Bu yazıyı “Ne yapmalı?” sorusunu sormak yerine şikâyetçi olduğu şeyler hakkında harekete geçmeyenler için yazmıyorum tabiî ki. Onlara biraz sorular sormak ve düşündürmek istiyorum… Belki utanırlar, kim bilir?
Dünyada ve ülkemizdeki Parababaları Düzeninin insanlarımıza çektirdikleri apaçık ortada. Bunu her birimiz yaşayarak tecrübe etmeye devam ediyoruz. Ufacık, akla kolayca gelen sorunlardan bahsedecek olursak; İşsizlik ve Pahalılık Cehennemi, TL’nin hızla değer kaybı ve alım gücünün düşmesi, liyakat sorunu, Üniversite mezunu işsizler, cebinde pazar parası olmadığı için intihar edenler, atanamayan öğretmenler, barınma sorunu, temel insani ihtiyaçları karşılayamama sorunu… Ve saatler önce Asgari Ücret’in açıklanmasıyla birlikte aslında yeniden Asgari Ücretin “Sefalet Ücreti” olarak kalması sorunu var.
Böylece milyonlarca emekçi 2020 tarihine göre 2021’de daha fakirleşmiş bir şekilde girecek. Ülke ekonomimiz yeterli üretime ve üretim tekniğine sahip olmadığı için Dolar ve Euro karşısında çok çabuk etkileniyor haliyle. Açıklanan Asgari Ücret’e baktığımızda emekçilerin aldığı ücretin Dolar karşılaştırmasına göre; Asgari Ücret 386 Dolardan 377 Dolara gerilemiş oldu. Ve böylelikle emekçilerin alım gücü yine düşmüş ve fakirleşmiş oldu. Bu orta oyunuyla birlikte maalesef emekçi insanlarımız ve aileleri aldatılmış oldu.
Evet, tüm bunlar ülkemizden sadece birkaç örnek. İnsan düşünmeden edemiyor tabiî ki… Bazısı, hatta bu bazıları toplumun geriye kalanına göre o kadar az nüfusa sahip ki bunlar nüfusun geriye kalanına yani %95’lik kısmına göre en lüks hayatı yaşıyor, en iyi gıdalarla besleniyor, en güvenilir ve konforlu evlerde barınıyor, yine aynı şekilde en lüks ve güvenlikli araçlara, taşıtlara sahip oluyorlar. Bu gibi şeylerle yetinmiyorlar bileceğiniz üzere birde halkımızın geçim ve hayatta kalma endişesiyle asla aklına dahi getiremeyeceği keyif ve hobiler için paralar saçıyorlar birçok yerde.
Aslında en ücra köşedeki insanımız bile bu ayrımın, bölümlenişin farkında. En basit deyimiyle halkımıza gidip sorsak ve desek ki; kimi aç, kimisi tok… Bu ne yaman çelişki? Hep söylediği gibi şu deyişle yanıt verecektir:
“Aza tamah eylemişem, Bey ve efendi doysun diye…
Yoksulluğu bal eylemişem, sefasını sürsün diye…”
Yani, en ücra köşedeki bile biliyor bu adaletsiz dünyanın en az ikiye bölündüğünü ve ister istemez farkında öyle veya böyle kendisi debelenirken emeğinin tutsak edildiğinden…
İşte bütün mesela farkına varmaktan ziyade bu adaletsiz dünyaya karşı halkı ordulaştırmak ve savaş vermektir. En ücra köşedeki halkımız bile içinde yaşadığı koşulların yakıcılığı ile pratikte bilince çıkarmış tüm bu adaletsizliğin, kötülüğün içerisinde olduğunu. İşte bütün mesele halkımızı kendi aleyhine olan kötü koşullara karşı harekete geçirmektir.
Tüm bunlar “Eleştiri-Özeleştiri” yapmaktan geçiyor. Şimdi halkımız farkında ama birde ondan daha da farkında olan, olması gereken ve hatta kendini “aydın” ilan edip halka küfreden, aşağılayan ve bu kötülüklerden onu sorumlu tutanlar var. Hah! Benim sözüm onlaradır. Asla gerçek halk önderlerine, devrimci önderlere lafımız yok. Nitekim en çokta devrimci önderlerimiz halkı ordulaştırmanın peşindedir. Halkı ordulaştırmanın önemini Devrimci Aydın-Önderlik bilmektedir… Çünkü ordusuz komutan da olmaz, savaş da! Ordusuz proletarya aydını da olmaz, olamaz. Haliyle de ordusunu etrafında toplayamayan ve hatta ona söven, aşağılayan komutanın (aydının), vereceği savaşta olmaz, olamaz! Böylesi komutanın komutanlığına ne kadar güvenilir? Bir kez olsun savaş meydanında bulunmamış olan veya her an savaş meydanında bulunmayan komutana kim komutan der? İşte o yüzden bu komutanların (aydınların) vereceği savaşta yoktur. Koftur, boştur, itimat edilmemesi gerekir…
Tabi, halka küfreden, onu sorumlu tutan böylelerine aydın demek bize pek yakışmaz. Her “aydınım” diyen aydın olamaz.
