
Radikal Yurtsever Hareketin, bir özne olarak tekrardan yükselişini gözlemliyoruz. Dünya üzerinde radikal hareketlerin bayır aşağı gittiği, Tekelci Kapitalizmin en şiddetli şekilde saldırdığı dönemde, bu yükselişi hayra yormamak mümkün değil.
Yıllar süren dağınıklık sürecinin ardından, yurtsever hareketlerin toparlanması ve siyaset üretebilmesi, İşçi Sınıfı Sosyalistleri açısından da olumlu bir gelişme. Sivil Örümcekler tarafından doldurulan bir sol ortamda, saatleri devrime ayarlı hareketlerin artması sevindiricidir.
Radikal Yurtsever Hareketin çevrelerinden biri olan Daima Fikir ve Sanat Dergisi, yine bu hareketin eski bileşenlerinden olan Yön-Devrim dergilerinden ilham almakta ve hareketi yeniden ivmelendirirken, kavramları tekrardan açıklama gereği duydukları görülüyor. “Kemalizm”, bu kavramlardan biri ve hala tartışma odağında. Biz de bu tartışmaya, Alp Fazlıoğlu‘nun Daima Dergisi’nde 21 Nisan 2025 tarihli Kemalizm: Dün-Bugün-Yarın yazısında çizdiği görünüş doğrultusunda bir katkı sunmaya çalışacağız.
Radikal Yurtsever Akımın Dalgalanması
Okuyucunun dikkatini çekecektir ki, Kemalizm ve Radikal Yurtsever Hareketi ayrı ayrı kullanmaktayız. Yazı ilerledikçe bunun nedeni anlaşılacaktır. Bu farkı açıklamadan önce, yazarın izlediği şekilde Radikal Yurtsever Hareketin tarihçesine katkılarla başlayalım.
12 Mart Darbesi, “tüm kötülüklerin kaynağı” görülerek gerilemenin başlangıcı sayılmakta, radikal yurtseverler için travma dolu bir dönem olduğu kesin. Yön-Devrim çevresinin dağılmasıyla, hareketin gerilemesinin başladığı belirtilmekte. Oysa doğa boşluğu kabul etmezdi. Doğrusu şu ki Radikal Yurtsever Hareketin vücudu, CHP’ye ve Cumhuriyet Gazetesi çevresine geçerek, devrim arayışından vazgeçti. Buna göre düşünce üretmeye başladı. Altı oku bayrağında taşıyan CHP ise, Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimi ile “Büyük Burjuva Partiliğinden Küçük Burjuva Partiliğine” [1] olan geçişini hızlandırdı ve “halkçı söylemlerle” iki defa seçim kazandı. Bu süreçte hareketin düşünce açısından durması ve tabiri uygun ise “mirastan yemesi”, başka sorunları beraberinde getirdi. Bu duraksayış, 12 Eylül Darbesi sonrasında çoğu radikal yurtsever kökenli aydının savrulmasına neden olacaktı. Bu savrulmanın ardından gelen saldırılar, radikal yurtsever aydınların tek tek tasfiyesi ile sonuçlandı. Saldırıların öncesinde, “kale” boş bırakıldı dersek, hazin olsa da hatalı olmayan bir değerlendirme olacaktır.
Tasfiyeler sonucu oluşan boşluğu kim doldurdu? Yazıda emperyalizmin soluksuzca saldırıları, doğru olarak kabartılandırılmakta. Katkı olarak, radikal yurtseverlik postunu giyen ve bugünlere kadar gerilemenin devam etmesini sağlayan iki damarı da biz hatırlatalım.
Bunlardan birincisi, Aydınlık çevresidir. “Bilimsel Sosyalizm” olarak öne sürdüğü Formel Sosyalizmi soslayarak, uzun süre boyunca yurtsever hareketin enerjisini harcadılar. Ne zamana kadar? Kendilerini besleyen kesimler, yeni bir paradigma yaratana kadar. Bugün karikatür hale geldiler ve AKP-MHP koalisyonunun dışarıdan hararetli destekçileri olmaktalar.
