Hikmet Kıvılcımlı – Eski Takvimler

PDF İzle & KaydetYazdır

Bu makale, Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü arşivlerinin 106 numaralı dosyasında yer almakta.

Tarih (yazılı medeniyet Tarihi) kaç yıl önce başladı?

Bu soruya okul kitaplarında verildiği kadar basitçe sunulacak tam karşılık yoktur. “Takvim” denilen şeyin ne kadar izafi olduğu ise, yüzlerce yıl öncesinden beri biliniyordu. Hacı Halife (Takvimüttevarih, elyazması, Önsöz) 22 çeşit tarih başlangıcı sayar:

1) Adem’in hübut-ü (gökten inişi), 2) Tufan, 3) İbrahim Alh.ın doğumu, 4) Halil Vedud’un doğumu, 5) Nemrud ateşi, 6) Beyt-i atiyk’in yapılışı, 7) Yusuf’un Peygamber oluşu, 8) Musa’nın Peygamber oluşu, 9) Firavunun boğuluşu, 10) Süleyman’ın hükümdarlığı, 11) Mesih’in ortaya çıkışı, 12) Kâ’b İbni Levi’nin ölümü [Burada 12’den 16’ya atlanıyor], 16) Habeşe’nin zuhuru, 17) İskender’in zaferi, 18) İsa’nın doğumu, 19) Cemşid, 20) Yezd’i Cerd, 21) Bahri Tarih, 22) Celâli tarih…

Aşağı yukarı her ulusun başından geçen büyük olaylar veya her benim diyen kodaman, tarihin başlangıcı sayılıvermiştir. Hacı Halife 17. yüzyılda bu takvimlerden altısını yürürlükte bulur:

Türkî takvim: (Çin, Hıtay, Moğol, Çağatay): Çin.
Kıptî takvim: (Mısır hükümdarı Klitanus’un İskenderiye’ye seferi): Mısır.
Rumî takvim: (Önce İskender’in zuhuru iken, sonra İsa’nın doğumu olur): Grek.
Fârisî takvim: (Yezd’i Cerd, Şehrîyârî, Cemşid başlangıçlı): Pers.
Hicrî takvim: (Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçü): Arap-İslam.
Celâlî takvim: Celalettin Melekşah bin Alpaslan, Ömer Hayyam): Selçuk

Hacı Halife: (Adem) “Hübutünden Musa’nın ölümüne kadar geçen süre Tevrat’tan bilgi edinmeye kalmış olup, Tevrat dahi Sâmiriye, İbraniye, Yunaniye ünvanlarıyla birbirine aykırı üç çelişik nüsha idüğü sübut buldukta” (Takvimüttevarih. K.Meh 1064 nefis elyazma mukaddemesi) der, yıl sayısı “Meşkük” olur. Ama,
bir rakam gerekir. Kürt Eyyubî Hükümdarlığında Melikül Müeyyed “Muhtasar fi ahvârül beşer” adlı eserinde, Yunanca Tevrat’a ve Gök hareketlerine bakarak 6216 yıl koymuş. Sonrakiler de ona
uymuş (Adem, Rumî 5281, Celâli 6698’de düşer).

Sebebi: “Uluslararası anarşi[fetret]lerde yeni tarihler koymak“tır (Katip Çelebi: Tak.Tev. Mukaddeme). Başka deyimle, her yeni medeniyet, önü ve tarihi yazıya girmemiş bir toplumdan geldiği için, her ulus tarihe girişini Tarihin başlangıcı saymıştır.

Heredot’a göre Tarihler şöyle başlar:

17570 yıl önce (En eski Allahlardan 8’inin büyük rahipleri ne zaman iktidarı ele almışlar bilinmez): Onlardan sonraki Allahların 12 büyük rahibinin iktidarı zaptedişleri.
15570: Üçüncü derece Allahların rahipleri gelir. Oziris’in büyük rahibini Orus’ün büyük rahibi iktidardan indirir.
12356: Allahlar iktidarı biter. Mısır’a Menes kral olur.
12294: Menes’ten sonra gelen 329 kralın sonuncusu Moeris iktidara geçer.
2760: Tyr (Sûr) Kenti’nin kuruluşu (Asurlular’a göre).
2328: Evrensel Tufan (Larcher, Hist.D’Herodote. 1850, Paris, 93 s.lık kronoloji).

Besbelli, Tufandan öncesi masal-tarihtir. Tufan (Barbar akını) ile medeniyete giren uluslar, az çok doğru bir yıl rakamı ortaya atarlar.

