Belli bir yaşa ve eğitim düzeyine gelmiş olan hemen herkes Marx’ın ve Engels’in, hiç değilse ilkinin adını duymuştur. Hemen hemen herkes de bu “düşünür”lerden en az bir yapıtın ismini bilir. Bu kriterlere uyan hemen tarafından da bu düşünürlerin fikirlerinin içeriğini bildikleri varsayılır. Ama öyle midir?
Tabi ki ortalama vatandaşın Marx’ın ve Engels’in yazıp çizdiklerine iyi düzeyde hakim olmasını bekleyecek değilim. Ama belirli mecralarda Marksizm hakkında beyanatta bulunan veya düpedüz Marksizm eleştiriciliğine, hatta “çürütücülüğüne”(burjuva düşünürleri her 10 yılda bir Marksizmi çürütmeyi çok severler) soyunanlardan Marks’ın ve Engels’in yapıtlarına hatırı sayılır bir hakimiyet sahibi olduklarını beklemek, entelektüel dürüstlüğe ve bilimsel vicdana sahip olan herhangi birisi için beklenmedik olmasa gerektir.
Marksizm hakkında kopan yaygaralardan ve onun “mutlak yanlışlığını” ifade eden “zayıflıklarından” biri de “ekonomik determinist” olmasıdır. Post-Marksizm teorisyeni, radikal demokrat Ernesto Laclau ve yancısı Chantal Mouffe, iktidar ilişkilerini sınıfsal temelde tanımlamayı reddederken bir yandan da Marksizmi bu bağlamda “indirgemeci” olmakla suçlar. Amerikan küçük burjuva anarşist entelektüellerden biri olan ve “diyalektik natüralizmi” ile bilinen Murray Bookchin, Marksizmin diyalektiğini kaba materyalizm üzerine inşa edilmiş ve durağan nesneler arasındaki mekanik bağlantılardan öteye gidemeyen bir yöntem olarak görür. Türkiye’de erken dönem burjuva milliyetçiliğinin sembolü, müesses nizamın “sınıfsız-kaynaşmış kitle” demagojisini Türkiye topraklarına yerleştiren Durkheimcı Ziya Gökalp de, tarihsel materyalizm “doktrinini”(!)* [1] aşağı yukarı aynı perspektiften eleştiri yapmaktadır. Tarihsel materyalizm kabul edilemez, çünkü ona göre “her şey ekonomidir”!
Tarihsel materyalizm, “ekonomik indirgemeci” veya sadece “mutlak ekonomik determinist” bir doktrin midir? Kısa cevap, hayır. Ünlü Marksist bilimci Bertell Ollman’ın ağzından cevap vermek gerekirse Marksizmin ne olmadığına dair söylenebilecek şeylerden biri de ekonomik determinizmdir ve Marksist tarihçi Taner Timur’un da belirttiği üzere bu Marksizme yapılmış en büyük haksızlıklardan biridir. Uzun cevap ise bu yazının içeriği olacaktır.
1) Tarihsel Materyalizmin Kaynağı ve mantığı
Tarihsel materyalizm nedir? Stalin’in “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” broşüründe yaptığı tanıma göre, diyalektik materyalizmin ilkelerinin tarih ve toplum yaşantısının incelenmesine uygulanmasını ifade eden bilime tarihsel materyalizm denir. Engels’in de dediği üzere “insan düşüncesinin ve maddi dünyanın ortak hareket yasalarının bilimi” olarak diyalektik, maddenin biyolojik formunun gidiş kanunlarını da ifade ettiği için diyalektik materyalizmin soyutlamalarının tarihte de ifade edilmesi mümkündür. Çeşitli bilimsel alanların yasaları birbirlerinden farklı ve birbirlerine indirgenemez de olsa, hepsinin sahip olduğu ortak yasaların incelenmesine diyalektik denir. Keza diyalektik yöntemin yapısını inşa eden Hegel’in Mantık Bilimi eseri hakkında Lenin, “Marks ve Engels’in yöntemini kavramak için Mantık Bilimi’ni materyalistçe kavramak gerekir” demiştir. Bu bakımdan tarihsel materyalizm disiplininin metodolojik özü diyalektiktir. Bunu belirtmek ve bilmek neden önemlidir? Descartes’ın da bilimsel açıdan büyük önem atfettiği yöntem(metot) sorunu, birtakım “analitik Marksistlerin” iddialarına karşın her bilimsel düşünce ve davranışta olduğu gibi Marksizmde de büyük önem taşır. Siyaset bilimci Bertell Ollman’dan aktaralım: “İçinde yaşadığımız dünyayı nasıl kavradığımızı belirleyen üç şey vardır: dünyanın nasıl bir yer olduğu, bizim kim olduğumuz ve dünyayı nasıl incelediğimiz.” [2]
