlarında hazırlop çözüm yollarını önceden veren bir reçete tasavvur «derse, yahut her kim inkılâpçı işçi sınıfının politikasında ne güçlüklere, ne de bulanık variyetlere rastlanılmıyacağım temin eylerse, o kimse şarlatandan başka bir şey değildir.» (Lenin: “Çocuk Hastalığı”, s. 20)

Netice : Bilimsel Sosyalizm bütün cihan sosyalist hareketi için yürünecek yolu formüllemiştir. Ancak, o formüller olayların diyalektik kaçınılmazlığı yüzünden şematik birer kaneva olurlar:

1 – Bu kaneva olmaksızın sosyalizm adına hiç bir iş yapılamaz;
2 – Sırf ve yalnız o manevayla ise bir ülkede Sosyalizm gerçekleştirilemez. Her memleket genel kanovayı işleyerek döğüşünü biçimlendirecek doğru yolunu bulacaktır. Doğru yolu bulmak için ise, Leninizm’in softası değil, mücahidi (militanı) olmak şarttır.

Siyaset yolu döğüş yoludur. Döğüşen sosyal sınıf yararlandır. Partiler politik sınıf döğüşünün, Leninizm’deki deyimle: “Keşifkoludurlar (Öncüsü)”. Yalnız bu öncülük, sırf “istikşaf” (gidilecek yeri keşfetmek) değildir. Bir de ve belki en önemli olarak ta öncülük: gütmek ve inkılabı yönetmek anlamına gelir.

1907 yılları, sağlı sollu sapıtmalarla boğuşan Lenin, bir ara sanki kendi fraksiyonuna, yâni Bolşeviklere dönüp, siyasette gütmenin, yönetmenin ne olduğunu şöyle haykırıyordu:

«Politikada gütmek için:
1 – YOLU TANIMAK
2 – “TEREDDÜDÜ KESMEYİ BİLMEK”… gerekir. Tereddüdü kesmek ise lâfla olmaz. Sallantıyı, yalpalamayı durdurmak için şu iki şart yerine getirilmelidir:

1 – Müteredditleri ikna etmek;
2 – Kendi fraksiyonunun refüzerini (ayrı fikirlilerini) tepelemek…

Bu satırları bellibaşlı bir amacı da Lenin’in o öğüdüne uymaktır. Yâni:

1 – YOLU TANIMAK
2 – “TEREDDÜDÜ KESMEYİ BİLMEK”… uğrunda savaşmaktır. Yolu nasıl tanıyacağız: Tekrar edelim, şunları araştırarak:

1 – Yolun neresindeyiz?
2 – Daha nereleri geçeceğiz?
3 – Nasıl geçtik, nasıl geçeceğiz?

Yol belli olursa ikirciliğe, tereddüde yer kalmaz. İşçi hareketi o özlü ve canlı atılışlardandır ki, yolunu buldu mu dosdoğru yürür.

Yol ararken rehberimiz sırf görülen ve bilinen olayları sübjektif izah ve tasvir etmekle kalmaz. Ondan çok ana yolu açmış bulunan yoldaş ve ustalarımızın dedikleriyle kıyaslamak gerekir. Demek, bu araştırmanın kontrol edicisi «aklıselim» (sağduyu) değildir; yaşanmış benzer denemelerin formülleştirilmiş dersleridir. Onun için, arasıra “mâlum”ları (bilinenleri) “ilâm” edersek (bildirirsek) kimse bize kızmasın.

Yol: aramak-bulmak-tutmak uğraşması üzerine yapılabilecek itirazlara karşı büyük ustamızın “Kapital”i ilk ortaya atarken yazdığı önsözü anacağız. O ayarda fikirler ortaya atmak görüntüsü ve toupe’si aklımızdan geçmez, önsözün son satırlarını ustalarımızın izinde, ustalarımızın diliyle konuşmayı sevdiğimiz için, oldukları gibi analım:

“Bilimsel tenkidden gelecek olan her tartıcı düşünme ve taşınma, hoş geldi safâ geldi. Hiç bir zaman ayrıcalık ve metelik vermediğim kamuoyu (efkir’ı umumiye) denilen kuruntulu bâtıl itikatlar (önyargılar) karşısında ise, büyük Florentin’in tiryaki sözünü benimser dururum:

“Sogul’lI tuo corso, Inscla dir le gratil (Sen yolunca git de, bırak elâlem söylensin!)” (K. Marks: Le Capital. K. I. C. T. s. 31, Paris 1925, J. Moütor çevirten)

Ayrım – VI –
TEORİ

Bir inancın besmelesi gibi tekrarlayalım: “İnkılâpçı teorisiz inkılâp hareketi olmaz.” (Lenin: “Ne yapmalı?”)