19. yüzyıl sonuna dek Batı Medeniyeti’nin yeryüzündeki bütün tarihler üzerine yaptığı derlemeler daha mutlu sonuç getirmez. Kadim ulusların efsane kronolojisi şöyle bulunur:

4.000.000 yıl: (Hind: Brahmanın egemenliği)
2.362.000 yıl: (Japon Diri’si: Tensio-dai-tsin’in egemenliği)
2.276.449 yıl: (Çin: Ki peryodlarının başlangıcı)
720.000 yıl: (Kaldeen: mondaine çağı)
470.000 yıl: (Babilonyalılar’ın monden çağı)
100.000 yıl: (Pers mage’larının monden çağı)
30.000 yıl: (Finikeliler’in monden çağı)
21.000 yıl: (Çin anallerince Tuhi’nin egemenliği)
6.800 yıl: (Finike’de dev Misor ve Syndie’lerin egemenliği)
6.333 yıl: (Mısır’da Oziris’in egemenliği, Thebes’in kuruluşu.
5.684 yıl: (Mısır’da Menes’in egemenliği, Memphis’in kuruluşu)
4.217 yıl: (Mısır’da Nitocris’in egemenliği)
4.059 yıl: (Herakleopoliteler sülalesi, 19 kral verir)

Bu rakamlarda yukarı çıkıldıkça efsanenin sınırsızlandığı besbellidir.

YENİ KRONOLOJİLER

20. yüzyılda bütün çabalar efsaneler altında gizlenen gerçek olayları bulmaya yöneldi. O zaman kararsızlık büsbütün arttı. Şimdi en ciddi bilginler, kadim bir olay için tek rakam atmaktansa, “La date la plus haute: En yukarı tarih” ile “La chronologie courte: Kısa kronoloji” öne sürülüyor. Kronolojiler (tarihteki zaman sırası) ancak ipotezlere (faraziyelere) dayanıyor.

Bu işi en çok elle tutulur belgelere dayamak lüzumunu duyan arkeoloji oldu. Arkeolojide en elüstü tutulan ipotez Sir Flinders Petri’nin Sıra-Tarih (sequence-date) (kısaltılmışı: S.D.) adlı zaman dizisidir. S.D.’ler 30 ile 80 rakamı arasında değişen zaman basamaklarıdır. Küplerde, önceleri tutmaya yarayan dalgalı kenarlar, zamanla tutma görevini yitirerek dekorasyon biçiminde soysuzlaşarak gittikçe silinirler. İşte bu soysuzlaşma – dekorlaşma derecelerine göre o küplerle aynı zamana rastlamış nesnelere birer sıra numarası verilir. Her S.D. rakam numarasının kaç yıl tuttuğu bilinemez. Yalnız, zaman içinde o nesnelerden hangisinin daha önce, hangisinin daha sonra geldiği belirlendirildi. Bu “point de repere”ler, zaman ve yıl değil, zamanın ayak izleri demekti.

S.D. sıra tarihlerinin 30 ila 77 numaraları (47 tanesi) zamanı Mısır Tarihindeki Predinastik (sülale öncesi) adlı, medeniyetten önce gelen çağa girer. SD 30: İsa’dan önce kaç yılına düşer? 1) Petrie’ye göre İÖ 9000 yıl. 2) Kısa kronolojiye göre İÖ 7000 yıl. Aradaki fark 2000 yıl! 3) Peake ile Fleure’e göre İÖ 4500 yılla 3500 yıl arasıdır-. Kısa kronolojiden fark: 4500 ile 3500 yıldır. 4) Mac ile Mace’a göre SD 30, İÖ 2000 yılıdır. Bundan önceki ile farkı gene 1500 ile 2500 yıldır. 9000 nerede 2000 nerede?

Bu rakamlar önünde, Edinbourg Üniversitesi tarih öncesi arkeoloji profesörü V. G. Childe ne diyor? Eserinin 26. sayfasında şunu yazıyor:

“Topyekün olarak bu rakamlar makul görünüyorlar ve biz S.D.’nin İÖ 5000 yılma denk değerde olduğunu kabule hazırız.” (Ch. Age, 26)

Bu bir ihalede arttıranın cesaretini gösteren davranış değil midir? Aynı bilgin aynı eserinin 24. sayfasında da şöyle demişti:

Predinastik (sülaleler öncesi) diye anılan Mısır üzerine bildiklerimiz, hemen bütünüyle bize bir tarih belirtmeye elverişli hiçbir yazılı belge dayatmaz. O mezarlıklardan her birisinin temsil ettiği zaman mesafesine dair ise, ipotezden başka bir şey bilmiyoruz.” (Ch. age, 24)

Madem “bilmiyoruz” neden 5000 yılını “kabule hazırız”?

