
Türkiye sosyalist hareketinin ve TKP’nin önderlerinden, bilimsel
sosyalist kuramcı ve eylem adamı; Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın yol
arkadaşı, 29 Ekim 1954’de kurduğu Vatan Partisi’nin yöneticisi, Yapı
İşçileri Sendikası (YİS)’nın yöneticilerinden ve DİSK’in kuruluş
bildirgesi imzacısı Suat Şükrü Kundakçı önceki gün, 83 yaşında,
aramızdan ayrıldı…
Dün Şakirin Camiinde kılınan cenaze namazının ardından Göztepe
Merdivenköy Mezarlığı’nda annesi Zeynep Kundakçı’nın yanına defnedildi…
2011 yılı Eylül ayında tanıdım Suat Şükrü Kundakçı’yı. İsmen biliyor, TRT 2’de yayınlanan Avni Özgürel’in “Hikmet Kıvılcımlı” belgeselinden hatırlıyordum. Ama elini sıkmak, ‘merhaba’ demek şansına 4 yıl önce kavuştum. Ahmet Kale’nin desteğiyle, Galatasaray’da sahaf Ayhan Tansuken Ağabey’in orada tanıştık.
Lise başında, 1996-97’lerde, oturduğumuz semtin duvarlarında “Örgütsüz halk köle halktır”, “Düşünce ve davranış birbirinden ayrılmaz” sözleri
ve yanında kırmızı sprey boyayla çizilmiş portreler görüyordum. Bu
sözlerin altında büyük harflerle imzası bulunan kişinin adı: ‘Doktor
Hikmet Kıvılcımlı’ydı. O günden sonra okumaya, öğrenmeye, anlamaya
çalıştım. Yıllar sonra O’nunla beraber mücadele etmiş, Harbiye
zindanlarında yatmış bir isimle tanışmanın heyecanını yaşıyordum. Her
şeyi sormak, dinlemek zamanı gelip çatmıştı.
Kıvılcımlı’nın 40. ölüm yıldönümü (11 Ekim 2011) için bir söyleşiye koyulduk.
Bir bakışta göçmen olduğu anlaşılıyordu Suat Amca’nın. Sonradan
öğrendim lakabı ‘Sarı Suat’mış. Güleç yüzlüydü ama ciddi ve sertti,
çabuk parlıyordu. Sonra gülerek “çabuk kızıyorum değil mi” diyordu.
Gözlerinin içi gülüyordu anlatırken, meseleye ilgili olmama memnundu…
Ve anlatıyordu… Bu tarihten itibaren 4 yıl boyunca hep soracaktım, o da sıkılmadan anlatacaktı…
BERGAMA’DAN Saint Joseph’e…
“1932’de İzmir Bergama’da dünyaya geldim. Dedemin Demirci Efe’nin
tüfek kundaklama işlerini yaptığı söylenir. 10 yaşına kadar
Bergama’daydım. 80 kadar işçinin çalıştığı, o günün kullanılabilir
tekniğiyle, gazojen motorlu, iki-üç taşlı değirmen ve zeytin yağhanesi
ve pamuk presleri olan bir fabrikamız vardı. 1943’te babamın ölümü
üzerine İstanbul’a akrabalarımızın yanına gittik. Fransız Saint Joseph
Koleji’ne yatılı kaydoldum, 1949’da Saint Joseph’i bırakıp Saint Benoit
Lisesi’nin orta kısmına geçtim, daha sonra da Haydar Paşa Lisesi’ne
kaydoldum. Edebiyat merakım 9. sınıfta başladı. Panait İstrati’nin
“Baragan’ın Dikenleri” adlı kitabını okuyorum. Lisede 3-4 arkadaşımla
sürekli kitap değiş tokuşu yapıyorduk; Gorki, Upton Sinclair, Nazım
Hikmet…
“NİHAL ATSIZ LİSEDE ÖĞRETMENİMDİ”
-Siyasete merakınız var mıydı, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın adını hiç duymuş muydunuz?
Doktor Hikmet’i duymadım. Nazım Hikmet’i duymuştum ve 1951-52
tevkifâtları oldu, “Komünist tutuklamaları” oldu, biz bunları
konuşuyoruz ama bu çevreyle bağlı birini de henüz görmedik. Haydarpaşa
Lisesi’nde hocamız Nihal Atsız, okul müdürümüz de Tevfik İleri’ydi. Ama
biz daha çok kendi arkadaş grubumuz içinde kalarak ilgi ve arayışımızı
sürdürüyorduk.