Bunu bize tekrarlatan şey, yukarıdaki açıklamaların mantık sonucudur. Kendi kendini tenkit yoksa, yol karanlık demektir. Tek sözle bu hal teoride geriliği gösterir. Oysa Leninizm’in formülünce, öncü teorisiz öncü pratik olmaz.

MARKS, “Hegelci Hukuk Felsefesinin Eleştirisini” etüdünde, teoriyle pratiğin şu ölümsüz önsözünü (vecizesini) veriyor:

“İyi anlaşıla, eleştiri silâhı silâhların eleştirisi yerine geçemez. Maddeci güç maddeci güçle yıkılmak zorundadır. Ancak teori de, yığınları yakalar yakalamaz, sarar sarmaz maddeci bir güç olur.”

Demek:

1 – Elbet silâh gücüyle eleştirilecek yâni silâhla yıkılacak bir maddeci zorba düşman karşısındayız. O düşmanı lafla, kağıtla, kitapla deviremeyiz. Silâhımızı eleştirirken, maksat soyut ve mutlak eleştiri, sırf tentik yapmak değildir: silâhları maddeci kavga için bira daha kesinleştirmektir.
2 – Bununla birlikte hiç unutmamalı, Yığınların benimsediği bir düşünce, yığınları kımıldatan, davrandıran teorik bir force ideomotrice (hareket getiren fikir gücü) olur. O andan beri o düşünce kuru söz olmaktan çıkar, insan kudreti, “maddeci bir güç olur.”

Netekim koca ustamızın hayatı o kanaatin canlı örneği oldu. Marks, bilimsel sosyalizmin en dev yapılı teori anıtlarını dikti. Teorici olduğu halde, on Enternasyonal işinden artık çekilerek Kapital eserini bitirmesini öğütlemeye kalkışanları kınadı. Bu öğüdü yapan en aziz dostlarından Dr. Kugelmann ile Marks’ın arası böyle açıldı. Marks sekter bir kabine teoricisi olmayı aklından geçiremiyordu.

Ancak, Marks, pratikçiliği de hiç bir vakit Lenin’in devimi ile: “Kafanız işgüzarlık” biçimine kardırmadı. Örneğin, bütün tezlerini kaleme alıp gönderdiği Cenevre Enternasyonal Kongresine kendisi gitmeye gerek görmedi. Ve teori çalışmaları için gerekli olan belgeleri ve materyalleri bulduğu British Museum’un yanında kaldı. Bilim eserini orada sürdürmeyi, işçi hareketi için daha hatırı sayılır bir emek bildiğini söyledi.

Henüz, Enternasyonalleşmek üzere bulunan proletarya hareketinde boyuna “teorik temeli” dikkatle araştırdı. Mayıs 1874 günü Kugelmann’a gönderdiği mektubunda o kanısını belirtti. Ve Fransızlarda görülen teori kaygısızlığına şöyle dokundu:

“Almanya’da İşçi hareketinin yürüyüşü çok doyurucudur (Avusturya’da da bu böyle). Fransa’da TEORİK TEMEL (Biz majüskülledik) yokluğu ve pratik common sense (ortak duyu: sağ duyu) pek duyulur kertededir.”

ENGELS: “Almanya’da Köylü Savaşı” eserinde, o zamanki Alman işçisinin politik dövüş yaparken gösterdiği bilinci ve başarıyı andıktan sonra, o başarıda beliren iki üstünlük nedeninden birisinin teori gücünde yattığını söylüyor. Ve teorisiz işçi hareketinin, istediği denli örgütlü olsun, Tredyonizm yahut Kuzey’de (İngiltere’de) olduğu gibi Oportünizm ve ya Güney’de (Fransa ve Belçika’da Prudhonizm, İspanya ve İtalya’da Bakuninizm) adlarını almış Anarşizm biçiminde sapıtacağını şöyle anlatıyor: “Alman işçilerinin öteki Avrupa işçilerinden üstünde olarak iki yararlılıkları var. Önce, Avrupa’nın en teorici milletine mensuptular. Ondan başka, sözüm ona yabana ‘güzide’ (seçkin) denilen Almanya’da öylesine bütünüyle ortadan yitmiş bulunan teori duyusunu koruyorlar. Eğer daha önce Alman Felsefesi, hele Hegel Felsefesi bulunmasaydı, Alman bilimsel sosyalizmi, – gelmiş geçmiş bütün sosyalizmler içinde en bilimsel olan sosyalizm – asla kurulamazdı. İşçiler, teori duyuları olmaksızın o bilimsel sosyalizmi şimdi anladıkları kertede hiç bir vakit içlerine sindiremeyeceklerdi. Ve bunun nasıl bitmez tükenmez ve sonsuz bir yararlanma sağladığını ıspatlayan şey, bir yanda çeşiti derneklerin sübjektif örgütlerine rağmen İngiliz İşçi hareketindeki ilerleyiş kıtlığının belli başlı nedenlerinden biri olan her türlü teoriye karşı ilgisizlik ve öte yanda, Prudhonizm’in Fransızlarla Belçikalılarda başlangıç biçimiyle, ve ondan sonra Bakunince İspanyollarla İtalyanlar arasında karikatürleşmiş biçimiyle kışkırttığı bulanıklık ve kargaşıklıktır. (F. Engels: “La Ouerre des Paysana en Allamagne”, Marksist Kütüphanesi, 11, s.30, Parla 1929),