Çünkü, Mısır’ı Irak’tan daha eski kentleşme ve medeniyet yapmış saymak gibi bir aziz “ipotez”imiz vardır. -O da, Mısır takvimindeki bir yanlışa dayanır – .

Dünyada insanlığın “Takvim” ihtiyacı; ziraat üretimi ile ekme, biçme mevsimlerini bilme zaruretinden doğmuştur. Ziraat yukarı barbarlıkta başlamıştır. İlk Barbar takvimi “Computation lunaire” denilen ayla yapılan hesaba dayanır. Ay 29 buçuk günde bir döner. Onun için ayla hesap edilen yıl 2 (11) gün eksiktir. Ziraat’ın ayarlanmasında aynı Epok’a (günü gününe) ancak 29 yılda bir rastlanırdı. Mısır’ın ziraati ise, her yıl saat gibi işleyen Nil taşkınına bağlıydı. Nil deltası üçgeninin güney sivrisine düşen Memphis ve Heliopolis
kentlerine her yıl Nil taşımının ilk dalgası ile, gökte sothis (bugünkü Sirus) yıldızının belirmesi aynı güne rastlar. Bir yıldızın gökte doğuş ve batışına Helyak denir. Sothis helyakı, Mısır ekinciliğinin bayramı ve yılbaşı olur. O hesapla takvim 365 gün sayıldı.

Fakat bu yıl hesabı da, gerçek güneş yılından 6 saat kısaydı. O yüzden mevsimlerin aynı epoka rastlaması ancak 1451 yılda bir olabilirdi. Sothiak cycle’lerden bir tanesi İsa’dan sonra 139 yılında başladı.

Bu sonuncu mülâhazadan şu netice çıkar ki, Zodyak takvimin kabulü daha önceki bir Zodyak cycle, ya 2776 yılına, yahut 4-36 yılına konulmak icap eder. Oysa takvim daha üçüncü sülalenin ehram inşaatçıları zamanında kurulmuştu. Bu sülale firavunları yerli anal fragmanlarına (yıllık tarih yazılarına) dayanan compitationlara (takvim ayarlamalarına) bakılırsa, 2776’dan önce egemen olmuşlardır. İmdi yaklaştırma bir hesapla elde edilmiş bulunan ehramlar tarihi kabul edilirse, sistem 4-36’dan beri kurulmuş olmak icap edecektir ki, bu tarih Menes’ten, yahut yazılı ilk alıntılarımızdan bin yıl önceye düşer. Bu tarih, insan tarihinin en eski belirli tarihi safını tutar.” (Ch. age, s.20)

Bu satırlardaki hesabın -keyfiliği değilse- izafiliği göze batmıyor mu? Bütün yargı, Sülalelerin süreleri üzerine kurulur. O süreleri veren Manethon ise, en az Keldan papası Berose’un Irak sülaleleri üzerine söylediği kadar yuvarlak bir takım kararlar ortaya atmıştır. Mısır sülalelerinin 5 tanesine 50 rakamının, 14 tanesine 60 rakamının çarpımı ile elde edilmiş yıllar biçmiştir. Bu da o rakamların gerçek yıldan başka anlama geldiklerini gösterir. Mısır tarihinde iki gerçek rakam: Elenler’in Mısır’la temasından sonraki Said Devri İ.Ö. 336 yıl, Makedonya Devri İ.Ö. 299 yıl sürer. Yalnız bu iki sülale yıllarında küsurat bulunur. Onlarda bile Said Devri gene 6 rakamının 56 ile çarpımından çıkmıştır. Bütün Berose’un saydığı Irak efsane krallarının süreleri de hep 6 rakamı ile çarpılı küsuratsız rakamlardır. (Bir sösse: 60 yıl, bir nere: 600 yıl, bir
sar: 6×60=3600 yıl hesabına uyar).

Bütün yılların hep 5, 6 ve 10 rakamı kadar sürmeleri elbet başka şeyi: İlk kabilelerde kan teşkilatının bölümlerine göre ayarlanmış rakamları hatıra getirir. Eğer 6 rakamı gerçek yıl olsaydı, Mısır’ı 5000 yıl önceye çıkaran hesap, Irak’ı 402.200 yıl daha eski zamana çıkarmış olurdu.