-Sanırım bu arayış bir süre daha devam etti, peki Vatan Partisi’yle tanışmanız nasıl oldu?
1955 yılının baharıydı. Arkadaşlarımla bir gün bir büfenin önünde bir gazete gördük: Vatandaş gazetesinin 1. sayısı. Kadıköy
İbrahimağa Caddesİ’nde bir büfede rastladığımız bu gazetenin ilk
sayfasında iri puntolarla; “Uzakdoğu’da İflas Eden Amerikan Politikası”
diye bir başmakale vardı. İlk defa böyle Amerika aleyhtarı bir cümleye
rastlıyorduk. Arkadaşım Günaydın’la eve geldik, tekrar tekrar bütün
yazıları okuduk ve “Vatan Partisi’ne gidelim, yeni kurulmuş” dedik.
-Tam olarak hangi tarihte kurulmuştu Vatan Partisi?
29 Ekim 1954’te kuruldu. Gazetenin nüshalarını takip etmeye
devam ediyoruz bir yandan. Ve 1955 yılının 19 Mayıs’ını hiç unutmuyorum.
Parti’ye ilk gidişimizdi. Beş kişiydik; ben, Günaydın, Erol, Nedim Can
ve Suat. Sultanahmet’te yarı ahşap bir bina. Giriş katı iki-üç basamak
çıktık, sağdaki odanın kapısı açıktı, Doktor masa başındaydı.
-Yalnız mıydı?
Evet, tek başınaydı. Saçları siyahtı, yalnız önünde küçük bir
meç halinde bembeyaz saç, bir fitil halinde, mevcuttu. Kitaplar masanın
üstünde yığılı, bir tarafta da kulaktan dinleme aleti.
–Aynı zamanda burada muayene mi yapıyordu?
Evet, muayene de yapıyor partide. “Vatandaş gazetesini
okuduk, adresini oradan öğrendik ve bugün ancak mümkün oldu sizi ziyaret
etmek. Partinizi tanımak istiyoruz, bizim sosyalizme sempatimiz var,
okulda bir arkadaş grubuyuz” dedik.
Çok memnun oldu, ayağa kalktı, iki metre kadar boyu vardı. Yer
gösterdi bize, oturduk. Bize Vatan Partisi’ni anlatmaya başladı. Üç dört
saat bize parti programını anlattı. Gerekçesini, neden kurulduğunu vb. O
anlatırken bizim gözlerimiz ise çakmak çakmaktı.
-Başka konulardan da bahsetti mi?
Tercüme eserlerle sosyalizmin olmayacağını, kendine has yöntemlerle
politika yapmak gerektiğini, bunun da Vatan Partisi programıyla
olacağını anlattı bize. Bir de tarihten ve özellikle de insan sağlığına
dikkat etmek gibi konulardan da bahsetti.
“İNSAN VÜCUDU VAKIF MALIDIR”
-Kıvılcımlı’nın kendi vücuduna çok iyi baktığı söylenir, özellikle
cezaevinde her gün soğuk suyla banyo yapması, içki ve sigara içmemesi
anlatılır.
Doktor insan vücudunu ‘beytülmal’ın olarak nitelendirir. Yani ‘vakıf malı’.
“Bu vücut vakıf malıdır, vakıf malına zarar getirmemek prensibiyle
yaşamak lazım” ve “Vakıf malını çok iyi, çok iktisatlı gözeterek
kullanmalı” derdi. Bunun için içki ve sigara ‘mekruh’tur da derdi.
-İlk buluşmanız böyle oldu yani. Daha sonra yine gittiniz mi partiye?
Arkadaşlarla bu kadar uzun genişlikte bir konferansı ilk kez
dinlediğimizden kafamız yorgun bir düşmüş bir şekilde Parti’den çıktık.
İyi bir ayrılıştı tabi bu. İkinci gidişimizde bize el yazısı ile
hazırlanmış “felsefe ekolleri”, yani diyalektik ve tarihi materyalizm ve
diğer metafizik felsefeler konusunda kısa, küçük fişler halinde 2-3
sayfalık bir metin verdi. Yaz günlerini Vatan Partisi programı, felsefe
ekolleri ve buna bağlı birkaç kitabı inceleyerek geçirdik. Ardından 6-7
Eylül patladı; İstanbul, yağmalandı.