Lenin’in düstur haline koyduğu (formülleştirdiği) gibi, Engels üç türlü döğüş sayıyor:
1 – Teorik döğüş
2 – Politik döğüş
3 – Ekonomik döğüş
Bu üç koldan döğüşün «koygun (yoğun) ortak merkezli“ saldırısının yenilmez bir güç olduğunu söylüyor:

“Şurasını teslim etmelidir ki, Alman işçileri durumlarının üstünlüğünden yararlanmayı bildiler. İşçiler hareketi hareket olalıberi ilk kez üç yönde: teorik, politik ve pratik ekonomik (kapitalistlere karşı direnç) yönünde bir o denli metot ve tutarlılık ile güdüldü. İşte, Alman hareketinin yenilmek nedir bilmez gücü, bu bayağı ortak merkezli saldırıdır. (F.Engels: a.y., s.231)

O tarihlerde (Engels kitap önsözüne 4 yıl sonra, 1874 yılı kattığı ikinci bölümü yazarken): İngiliz hareketi kendi adacığında büzülüp kalmıştı. Fransız işçileri yaman bozgunlarıyla ezilmiş durumdaydı. Engels, o günlerin Alman proletaryasını:

“İşçi sınıfı döğüşünün Keşifkolu (öncü) mevkiini tutmuş” görüyor. Bu mevkii koruyabilmek için yukarıdaki döğüş üçüzünü sıkı tutmanın gereğini anlatıyor. (Teorik + Pratik + Ekonomik) döğüşleri başarmak için iki tür çalışma ayırt ediyor:

1 – Şeflere düşen çalışma: Basmakalıp kavrayışlar yerine, bir bilim durumuna gelmiş sosyalizmi bilim olarak incelemeyi ve etüt etmeyi birinci şart koşuyor. Bu şart sonra Lenin’in “Mesleği İnkilâpçı: Profesyonel Devrimci” kavramının Marksizm’de belirtilmiş ilk tohumu oluyor.

2 – Yığına düşen çalışma: Başlar bilimsel sosyalizmi hazmettikten sonra yığın içinde üç cepheden konuyu işleyecekler:

a) Propaganda: Benimsenilen kavrayışlar büyük bir çabayla ve son kertede “duru” ve açık olarak yayılacak;
b) Parti ile,
c) Dernek örgütleri güçlendirilecek…

“Bütün teorik meseleler üstünde gittikçe daha çok aydınlanmak, dünyanın yıllanmış köhne kavrayışları üzerine gelenekleşmiş lâkırdıların etkisinden gittikçe daha çok yakayı kurtarmak, ve hiç bir vakit, sosyalizmin, bilim olalı beri, bir bilim olarak incelemeyi yâni etüt edilmeyi istediğini unutmamak, hele Başların (şeflerin) baş görevidir. Ondan sonra gelen görev: böyle edinilmiş bulunan boyuna daha duru, daha açık kavrayışları, her gün çoğalan ve artan bir çaba ile yaymak ve Parti ile Derneklerin (sendikaların) örgütlerini gittikçe daha güçlü ve kudretlice sağlamlaştırmak görev olacaktır.” (F.Engels: a.y., s.31-32)

Marksist teori nedir? Her şeyden önce softaca ezberlenecek bir nass (doğma) değildir Lenin’in deyimiyle, bir “hareketler kaidesi: davranış kuralı”dır. Engels, 28 Aralık 1886 günü 28 Aralık 1886 günü Wichnevetskaya’ya yazdığı mektupta bunu tekrarlıyor: “Teorimiz bir dogma (keskin nass) degildir. İnkılâp dünyasının birbirleriyle sıkı sıkıya bağlı, birbiri ardından giden bütün olaylar zincirlemesinin canlandırdığı bir perdedir.” (Marks ve Engels’in mektupları).