Demek arkeologların küp hesapları gibi, takvim hesabı da, belki bir ileri veya geri sırada olmayı gösterir ama sahici yıl rakamı olmaktan uzak bulunur. Sırf o rakamların mantığıyla Mısır’ın eskiliği ispat edilemez.

Olaylara gelince, hayvanlar (Fon), bitkiler (Flor), ticareti kaçınılmaz kılan tabiat tezatları, hammadde (maden, taş, kereste) bulma güçlükleri, insan harmanı oluş gibi coğrafya ve tarih üretici güçleri, Irak’ı açıkça Mısır’dan daha önce medenileşmeye iter. Burada, bir yol takvim rakamlarının abstre mantığıyla Mısır’ı Irak’tan önce medenileşmiş gösterdikten sonra, tarih öncesi uzmanlarının nasıl kendi bakımlarını çürüten yığınla malzeme saydıklarını, arkasından da, sanki onları söyleyen kendileri değilmişçe, eski fikirlerine döndükleri pek ibret verici bir bindiği dalı kesen modern bilim Nasreddin Hoca’lığı olur.

Münasebetleri tersine çevirme Bay Childe ünlü eserinin IV ve V. fasıllarında şu iki sonuca varır:

I- Mısır’da ticaret üzerine kurulmuş sulamalı ziraat ile geniş işbölümlü sanayi seviyeli, yazı tekniğine ve devlet teşkilatına ermiş toplum biçimi Dynastie (sülale)ler ile başlar:

S.D. 63 ile 76 arasında bulunan devir içindedir ki köyler şehirler biçimine girerler, mahalli şefler Tanrısal, krallık haşmetinin tevcih beratını elde ederler ve savaşçıl klanlar (kanları dememekte ısrar eden ingiliz okulu!) bir tek devlet halinde birleşirler.” (Ch. age, s.104)

Bu açıkça: Kan teşkilatı yerine devlet teşkilatının, barbarlık yerine medeniyetin geçmesi demektir. Ondan öncesi medeniyet öncesidir. Mısır’da “protodinastik: Sülale önü”, daha öncesi de “Predinastik: Sülale öncesi” adlarını alır.

II- Bu medeniyet başlangıcı ile birlikte Mısır’da, o zamana dek bu derece sistemli görünmeyen bir sürü elemanlar, teknikler, aygıtlar, anıtlar, bayındırlıklar ve inançlar ansızın Mısır’ı kaplamış görünür. Bunlar (yani medeniyet) Mısır’a nereden gelmiştir? “Genel olarak kabul ediliyor ki, Yukarı-Mısır’ı orta-predinastik safhada ayırtlandıran elemanlar, kuzeyden ve kuzeydoğudan gelmişlerdir. Hiç değilse bu elemanlar Petrie tarafından doğu çölünde oturanlara atfolunur; doğu çölündeki fizik şartlar, vazolar yapımı için taş kullanımını kolaylaştırır. Firavunlara haraç olarak taş vazolar getiren saçları kuyruk halinde birleşik insanlar oradan gelir.” (Ch. age, s.98)

Ondüle kulplu küpler de Patrie, Frankfort ve Scharff tarafından Filistin ile Suriye’ye yaklaştırılır. Herhalde, Asya ile muhakkak temas var idi. Armut biçimi lobut (masse), teryomorf (canlı biçimi) vazo, gagalı vazo ve belki de açık fon üzerine koyu dekorasyon yapmanın teknik muameleleri hep Ön Asya içlerinde Kiş’e (Akkade) ve Suse’a (Elam’a) kadar yayılmış büyük kültür eyaletine mensup olan elemanlardır. Üzerinde ilkel bir tahrir (yazı) bulunan bir silindir (Irak balçık mühürü) numunesi (SD: 46) dahi bizi aynı yöne iter.“(Ch. age, s.99)

Bu iki yöndeki açık itiraflar neyi gösterir? Mısır’da gerek medeniyet öncesi (Predinastik ve Protodinastik çağlar), gerekse medeniyet başlarken kuzeydoğudan hiç değilse Sina Çölü ve Suriye aracılığıyla Irak Medeniyeti’nin inkâr edilemez etkileri belirmiştir. Ona rağmen, bilgin tam tersine bir sonuç çıkarır:

