Bu yazı, Devrimci Mücadele Dergisinin Temmuz-Ağustos 1993 tarihli 11. sayısında 76-77. sayfalar arasında yayınlanmıştır.
PKK, geçtiğimiz Mart’ta ilan ettiği ateşkes süreciyle birlikte sağ bir politika izlemeye başladı. Sağ olan tek taraflı ilan ettiği ateşkes değildi. Tek başına ele alındığında ateşkesi her durumda sağ bir politika olarak değerlendirme olası değildir. Çünkü ateşkes taktik bir adımdır. Bir savaş süreci içinde bir devrimci hareket gerekli gördüğü pek çok durumda bu taktik adıma başvurabilir. Yararlı olmadığını gördüğünde de bundan vazgeçebilir. Bunlar doğaldır Biz PKK’yı yalnızca ateşkes ilan etti diye hatalı bulmuyoruz.
Bizim son derece hatalı bulduğumuz davranış, PKK’nın ateşkes süreci ile birlikte ABD’ye doğru dümen kırmasıdır. ABD ile bir işbirliği arayışına yönelmesidir.
Gazeteci Rafet Ballı ile görüşmesinde, A.Öcalan bu sağ politikayı şöyle ortaya koyar:
R.Ballı, soruyor:
“Soru: Amerika’yla ilişkiyi sık sık gündeme getiriyorsunuz. Neden bu kadar önem veriyorsunuz?
“Apo: Amerika; sizin, Türkiye’nin her şeyidir. Ortaya gittik mi, bu demektir ki, diğer her kapı açılır. Şu anda ilişki istemeyen Amerika değil, biziz.
“Soru: Ben tam tersini düşünüyorum.
“Apo: Hayır. Yakında görürsünüz.
“ABD İLE İLİŞKİLER
“Soru: Sizi, ABD’yle ilişki kurmakta çok istekli görüyorum. Yanılıyor muyum?
“Apo: Değil. Fakat, ABD’yi boş bırakmayı da politik açıdan körlük sayıyorum.
“Soru: Boş bırakmamakla neyi kastediyorsunuz?
“Apo: ABD’nin çılgınca bir sömürgeci politikayı desteklemesinin yararlı olmadığını anlatmaktır. Yani, PKK’ya şöyle yardımcı olun, bilmem, PKK ile işbirliği edin biçimde değil de, Türkiye’nin uyguladığı baskının hiç de Amerika’nın çıkarına değil, zararına olduğunu belirtmek için konuşulabilir.
“Soru: Dış politika ilişkilerin temelinde çıkar vardır. ABD’nin sizden ne gibi bir çıkarı vardır?
“Apo: Çok yararı olabilir. Ortadoğu’daki ABD çıkarlarının boşa çıkarılmasında biz çok önemli konumdayız. Ayrıyeten 40-50 yıldır Türk devletine verdiği yardımın halkımıza zarar verdiğini biliyor. Bundan da korkabilir. ani bir yerde kendisini affettirmek ister.
“Soru: Talabani ve Barzani, şu anda ABD’nin desteğini almaya son derece dikkat eden önderlerdir. ABD, size niye ihtiyaç duysun?
“Apo: Kürt halkını da biz kontrol ediyoruz. ABD onları kontrol ediyorsa, bizim de bütün Kürdistan çapında kontrolümüz var.
“ABD bunu hesap etmemezlik yapamaz. ABD’nin Barzani-Talabani ilişkisi, dar bir kesimle kurulmuş bir ilişkidir. Ama bizim milyonluk ilişkilerimiz ne olacak? ABD’nin çekincesi burada. Ben bunlarla ilişki kuruyorum ama bu ilişkilerin halk yığını tarafından engellemesin diye düşünür.” (Milliyet, 21 Mart 1993)
A.Öcalan’ın yukarıdaki düşüncelerinin mantıki yorumu şudur: ABD, Türkiye için her şeydir. Biz işi yukarıda ABD ile bağladık mıydı Türkiye gık diyemez. ABD’nin direktiflerine boyun eğmek zorunda kalır. ABD’nin ulusal çıkarları da zaten bunu gerektirir.
A.Öcalan’ın bu mantığının iler tutar yanı yoktur. Çünkü ABD kendine hizmet edecek sıfır numara uşaklar arar hep, TC’nin tepesinde ise bu türden kişiler yığınla. Türkiye’de ABD çıkarlarına hayır diyecek bir politikacı iktidar yüzü göremez. Hasbelkader görse bile alelacele iktidardan aşağı edilir. Ve ABD önünde diz çökerek aman dilemediği sürece iktidara çıkmasına izin verilmez. Eski ABD büyükelçilerinden Spain’in deyişiyle; ABD Türkiye’nin izlemesi gereken rotayı çizmiştir. Hükümetlerin değişmesi ABD açısından hiçbir değişiklik ifade etmez. Türkiye’de işbaşına gelen her hükümet, ABD’ce çizilen bu rotayı izlemek zorundadır.