Boşluğun bir tarafını ise, Doğan Avcıoğlu’nun yakın arkadaşı ve 2000’li yıllardan sonra yine tabiri uygun ise “onun postuna oturan” Yalçın Küçük doldurmaya çalıştı. Çalıştı diyoruz, çünkü Küçük’ün kendine özgü bir hattı da vardı. Bu hattı tutanlar arasında cumhuriyet devrimini benimseyenlerden, onu sekterce reddedenlere kadar geniş bir yelpaze var ve Küçük’ün takipçileri, bu yelpaze arasında dönem dönem gidip gelmekte. Küçük, radikal yurtseverliğe yönelik en büyük fenalığı, hareketin geçmişini derinden etkileyen “programsız bir aydın önderliği” eğilimini besleyerek yaptı. Etkisi, bugün hala kendisini göstermekte.
Radikal Yurtsever Hareket, gerek bir müttefik olarak, gerek Jön Türk geleneğinin adını koyamadığı, o hep aranan şey oldu. Her zaman akıllardaydı, her zaman tartışıldı. Ama topyekûn bir hareket olarak hiçbir zaman yükselemedi.
Bu fasit çemberin neden kırılamadığına bakmaya devam edelim.
Burjuva Devrimi Meselesi
Şu noktadan başlayalım, cumhuriyet devriminin burjuva devrimi olarak adlandırılmasının olumsuz olarak görülemeyeceğini belirtiyor. Aklımıza samimice tek bir cümle geliyor: “Bizce de çok doğru bir tespit bu” (ve Allah bizi burjuva devrimlerini sahiplenmeyen sosyalistlerden korusun). Bu tespiti önemli kılan, Radikal Yurtsever akımı takip eden biri tarafından söylenmesi. Pre-kapitalist ilişkilerin ülkemizde tasfiye edilemediğinin kabul edilmesi de, yine doğru bir tespittir. Diğer taraftan, toprak reformunun olmaması ve sosyal devrimin gerçekleşmemesi, CHF iktidarının temel bir hatası değil, hiçbir zaman ayrılmayı düşünmediği kapitalizm hattının o süreçteki handikabıydı.
Bir tarafıyla da şu gerçeklikleri ortaya koyalım. İşçi sınıfının öncü partisi TKP, “işçileşme köylüleşme” sınavını geçmiş değildi. İşçi-Köylü ittifakının hakkıyla anlaşılamaması, yanı başında Bolşevik rüzgarlar esen Türkiye’de devrimci hareketin kitleselleşmesine engel oldu. Bu işin bir yönü. Diğer yönde ise Türkiye’de Cumhuriyet Devrimi sonrası yerden biter gibi türeyen karşı-devrimi istismar ederek, Finans-Kapital’in en ufak bir demokrasi girişimini bile boğması var. Tabii ki komünistler bundan payını aldılar. Bu sebeple politik (sadece üst yapının değişikliğe uğradığı) cumhuriyet devriminin, sosyal devrimle bağı kesildi. Burjuva devrimi, daha vücudunu oluşturur oluşturmaz karşı-devrimin elinde boğuldu.
Kemalizm neydi?
Yazıda, formel sosyalizme karşı kılıç sallayan, önemli Marksist Leninistlerden Gramsci‘ye dayanarak, Kemalizm’in ideolojik bir temeli olduğunu belirtiyor. Peki hegemonya kuran, özünde Kemalizm midir? Şu iddiayı ortaya koysak hatalı olmayacaktır, hegemonya kuranın CHF’nin parti programı olan Kemalizm değil, onun çok öncesinde cumhuriyet devriminin kendisi olduğunu, CHF’nin bu devrimle çeliştiği her noktada ideoloji olarak Kemalizm’e vücut bulmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Tabii ki bu anıştırmayı, Yakup Kadri’nin çok ünlü “durursak donarız” rivayeti üzerinden ortaya koymuyoruz. Çok büyük ihtimalle bu anıştırma, pek de olguyu yansıtmamakta. [2] Kemalizm, siyasal, toplumsal ve kültürel değişikliklerin çıktısı olmakla beraber, onlardan sağlanan gücü korumayı amaçlayan bir ideolojiydi. Yine Gramsci Yoldaş’ın görüşleri üzerinden bugün bakarsak, Kemalizm’in hegemonyayı sürdürüp sürdürmediğini görmek için sınıf ilişkilerine bakabiliriz. Finans-Kapital, daha Kemalizm iktidardayken o kaba sığmazdı ve bugün bambaşka bir yola evirildiği ortada. Bununla birlikte cumhuriyet devrimi, tüm saldırılara rağmen, halk tabakaları tarafından sahiplenilmektedir. Finans-Kapital, hatta onun müttefiki Tefeci-Bezirgânlık ise ısrarla bu devrimin görüntüsüne sahip çıkar görünmektedir.