“Gerzeen Medeniyeti’nin, doğrusu Asya ile akrabalığı (affinitesi) var ama onun Asya’ya olan borcunu hiçbir şey ispat etmiyor ve Irak paralelleri, hiç değilse nazariyece, Mısır’dan gelmiş bir medenileştirici akımın neticesi olarak yorumlanabilir.” (Ch. age, s.102)

Kereste, malaşit (bakırtaşı), baharat ve başka hammaddelerin Mısır’a dışarıdan gelişinde ticaretin rolünü görerek ilave eder:

“Ondan başka, henüz Atlas denizinden Zagros’a dek uzanan çayırları işgal etmekte olan göçebe kabileler, dağınıklıklarına rağmen, bir küçük continuum (devamlılık) teşkil etmeliydiler. Her ne olursa olsun, Mısır Lahitleri içinde bulunan yabancı cevherler İran’a, Ermenistan’a ve Kuzey Suriye’ye kadar yayılmış ticaret
münasebetlerine delildirler. Demek, icat ve keşiflerinin İran yaylası-Küçükasya ve Girit üzerinde diffüzyon (intişar) ve taklit edilmesi fırsatı eksik değildi.”
(Ch. age, s.103-104)

Böylece konu aydınlatılacağına alabildiğine karıştırılmış bulunur. Bu da her tarihöncesi bilgininin Morgan’ca yüzyıldır yapılmış açık tarihöncesi bölümü ile medeniyeti gelişigüzel karıştırmasından ileri gelir. O hâlâ bir “Gerzeen Medeniyeti”nden dem vurur. Gerzeen kültürünün medeniyet değil, Mısır tarih öncesinde “parlak bir Neolitik Çağ” olduğunu başka yerde kendisi de söylemiştir. Oysa burada aranması gereken şey, karşılıklı münasebetler içinde ilk etkinin nereden doğduğudur.

Elbet Mısır ile Irak arasında insan geliş gidişleri, hele o zamanlar şimdikinden daha çok güç değildi.

MISIR MEDENİYET ÖNCESİNE IRAK ETKİSİ

Mısır Medeniyeti’nin yavru, Irak Medeniyeti’nin ana olduğunu en çok ispatlayan belgeleri gene arkeoloji verir.

Mısır’da dinastiler (medeniyet) başlamadan önce Irak etkileri başlamıştır.

Mısır’da son predinastik ve protodinastik safhalar Nil üzerinde Irak asıllı nesnelerle teknik muamelelerin ortaya çıkması ile ayırdlanır. Bu şeyler Mısır’da uzun bir süre yaşarlar ama kendilerine yalnız yer yer rastlanılır yahut ancak gel geç bir elüstünde tutulmadan faydalanırlar.” (Ch. age, s.104)

Bu açıklama, Mısır’da Predinastik denilen 3 basamaklı çağla birlikte Irak etkileri yavaş yavaş sızmaktadır. Bu uzunluğu henüz yılla kestirilemeyen ilk hazırlık çağında Mısır, besbelli (Osiris efsanesinin anlattığı gibi) belki Suriye-Finike aracılığı ile Irak ana medeniyetinin top ateşi altına girmiştir. Predinastikten sonra gelen
ikinci hazırlık konağına Protodinastik deniliyor.

Irak’la az çok muhakkak olan temasları böylece ifşa edilmiş bulunan ticaret münasebetlerinin ışığı altında incelemelidir. Protodinastik Mısırlılar tarafından Irak medeniyetinin daimi elemanları olan artistik muamelelerle motiflerin kabulü bunun mutlak delilidir. Bulunmuş nesnelerden hiçbirisi Babilonya’da yapılmış olamazlar. Irak metodları mutlak surette Mısır tarzında uygulamışlardır. Sırf Mısırlı nesneleri Irak motifleri süsler ve temaslar son predinastik ve protodinastik çağların topyekûnu üzerine inkısam
etmiş (üleştirilmiş) bulunur.
” (Ch. age, s.115-116)

Bu devrin hemen başlangıcında, SD 63’lere doğru, mutlak surette Mısırlı olan iki anıt üzerinde temsil edilmiş bütün bir grup yabancı nesnelere ve motiflere rastlıyoruz. Bu iki anıt Cebel-el-Arak’ta bulunmuş fildişi bıçak sapı ile, Hierkonpolis’in pentürlü mezarıdır. Bu keşiflerin yerleri de özel anlam taşır: Her ikisi de Kızıldeniz’e doğru yola çıkacak kervanların tuttukları iyi çizilmiş yolların bitim durağına yakın yerlerde bulunmuşlardır.