Ayrım – VII –

Lenin: Marksizmi özakideci (Ortadoks) teori sonrasında da geliştiren Leninizm, teorinin önemini aynı güç ve aynı enerjiyle yeniden işliyor. Leninizm, İkinci Enternesyonal’in körleştirmek istediği ortodoks Marksizm ocağını yeniden tutuşturdu ve yeni yeni alevlerle aydınlattı.

Buracıkta Leninizm’in bütün teori yayılımını anlatmaktan çok, konumuza yararlı olacak düğümlerinden kimilerini bağlamakla yetineceğiz.

Lenin, teorinin önemini göstermek için, bizzat burjuvazinin güttüğü taktikten örnek verir ve şöyle der:

“Burjuvazi yalnız zorla tutunmaz, belki yığınların göreneklere bağlılığı, cesaretsizliği ve bitkinliği, bilinç ve örgüt yokluğu ile de tutunur.” (Lenin: C. III, s. 181)

Öyle ise, proleterya da sınıflar savaşını her alanda yaylım ateşler açarak yapacaktır.

Bize inkalâpçı döğüş yapılırken teori temelinin ne büyük bir güç ve enerji yarattığını gösteren şey yalnız teorik düşünceler değildir. Bugün yeryüzünün 6’da 1’inde sosyalizmi gerçekleştiren gerçek sosyalist Partinin bütün varlığı da teori temelinin gücüne dayanır. Gerçek sosyalizm varlığının büyük yapıcısı Lenin, sosyalizmin başarılı taktiğini bir sentez olarak bize armağan etmek için kaleme aldığı “Komünizmin Çocukluk Hastalığı” eserinde başarsını – ileride göreceğimiz ana elemanlarından – özellikle ve öncelikle iki önemi faktörünü sayıyor :

1 – Disiplin “çimento” faktörü;
2 – «En emniyetli Marksist teori tabanı üzerinde” doğmak faktörü…

“Biricik doğru devrim teorisi olan Marksizm, Rusya için gerçekten yarım yüzyıllık olağanüstü fedakârlıkların ve acıların eşsiz bir devrim kahramanlığının, sıkıntılı ve anguaz verici araştırmaların, politik denemelerin, yanılmaların, incelemelerin, Avrupa’daki denemelerle kıyaslamalar yönünde inanılmaz güçte kızgın savaşların meyvasıdır. Çarlığın dayattığı göçler yüzünden devrimci Rusya 19. yüzyılın son yarısında başka hiçbir ülkenin edinemediği denli uluslararası ilişkiler zenginliğine, tüm dünya devrimci hareketinin pratik biçimleri ve teorileri üzerine haber alma mükemmelliğine ulaşmış bulunmak durumunda durumunda idi.”

Demek, bir örgütün ne olucağını anlamak mı istiyoruz ? Onun hangi teori üstünde kurulduğunu görmek yeter. Partinin temeli hiç kuşku yok, herkesin bildiği ve söylediği gibi, Lenin’ci Marksizm’dir. Ve Lenin’ci Marksizm’de bütün teori meseleleri bugün artık elle tutulurcasına, ulu bir cephanelik ve silah deposu gibi proletaryanın emrindedir.

Ancak, Leninist olmak, sırf ve sadece Leninizmin besbelli düşüncelerini belli sözlerle papağanca tekrarlamak değildir :

“Marksizme sadık kaldıkça objektif olayların incelenmesinden gelişigüzel beylik lâflarla sıyrılamayız ve sıyrılmamalıyız.” (Lenin: “Rus İnkılâbı ve Proletaryanın Devrimi” 7 Şubat 1906)

Lenin’ci Marksizm’de teorinin temeli nedir? Lenin’e göre teorinin temeli bütünüyle “devrimci davranışlar”dır:

“Hiç kuşku yok, sosyal demokratça teori işi ve davranışı çeşitli devrimci hareketlere dayanı” (Ne Yapmalı?)

“Gerçek sosyalistler bütünüyle devrimci hareketlere dayanırlar” (Marks-Engels: “Komünist Manifesto”)

Ne var ki, bu tanımlamalar da kısadır ve dolayısıyla yetersiz kalır. Lenin’ci Marksizm teorisinin ayırt edici âlameti, belgesi nedir?

1- Objektif incelemedir. Lenin buna “bilimsel ayıklık” diyor (Marks’a göre: Evreni izah, açıklama tarzı);

2- Devrimci ve örgütçü yetenek ve kaabiliyettir (Marks’a göre: Evreni değiştirme tarzı)…

İşte, bilimsel sosyalizm bu iki karakterin en yüksek ve en canlı sentezidir. 