6-7 EYLÜL OLAYLARI ve KERİM KORCAN’LA TANIŞMA…
-6-7 Eylül 1955 olayları?
Evet. 8 Eylül günü arkadaşım Günaydın’la vapurda gazete okuyoruz,
güvertede oturuyoruz. Birisi “Komünistler, Allahsızlar” diye bağırıp
duruyor. Biz de dayanamayıp; “ne ilgisi var komünistlerin bu işle”
dedik. Bunun üzerine “siz de onları koruyorsunuz galiba” diye tutturmaz
mı adam. Bu esnada karşımızda oturan şişman bir adam “onlar gençtir,
tabii her şeyi düşünecekler” dedi. Bizimle tartışan adama dönüp “sen
biliyor musun bu işleri kimin yaptığını, İngiliz casuslarının işi bu”
diye yanıt verdi. Herkes bir anda sustu, ses çıkmadı. Sonra vapur
yanaştı, şişman adamla beraber indik vapurdan. Daha sonra bize dönüp; “
benim adım Kerim” dedi. Biz de kendimizi tanıttık. “Maalesef bu basın
komünistler diye yüklendi, 26 kişi falan tutuklandı, halk da böyle bir
yorum getiriyor işte. Tabi hiç alakası yok. E siz nereye gidiyorsunuz”
diye sordu. “Vatan Partisi var oraya gidiyoruz” dedik. “Gelin bakalım,
Haysiyet Divanı Başkanıyım ben o partinin, ben de oraya gidiyorum” diye
karşılık verdi.
Öyle tanıştık Kerim Korcan’la, beraber partiye gittik. Yol boyunca
“Jandarma biz komünistiz” ve “Enternasyonal” marşlarını söyledi. Bu
tanışmadan sonra çok sık görüştük Kerim’le. Sonraki süreçte de partiye
sürekli gidip gelmeye başladım.
“POLİS SÜREKLİ TAKİP EDİYORDU…”
-Sizin partideki göreviniz neydi?
Gençlik Kolları görevlisiydim. Örgütlenme çalışmaları yapıyorduk bir
yandan da. Küçük bir anımı aktarayım size bu çalışmalardan. Kadıköy’de
kuramadık bir türlü ilçe örgütünü. İki sivil polis Kerim Korcan’la beni
24 saat takip etti. Evlerimiz birbirine yakındı Kerim’le. Polisler
sürekli bizi takip ediyordu. Yine bir gün vapurla karşıya geçiyorum.
Peşimdeler, indim vapurdan. Tünel’den İstiklal Caddesi’ne oradan
Taksim’e, derken Harbiye, Osmanbey… İzimi kaybettirdim. (Gülerek)
-Daha sonra parti kapatıldı değil mi?
30 Aralık 1957’de İstanbul Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla “Komünist
metodu ile çalıştığı ve komünist şahıslar tarafından sevk ve idare
olunduğu” gerekçesi ile kapatıldı parti. Gözaltılar ve tutuklamalar
geldi ardından. Beni de savcı talimatıyla 3 polis gözaltına aldı ve
ardından cezaevine yollandım. Öncesinde de 1955’te Doktor’un Eyüp
Sultan’da yaptığı seçim konuşmasında “dini siyasete alet ettiği”
gerekçesiyle hem kendisi hem de parti yöneticileri hakkında açılmış
diğer davalar vardı. 23 Ocak 1959’da yargılamalar başladı. 27 Mayıs
1960’da sonuçlanan bu davaların sonucunda tüm iddialar beraatla
sonuçlandı.
YEDEK SUBAY ÜNİFORMASIYLA GÖTÜRÜLEN ANAYASA TEKLİFİ…
-Kıvılcımlı’nın kaleme aldığı ve Milli Birlik Komitesi’ne sunduğu Anayasa Teklifi’nde hazırlayan olarak sizin adınız geçiyor.
