Sınıf savaşı içindeyiz diyoruz sürekli, tekrara girmemizin bir sebebi var. Çünkü yaşadığımız olaylar, bir savaştan farklı değil. Kimi zaman fiziksel olarak şiddete dayanan, kimi zaman ise psikolojik bir mücadeleye dönen bir savaşın içindeyiz.
İşte Sütaş’da yaşanan, ikinci türden bir savaşın göstergesiydi. Kapitalizmin her zaman kârlarına zeval gelmemesi için uyguladığı işten çıkarmalar sonucu direnişe geçen işçiler, düşmanından bile beklemediği bir hareketi işverenlerinden gördüler. İşçilerin direnişte bulundukları yerin önüne “tezek” döküldü ve direnişçilerle herhangi bir uzlaşma yoluna gidilmeyeceğine yönelik mesaj da verilmiş oldu.
Ancak bu mesajı Türkiye’nin en şişman parababalarının toplandığı TÜSİAD, “karizmasına aykırı” buldu. Bunca kişiye ekmek yedirenlerin (!) böyle bir harekette bulunması, özellikle de bu kişinin TÜSİAD başında olması kabul edilemezdi. Bunun üzerine işçi düşmanı parababası Muharrem Yılmaz efendi, işareti gördü, görevden o saniye ayrıldı. Finans-kapitalin kendi başlarındaki komutanı değiştirmesi ve örgütlülüğüne zeval vermemesi de kendilerinin o “kibar” tenlerinin “tezekten” ne kadar çok korktuklarının göstergesiydi.
Mesele kârları olduğu zaman gözlerini hırs bürüyen bu insanların, bu kadar alçalabileceğini düşünmek, aslında genel anlamda halkımızın beklediği bir davranış değil. Denir ya, ateş düştüğü yeri yakar. Ancak gerçek şudur ki, TÜSİAD baştan aşağı güvencesizlik, aç gözlülük, bencillik pisliği kokmakta. Halkımızın zihninde bu konunun yer edinmesi, sınıf savaşında ezilenlerin kazanması için ellerinde olacak silahlardan sadece biri.
Diğer yandan, bir başka olay ise bu tür olaylara karşı erken reflekslerin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. İşçi sınıfımızın kalkışmasını sağlayabilecek bir direnişi ziyaret eden, kendilerine “Platform Siyah” adını veren şeriatçı provakatör grubu oldu. AKP’nin yığın örgütü olarak çalışan grup, finans-kapitale tam da kendi anladıkları tarzda bir cevap verdiler. “Sözde” TÜSİAD’ı yerden yere vuran ve Muharrem Yılmaz’ın istifasının yeterli olmayacağını belirten bu güruh, “herkes yediğinden ikram eder” diyerek, fabrika görevlilerine lokum ikram ettiler. Esinlenilen olayın kahramanlarının Osmanlı Padişahı Selim ve Safevi Şahı İsmail arasında geçmesi de, bu hareketin sahip olduğu köken hakkında fikir sahibi olmamızı sağlıyor.
Kısacası, ortaçağcı gericilik, yok olmaya doğru giderken, düşmanı olduğu finans-kapitale saldırmayı unutmuyor. Lakin aynı finans-kapitalin üyesi Koç ile, ortaçağcı gericiliğin müttefikliği olan AKP’nin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, geçtiğimiz hafta ağzı kulaklarında çektirdiği fotoğraflar ve yapılan anlaşmalar, bu arkadaşların durumunu ele veriyor.
Demek ki bazıları da ikram edileni afiyetle yiyormuş. Bize de savaşta şeriatçılar kadar kıvrak davranmak düşüyor.