“O iki doküman, alışılmış anıtlarca bilinmez bir gemi ile, pentürlü vazolar üstünde o kadar sık rastlanılan bir Nil kayığı arasındaki savaşmayı temsil ederler. Yabancı gemi, her şeyden önce provası ve pupası ile papirüs kayıklarından ayırt edilir. Bu tip gemi, artık bir daha ondan sonraki pentürlü vazolardan ancak iki tanesi üzerinde ve birinci sülalenin bazı tektük (izole) anıtları üzerinde gözükecektir. Bu gemiyi kadim papirüs kayığından iştikak ettirmek [çıkagetirtmek] güç olurdu, ama en kadim Irak dokümanlarını süsleyen gemi tipinden pekâlâ iştikak ettirilebilir. Doğrusu, şu bizimkine pek yakın gemi temsilleri üçüncü sülale başlangıcındaki Sümer vazoları üzerinde bulunur.

“Cebel-el-Arak bıçak sapında da, kadim Mısır zağarı tipinden çok başka, ama en kadim Babilonya köpeğinin tıpkısı bir köpek boy gösterir.

“İki aslanı zapt etmiş bir kahramanı temsil eden bir grup, gene o aynı sap ile cenaze peçtürleri üzerinde bulunur. Bu tema, Mısır güzel sanatı için yabancı olup, Babilonya’da pek harcıâlemdir. Kahramanın
uzun sakal taşıdığı ve kuvafürü ile sarındığı uzun elbisesinin tipik Asyalı olduğu göz önünde tutulunca, burada Irak’tan gelme bir ilham intibaı ile mücadele etmek imkânsız oluyor. Tümüyle sahnenin Gılgameş destanını süslemesi gerekirdi. Nitekim Hall haklı olarak şu kaydı yapıyor: ‘Kahraman bir Gılgameş veya bir Elamlı’dan ziyade Nil ve Kızıldeniz arasındaki çölün bir tanrısına daha çok benziyor: Bu sahile (Magan’dan?) deniz yoluyla getirilerek Predinastik bir Mısırlı artist tarafından biçimlendirilerek, tapıcıları tarafından Irak ve Elam kavrayışlarının kuvvetlice etkisi altında kalınarak benimsenmiş bulunan bir tanrıyı daha çok andırıyor.”
(Ch. age, s.116-117)

“Cebel-el Arak sapında temsil edilip de, Irak’ta yürürlüğü bulunan başka temalar arasında, boğayı sağrısından yakalamış aslanı ve boyunları birbirine dolanmış canavarları, çift başlı hayvan gibi hayvan teorilerini ve bir bıçak sapı üzerine, daha sonra da Menes’in şist paletleri üzerine ekülpte edilmiş fiyangoları (rozetleri) kaydedelim.

Predinastik sonu plastiğinde, yeni gelmiş gibi boy gösteren hayvanlar sırasında: Bütün aslanlara, maymunlara, yeşil kurbağalara (krapo), akreplere hep Irak’ta rastlanır. Mısır’daki ilk aslan skülptürleri, Süse ve Babilonya tarzında: Aslanı çeneleri açık olarak temsil ederler. Bu işleyiş daha sonraları Mısır’da terk edildi.” (Ch, age, s.117-118)

Bütün bu olaylar, ilk etkisinin Irak’tan geldiği gibi Mısır’da önce aynen taklit edildiğini, sonra, orijinal Mısır Medeniyeti kendi şartları içinde geliştikçe, yavaş yavaş Irak etkisinden sıyrılarak kendi kişiliğini nasıl bulduğunu açıkça ispat etmekten başka neyi gösterir?

MISIR MEDENİYETİ IRAK ETKİSİNDE

Mısır’ın medeniyet öncesinde başlayan Irak’tan etkilenmesi, medeniyet ile birlikte, daha doğrusu medeniyete geçerken neredeyse sıçrama biçiminde daha açık ve kesin belirtiler verir. Bunu da gene başka hiç kimse değil, aksini savunan bilginden daha iyi kimse açıklamaz.