Tüm bilgilerin ışığında Radikal Yurtseverlik ile Kemalizm arasında anlamlı bir farkın olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kendisi de aslında bir Kemalizm eleştiricisi olan Avcıoğlu’nun Kemalistlerin “sol kanadıyla” olan bağlantısının eleştirisi de bu noktada anlam kazanacaktır.
Yazıda, Kemalistlerin sol kanadı olarak Kadro örneği verilmekte. Kıvılcımlı, Avcıoğlu’nun hattının bu ekiple ortak çalışma yapmasını eleştirir, yine de Yöncülüğün Kadroculukla anılmaması, “en istenilmeyecek şeydir” diyerek de belirtir. [3] Kadro çevresi, komünistler pek olumlu hatıralarla anılmamakta ve kendileri Finans-Kapital ile uzlaşmalarıyla belleklere kazınmıştır.
Bugün, Kadrocular mezara gitti. Onlardan beter olan Aydınlıkçılar da 12 Eylül faşizmini savunmaktan tutun, ülkenin başına gelmiş en büyük suç örgütü AKP’nin müttefiki olmaya kadar Kadroculuktan beter bir karşı-devrimcilik örneği gösterdiler. Bugün yine radikal yurtseverliği istismar etmek, onu burjuvazinin zafer arabasına bağlamak isteyenler çıkabilir. Dolayısıyla Radikal Yurtsever Hareketin çabasının heba olmaması temennisi, olduğu yerde duruyor. Benzer bir eşgüdümünün, bugün örneğini gördüğümüz Y-CHP’ye karması ya da Aydınlıkçılıkvari CIA sosyalizmlerine karması dışında bir şansı yoktur.
Sosyalizmden İstifade
Yön dergisi döneminde Kemalizmin “iktisadi doktrin” eksiklerden dolayı sosyalizmden istifade edildiği, yazıda belirtilmekte. Öncelikle Yöncülerin gökte aradığı iktisadi eksik, gayet de yerdeydi. Ziraatbank+İşbank kubbesinde büyüyen Finans-Kapital, öbür tarafıyla büyük oranda Sovyetler Birliği destekli ağır sanayi sermayesi, daha o yıllarda hazır kıt’a olarak emre amede idi. O “eksik”, olsa olsa cumhuriyet devrimini boğan eşitsizlik olabilirdi. Yönizm, hem o yıllarda esen kalkınmacı, sol rüzgardan dolayı, hem de cumhuriyet devrimini yaşatmanın tek formülü olarak sosyalizmden istifadeyi seçmişti (Kıvılcımlı, bunu “Türkiye’de milliyetçilik, sosyalizmdir” formülü ile açıklamıştı. Aynı formülü Avcıoğlu da dile getirmiştir). Bu sadece Yöncülere özgü bir özellik değildi. Ziya Gökalp’ten, Mahmut Esat Bozkurt’a kadar çok sayıda milliyetçi, gerek o yıllarda esen devrim rüzgarından, gerekse yoksulların dertleriyle paydaş oldukları için sosyalizmin gereğini kabul etmişlerdir. Bilimsel sosyalizmin gereklerini kavramışlar mıdır? Bu başka bir tartışma konusu.
Dolayısıyla yazarın sorduğu soruyu şöyle soralım, radikal yurtsever bir sosyalizm kavrayışı olabilir mi? O zaman günümüze bir bakalım. Proletarya Sosyalizmi bugün altta güreşir durumda. Eskiden Proletarya Sosyalizminde kararlı olanlara da Dengizm mikrobu saçılmış, diğer yanda ise ülkemizi esir alan Bookchin‘ci, Bulter‘cı bir çete solun su başını tutuyor. Tüm bunlara karşılık, yurtsever radikallik sosyalizm ile yükselse, amin demeyecek miyiz? Bununla birlikte, CHF’nin ekonomi politikasını Avcıoğlu yürekliliğinde olsun eleştiremezsek, (örneğin, Yıldırım Koç gibi sarı sendikacıların ağzıyla) CHF dönemi ekonomisinin “hatasız” olduğu gibi bir sonuca varacaksak, o noktanın çıkmaz olduğu ortadadır.