Gelgelelim, Marks ve Engels hiçbir zaman bir “diyalektik materyalizm” terimi yaratmamışlardır. Bu terimi ilk kullanan kişi, önce Marks ve Engels’ten bağımsız olarak onlarla neredeyse aynı sonuçlara ulaşan, sonra da Marks ve Engels’in bir takipçisi haline gelen Joseph Dietzgen’dir. Bunu Marksist hareket içinde yaygın hale getiren ise Rus Marksizminin babası sayılan ve Lenin’in de “revizyonistlerle mücadeleye girişen ilk Marksist” olarak selamladığı Georgiy Plekhanov’dur. Tarihsel materyalizm terimi ise, gene Marks’ta bulunmayıp “Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm” gibi broşürlerde Engels’in kazandırdığı bir ifade olup, Marks’ın tek başına veya Engels ile ortak olarak yazdığı metinlerde geçen ifade “tarihin materyalist kavranışı” ifadesidir. Öyleyse esas olarak, tarihin materyalist kavranışı ifadesinin kuramsallaştırıldığı metinlere gitmek ve bu metinlerin kaynağını irdelemek elzemdir. Kanaatimce bu niteliği taşıyan en önemli yapıtlardan biri de Alman İdeolojisi’dir.
2) Bir “Epistemolojik Kopuş” olarak Alman İdeolojisi
Burada bahsedilen Althusserci anlamda ve Genç Marks ile Yaşlı Marks arasında gerçekleşen bir epistemolojik kopuş değil, Marks’ın ve Engels’in kendi dünya görüşlerini besleyen ana kaynakları devrimci bir şekilde “içererek aşması”nı ifade eden bir epistemolojik kopuştur. 1847 tarihli Alman İdeolojisi’nin nelerden koptuğunu görmek için, Marksizmin beslendiği üç ana kaynağın neler olduğunu görelim.
“Marksist öğreti güçlüdür, çünkü doğrudur. Kapsamlı ve uyumludur ve insana kör inancın, gericiliğin ve burjuva baskısını savunmanın hiçbir biçimiyle bağdaşmayan, eksiksiz bir dünya görüşü sağlar. Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sosyalizminin temsil ettiği, insanlığın 19. yüzyılda yarattığı en iyi ürünlerin, meşru mirasçısıdır.
İşte, kısaca özetleyeceğimiz, Marksizm’im üç kaynağı ve aynı zamanda üç öğesi bunlardır.” [3]
Lenin’in de yukarıda belirttiği üzere Marksist teorinin köklerini oluşturan üç sacayağı;
- İngiliz ekonomi politiği
- Fransız ütopyacı sosyalizmi
- Alman felsefesi şeklinde özetlenebilir.
Alman felsefesi denildiğinde akla gelecek esas kaynaklardan özellikle Alman idealizminin belkemiğini oluşturan Hegel ve Hegelci felsefenin açtığı yoldan dünyaya gelmiş olan Alman materyalizminin babası Feuerbach, aynı zamanda Genç-Sol Hegelci sayılabilecek egoist Max Stirner ve yine Genç Hegelcilerden, Marks’ın eski yakın arkadaşı olan Bruno Bauer gibi kişiler vurgulanabilir. Özellikle Bauer’in Marks üzerindeki etkisi azımsanmayacak kadar büyüktür, zira oldukça meşhur olan “din kitlelerin afyonudur” sözü 1843 tarihli Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi’nde Marks tarafından sarf edilmeden önce 1841 tarihli ve Hristiyanlığı konu alan bir makalede, aynı zamanda bir teolog olan Bruno Bauer tarafından söylenmiştir.