Böyle bir durumda ABD, PKK’yı TC’ye neden tercih etsin?
Yukarıdaki konuşmasında A.Öcalan, ABD’nin “40-50 YILDIR Türk devletine verdiği yardım”dan söz ediyor. ABD’nin “Türk devleti” aracılığı ile “yardım” adı altında verdiği sadakanın kaç mislini geri götürdüğünü göremiyor. Yani ABD’nin emperyalist soygununu göremiyor. ABD’nin gerçekten “yardım” verdiğini sanıyor.
A.Öcalan, yukarıda anılan düşüncesini pratiğe geçirmeye çalıştı. Celal Talabani ve bazı HEP milletvekilleri eşliğinde 3 PKK temsilcisini ABD’ye gönderdi. Biri kadın olan bu 3 PKK temsilcisinin ABD’ye gittiğini burjuva basını yazdı.
Bu arada C. Talabani, PKK’yi ABD’li emperyalistlere şirin gösterebilmek için, A.Öcalan’ın marksizmi terkettiğini ve artık sosyal demokrat bir insan olduğunu tekrar tekrar vurguladı.
Talabani, “Öcalan’ı nasıl tanımlıyorsunuz? Terörist mi, değil mi?” şeklindeki soruya karşılık, şu cevabı verdi:
“Hayır, şimdi bölgede barış ve istikrar için çalışıyor. Artık şiddet yanlısı değil. Açıkça terörizmi ve ayrımcılığı kınadı. Partisinin artık komünist değil, sosyal demokrat olduğunu bildirdi.” (28 Nisan 1993, Milliyet)
C. Talabani’nin bu açıklamaları lalettayin açıklamalar olamaz. Bir Marksistin marksizmi terkettiğini söylemek demek onun artık devrimcilikten vazgeçtiğini söylemek demektir. O nedenle C. Talabani’nin bu açıklaması sıradan, gelişigüzel yapılış bir açıklama değildir. Çok önemli bir açıklamalardır.
Bu sağ manevraya göre PKK ve “Apo” ABD’li emperyalistlere şirin gösterilmiş olacaktı. Emperyalistler de işi Talabani ve “Apo” ile bağlayacaklardı. TC de buna uymak zorunda kalacaktı.
Ancak bu sağ politika fiyasko ile neticelenti. ABD, Talabani ve “Apo”nun teklifini ciddi ya da inandırıcı bulmadı. HEP’lilere ve Talabani’ye PKK’den uzak durmalarını öğütledi. Bu sonuç PKK’nin ve A.Öcalan’ın izlediği sağ politikanın iflas etmesi demekti.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ABD, on yıllardan beri kullandığı sınangılı ve güvenilirliği kanıtlanmış TC’li hizmetkarlarını bırakıp da onların yerine PKK’lileri neden alsın? PKK daha düne kadar “marksist” olduğu iddiasında idi… Bugün marksizmi terkettiğini söylense de PKK’nin, ABD açısından güvenilir olduğu anlamına gelmez. Oysa, TC’li yöneticiler ABD için son derece güvenilirdir. O nedenle de ABD’nin TC’yi tercih etmesi kendi çıkarları açısından son derece doğaldır.
A.Öcalan’ı yanıltarak böyle bir yanlış adım atmaya yönelten olay neydi? Bizce bu Günet Kürdistan örneği idi. Orada ABD ve müttefikleri Talabani ile Barzani’nin önderliğinde bir uydu Kürt devleti kurmuşlardı. A.Öcalan ve Talabani bu örneğin Türkiye’de de tekrarlanabileceğini sandılar. Yanıldılar… Saddam’ın Irak’ı ile TC arasındaki farkı göremediler. Bu göremeyiş de onları yanılgıya sürükledi.
Saddam liderliğindeki Baas yönetimi Halepçe katliamının sorumlusudur. Ve sömürgecidir bu yönetim. Bu Saddam yönetiminin bir yüzüdür. Öbür yüzü ise şudur: Irak Baas yönetimi bugün, uluslararası emperyalistlerin Ortadoğu petrollerini gönüllüce sömürebilmek için 21 parçaya böldüğü Arap ulusunun birliğini sağlamaya çalışmaktadır. Arap birliğinin sağlanması demek, Ortadoğu’da güçlü bir devletin doğması demektir. Bu da kaçınılmaz bir biçimde Ortadoğu petrollerinin Batı’lı emperyalistlerin elinden kaçması sonucunu doğurur. Sonra, bu emperyalistlerin Ortadoğu’daki jandarması rolünü oynayan İsrail, birliğini gerçekleştirmiş güçlü bir Arap ulusu karşısında bugün olduğu denli pervasız davranamayacak demektir. Hatta varlığını korumakta bile zorlanabilecektir.