Evet, 27 Mayıs 1960 ihtilâlinin ardından Kıvılcımlı’nın hazırladığı
‘Anayasa Teklifi’ benim adımla yayımlandı. O sıralarda Ankara’da yedek
subay olarak görev yapıyordum. ‘Anayasa Teklifi’ni Eski Meclis
Binası’nda çalışmalarını sürdüren Milli Birlik Komitesi üyelerine
(Haziran ayında) kapıdaki görevli bir astsubay aracılığıyla ulaştırdım.
Üniformamdan faydalanarak MBK üyelerine ‘Anayasa Teklifi’ni ulaştırmış oldum.
-27 Mayıs’tan sonra neler yaptınız?
Doktor’un broşürlerini yayınladık (Fetih ve Medeniyet vb.). Bir
yandan “Komedi Tiyatrosu” adıyla bir tiyatro kurduk. Tiyatro ekibiyle
Anadolu’da seyahatler yaptık. Ondan sonra Doktor’un 1964 yılında
“Türkiye’de Kapitalizm”, 1965’te “Tarih, Devrim Sosyalizm”, 1. Kuvay-ı
Milliye, 2. Kuvay-ı Milliye kitaplarının yayınını hazırladık.
-Sendikacısınız değil mi?
Yapı İşçileri Sendikası’nın organizatörüydüm ben. Sendikamız 10 bin
kişiydi. Birçok ilde örgütlenmeler, eylemler ve direnişler yaptık.
DİSK’in kuruluşunda da rol aldım.
-Hep yanında mı oldunuz Kıvılcımlı’nın?
O’nunla birlikte uzun süre mücadele eden üç kişi oldu. Fatma Nudiye
Yalçın, Kerim Korcan ve ben Suat Şükrü Kundakçı. 1955 yılında O’nu
tanıdığımda 20 yaşında bir gençtim. Öldüğü güne kadar da hiç kopmadım.
Günde 8-10 saat birlikte yol yürüdük. Doktor’un anlattıklarından ve
kitaplarından edindiğim derslerle proletarya çizgisinin öğrencisi ve
eylemcisi olmaya çalıştım. 10 yıl süren bir sendikal mücadele (Yapı
İşçileri Sendikası) yürüttüm. Nazım Hikmet dışında, Türkiye’deki eski
solcuların önde gelenlerinden hemen hepsini tanıdım. Türkiye’de 1. Şube
rakamlarına göre 11 bin kişi fişlendi. Bunların içinde herhalde bin
kişiye yakını TKP’ye girdi çıktı, vazgeçmiş olanlar varsa 100-150 kişi
de ‘ben komünistim’ diyerek yaşadı ve öldü. Bunların arasında bulundum.
“SENTEZİ BİLİMLEŞTİREN ADAM”
Er meydanına çıkıp mücadele edecek adamın bir saat sonra ne
yapacağını yazmıştır, madde madde saymıştır Vatan Partisi programı.
Türkiye gerçeğine göre hazırlanmış bir parti programıdır. Köylünün
durumunu, işçi sınıfının, sanayicinin, ticaret erbabının yerini anlatır.
Vurguncu ticaret yerine şuurlu ticareti anlatır. Bir planlamayla
yapılabilecek bir ticaret düzenidir şuurlu ticaret denilen şey. Bunun
için de iktidar olmak gerekir.
Özgün bilim çalışması yapan tek kişidir Kıvılcımlı. Bu çok önemlidir,
taklit yoktur Doktor’da. Verilerden hareketle sentez yapar. Veriler
dediğimiz nedir? Türkiye’de her makalesinde her broşüründe, dergi ve
gazete yazılarında, kitaplarında verilerden hareket ederek bilim yapan
bir insandır. Çalışmalarında ayrıca Resmi Gazete yazıları, İTO
yayınları, Humanite gazetesi ve Lemonde dergisinden de faydalanırdı. Her
çalışması bir sentezdir. Diyalektik illiyet bağlarını taşıyan, maddeci
perspektifle olaylara yaklaşan, onlar arasında ilişki ve çelişkileri
süreç ve olaya göre aynen olduğu gibi kaleme alıp sentez yapan, bu
sentezi bilimleştiren adamdır Kıvılcımlı. Türkiye’de 27 Mayıs’a kadar
Marksizm üzerinde kalem oynatan tek adamdır diyebiliriz, çünkü onun
dışında Marksizm üzerinde özgün bir çalışma yapan kimse yoktur. Diğer
yapılanlar tercümedir.