Alman İdeolojisi yapıtı, üretici güçler ve üretim ilişkileri gibi kavramları henüz çok netleştirmemiş olmakla beraber bu kavramları merkez alan bir tarih anlayışının, üretici güçler ve üretim ilişkileri çelişkisi, kafa-kol emeği ve kır-kent ayrımı gibi konseptlerin temelini atar. Bunu yapabilmek için ise üzerinde yükselebileceği ontolojik, epistemolojik ve kuramsal bir temel inşa eder. Burada Marks’ı, kendisini materyalizme yaklaştıran Feuerbach’ın mekanik materyalizmi ile ve uzun süre bir parçası olageldiği Genç Hegelcilerin idealist devrimciliği ile hesaplaşmasından doğan yeni bir teorik düzlem inşa ederken görürüz. Genç Hegelcileri eleştirirken Marks, onların da eski Hegelciler gibi “evrenselin, düşüncenin, idenin, kavramların egemenliğini” kabul ettiğini, ama bunları ululamak yerine teolojik saydığını ve gasp olarak eleştirdiğini belirtir. Dolayısıyla salt egemen düşüncelere karşı düşünsel bir mücadele üzerinden mevcut gerçekliği çökertmek isteyen idealist devrimciliği, “yer çekimi fikrine bu kadar saplantılı olmaktan kurtulduğumuzda suda boğulmaktan da kurtulacağımızı zanneden cesur yürekli bir adama” benzetir.
Bu noktadaki Genç Hegelciler eleştirisini, “Feuerbach tarihe yaklaştıkça materyalizmden uzaklaşıyor, materyalizme yaklaştıkça tarihten uzaklaşıyor” sözünde görüldüğü üzere Feuerbach’taki tarihsel idealizmin ve dolayısıyla yalnız doğa bilimleri alanına sıkışıp tutarsız kalan materyalizmin eleştirisi tamamlar. Buraya kadar her şey tamamdır. Zaten tarihsel materyalizmin eleştirmenleri de tam bu sebepten ötürü ona “indirgemeci” demektedirler. Ama herkesin atladığı nokta nedir?
Atlanan diğer bir nokta şudur; Marks’ın Feuerbach’a yönelttiği diğer bir eleştiri de, bu materyalizmin mekanik ve tek yanlı olmasıdır. Alman İdeolojisi metninde “komünist için, yani pratik materyalist için, esas olan olguları değiştirip dönüştürmektir. Feuerbach’ta yer yer buna benzer düşünceler mevcut olsa da bunun onun genel bakış tarzı üzerindeki etkisi çok azdır” şeklinde ifadelerle ortaya koyulan şey, Gramsci’nin de sık sık vurguladığı ve “bizi hem idealist hem de materyalist metafizikten koruyacağını” söylediği “praksis felsefesi”dir. Praksis kavramı, bu noktada Hegelci “ide-doğa-tin”in materyalist bir okuması olarak da anlaşılabilir. Zira ideden doğanın oluşumunu “kendine başkalaşmış ide” ve her ikisini de kapsayan bir kategori olarak tini “başkalaşımdan kendine dönmüş ide” olarak ele alan Hegelci idealizm gibi, Marksizmde de “düşünme süreci, insan bilincine yansıyan ve düşünme biçimlerine dönüşen maddenin hareketlerinden başka bir şey değildir” [4] ve “esas olan dünyayı değiştirmektir” [5]. Bu bağlamda maddi dünyadan –ki Feuerbach üzerine ilk tezde Marks bunun kapsamını somut insan pratiğine kadar genişletir- çıkarılan düşünce ve teori, tekrar maddi dünyaya uygulanarak ve onu değiştirerek hem olguya uygunluğu çerçevesinde doğruluk değeri kazanır, hem de esas amacı ve doğası olan gerçekliği değiştirme misyonunu yerine getirmiş olur. Bu bağlamda ide-doğa-tin’i materyalist bir okuma ile teori-pratik-praksis olarak kavramak mümkündür. Marks’ın Feuerbach Üzerine Tezleri, 1. Tez’den 11. Tez’e kadar adım adım bu epistemolojik ilkelerin inşasını içerir. Düşünsellikle madde arasında böyle bir sürekli diyalektik karşılıklı ilişki oluşturan Marks, dolayısıyla Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’daki “alt yapı-üst yapı” kavramları arasında da, maddi olanın birincil veri olduğu ve son tahlilde düşünsel olanı belirlediği, ama düşünsel olanın sürekli olarak maddi olana etkide bulunduğu, dolayısıyla “praksis”i gerçekleştirdiği bir durum tasavvur eder. İşte mutlak bir ekonomik determinizm ile –Lenin’in P.Kievski ile polemiğinde kullandığı ifadeyle “ekonomizmin sakat mantığıyla”- ancak son tahlilde alt yapının birincilliğini vurgulayan Marksist tarih anlayışının arasındaki bariz fark da burada ortaya çıkar.