Mısır’da tarihöncesinden (Predinastik ve Protodinastik çağlardan) Tarihe (Medeniyet Sülalelerine) geçişin ne kadar hareketli olduğu, on kadar S.D. basamağı süresi içinde, beş altı türlü hayvanın yani Totemin ve dolayısıyla ayrı kan teşkilatının sahneye egemen oluşundan anlaşılır:

Küpeler, uğur (amület) taşları, oyun piyesleri her türlü yeni hayvanları yeniden üretirler. S.D. 64’ten sonra aslan, 65’te kurbağa yahut yeşil kurbağa, 70’ten sonra akrep, 77’den önce maymun,
77’den sonra kuş (belki güvercin)… Bütün bu tiplerin az çok aynı olan karşılıkları (contre-partieleri) Irak’ta vardır.
” (Ch. age, s.113)

Demek Mısır’ın medeniyete giriş günlerine ağır basan hengâmelerde, Irak toplumlarının derin ayak izleri besbellidir. Onun için Mısır’da (ondan sonraki çağ medeniyetine girecek barbar ülkelerinde de olduğu gibi) görülecek barbarlıkla katışık medeniyet elemanları, hemen görüldüğü yerin kendi orijinal ürünü sayılmamalı ve barbarlığın orada medeniyete geçmiş bulunduğu öne sürülmemelidir.

“(Mısır’da) S.D. 65’ten sonra uğurtaşı biçiminde silindirler gözükürler. Bunların üzerinde daha birinci sülale zamanı yazılar bulunuyordu ve kendileri normal olarak balçık küpleri mühürlemeye yarıyorlardı” (Ch. age, s.113-114)

Silindir, Irak balçık medeniyetinin en “Nev’i şahsına münhasır” tipik belgesidir. Yeryüzünün neresinde silindir bulunduysa, oraya Irak bezirgânlığının ayağı ulaşmış, damgası vurulmuş demektir. S.D. 65 Mısır’ında silindir bulunması şu iki gerçeğin belgesidir:

1) Mısır henüz medenileşmemişken oraya Irak bezirganı ayak basmıştır. 2) Irak bezirgânlığı, Irak’ta medeniyetin var olmuş bulunduğu anlamına gelir. Yalnız başına bu iki olay; Irak’ın Mısır henüz barbarken, oraya bezirgan damgası, yani medeniyet elemanı bastırdığını ispat eder. Ve ayrıca dikkate değer: Silindir medeniyetten önceki barbar Mısırlı için esrarlı bir uğurtaşı (amület) mahiyetinde kalır: Birinci sülale (Mısır’ın medenileşmesi) ile birlikte silindir artık Mısır’da da sosyal ve ekonomik bir görev kazanır: Küpleri mühürlemeye yarar.

Tarihsel çehreli ilk kahraman Menes’le başlayan Mısır sülaleleri Medeniyetin ürünleri oldular. Birinci sülale zamanı: “Yazı genel kullanıma erişti.” (Ch. age, s.114). Gene aynı devir: “Köyün şehir olması, üzerine Devletin kurulması ile başlar.” “Bütün o devir sırasında, fakir yurttaşlar gene hâlâ basit istihkamlar içine gömülürler ama zenginler ruhları için daha itinalı bir mesken isterler.” (Ch. age, s.105) Yassı balta, yuvarlak uçlu kargı daha önce başlar. “Bu tiplerin zuhuru ile birlikte Suriye ile muntazam ulaştırmaların kurulması
yüzünden ortaya çıkan kereste işleme güzel sanatı bir rönesansa kavuşur… Bakır olta ilk defa ancak Menes sülalesi zamanında ortaya çıkar.
” (Ch. age, s.109) Bakır aygıtlar ilerledikçe taş aletler ve seramik
geriler. Alçı ve bazaltın yerine, Irak’ta olduğu gibi obsidyen ve kaya kristalinden eşya yapılır.

Birinci sülalenin zuhuru ile birlikte, kadim Irak örf ve adetleriyle daha da çok sayıda uygun düşmeler (konkordanslar) göze batar. En eski sülale anıtlarından bazıları skülpte (kazımalı işlenmiş) lobutlardır
(massue). Bunlardan birisi, birinci Firavun olarak kutlanan Sed’in bayramlarını temsil eder. Oysa armut biçimli lobutun Irak’ta pek uzun bir tarihi vardır ve bu lobutların üstünde sık sık görülen adak skülptürleri bulunurdu. Barölyef halinde skülptürlü biçimler taşıyan iki vazo da, Irak’ın etkisini telkin ediyor; çünkü bu teknik ilk Sümerlerde çok yaygın idi ve Nil Vadisinde hiçbir vakit kökleşemediği halde Dicle ve Fırat Vadisi’nde uzun bir el üstünde tutuluştan yararlandı. Pişmiş toprağın tüp biçimi dayanaklarındaki Asyalı karakter daha da nettir. Üçgen delikle delinmiş buna benzer nesneler, Asur’da, Farah’da ve Irak’ın başka noktalarında bulunmuştu
.”