“Marksizm, bütün diğer sosyalist teorilerden, durumun ve objektif evrimin incelenmesinde gösterilen ilmi ayıklığı ile ayırt edilir, ama o da yetmez, bilimsel ayıklığı yığınların ve gene tabii şu ya da bu sınıfla bağlılık keşfetmeyi ve gerçekleştirmeyi bilen kişilerin, grupların, örgütlerin, partilerin güç ve yaradılışca ve devrimci girişim yeteneklerince gösterdikleri önemlerinin katagorikman (kesin olarak) bilinip tanınışını şaşılacak bir tarzda birleştirmesi ile ayırt edilir.” (Lenin: “Boykolaj Aleyhinde”)

Objektfik incelemenin ve Leninci Marksist izah, açıklama ne demektir?

Birbirini doğuran şu üç tarz düşünce ve davranış demektir: 

1- Canlı hareketten yola çıkmak: 1917 yılında Lenin’le “eski Bolşevikler” arasında bir tartışma açıldı. Lenin’in 1905 yılında sözünü ettiği: “Proletarya ile köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” formülü vardı. “Eski Bolşevikler” bu formülü 1917 yılında ortalıkta göremedikleri için mırın kırın ediyorlardı. Lenin onlara şu karşılığı verdi:

“Evvelce ‘burjuva egemenligini proletaryayla köylülerin diktatörlüğü izleyebilir ve izlemelidir’ demiştik. Şimdiki olay şudur: İki iktidar bir arada bulunuyor…

Bu yeni ve canlı olan ‘olay, eski şemaların çerçevesine sığmıyor” “O formül artık yaşlandı. Hayat onu formüller ülkesinden gerçeklik toprağına getirdi. Ona can verdi, kan verdi, onu somutlaştırdı ve işte onun içindir ki, hayat o formülü değiştirdi de.” 

Bunun üzerine Lenin bize canlı olaylara uymayı şöyle anlatıyor:

“Marksist canlı aktüalitenin sarih olaylarını hesaba katmak zorundadır. Yoksa her teori gibi hiç değilse özlüğü ve genel olanı gösterebilen, gerçekliğin yalnız kompleksliğini tahmin edebilen dünkü teoriye dört elle sarılıp kakılakalmaya zorunlu değildir. Teori, dostum, solgundur. Yeşil olan yaşamın ölümsüz ağacıdır.” (Lenin: “Diyarşi”)

2- Olağandan değil, gerçekten yola çıkmak: Gene Ekim Devrimi’nin arifesiydi. Gene bolşevikler arasında bir tartışmadır esiyordu. 917 yılında burjuvazi iktidar mevkiine geçti. Köylü de bir e-çeşit burjuvadır. Onun da iktidara çıkması olanaklı değil midir?

Lenin, evet diyor, mümkündür: 

“Yalnız, durumu yargılayan Marksist, olağandan degil, fakat gerçek’ten (reel’den) hareket etmelidir.” 

3- Sınıflar ilişkisinden yola çıkmak: Lenin’ci Marksizm teorisinde canlı hareket halinde bulunan realite, gerçeklik nedir? Sınıf ilişkileridir. Lenin der ki:

“Marksist olan kimse hiç bir vakit sınıflar arasındaki ilişkilerin incelenmesi gibi sağlam bir temeli elden bırakmamalıdır.” 

Lenin 1905’ten beri formülleştirdiği “Proletarya ile köylülerin devrimci demokratik diktatörlüğü” üzerine 1917 yılında şöyle diyordu: 

“Bu sınıflar arasında bir ilişkidir. Bu ilişkiyi ve elbirliğini maddeleştiren somut bir kurum değildir.” 

Öyleyse bütün teorik inceleme ve açıklamalarda, bütün pratik devrimci ve örgütçü çalışmalarda gerçek sosyalistin sürekli göz önünde tutacağı pusula, içinde bulunduğu toplumun sınıf ilişkileridir. Bilimsel politikanın karakteri, bilimsel sosyalizmin tutanağı, orijinal sınıflar döğüşüdür.

Ayrım – VIII –

Buraya kadarki yoklamalardan şu sonuca vardık: Devrimci = sınıf ilişkileri…

Ancak “sınıf ilişkileri” de genel bir deyimdir. Onu biraz somutlaştıralım.