3) Alt yapı – Üst yapı diyalektiği ve Engels’in tarihsel materyalizm üzerine mektupları
“En kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın yapısını gerçekte kurmadan önce onu imgesinde kurmasıdır.” – Karl Marx, Kapital
Buraya kadar, Marks’ın ve Engels’in miras bıraktığı kuramsal araçlar çerçevesinde onlara atfedilen düşünme biçimlerinin aslında onların bütün düşünce biçimleriyle çatıştığını, karşılıklı diyalektik ilişkileri görmezden gelen tek yanlı metafizik bir okumayı onlara mal ettiğini ortaya koymaya çalıştık. Marksizmin iktisadi muarızlarından olan Avusturya Okulu’nun kendi sübjektif değer teorisine rakip olarak gördüğü emek değer kuramını “objektif değer” teorisi adında vülgerleştirmesi [6] ve nüanslarını ortadan kaldırması gibi, Marksizmin tarih alanındaki muarızları da onun tarih kavrayış ve metodolojisini olduğundan çok daha basit ve zayıf bir versiyonunu yaratarak, kısacası bir “Strawman Fallacy” vasıtasıyla mağlup etmeye çalışmaktadır. Bu anlayış Marks ve Engels’in ölümünden sonra da devam etmiş olmakla birlikte, hiçbir şekilde onların ölümünden sonra ortaya çıkmamışlardır. Bu yüzden olacaktır ki Engels kendilerine atfedilen bu tür iddiaları birinci ağızdan reddetmiş, böylelikle de bir bakıma yukarıda yaptığım teorik incelemeyi gereksiz kılmıştır.
Marks’ın ünlü Fransız Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Louis Bonaparte’ın 18. Bluimaire’i kitabının hemen ikinci paragrafında Marks insanların kendi tarihlerini kendilerinin yaptığını, ama onu kendi özgür iradeleri ile belirledikleri koşullar altında değil geçmişten devraldıkları verili koşullar altında yaptığını vurgular. Aşağıda verilecek olan alıntıda Engels, bunun Marksist tarih anlayışının salt bir mekanizmden ayrıştırılması hususuna ilişkisini muazzam bir şekilde özetlemektedir:
“…ekonomik durum otomatik bir etki yaratmaz; tersine, insanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ne var ki kendilerini koşullandıran belirli bir çevrede ve önceden var olan gerçek ilişkiler temeline dayanarak yaparlar. Bunlar arasında anlamayı (understanding) tek başına başlatan ana düşünceyi biçimlendiren ekonomik ilişkiler -politik ve ideolojik öbür ilişkilerden ne kadar çok etkilenebilir olurlarsa olsunlar- gene de eninde sonunda belirleyici olanlardır.” [7]
Aynı mesele üzerine Stalin, Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm broşüründe böyle bir açıklama getirmektedir:
“Ama Marx’ın söylediklerinden, sosyal düşünlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların toplum yaşamında hiç önemi olmadığı, sosyal varlığı, toplumun maddi yaşam koşullarının gelişmesini karşılıklı olarak etkilemediği sonucu çıkmaz. Biz buraya dek yalnızca, sosyal düşünlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların kaynaklarından, ortaya çıkışlarından söz ettik; bunların toplumun ruhsal yaşamının, onun maddi yaşam koşulların bir yansıması olduğunu söyledik. Bu sosyal düşünlerin, teorilerin, politik kurumların önemine, tarihteki rollerine gelince, tarihsel materyalizm onları asla yadsımaz; tersine onların toplum yaşamı üzerindeki rollerini ve önemlerini özellikle belirtir.
Değişik türde sosyal teoriler ve düşünler vardır. Günlerini doldurmuş olan ve toplumun can çekişen güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski düşünler ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumsal gelişme ve ilerlemeye zarar vermelerinden dolayıdır. Bir de, toplumun ilerici güçlerinin çıkarlarına hizmet eden, yeni ve ileri güçlerin düşünler vardır. Bunlar, toplumun gelişmesine, ilerlemesine yardım ettikleri için önem taşırlar ve toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişmenin gereklerini ne kadar doğru yansıtırlarsa önemleri de o kadar büyüktür.