Yazıda, Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) kurulmasına da değinilmekte. SCF’nin varoluş hikayesinin, ekonomiden çok uluslararası yönü de olan siyasi bir tarafı olduğunu söyleyerek, ekonominin tutacağı yön konusunda pek de arayış olmadığını tekrarlayabiliriz. Türkiye yönelik “diktatörlük” söyleminin olması, muhalefetin SSCB ile olan ilişkilerden duyduğu rahatsızlık ve Fransa’yla yapılması düşünülen ekonomik anlaşmalar, SCF’nin ortaya çıkışını getiren nedenler arasında gösterilmekte. [4] 1929 kriziyle geçerliliği sorgulanan liberalizmin, Türkiye’de çözüm olarak aranmasından çok, uluslararası alanda dengede durma çalışmalarının bir ürünüydü SCF.
Serbest piyasacı siyaseti tercih etmeyip, liberalizme karşı mesafeli olsa da, CHF açısından kapitalizm, her zaman tercih edilen yoldu. Tekelci kapitalizmin yükleri, ne zaman taşınamaz hale geldiyse, demokratik devrimin ilkeleri gündem edilmiş, bununla birlikte bu değişimler bir türlü gerçekleşmemiştir. Yani hangi yoldan gideceği, tartışma konusu olsa da, ağır sanayi ve bilinçli ticaret temelli kapitalizm yerine, derebeyi alaşımlı melez kapitalizm hep üstte güreşmiştir. 1930 yılında yapılan Birinci Sanayi Kongresi, Türkiye’nin ticari sermaye ile altyapıyı finansman yerine sanayi üretimine geçişi olacak, belki bir nebze olsun farklı bir yoldan gidiş olacaktı. Diğer bir girişim olan toprak reformu ise, 1937 yılında İsmet İnönü tarafından dillendirilse de, cevap “kubbebaşı” Celal Bayar‘ın başbakanlığa gelişi oldu.
Bugün, Radikal Yurtsever Hareketin devrimleri sürdürmesi için muhtaç olduğu güç, tam da CHF’nin eleştirisinden, yani onun programını eleştirmekten geçmekte. Avcıoğlu, belli bir noktaya kadar, hem cumhuriyet devriminin varması gereken noktaya ışık tutmuş, hem de altı oku yeniden değerlendirmeden geçirmiştir. Ancak programı devrimi başarma konusunda yetersiz kalmıştır. Bugün, emperyalizmin saldırılarının arttığı günlerde, sosyalizmi anlamak, kavramak, hatta katkı sunmak, bir arayış değil bir ihtiyaç halindedir.
Bugünün İhtiyacı
Proletarya Sosyalistleri‘nin İkinci Kuvayimilliye programı ortada. Denizler, Mahirler ve Usta Kıvılcımlı ısrarla Türkiye’nin önündeki basamağı vurguladılar. Türkiye’nin sosyal devrime olan ihtiyacı, ekmek su gibi sürüyor. Bununla birlikte Radikal Yurtsever Hareketin farklı bir programı öngördüğü ortada.
Komünist Manifesto’da yer alan veciz ifadeyle işçi sınıfının vatanı olmadığı ve “burjuva anlamda olmayan” bir ulusallığa ulaşması gerektiği, yazıda bir ihtiyaç olarak belirtilmekte. Öyle ise bugün “ulus olma” sorununda hangi noktada olduğumuza da bakmak gerekiyor. Sovyetler Birliği’nin Büyük Geri Sıçraması sonrasında, Süper NATO ve sivil örümcekler eliyle, ulusa ait her şeye saldırı giderek artmakta. Türkiye özelinde ulus meselesi, kıldan ince kılıçtan keskin bir mesele olarak varlığını sürdürüyor. Kürt sorununun emperyalist çözümü için, “düşman kardeş”ler AKP+MHP ve DEM yan yana geldiler. Türkiye’deki en gerici sınıfların ittifakı, hararetli bir şekilde “çözüm süreci” adı altında BOP çözümünü hayata geçirmeye uğraşmakta.
Radikal Yurtsever Harekete bu konuda öngörü sunabilecek bir kaynak var mıdır? Avcıoğlu, ülkede bir eşitsizliğin olduğunu söylemek konusunda öncülerden biri [5], henüz Kürt halkıyla Türk halkının arasına girecek kamaların varlığı ortada yokken, Türkiye’nin parçalanmasının emperyalizmin işine yarayacağını da eklemiştir.