İlk mastabaların (türbe kümbetlerinin) ve kral mezarlarının bazı mimari çizilerine de büyük bir önem atfedildi. Girintili çıkıntılı mimari, Babilonya’da en eski zamanlardan beri tanınır ve hatta çağdaş Irak’ta bile hâlâ yaşamaktadır. Ancak şurası kaydedilmelidir ki, bu tip cephe ilkin ağaçtan yapılmış bir inşaatın tuğlayla
kopya edilmesinden başka bir şey değildir. Çıkıntılı ve girintili duvarlar, aralarına hafif ahşap kapılar takılmış sütunlu bir salonun cephesini tasvir etse gerekti. Sonraki Mısır sarkofajlarında (sandukalarında) ona benzer bir şey göze çarpar. İlk taştan yapılmış mastabaların sahte kapıları elbet ahşabı taklit için boyanmıştı ve Tarkhan’da takılınca sarih olarak aynı intibaı veren panolar bulundu. Öte yandan Saqqarah’ta Hesy mezarının girinti pentürleri ve aynı Zoser mezarının kiremitleri gösteriyor ki, bazı hallerde, sütun araları saz hasırlarla kapatılmıştı ve Wollay bu hasırların Suriye ve Mısır motifleriyle süslenmiş bulunduğunu kaydetti. Aynı yazar, Sümer tuğla mimarisinin aslını poteau (kazık)larla desteklenen hasırlardan yapılmış Tufan öncesi kulübelerine dek çıkarabildi. Demek, Mısır ve Irak’taki tuğla inşaatlarındaki benzerlik doğrudan
doğruya bir taklitten ileri gelmese bile, daha önce varolmuş benzer mimarlık tiplerinden kaynak almış olurdu. Bununla birlikte sazdan ahşap ilk örnekler (prototipler) predinastik çağı yaşayan Mısır Vadisi’nde bilinir şey değildir.
” (Ch. age, s.118 – 119)

İlk Mısır mezarları yalnız arızî çizgiler ile Irak mezarlarına benzemekle kalmazlar. Menes ile haleflerinin lahitlerinde inşaatçı, büyük bir kuyunun dibinde ufacık bir kral sarayını kopya etmeye yeltenir. Aynı maksat Ur ve Kiş kral mezarlarında da açıklanır. Menes’in kurtizanlarının (saray mensuplarının) cesetleri, mezarının
eki içinde defnedilmiştir. Tıpkı böyle Ur’da kralın bütün maiyeti öldürülerek kendisiyle birlikte gömülmüştür. Bir Tarkhan mastabasının koridoru içine gömülü iki eşekle hizmetçi, Kiş ve Ur mezarlarında
keşfedilmiş sağmal eşeklerle sürücülerini hatırlatır. Gerek inşaatta, gerekse ayinlerde (rites) rastlanan bu konkordanslar elbet sırf birer tesadüf sayılamazlar.
” (Ch. age, s.118 – 119)

Bu “Konkordans”ta Irak’ın ana kaynak olduğu her şeyden bellidir. Mısır’da Horus Tanrının tapınağına bitişik mezar gibi, Birinci sülale mezarları da, tıpkı Irak’taki kral mezarlarının aynıdır; önce kerpiçten kubbeli mastabadır. Sonra, ikinci sülale zamanı taştan üstyapı ile ehramlara doğru gider, Mısırlılaşır. Bu da Mısır’a (Oziris, Horus, Menes gibi) medenileştirici kahramanların dışarıdan; Irak gelenek ve görenekleri ile geldiklerini belirtir.

“Birinci Mısır sülaleleri zamanında, mühür hizmetini gören silindirler, daima Mısır harfleri ile yazılmış enskripsiyonlarına rağmen Irak’a has olan ve Nil kıyılarında terk edildikten sonra Irak’ta daha uzun süre baki kalmış bulunan bir muameleyi temsil ederler. Hiyeroglif yazısının kendisi dahi, elemanları Nil bitki ve hayvanlarından mülhem olsalar bile, çok dikkate değer tarzda fonetik işaretlerin ideograflarla ve determinatiflerle mezcedilmeleri bakımından o iki sistem yazının münasebette bulunmadıklarını tasavvur
etmek imkânsızdır.”
(Ch. age, s.120)

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir