Kapitalizme ilk geçiş Avrupa’nın teknik ve ekonomik gelişim bakımından en ilkel fakat en özgür yeri olan İngiltere’de gerçekleşmişti, bu bir “mucize” veya “tesadüf” değildi. Peki nasıl gerçekleşti bu? Yazımızın konusu budur.
İngiltere’de 14.yüzyılın sonlarında Kapitalizm sosyal devrimle iktidar oldu. (Modern Kapitalizme 16.yüzyılda geçildi). Daha 13.yüzyılda Kral’a “Magna Carta Libertatum”u imzalatılarak, modern demokrasinin temelleri atıldı ve parlamento sistemi başladı.
Buradan Roma’nın Britanya’yı istilasına geri gidelim. Britanya, Roma tarafından ilkin MÖ 55, 54 yıllarında, Sezar tarafından işgal edildi. Fakat bir eyalet bile kuramadı. Britanya’da başarılı olamayan Sezar, lejyonlarıyla birlikte geri çekildi. Roma, Britanya’yı MS 43 yılında yeniden işgal etti ve ciddi bir ilerleme gösterdi. Britanya daha henüz aşağı barbarlık konağını pek aşmamış, anacıl bir düzende kan kardeş toplumunu yaşıyordu. MS 60 yılında Boudicca adlı kadın kahraman önderliğinde kabileler Romalılara isyan etti. Başlangıçta büyük başarılar elde ettiler, fakat mağlup oldular. En azından bu isyan bir gelenek olarak Britanya halkına yerleşti. Roma, Britanya halkını Medeniyetiyle esareti sağlamasına rağmen köleliğe sokamadı. İsyanlar patlak verip duruyordu. Gerek 286’daki, 287-296’daki isyanlar olsun (Carausian isyanı), gerek İskoçya tarafından gelen Piktler, Kuzey Almanya ve Danimarka yönünden gelen Angllar, Jütler ve Saksonlar denen Barbar yığınlarının saldırıları olsun, Roma’nın belası oldu ve Roma’nın çekilmekten başka şansı kalmadı. “Medeni” Roma, tefeci-bezirgân zorbalığını Britanya’ya sokmak için, Hikmet Kıvılcımlı’nın anlattığı gibi, bezirgân ilişkilerine tek tük üsler kurdu. Bu üsler, bezirgânlığın silahlı ve göze batan zorbalığıydı. İkinci olarak Barbar Krallarını lükse alıştırarak soysuzlaştırma çabası oldu. İşte bu kirleri 5 ve 6. yüzyıllar boyu Britanya’da temizleyen, Anglo-Sakson Jut Cermenleri oldu, ondan sonra da İskandinav Barbarları oldu. Bu saydığımız Barbar topluluklar, daha henüz Kentsiz-Devletsiz, Göçebe – Orta Barbar topluluklardır. 410-1066 yılları arası Britanya, Anglo-Sakson dönemindedir. 800’den sonra, yani 9.yüzyılda İskandinavya Barbarları (Vikingler) sahneye çıkmaya başladı ve esas yoğunlaştığı yerlerden biri ise İngiltere idi. Kuzeyli Barbarlar (Normanlar), Britanya toplumunu durmak bilmeden aşıladı. Britanya’nın Anglo-Saksonlar tarafından fethedilmesinin ardından, ülke toprakları üzerinde birbiriyle kavgalı yedi krallık kuruldu. 9. Yüzyılda, bu krallıklar, İngiltere Krallığı altında birleştiler. “Feodal” diye adlandırılan sistem sadece isimsel idi, çünkü pek çok köylü özgürlüğünü korumuştu, serflerde bulunsa, başlarındaki thegnler derebeyi değil, kan şefleridir. Bu baronlar, kendi çıkarlarını, halkın çıkarıyla “bir potada eritmeyi” bilen, halk denilen kandaşlarının yanında savaşmayı şeref bilen kan şefleri durumundadır. Ancak kapitalizm yuvasını kurduktan sonra kamu topraklarını çala çala lordlaşacak, ağalaşacaklardır.
Toparlarsak, kralın otoritesi de zayıftı ve Anglo-Saksonlar Yukarı Barbarlık Konağına erişmişti ayrıca Antika Medeniyet çukuruna bulaşmıştı. Orta Barbar Normanlar ile Yukarı Barbar Anglo-Saksonların savaşı çok çetin oldu. İkiside Barbar gelenek-görenek ve kolektif aksiyon güçlerini yitirmemiş toplumlardı. Normanlar İngiltere’yi istila ettiklerinde halk Fransa’daki gibi uyumuyordu. Anglo-Sakson ordusunun temelini özgür köylüler oluşturuyordu, bütün bir gün boyunca düşmanın saldırılarını püskürttüler. Fakat Fatih William, çakalca bir hamle ile Anglo-Saksonları yendi. Burada Savaş tekniğinin-kuşamın ve kolektif aksiyon gücünün unutulmaması gerekir. Normanlar çelik zırhlarla, demir silahlarla kuşandılar. Anglo-Sakson ordusunda mızrak ve taş baltalar ile savaşılıyordu. Anglo-Saksonlar içinde az çok zenginlik farklılaşmaları, kandaşlık bağlarını, dolayısıyla kolektif aksiyon gücünü gevşetti. Büyük toprak sahipleri istilacılara karşı mücadeleye katılmadı. Peki Norman istilasından sonra ne oldu? Marks’tan dinleyelim;
“…İngiltere toprakları, Norman istilasından sonra, herbiri çoğu zaman 900 kadar eski Anglo-Sakson beyliğini içine alan büyük baronluklara bölünmüş olmakla birlikte, ülke, küçük köylü toprakları ile kaplı bulunuyor, büyük senyör malikaneleri ancak şurada burada dağınık halde görülüyordu. Bu koşullar, kentlerdeki 15. yüzyıla özgü refahla birlikte, halkın, Şansölye Fortescue’nun Laudes legum Anglia adlı yapıtında pek güzel bir şekilde anlattığı bir zenginliğe ulaşmasını sağlamıştı; ama bu durum, kapitalist nitelikte servet olanağını da dıştalamıştı.” (Karl Marks: Kapital, Cilt 1, Sol Yayınları, sf. 756, birinci baskı)
Norman istilasından hemen sonra feodal üretim ilişkileri geldi demek hatalı olur. Çünkü Normanlar köylüyü hemen serf yapamayacak kadar orta barbar-göçebe idi, gelenekleri izin vermezdi. Derebeylik, Feodal ağalık vb. sonradan baş göstermiştir. Ne kadar baş gösterse de, halk “…gene de, bütün gentilice örgütlenmeye özgü ilkel demokratik niteliğini korudu, ve böylece, daha sonra kendisine zorla kabul ettirilen yozlaşmış biçim içinde bile, kendinden bir şeyler sakladı; ve en yakın çağa kadar, ezilen insanların elinde etkili bir silah olarak kaldı.”
“…-Almanya, Kuzey Fransa ve İngiltere’de-, gerçek gentilice örgütlenmeden bir parçayı, mark ortaklıkları biçimi altında kurtarıp, feodal devlete geçirdiler, ve böylece, ezilen sınıfa, köylülere, hatta ortaçağın en sert servaj (toprakbentlik) düzeni altında bile, ne antik kölelerin, ne de modern proleterlerin yararlanabildikleri genel bir kaynaşma ve bir direnç aracı verdilerse, bu, barbarlıklarından, soylar bakımından yerleşme biçimindeki tamamen barbar sistemlerinden başka, neye borçlu bulunuluyordu?” (Friedrich Engels: Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, sf. 157, 161, dokuzuncu baskı)
İngiliz köylüler hiçbir zaman feodal beylere karşı mücadelesinden vazgeçmedi. Efendilerinden kaçıp ormanlarda avlandılar (özgür okçular). Kaçak serfler birleşerek feodal beylere, piskoposlara, kraliyet memurlarına ve yargıçlara saldırdı (Robin Hood, bu “özgür okçular”dan gelmektedir, baladların en gözde kahramanıdır, ayrıca zenginlerin düşmanı, mazlumların sadık dostudur).
“…küçük üretmenler kendilerini savunmak üzere köy Komuna’larını, kaçak serfler estüer boylarında kuvvetlenen İmtiyazlı şehirlerini, beylere karşı çıkarabildiler; krallarla birleşip, derebeylere karşı kuvvet olabildiler. Devletlûların kudretlerine karşı bir insan hakkı bulunduğunu, Devlete kabul ettirdiler” (Hikmet Kıvılcımlı: İlkel Sosyalizmde Kapitalizme İlk Geçiş: İngiltere, Derleniş Yayınları, sf. 74)
Görüldüğü üzere, Antika Tefeci-Bezirgân Medeniyeti, İngiltere’nin içine işlese bile, yığınların özünü çürütemedi. İlkel Sosyalizmin güçleri (Gelenek-Görenek, Kolektif Aksiyon) en canlı biçimiyle varlığını korumaktaydı, çünkü İngiliz insanı, barbarların taze Tarih ve İnsan güçleriyle tazeleniyordu.
İngiltere’de Kral firavunlaşmasına karşı halkla birleşen thegn’ler, Kral’a “Magna Carta Libertatum”u imzalattırdı. İlkel sosyalizmden güç alan Magna Carta, Kralı sınırlamış ve kanunun altına koymuş, herkes gibi kanuna uymaya mecbur bıraktı.
Büyük köylü ayaklanmaları sonucu İngiltere’de toprak köleliği (serflik) ortadan kaldırıldı. 14 ve 15’nci yüzyıl İngilteresi’nde artık kendi topraklarını işleyen özgür emekçiler vardı. Ne kadar “Bey armalarıyla örtülü” olursa olsun, bu gerçekliği değiştirmez.
“İNGİLTERE’DE serflik, 14. Yüzyılın sonuna doğru hemen tamamen ortadan kalkmıştı. Nüfusun büyük bir çoğunluğu, o zaman, ve daha büyük ölçüde olmak üzere, 15. Yüzyılda, mülkiyet hakları hangi feodal ad altında gizlenirse gizlensin, kendi topraklarını işleyen özgür köylülerden oluşuyordu. Büyük malikanelerde, kendisi de serf olan çiftlik kahyalarının yerini, serbest çiftçiler almıştı. Ücretli tarım emekçileri kısmen boş zamanlarda büyük malikanelerde çalışan köylülerden, kısmen de meydana gelen nispi ve mutlak olarak az sayıdaki, özel bağımsız ücretli-emekçiler sınıfından oluşuyordu. Bu sınıf, aynı zamanda, ücretlerinin yanısıra, kendilerine, kulübeleri ile birlikte 4 ya da daha fazla acre ekilebilir toprak tahsis edilmiş köylü çiftçilerdi. Bunlar bir de, diğer köylüler ile birlikte, hayvanlarını otlattıkları, kereste, odun, turba vb. Sağladıkları ortak topraktan da yararlanırlardı”
“Komünal mülkiyet (…) feodalizm örtüsü altında da yaşamış bulunan eski bir Cermen kuruluşu idi. Genellikle ekilebilir toprakların otlak haline getirilmesiyle birlikte ortaya çıkan bu komünal mülkiyetin gaspı olayı, 15. Yüzyılın sonunda başlayıp 16. Yüzyıla doğru uzanmaktadır.” (Karl Marks: Kapital, Cilt 1, sf. 615, 616, 621, Eriş Yayınları, Üçüncü Baskı)
Görüldüğü üzere İngiltere’de 14 ve 15’nci yüzyıllar, emekçiler için bir “Altın Çağ”dır.