Sınıf ilişkileri deyince, bugün, konkret (somut) olarak her ülke için ve dolayısıyla her sosyalist örgüt için, her Parti için başlıca iki ana sınıf ilişkisi vardır:

1- Milletlerarası, bütün dünya ülkelerindeki genel dünya sınıf ilişkileri;

2- Milli, yani bir ülke içindeki özel sınıf ilişkileri…

Öyle ise, teori dahi bu iki sıra ilişkiye göre sınıflandırılmalıdır:

1- Başka ülkelerde geçmiş sınıf savaşlarının derslerinden çıkan, toplanan denemeler ve formüller üzerine teori:

2- Partinin içinde bulunduğu ülkede geçen bütün sınıf savaşlarını ve tüm sosyal güçleri ve sosyal ilişkileri sistemleştiren teori…

Onun içindir ki, Lenin bize Marksist bilimi ve bilimsel sosyalizmi tanımlarken, genel olarak teorinin o iki özel karakterini daha canlı ve daha elle tutulurcasına veriyor: 

“Bilim, birincisi öteki ülkelerin deneyimlerinden, özellikle diğer kapitalist ülkelerde söz konusu ülkeninkine benzer bir deneyimden ya da öyle bir deneyimin yanından geçmiş iseler onlardan yararlanmayı ısrarla ister; ikincisi, politikayı sırf isteklere göre, kanılara göre, bir tek grubun ya da bir tek Partinin bilinç ve hazırlık derecesine göre belirleyecek yerde, ülkenin içinde etken olan ve kımıldayıp etki yapan bütün güçleri, bütün grupları, Partileri, sınıfları, bütün yığınları göz önüne almayı gerektirir. (Lenin: “Çocuk Hastalığı” s.68)

“Marksizm bizi, sınıflar arası ilişkide ve her tarihsel harekette bulunan somut özelliklerin açık seçikçe ve objektifçe incelenebilir hesabını tutmaya zorlar.” (Lenin: Seçme Sayfalar, C. III, s.175) 

Yukarıdaki pasajlardan pratik olarak bize düşen üç teorik çalışma alanı açılıyor: 

1- Başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmak: Bütün dünya hareketinden ve özellikle diğer kapitalist ülkelerde özel olarak bize benzer ya da bizimkilere yakın deneyimler geçirmiş ülkelerde olan bitenlerden “yararlanmak”; 

2- Var olan kendi sınıf ilişki ve hareketlerinin doğru hesabını tutmak: Buna daha çok kendi ülkemizde görülen genellikle işçi ve halk, özellikle sosyalist hareketlerin ve var olmuş bulunan sınıf ilişkilerinin bilançosunu elden geldiğince özetle yapmak, onların mantık sonuçlarını çıkarmak; 

3- Subjektif temaları ve şemaları değil, objektif ve sosyal güçleri göz önünde tutmak: Yani, örneğin kafalarımızda milyarlarca voltluk bir ampul gibi yanan bilimsel sosyalizm bilincimiz gözlerimizi kamaştırmasın. Cihan proletaryasının devrimci ülküsünü en bütünüyle, en özlü ve en ortodoks (özakideci) kaynaklarından alıp içe sindirmeye uğraşmak ne denli boynumuzun borcuysa, en az o denli içinde bulunduğumuz çevrenin sınıf ilişkilerini incelerken gelmiş geçmiş olayların hakkını yememek, nasılsalar öylece kavranılmalarına ve pekiştirilmelerine uğraşmak da görevimizdir.

Ayrıntılarına girince daha iyi göreceğiz. Örgüt konusunda kitabın yazdığı ideal prensipleri hayatta göremeyince, şu ya da bu kafanın içinde aynı şeyleri buluvermiş görünmekle sorunu çözümlenmiş saymayacağız. Bu prensiplerin somut hayatta hangi kerteye dek, nasıl ve neden uygulandıklarını arayacağız; kafalarda olduğu kadar, çalışmalarda da ve sözde olduğu kadar işte de o prensiplerin uygulanmasına uğraşacağız.

İşte burada yapılan araştırmalarımızın teorik sehpası (telsisi: üçüzü) özellikle de bu üç noktada toplanacaktır. Onlara basarak yürüyeceğiz ve onları bütün ileride gelecek ayrıntılarıyla açıklamaya, geliştirmeye çalışacağız. Teorik tutamağımız bunlar olacak.

Teori sehpamızı böylece kurduktan sonra, bu üçüzün sentezini, Partimizin teorik aktüalitesine de özet olarak uygulamayı deneyelim. Parti için bugün, teori deyince özellikle aydınlatılmasını ve üzerinde durulmasını farz bildiğimiz ikişerden dört problem hatıra geliyor. O dört meselenin planı şudur:

Ayrım -IX-
(1) NEYE VE NİÇİN TEORİ?