Yeni sosyal düşünler ve teoriler, ancak, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin toplumun önüne yeni görevler koymasıyla ortaya çıkarlar. Ama bir kez ortaya çıktıktan sonra da, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin ortaya koyduğu yeni görevlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştıran, toplumun ilerlemesine yardım eden en büyük güç haline gelirler. İşte tam bu noktada, yeni düşünlerin, yeni teorilerin, yeni politik görüş ve politik kurumların örgütleyici, harekete geçirici, değiştirici tüm önemi apaçık kendini gösterir. Yeni sosyal düşünler ve teoriler, topluma tamamen gerekli oldukları için, ve, bunların örgütleyici, harekete geçirici ve değiştirici nitelikleri olmaksızın toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişmenin zorunlu amaçlarının başarılması olanaksız olacağı için, ortaya çıkarlar. Toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin ortaya koyduğu görevler tarafından ortaya çıkarılan bu yeni sosyal düşünler ve teoriler kendilerine yol bularak yığınların malı olurlar, yığınları toplumun can çekişen güçlerine karşı harekete geçirerek örgütlerler, böylece de, toplumun maddi yaşamındaki gelişmeye zarar veren bu güçlerin yıkılmasını kolaylaştırırlar.
Bu yüzden, toplumun maddi yaşamının gelişmesiyle toplumsal varlığın göstermekte olduğu gelişmenin olgunlaşmış görevlerinin temeli üstünde fışkıran yeni sosyal düşünler, teoriler, politik görüş ve politik kurumlar, sonradan kendileri de toplumun maddi yaşamının olgunlaşmış görevlerini tümüyle sonuna dek yerine sağlayacak gerekli koşulları yaratmak yoluyla, toplumsal varlığı ve toplumun maddi yaşamını etkilerler.” [8]
SONUÇ
Buraya kadar yapılan açıklamalar ve verilen alıntılardan görüldüğü üzere, Marksist teorinin tarih okuması hiçbir şekilde “ekonomik determinist” veya “indirgemeci” olmayıp tam aksine düşünce ve madde arasındaki ikisinin birbirinden türediği ama birinin birincil olduğu karşılıklı diyalektik etkileşimler üzerinden kendisini inşa eder. Marksizmin kendisini Feuerbachçı mekanik materyalizmden ayırırken yaptığı şeylerden biri, Antonio Gramsci tarafından Marksizmle eş anlamlı olarak kullanılan –ve Batı Marksizmi ekolü tarafından sık sık kullanılan- “praksis” felsefesi kavramını kuramsallaştırmaktır ve praksis, devrimci bilinçli eylem olarak düşünce ile davranışın, ide ile maddenin, teori ile pratiğin kesişim noktasını temsil eder. Bu yüzden her ne kadar Lenin’in de belirttiği gibi “madde, doğa, varlık gibi fiziksel şeyler birincil veri” olsa da “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”. Bu epistemolojik ve ontolojik temel üzerinde tutarlı ve bütüncül bir tarih anlayışı geliştirmeye çalışan, tarihi rastlantısal ve birbiriyle bağıntısız olayların üst üste yığılması olarak anlaşılmaktan kurtarıp canlı bir organizma ve bilimsel bir disiplin olan bir tarih paradigması inşa etmeye çalışan tarihsel materyalizm, diyalektik materyalizmdeki “teori-pratik-praksis”i üst yapı ve alt yapı arasındaki ilişkileri sürekli birbirini şekillendiren bir ilişki tasavvur edecek şekilde uygulamıştır. Bu sebepledir ki Marksizmi salt bir ekonomik determinizme indirgemek ya bilgi ve/ya kavrayış eksikliğinin ya da kötü niyetliliğin bir neticesidir, her iki durumda da gerçeklikle bağdaşmaz.
Denizli Direniyor’dan Ege
Dipnotlar:
- [1] Marks ve Engels, erken dönem yazılarında doktrin kelimesini kullanmalarına karşın ileri dönem yazılarında doktrinerliğe karşı çıkmış ve kendilerini herhangi bir doktrin üzerinden tanımlamamışlardır. Dolayısıyla Marksizm, bu bağlamda olsa olsa “hareketin hareket halindeki bir doktrini” (Mahir Çayan) olarak görülebilir.
- [2] Bertell Ollman, Diyalektiğin Anlamı
- [3] Vladimir İlyiç Lenin, Marksizmin Üç Kaynağı ve Üç Öğretisi
- [4] Karl Marx, Kapital 1. Cilt
- [5] Karl Marx, Feuerbach Üzerine Tezler, 11. Tez
- [6] Vülger, Türkçe’de en yakın anlamı ile sıradan olarak kullanılmaktadır.
- [7] Friedrich Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Mektuplar, syf. 37, Kor Kitap
- [8] Jozef Stalin, Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, syf. 35