Fakat 15’nci yüzyılın sonlarından 16’ncı yüzyıla doğru görülen “çitleme” hareketi ile komünal mülkiyet yağmalandı, özel mülkiyete doğru çevrildi, burjuvaziye dönüşen kır soyluların ve onun ortağı lordların malı oldu. Bu bir “Sosyal Devrim” oldu. Kapitalizme geçiş başladı. Bu konuyu biraz detaylandıralım. İngiltere’nin Coğrafî gücü, Merinos koyunları için idealdi. Ve Merinos koyununu yetiştirme işi, beklenmedik bir şekilde son derecede kaliteli bir yünün elde edilmesini sağladı. Ve böylece yün işleme sanayisine yoğunluk verildi, yün işleme sanayisi geliştirildi. Bu yünün işlenmesi muazzam kazançların elde edilmesini sağlıyordu. Böylelikle İngiltere’nin tarlaları, otlama alanlarına dönüştürüldü. Tarlaları işleyen özgür köylüler kovuldu, mülksüzleştirildi. Marks, “Bu mülksüzleştirmenin tarihi, insanlık tarihine kan ve ateşle yazıldı” diyordu.
Soyulan köylüler, İngiltere’nin yollarına ve şehirlerine doldu ve proleterya olmaya doğru hızla ilerledi. Ve yeni bir kolektif aksiyon gücü doğdu… Yünlü kumaş üretimindeki genişlemeyle, yün fiyatlarıda istikrarlı bir artışa neden olmuştu. Koyun beslemek, buğday yetiştirmekten daha kârlıydı. Yünlü kıyafetlere olan talep artınca, zengin tüccarlar köyleri dolaşarak büyük miktarda yün almaya ve işlenmesi için eğirici köylülere dağıtmaya başladılar. Tüccarlar, kumaş üretildikten sonra kasabada satıyor veya ihraç edilmek üzere limanlara getiriyorlardı. Pek çok köylü, tüccarlara ait olan tezgâhlarda çalışıyordu. Hatta yüzlerce köylünün (eğirici-dokumacının) tek bir tüccar için çalıştığıda görülüyordu. Ücretli emekçilere dönüşüm başlamıştı bile. Tüccarlar gelirini arttırmak için ve köylüleri denetlemekte zorluk çektiği için işçileri tek bir çatının altında topladı. Böylece tüccar diye adlandırılan sosyal varlık, büyük bir sanayi işletmenin sahibine dönüştü. Bazı zengin zanaatkârlar da boş durmadı, kendi atölyelerini genişletmeye başladı. Atölyeler büyük işletmelere dönüyordu. Makine olmadığı için, bütün imalât elle yapılıyordu. Dağınık küçük üretmenleri bir çatı altında toplayıp, aralarında yapılan işbölümü ile emeğin üretkenliğiyle üretimin verimini arttıran işletmelere, manüfaktür veya el imalâthanesi adı verilir. Manüfaktür, kapitalizmin doğuşunda büyük bir rol oynamıştır. Tekniğin gelişerek, makineleşmeye doğru gidişi, oradan büyük sanayinin kurulması, manüfaktürün veya el imalâthanelerinin hazırladıkları zemin üzerinde gerçekleşmiştir. Kuzey ve batı İngiltere’nin geri kalmış bölgelerinde feodal üretim ilişkileri hâlâ sürüyordu. Kral, feodal beyler ve kendisine bağlı olan kilise tarafından desteklenmekteydi ve burjuvalara, tüccarlara ağır vergiler yüklemekteydi. Ayrıca halk yığınlarını acımasızca eziyorlardı. Kapitalizmin üretim ilişkilerinin genişlemesi ve ekonomik gelişimi, kral tarafından engelleniyordu.