VATAN PARTİSİ GENEL MERKEZİ…
Yukarıda sohbetlerimizin bir bölümünü alıntıladım. Yüksek
lisans tezim için sık sık görüştük Suat Amca’yla. Bir kısmı ben de baki
anılarını dinledim.
Sultanahmet Yerebatan Caddesi’nde Vatan Partisi’nin genel merkezinin
bulunduğu binayı aradığımız günü hiç unutmam. Üzerinden yıllar geçmiş,
yerine oteller yapılmıştı. Yılmadık, her yere sorduk. Kıvılcımlı’nın
İran Konsolosluğu’na bitişik kitapçısı, İPSD, YİS binası, Laleli’de
Sosyalist gazetesi… Sanki o günlere geri dönmüştü Suat Amca.
Sultanahmet’e ve Cağaloğlu’na gelmişken DİSK eski Genel Sekreteri,
yayıncı Mehmet Atay’a uğramamak olur muydu hiç. Onlar hemen eski
günlerden söz etmeye başlıyorlardı. Ben ise sözü edilen kişileri,
kurumları aklımda tutmaya çalışıyordum. Zamanı geldiğinde hepsini
soracaktım çünkü Suat Amca’ya. Sosyalist hareketin tarihinde hemen
herkesi tanımıştı.
Bazı önemli toplantıları haber veriyordu; 2013 yılı Ocak ayındaki Kıvılcımlı Sempozyumu’na gittiğimde de Mehmet Atay ile yan yana oturuyorlardı.
Kitaplarından bazılarını epeyce ısrar ve listesini bir kağıda not
almam suretiyle vermişti. Okuyup geri götürdüğümdeki sevinci tarifsizdi.
Sendikacılık yıllarında birçok ülkeye toplantılar için gitmişti.
Zaman zaman anlatırdı. Mamak Cezaevi’ndeki günleri, Doğu Perinçek ile
cezaevi arkadaşlıkları…
İleri yaşına, atlattığı hastalıklara rağmen hızlı yürüyordu:
“Doktor’un peşinden koşardık, yetişemezdik. Çok hızlı yürürdü, ayakları
da uzundu. O’nun bir adımı bizim iki adımımıza denk gelirdi” diye
anlatırdı.
Gençleri çok seviyordu. O zaman evine komşu olan sevgili dostum Adnan
Tetikol’la da tanıştırmış; “Sana bir hemşehrini getirdim. Hem İzmirli,
hem göçmen hem de sosyalist. Bir iki sokak ötende, her zaman
arayabilirsin” demiştim. Çok mutlu oldu.
“ÖLENLERİN ADINI UNUTMA…”
Kısa bir süre önce kaybettiğimiz TKP’nin önder kadrolarından Rasih
Nuri İleri’yi 10 Şubat 2013 günü ziyaret ettim. Gitmeden önce Suat
Amca’ya haber vermiş, o da “selam söyle” demişti. Sohbet arasında “Sana Doktor Hikmet’in Vatan Partisi’nden bir yoldaşın, Suat Şükrü Kundakçı’nın çok çok selamı var dediğimde” adeta bir çocuk gibi sevinmişti Rasih Nuri İleri, “Suat nerelerde, sağlığı nasıl, yıllar oldu görmeyeli” dedi. Ben de hemen Suat Kundakçı’yı aradım ve “Rasih Abi’nin yanındayım. Telefonu ona veriyorum” diyerek
bu iki çınarın çok kısa da olsa, yıllar sonra birbirleriyle
sohbetlerine tanık oldum. Kimine sıradan gelebilir ama bu benim
yaşamımda çok önemli bir andı. Birbirlerinin hatırını, sağlığını
sordular. Çok zor duyuyor ve konuşuyordu; ‘birgün birlikte gelin’ dedi, Rasih Ağabey, ama olmadı… Peş peşe göçtüler…
Onlar, en zor günlerde bile sosyalizm bayrağını dalgalandıran bir kuşak oldular.
Ve Suat Şükrü Kundakçı da insanın insan gibi yaşadığı, işçi sınıfının
iktidar olduğu yarınların kavgasını veren bu kuşaktandı. Bize
bıraktıkları bu miras en büyük hazinemizdir…
Not: Tarihi fotoğraflar için Ahmet Kale’ye çok teşekkür ederim.
Şenol Çarık
Odatv.com