Avcıoğlu, sorunun adını 1966 yılında koydu. Gelecek yıllar, öngörülenden çok daha farklı ve karşılıklı acılarla dolu geçecekti. Kürt halkı, çokça acılar çektiği eşitsizliği sona erdirmek için bir tarafta yükselen sosyalist harekete, bir taraftan da kendi kollarına güvendi. Yıllar geçti ve işin sonunda, Kürt halkı, kendi hakları üzerinden pazarlık masası kuranlar tarafından Faşist Din Devleti’ne razı edilmeye çalışılıyor. Bir taraftan da Suriye’de Dünya’nın en büyük haydudu ABD tarafından “gericilik karakolu” ve İkinci İsrail olmaya razı edilme çalışması sürüyor. Belirttiğimiz vahim durum karşısında Radikal Yurtsever hareketin zihnindeki programının temelinin, önce kendi sorunlarını çözmeyi öngören ve daha olumsuz bir senaryoya göre oluşacağını öngörebiliriz.
Emperyalistlerin çözümü en sonunda kanlı bir parçalanmayı içeriyor. Peki devrimci çözüm ne olmalıdır? Hepsinden önce, Birinci Anti-Emperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın müttefiki Lenin, şöyle diyor: “Başka ulusları ezen bir ulus özgür olabilir mi? Olamaz.” [6] Türk halkı, sadece kendisiyle “aynı” olanların değil, ondan farklı olanların da haklarını savunan bir hareketle refaha kavuşabilecektir. Bunun için CHF döneminde kapalı olan “Şark Pazarı”nın açılması için Birinci Müfettişlik tarafından derebeyi usulüyle yaratılan “ufak sorunlar”dan, 1960’lı yıllardaki jandarma baskılarına [7], 12 Eylül faşist darbesinde sorunu en üst düzeye çıkaran hareketlerden, AKP-MHP dönemindeki şiddet politikalarına, geniş bir muhasebenin yapılması gerekmektedir. Radikal Yurtsever hareketin, işçi sınıfı mücadelesiyle bağ kuracağı alanda, bu önemli bir adım olacaktır.
Diğer yandan, bugün şiddetli tekelcileştirme saldırılarının bir parçası olan “çözüm süreci”ne karşı, Radikal Yurtsever Hareketin uyarıcılığı ve direnci önemlidir. Dünün CHF’si, bugün CHP oldu. Kendilerine yapılan saldırılara karşılık, çözümsüzlük masasını dağıtabilirlerdi. Kendisi artık geniş bir Finans-Kapital ağının parçası olan CHP, bu iradeye sahip değil. Ancak CHP’ye gönül veren içtenlikli, yurtsever insanlarımız, bu ilişkileri aşarak bu çemberi kıracak kudrete sahiptir.
Radikal Yurtsever Hareketin kendini nasıl andığı, bir şekil meselesi. Diğer taraftan emperyalizmin saldırıları durdurmak ve devrimci cumhuriyete yaraşır bir geleceği halkımıza sunmayı amaç edinen bir özne olduğu ortadadır. Tıpkı 19 Mart İsyanı’nda olduğu gibi, Radikal Yurtseverler ile sosyalistlerin müttefikliğinin güçleneceği ve aynı cephede mücadeleyi sürdüreceği, örgütlü bir mücadeleye ihtiyaç olduğunun da altını çizelim. Gidilen yön aynı olsa da, program farkları olacaktır. Pratiğin ateşten gömleği giyilmeden, hangi yöne gidileceği tartışması, “kubbede hoş bir sadâ” bırakan bir çift söz olacaktır.
İstanbul’dan Özgür
Dipnotlar
[1] Hikmet Kıvılcımlı – CHP’nin yolundan çıkan C.H.P. Büyük Burjuva Partiliğinden, Küçük Burjuva Partiliğine, Türkiye Direniyor
[2] Hasan Hüseyin Çelik, Berke Türk – Anı Tarihçiliğinin Sorgulanması: Kemalizm’in Doktrinleri ve Yakup Kadri Çelişkisi, Academia
[3] Hikmet Kıvılcımlı – 27 Mayıs ve Yön Hareketi’nin Eleştirisi, Derleniş Yayınları, s.25
[4] Yusuf Tekin ve İrşat Sarıalioğlu. “Serbest Cumhuriyet Fırkası Denemesinin Uluslararası Yansımaları: Türk Dış Politikasında Değişim Tartışması”. BELLETEN 86, sy. 307 (Aralık 2022): 1077-1116.
[5] Doğan Avcıoğlu – Kürt Meselesi (Bakış), Yön, 16 Aralık 1966, Sayı:194, s.3
[6] V.I.Lenin – Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yayınları, s.70
[7] Hüseyin Cevahir – Doğu Anadolu Raporu, Dağarcık