Tefeci-Bezirgân ilişkiler elbette despot yetiştirmeden duramazdı, bunun İngiltere’de örneklerinden biri Stuart’ların Saltanatı oldu. I. Charles kendinden önceki keyfi saltanat süren Jack Stuart’ın örneğini izledi. Burjuvazi, kendisine zorla dayatılan, krala “hediye” veya “gönüllü vergi” verme zorunluluğu, vermeyenleri hapishenelere atma olsun; kralın, birçok ürünün üretiminde ve satışında kendine tekel hakkı koyması, sonra bu hakkı zengin bezirgânlara devretmesi olsun, burjuva sınıfında büyük bir öfkeye neden oldu. Bir yandan da kralın başında bulunduğu Anglikan Kilisesi’nin köylüleri toprak kirası ve vergileriyle boğması, kralın aleyhinde söylemlerde bulunanlara acı dolu işkenceler, hapis cezası gibi birçok zorbalık vardı. Kral, meclisi dağıtmıştı ve 11 yıl boyunca toplantıya çağırmadı. Bu mutlak iktidarı kurma girişimleri, burjuvazide ve halk yığınlarında gitgide öfkeye, kine götürüyor, devrime doğru gidiliyordu. 1640’ın sonlarına doğru kral, parlamentoyu yeniden toparladı. Parlamento birçok başarı elde etti, halk büyük bir coşkuya kavuştu. Avam Kamarası, krala karşı çıkarak birçok şeyi reddetti ve büyük bir güç haline geldi. 1642 yılında kral, parlamentoya savaş açtı. Feodal beyler tarafından destekleniyordu. Fakat parlamento uyuyacak değildi. Halktan oluşan bir ordu kurdu. Bu arada Halk muhalefeti, tarikatlerde örgütleniyordu (Ortaçağ’da mezhepler, siyasi partilerdir. Burjuvazi, derebeyliğe karşı muhalefeti tarikatlarda örgütlüyordu). İşte Püritenlik, Protestanlığın, zamanla beylerin ve krallığın yardakçısı olma durumuna geldiği zaman ortaya çıkmıştı. Ve parlamento ordusunu bu Püritenler oluşturuyordu. Krala karşı savaştılar, burjuvazi devrime öncülük etti ve zaferi kazandılar. Özünde ilkel sosyalizmin geleneklerini, komün enerjisini barındırıyordu. İngiltere’de modern kapitalist devrimi, o Püritenler yapmıştı.
SON SÖZ
Peki “İlkel Sosyalizm” nereden geliyor? Komün, sınıflı topluma geçince yenilmemiş midir? Yenildi fakat yok olmadı. Örneğin İngiltere’de, ilkel sosyalizmin Kan Örgütü, Köy Komunaları hâlâ ayaktaydı ve önemli bir güçtü. Onun haricinde insanın davranış-varoluş biçimi halinde, gelenek-görenek olarak yaşamaya devam eden, toplumsal gelişim kanunlarında yaşayan, yeri geldiğinde aktifleşen ve devrimlerde, savaşlarda yerine göre rol oynayan bir güçtür. Toplum, farkına varmadan modern gelişimlerle Komünizmi yeniden kurmak üzere sanayi sosyalizasyonuna girmiştir. Komün yenilmişti, ama yok edilemedi. O yaşayan bir varlıktır. Komün, en ilkel biçimden bu yana sürekli aktif, canlı ve başkalaşan bir gelişim halinde oldu. Kendisini yeniden üretmek üzere açılıp kapanarak artık kendini yeniden üretmek üzere modern sosyal devrim döngülerine girdi. Ve bu yolculuğun nihai sonucu Komünizm olacaktır.
Bunlar bir akıl uydurması değil, doğanın ve toplumun gelişim kanunlarını-diyalektiğini bilince çıkaran büyük Usta’ların bize bıraktığı bilgilerdir. Bu yazımızda özellikle, Marks-Engels ve Kıvılcımlı’nın aydınlatmalarından yararlandık. Bu bilgileri zenginleştirmek, yaymak bizim üzerimize düşen bir görevdir.
Bursa’dan Ulaş