Aydın dediğimiz insan başlıca halka karşı sorumluluk sahibidir, mutlaka halkın çıkar ve durumunu gözetler, ona göre davranır. Başta gerçek insan olmanın hakkını vererek yaşar kendine “aydınım” diyen…
Bu onur ve şereften uzaklaştıkça ve gerçek insan olma çabasından vazgeçtikçe; halkın çıkar ve durumlarının tam karşısında yer almaya başlar. Bu sebeple de aydın oluşunu, zekâsını ve analitik düşünme yetisini ya mesleği gereği ya da şahsî amaçlarına erişmek için pazara çıkarmış olur. Yani, en amiyane deyimle onursuzlaşmış, alçaklaşmış ve beynini kiraya vermiş kişiye aydın denmez elbette. Postuna münhasır, canına düşkün, midesine düşkün ve keyfine elzem olandan aydın olmaz! Böylesi aydının aydınlığında “Parayı veren düdüğü çalar” en nihayetinde.
İşte biraz onlara karşı soralım, belki utanırlar!
Kendini eleştirmeye korkanlar suçu başkasına yüklerler. O sebeple ülkemizin ve dünyanın içine düştüğü zoraki ve karanlık günlere karşı sızlanmak, laf üretmek veya halkı suçlamak kolay olanıdır. Ama zor olan soruları sormak; yani, “Ne işe yararım? Ne yapmalı?” sorusunu soramayanlar, başlıca insanın kendisini eleştirebilecek kadar, halkı ordulaştıracak kadar ve gerçek insan olma savaşını verecek kadar cengâver olmayışındandır.
O sebeple her iki lafından birisi “bu halka müstahak” olan veya “bunlar için kendini ateşe atmaya değmez” diyen -kusura bakmayın ama-, “aydın enflasyonu” pazarından ünlenmiş, değer görmüş sözde aydınlardan bıktık. Bu aydın enflasyonu artıkları her gün boy boy Parababaları medyasına çıkarılıyor. İnatla ve ısrarla hem de… Ne yazık ki “aydın” sıfatı ile halkımıza yine kendi cengâver olamayışlarından kaynaklı şeyleri söyleyerek halkımızın da algısını ve bilincini bulanıklaştırıyorlar.
Yahu zaten bir kez olsun insan olmanın sorumluluk ve aidiyetine varsanız postunuzun altındaki yağ ve balya balya etin sadece sizde değil de birçok hayvanda da olduğunu ve önemli olanın postuna mahsus olmak değil de insana dair yaşamak ve mücadele etmek olduğunu anlarsınız.
O yüzden hayatınız boyunca “gerçek insan” olma mücadelesini terk etmemeniz gerekir. Gerçek insan eşittir; düşünen, politika yapan ve işe koyulandır. Şikâyet etmek, söylenmek, hatayı bulmak ama işe koyulmamak; ya aptallık göstergesidir, ya da postuna düşkün meczupluktur.
Türkiye Devrimi’nin Önderi, Kızıl Savaş Bayrağı Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın da ifade ettiği üzere “Düşünce davranıştan ayrılamaz.” ve düşündüğü gibi yaşamayanlar ya uşaktırlar, ya da gafildirler.
Öyleyse ne diye yaşarsın? Kendine ne diye “aydın” dersin? Yaşayan ölünün yeryüzündeki ıstırabı mezar altındakinden daha acı değil midir? Yaşayan ölü olman kime ne? Aristoteles’in söylediği üzere insan “zoonpolitikon” yani politik bir hayvandır.
Şikâyet etmekle yetinmek, bağırmak ve sızlanmak, suçu halka atmak, ama “bi şey yapmalı” dememek, yani savaşım vermemek; hayvandan bile aşağı olmak demektir. İşte tüm bu kötü günlere gelinmesinde suretçe insan olan, ama özünde gerçek insan olmanın sorumluluklarının farkına varamayan bayağının bayağısı evrimini tamamlayamamışların, aydın enflasyonu pazarı müdavimlerinin de payı vardır.
Bu bayağının bayağısı olanlara, postundan korkanlara ve sızlananlara şunu öğretmek lazım; Şikâyet etme! İçinde olduğun koşulları analiz et, farkına var ve harekete geç…
Öğrenemeyenlerin sürüsüne bereket mi? Yok ya! Yaşayan ölü ıstıraplı ketumdur, yaşayan ölülerden kime ne fayda? Öğrenirler mi dersiniz? Biraz zor, ama bizden söylemesi…
Adana Direniyor’dan Fatih
Meraba