Bizde sanıldığından çok genelleşmiş bir kanı var. Parti şimdiye dek hep teoriye önem verdi, pratiği ihmal etti denir yahut bu düşünce şöyle anlatılır: Bizde yeterli kertede teorici var ancak pratikçilere muhtacız.

Bu bakımda üç yan var: 1)Haklı olduğu yan, 2)Haksız olduğu yan, 3)Karıştırdığı an

1 – Haklı Yan: Yukarıki bakımda doğru bir yanın bulunduğu anlaşılmasın. Yani yukarıdaki bakıma hak verdirir gözüken sebep, o bakımın nedeni var demek istiyoruz.

Niçin kimileri teoriyi “fazla” buluyorlar?

Göreceğiz. Türkiye’de Bilimsel Sosyalizm ilkin bir aydın davranışı olarak başladı. Ve çok kez sosyalizmde bütün çabalarını yayın alanında temerküz ettirildi. En çok işitilen ve izini bırakan şey legal yayınlardı.

Ne var ki bu yayınların tümüne göz atılacak olursa, ortada aritmetik bir ülkü propagandasından çok sosyalizme şöyle böyle değen plansız, dağınık makale parçacıkları görülür. Bu sistemsiz tarz sekterleşmekte gecikmedi.

 Zaten burjuvazinin baskısı da başlamıştı. Bu şartlar altında yığınlarla temasta bulunan hareket bölümü yeni şartlara uygun yeni biçimler kazanırken görünürde kalan yayınlardan yığınlaşmak isteyenler, istemeyenleri de birlikte sürükleyerek ömürlerini tükettiler. Harekette bürokrasi ve sekterizm ile başlayan sapıtma epey gürültülüce çöküşlere uğradı.

Yığın hareketinden inat ederek uzak kalan bu başlangıç birçoklarına teoriyi suçlama vesilesi verdi. Çünkü bu kaynakları, bürokrasiyi ve sekterizmi “teori” sayıyorlardı.

2 – Haksız Yan: Bizde teoriyi fazla görenler genelde Leninci Marksizme göre teorinin aslında tereddüt ediyorlar.

“Teori bütün dünya işçi hareketi denemesinin sentezleşmesidir.”   (Stalin: Leninizm Meseleleri)

Ve Lenin’in yukarıda pekiştirdiğimiz üçüzünü hatırlamıyorlar.

Bugün bütün dünya hareketinin denemeleri, biricik dünya gerçek sosyalisti partilerince (III. Enternasyonalce) sentezleştiriliyor. II. Enternasyonal çağının dağınıklığından kurtulmak ve örneğin Lenin’in içinde döğüştüğü mahşer durumunu müzeye kaldırmış bulunmak her Sosyalist partimizin o büyük işte taşıyacağı yükünü hayliden hayliye hafifletmiştir.

 Ancak hiç unutmaya gelmez: yalnızca hafifletmiştir yani büsbütün ortadan kaldırmış değildir. Ne kadar geri, genç olurlarsa olsunlar bütün uluslararası örgüt seksiyonları elbet dünya işçi hareketinin denemelerini sentezleştirmekte bir işbölümü düzenine girmek zorundadırlar.

Oysa uluslararası genel hareket teorisi yetmez. Her seksiyon kendi alanında kendi sınıf ilişkilerini formülleştirmek zorundadır. Benzer ülkelerin denemelerin alınacaktır. O derelerde edinilmiş kendi kanaatlerini öne sürmek yetmez. Kendi ülkesinin sosyal güçlerini göz önünde tutarak, bizde yaşanılmış milli denemeler teorileştirilmiş midir? Hayır.

Öyle ise bizde teori, fazla olmak şöyle dursun eskiden de daha aşağıdadır. Eğer teoriyi bir sistem ve bilimsel bir sentez sayıyorsak, teorinin en canlı bölümünde büyük bir yoklukla karşı karşıyayız.

Ortada teori denilen şey yokken, teorisyenler çoktur denmesi şeye benzer “Deniz bulamıyorsan bir ülkede herkesin anadan doğma kaptan olduğunu ilan etmek kadar abes (saçma) olmaz mı?”3

3 – Karıştırılan yan: Sosyalist çalışma demek (teori – pratik)in sentezini yapmak demektir. Lenin sosyalist partinin daha temellerini atarken, bu sentezin, yığın içinde başlıca üç târz savaş yapmak demek olduğunu pekiştirir:

a) Tahrikâtçı savaş,
b) Propagandacı savaş,
c) Teşkilâtçı savaş..

Ancak bu üç tür savaşmanın hep birden uygulanması ve gerçekleştirilmesidir ki, sosyalizm savaşını yaratır. Bunlardan biri eksik olsa, yapılan savaş sosyalizm savaşından başka bir şey olur. Bizde şimdiye dek bu üç başlı mücadele bütün anlamıyla birbirine koşut ve eşit çapta başarıldı mı? Hayır.