İşte Saddam liderliğindeki Irak Baas yönetimi bu yönüyle de anti-emperyalist bir tutum sergilemektedir. Emperyalist büyük devletlerinin hayati çıkarlarını tehdit etmektedir. O nedenle Irak’ın Kuveyt’e girişi bahane edilerek, tepesine yağdırılan yüzbinlerce ton bomba ile altı üstüne getirilmiş, tüm ekonomik altyapısı çökertilmiştir Körfez Savaşı’nda. 200 bin insan katledilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Irak’a acımasız bir ekonomik ambargo uygulanmıştır. Ve bugün de sürmekte olan bu ambargo yüzünden Irak Halkı büyük acılar çekmektedir. İlaç ve gıda yokluğu yüzünden, Irak’ta çoğu çocuk ve hastalardan oluşan yüzbinlerce insan yaşamını yitirmiştir bugüne dek. Ve Amerikan emperyalistleri belirli aralıklarla Irak’ı bombalamayı sürdürmektedirler bildiğimiz gibi. Tüm bunların nedeni; Irak’ın Arap Ulusu’nun birliğini sağlamaya yönelik girişimidir. Bu nedenle de oynamış olduğu anti-emperyalist rolüdür.
Batı’lı emperyalistler Irak’taki Baas iktidarını çökertmek için Güney Kürdistan’daki kukla devleti kurdurmuşlardır. Yoksa Kürt Halkını düşündüklerinden değil. Talabani ve Barzani bugün, Emperyalistlerin, Ortadoğu’daki en sadık hizmetkarları arasındadır.
Türkiye’de ise durum, Irak’takinden çok farklıdır. Türkiye devleti ve yöneticileri emperyalistlerin her sömürünü, her buyruğunu “tanrı buyruğu” kabul ederler. O nedenle de emperyalist efendilerinin güvenine sahiptir TC devleti. Durum böyle olunca emperyalistler, Türkiye’de her türden işlerini TC ile çözmeyi tercih ederler. Ve Türkiye’de ve Ortadoğu’da statüko değişmediği sürece TC’nin durumunu sarsacak bir değişiklik yapmaya gerek görmezler. Bu nedenle de Türkiye’de ya da Kuzey Kürdistan’da, Güney Kürdistan’da uygulanan plan uygulanamaz. Daha doğru emperyalistlerin işine gelmez böyle bir uygulama.
A.Öcalan ve C.Talabani, işin bu yönünü kavrayamadılar. Güney Kürdistan’daki modelin Kuzey’de gerçekleştirilebileceğini sandılar. PKK’nin ve A.Öcalan’ın söz konusu sağ sapmaya götüren neden buydu işte…
Bu olay bize PKK’nin gerçek anlamda bir Marksist-Leninist örgüt olmadığını gösterir. PKK’nin vazgeçilmez devrimci prensiplerden ve programdan yoksun olduğunu gösterir. PKK’nin ABD ile bile işbirliğine gidebilecek bir küçük-burjuva hareket olduğunu gösterir.
Güney Kürdistan’da emperyalistler tarafından gerçekleştirilen “çözüm” sorunun burjuvaca “çözüm”üdür. Onurlu bir çözüm değildir. Bu nedenle de devrimcilerin özeneceği bir çözüm değildir.
Devrimciler, Kürt sorununun devrimci yöntemlerle çözülmesinden yanadırlar. Böyle bir çözüm de halkların gücüyle gerçekleştirilebilir ancak. Böyle olunca da devrimciler yalnız halklara dayanmak ve güvenmek zorundadırlar.
Kürt proletaryası, Kürt köylülüğü ile ittifak yapacak ve kardeş Türk, Arap ve Acem proletaryası ve halklarıyla dayanışarak Kürdistan’ı sömürge kurtuluşundan sosyalizme taşıyacaktır.
Kürdistan’ı kurtuluşa götürecek, gerçekten devrimci, onurlu biricik yol budur. Bunun dışındaki bütün yollar çıkmazdır. Üstelik onursuzdur da…
Tüm mazlum ülkeler halkları gibi, Kürdistan proletaryası ve halkı da kendisini kurtuluşa götürecek olan devrimci yolu er geç bulacaktır.
Biz PKK’nın kimi yanlış eğilimlerini eleştirdik. Herhangi bir yanlış anlamaya kapı açmamak için açıkça belirtelim ki, şu anda sömürgeciliğe karşı PKK’nın önderliğinde yürütülen Kürt Ulusal Hareketini haklı ve meşru buluyoruz. Tabii bu arada PKK’nın yukarıda değindiğimiz yanlış eğilimlerden kurtulmasını da diliyoruz.