Gerçi her üç alanda da başka atılışlar yapılmadı değil. Ne var ki, o atılışlarda bilimsel sosyalizmin bütün karekterleri gerçekleşti denilemez. Söylenen söze değil, işe bakarsak, şimdiye dek Türkiye’de sosyalizm savaşı sehpasının üç ayağı şöyle durumdadır: Birinci ayak (tahrikâtçı savaş) oldukça ve ikinci ayak (propagandacı savaşı) da şöyle böyle uygulandı. Ama üçüncü ayak (örgütçü savaş) her zaman sakat kaldı. Onun için de, kurduğumuz sehpa ikide bir devrilip durdu.

Bununla birlikte, partinin gerçek sosyalistçe örgütlenmesi işi, aslına bakılırsa, dünya sosyalizminin hemen birçok şubesinde bizden iyi değildir.

Bunu teselli bulalım, ya da sorunu önemsiz görelim diye söylemiyoruz. Derdin uluslararası ölçüde bir hastalık, bir zaaf olduğunu bilincimize geçirmemiz için anıyoruz.

K.E. Manuilski, Komünist Enternasyonal’in 1930 Plenumunda, güzel tahrikâtçılarımız ve propagandacılarımız var. Fakat biz örgütçülere muhtacız diyordu. Dert buradadır. Probleme bu açıdan bakmalıyız.

Ajitasyon (tahrikât) ve propaganda sözle ve yazıyla yapılır gider. Örgüt, organizasyon ise, iş içinde ve madde yapısı olarak yığınlar ölçüsünde ve yaşantıda gerçekleştirilir. Kapitalist düzenin egemen kültüründen az çok çimlenmiş olan bizler, devrimci teori üzerinde kökten, altı üstüne getirilmiş, bambaşka ve yepyeni bir edification (eğitimi) erginleştirmeliyiz. Bu olgunlaşmadıkça, ister istemez burjuva biliminin genel karakterlerini, yani kitabiliği ve hayattan kopuşmayı, kitapça soyutlaşmayı gerçek sosyal bilimin karakterleriyle karıştırabiliriz.

O zaman bize öyle gelir ki, ajitasyon ve propaganda salt teoridir, örgüt ise salt pratiktir. Leninizmin savaş üç ayağı (ajitasyon, propaganda, örgüt) öyle iki parça edildi mi, artık kolayca ajitasyon ve propagandayı teori yerine koyar, örgüt çalışmalarını da pratik sayarız.

Bizde şimdiye dek ağır basan çaba hep ajitasyon savaşı olduğuna göre, şimdiye kadarki faaliyetimizi salt teofik çalışma ve kendimizi de saf teorisyenler sırasına geçirmekte hiçbir sakınca görmeyiz. Ve sanırız ki, bizde “teori” ya da “teorisyenler” pek çok, “pek fazla”dır.

Bu kanıyla bilinçaltımız bize bilimsel örgütçü çalışmanın çok kusurlu olduğunu anlatmak ister. Ne var ki, bugün gerçek sosyalist parti gibi devrimci proletaryanın bilinçli öncüsü olan bir örgüt, salyangozlar gibi, sümüklüböcekler gibi içgüdüsüyle kımıldayamaz, ya da uykuda gezerler gibi bilinçaltıyla hareket edemez. Çetin savaşımızın yeraltı karanlığında kalan eksik gedikleri bilince çıkarmak gerekir.

Hiç karıştırılmaya gelmez. Bizde fazla olan şey teori değildir. Hattâ gerektiği gibi ajitasyon bile fazla değildir. Ama eksik olan bir yan vardır: Gerçek örgütçü çalışma çabası eksiktir.

Yalnız, örgütçü savaş da bütün sosyalizm savaşları gibi ne tek başına bilimsel ve ne de tek başına teorik bir mücadele değildir. Aynı zamanda hem pratik, hem teorik bir çaba ve savaştır.

Leninci Marksizm dünyayı yalnız gözlem yapmanın teorisi değil, pratikçe değiştirmenin de teorisi ve örgütçüsüdür.

Bize teşkilatçılar çok gerekli demek başka şeydir, bize artık pratikçiler gerekiyor demek başka. Hele “bize artık teori gerekli, nazariye lazım değil, çünkü Leninizm herşeyi söylemiş, ona yeni bir şey mi katacağız” sofizmine sapmak, Leninist Marksizmin ruhunu inkâr eden onulmaz bir ayrılık olur.

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir