Kavrama yabancı olanlar için bir açıklama ile başlayalım. Ulusal Komünizm, Tataristan Komünisti Mirsaid Sultangaliyev’in yaşamı sona erdikten sonra, görüşlerine verilen addır… Tabii ki kafalar karışabilir, “Enternasyonal bir ideoloji ulusal olabilir mi” diye sorulacak. Hikmet Kıvılcımlı’nın “burjuva sosyalizmi” kavramını çerçeveye oturtması gibi, bu kavramın da oturduğu bir çerçeve var elbette. Bununla birlikte asıl değerlendirmemiz gereken, bu doktrinin dayanaklarının bilimsel sosyalizm ile uyumu ve Türkiye’ye yansımalarıdır.
AKP’nin iktidarı ile birlikte, onun sınıf davranışı olan din istismarı ve emperyalizme bağlılığına karşı Anti-Emperyalist ve Anti-Feodal bir yol arayış tekrardan gündeme geldi. Türkiye’de kitlesel bir desteğe sahip olan ve Sovyetler Birliği, Küba, Çin, Arnavutluk gibi ülkelerden teorik besinini edinen grupların dışında bir arayış olarak, Sultangaliyev’in düşüncelerine ihtiyaç hissedildi ve kendisini Türkiye gündemine sokan ve tartışmaya açan kişi ise aydın Attila İlhan ve Hasan Basri Gürses oldu.
Sultangaliyevcilik, aydınlar arası tartışmanın konusu oldu genelde. Sultangaliyev’in düşüncesi, birkaç yayınevinden çıkan kitaplarda okunmaya hazır bekledi. Maalesef, bu yayınlarda yaygın değildi ve çeşitli sempatizan topluluklarının bilgi eksiği dolu karikatürleştirmesine meze oldu Sultangaliyev’in teori ve pratiği… Bundan ötürü de Sultangaliyev’in düşünceleri, eklektikliğin getirdiği bir kafa karışıklığı olarak görüldü. Diğer yandan Sultangaliyev’den bu ülkenin devrimcilerinin öğrenecekleri çok şey vardı.
İlk kez bir grup, Halkın Kurtuluş Partisi, Sultangaliyev’i eleştirel bir süzgeçten geçirerek, Bolşevik bir önder olarak benimsediğini açıkladı. [1] Sultangaliyev’e ilgi duyan az sayıdaki taraftarın ilgisini de topladı bu çıkış. Bununla beraber, az önce bahsettiğimiz karikatürleştirmeden dolayı, bu kurulan iletişim, Bilimsel Sosyalizmi kavrayan bir dönüşüme yol açmadı. Bu sempatizan toplulukları, ya siyaset dışına düştüler ya da farklı sapmalara doğru yol aldılar. Sultangaliyevci grup girişimleri daha Türkiye siyasetinde adım atmadan dağıldı.
Böyle bir durum içinde; Sultangaliyev’in düşünceleri nasıl değerlendirilmeli? Öncelikle Sultangaliyev’in siyasi yaşamını aktarmak faydalı olacaktır.
Sultangaliyev, 1923 yılında Bolşevik Parti’den parti emirlerine uymadığı gerekçesi ile partiden uzaklaştırıldı. Basmacılar adlı şovenist grupla parti emri dışında yaptığı görüşmenin hatalı olduğunu kabul etmesi üzerine özeleştiri gerçekleştirdi. 1926’da partide tekrardan çalışmak için başvuruda bulundu. Bolşevik olduğu dönemlerde önerdiği Türkistan birliği, bugün yine tartışılmakta. Bilindiği gibi Türkistan, SSC birliğinin ilk yıllarında kurulmuş ve sonradan bugünkü ayrı ülkeler modeline dönüştürüldü. Bu nokta, Kürt, Arap, Afrikalı, Güney Amerikalı vb. halkların parçalanmış ve sömürgeleşmiş haline bir çözüm olarak kabul edilebilir. [2]
Elbetteki Sultangaliyev’in görüşlerinde büyük eksiklikler var. Parti içinde açmaya çalıştığı tartışmalara, kendi deyimi ile “Engels”i olan Vahidov’un ölümü ve Birleşik Muhalefetin [4] partideki tartışma ortamını suistimal etmesi ile ket vurulmuştur. Sultangaliyev’in, Türk ve müslüman halklar ile iletişim üzerine girişiminde olayın özüne inen ve toleransla kazanmaya çalışan tutumu, doğru olarak algılanmamıştır. Bu eksiklik, Stalin önderliğindeki SSCB’de Sultangaliyev’i başka yollara gitmeye itmiştir.
Sultangaliyev’in arayışları, onu son olarak Anarşist ve Trotkistlerin de katılacağı bir “Sömürgeler Enternasyonali” kurmaya yöneltmiştir. [3] Pratik olarak, son kurşunu burada kendisine sıkmıştır. Bugün netçe bildiğimiz bilgilere göre, Birleşik Muhalefet , SSCB iktidarına karşı komplo içindeydi ve kendisi de bu komplonun parçası olarak görüldü. Kendi ifadesine göre, eyleme geçmeyen çabalardan sonra da SSCB mahkemeleri, 9 maddelik bir metinde üzerine atılı tüm suçların işlendiği sabit görülerek Sultangaliyev’in cezalandırmıştır. Sultangaliyev, tüm bu çabalarının parti kararları doğrultusunda olduğunu şöyle aktarmaktadır;
“Devrim sırasında ortak çalışma yaptığımız ve benim milli ve sömürge sorunu konusundaki görüşlerimi paylaşan yoldaş grubumuz oldu. Ama biz hiç kendimizi Komünist parti örgütlenmesinden ayrı hissetmedik ve “partiyle mücadele” görevini üstlenmedik. Eğer bir şey için “mücadele ettiysek,” bu Sovyet iktidarının ve partimizin doğu halklarının en geniş katmanları arasında güçlenmesi için ve milli sorun konusundaki aşırı-sol eğilimler denen eğilimlerle mücadele etmek olmuştur, çünkü bu eğilimlerin tek yaptığı geri kalmış milletlerin geniş nüfusunu Sovyet iktidarından ve Komünist partiden uzaklaştırmak olmuştur. Bizler, bunun bizim komünist vazifemiz ve devrimci sorumluluğumuz olduğunu düşündük, çünkü partinin VIII. ve X. kongrelerinin kararlarında, bu milletlerin çıkarlarına çok özenli ve düşünceli bir şekilde yaklaşmanın şart olduğundan bahsedilmişti; biz de bütün düşüncemizi milli sorunda “süvari akın ve oyunlarının” kolaylığından uzak tuttuk.” [5]
Ulusal komünizm ve dolayısıyla Proleter Halklar kavramlarına, bu giriş sonrası değinmeye başlayalım.
Ulusal Komünizm kavramının kökü, “mazlum ulusların” olarak değerlendirilen ulusların, farklı bir ekonomik gidişata sahip olması ve dolayısıyla “Proleter Halklar” olarak değerlendirilmesidir. Konunun temeli, kapitalizmi yaşamayan bu ulusların, azami program (sosyalist devrim programı) biçimi ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın uygulanması ile ilgili şerhlere dayanmaktadır. [6]
Sultangaliyev bu kavrama çok fazla dönüş gerçekleşmiş olmasa da, Rusya özelinde müslüman halklara farklı bir programın uygulanması gereğini sürekli olarak vurgular. İslam’ın yayıldığı her coğrafyada başına bela olan sınıf, Tefeci-Bezirganlık, iktisadi ve siyasi açıdan coğrafyadaki halklar içinde mevcuttur. Dolayısıyla “Proleter Halklar” gibi bir tespit ve dolayısıyla “Ulusal Komünizm” kavramının bu dayanağı, baştan sorunlu bir zemine oturmaktadır.
Ulusal Komünizm, bu bakımdan daha doğar doğmaz dayanaksız kalmıştır ve Batı Proletaryası üzerine Sultangaliyev’in tespitleri de bu sağlıksız tespit üzerinden gelişmiştir. Batı Proletaryasının başına revizyonistlerin çöreklendiği bir gerçekliktir, işçi sınıfı belli kazanımların ardından yaşamaya devam edebilmek için ve yeni, cesur öncülerini beklemek için savaşın şiddetini azaltmıştır. Bu tespitler tabii ki reddedilemez fakat bu batı proletaryasının devrime yetenekli olmayacağı anlamına gelmemektedir.
Sultangaliyev, kendi teorik eksikliğini de 1929’daki ifadesinde şu satırlarla dile getirmiştir.
“Rusya’daki sosyalist devrimin ve genel olarak uluslararası devrimin gelişme perspektifine yönelik olarak, Batı’da ve Doğu’da devrimin harekete geçmiş güçlerine ilişkin hatalı çözümlemem temelinde yaptığım yanlış değerlendirmeden kaynaklanıyordu. Bu çalışmam Rusya’daki sosyalist devrimin zaferine inançsızlıktan, Komünist Partinin uluslararası, yani dış ve iç gericiliğin saldınsıyla baş edeceğine ve devrimin gelişmesini kapitalizm karşısındaki bir zafere dönüştüreceğine olan inançsızlıktan doğmuştu; ve devrimin “ölümü” ve “çöküşü” varsayılan ve bu iki etkenin yol açtığı gericiliğin saldırısından “kurtuluşu” yerli milliyetçilikte arama eğilimi de bu inançsızlıktan doğmuştu. Hatalarımda ısrar ederek ve parti içi (“sağcılar” aracılığıyla) ve parti dışı (“partisiz ve milliyetçi yapılı entelijensiyayla) fraksiyonel-yer altı mücadelesi gibi çarpık yollarla savunmakta ısrar ederek küçük burjuva yerli milliyetçiliğin canlanmasına yardımcı olduğunu kabul ediyorum” [7]
1929 ifadelerinin Sultangaliyev’e ait olduğuna dair tartışma hala devam etmekte. Bununla birlikte, 1928’de gerçekleşen müfettiş ifadesindeki ifadeler ile çelişmediğini tespit edebiliriz. İfadeler doğrultusunda, Sultangaliyev’in eksiklerini çok önceden tespit edip, “Ulusal Komünizm” konusunda çok da ısrarcı olmadığı söylenebilir.
Sultangaliyev’in en çok karikatürize edilen bir başka noktası da din ile ilgilidir. Sultangaliyev, Diyalektik Materyalist olmasına rağmen çok kez “Müslüman” bir Bolşevik olarak anılır. Sultangaliyev, Müslüman ülkelerde laikliğin önemini çok önceden görüp buna göre eyleme geçen ve Tefeci-Bezirganlığın varlığının olduğu Türkistan’da belli bir temeli kurmayı başarmıştır. Bunun önemi, Türkiye gibi aynı durumdan etkilenen ülkelere yol göstermesidir. Bugün aydınlar, Türkiye’de Tefeci-Bezirganlığın yenilgisi için kafa karışıklığı içindeyken, 100 yıl önce sonuç alınan mücadele bugüne ışık tutmakta. Sultangaliyev’in din üzerine gerçekleştirdiği açıklamalar ve betimlemeleri, okunmaya değer. [8]
Sultangaliyev, tüm bu noktalar açısından değerlendirildiğinde, Dünya’nın ilk işçi sınıfı devriminde, Tefeci-Bezirganlığın örümcek ağlarını ördüğü bir coğrafyada çok önemli çalışmaları gerçekleştirmiş ve ulusların birliği noktasında önemli yol almış bir devrimci. Öteki tarafta, Birleşik Muhalefet ile girdiği bazı uzlaşmalar, ulusal sorun konusundaki bazı taktik hataları ve onun tasfiyesi sırasında yaratılan dalganın kayıplarından biri (hem kendi tutumu, hem de SSCB iktidarının tutumu dolayısıyla). Ne olursa olsun, kendi dile getirdiği gibi her zaman sınıfsız, sömürüsüz bir toplumun egemen olması için yüreği çarpan, bunun en geniş sınırlarını öngörmek için uğraşan bir devrimciydi. Türkiye’ye hala onun kıssasından çok hisse düşmekte.
Tarihsel Maddecilik Portalı
[1] 2010 yılında düzenlenen Avrasya Sempozyumuna gönderilen bildiri, bu açıklamaların ilki olarak kabul edilebilir.
[2] Halkın Kurtuluş Partisi, bu çözümü şöyle sahiplenmekte; “Biz sadece parçalanmış Türk ve Kürt Halklarının birliğini değil, emperyalistler tarafından 22 parçaya bölünmüş Arap Halklarının, ulusunun da birliğini, Siyah Afrika’nın da birliğini ve Latin Amerika’nın Latin Halkının da tek bir ulus ve tek bir devlet çatısı altında birliğini savunuyoruz.
Böyle birlikler ortaya çıktığı anda bugünkü emperyalist soyguncuların, işgalcilerin, katliamcıların dünya halklarına kötülük etmesi, zarar vermesi son derece zorlaşır…”
[3] 18 Aralık 1928 tarihli müfettiş ifadesinden; “Gelecekteki ‘Sömürge Enternasyonal’ partimizin toplumsal tabanını işçiler, köylüler ve küçük burjuvazi olarak belirlendi. Taktik olarak, büyük ulusal burjuvazinin (sanayi burjuvazisi) ilerici kısmının da kullanılmasını savunduk. Validov’un yargılanmasından sonra, partide bırakılmazsa, yurtdışına kaçmasına ve doğu ülkelerinden birinde Enternasyonal Bürosu’nun kurulması konusunda yeraltı veya yarı yasal sömürgeci devrimci örgütlerle müzakerelere başlamasına karar verildi. Validov, önce Sun-Yat-Sen ile iletişime geçecek ve ardından Hindistan’a transfer olacaktı. SSCB’de kalmam ve burada küçük ama güçlü bir çekirdek örgütlemem, ayrıca yurtdışına gitmem ve Dördüncü Enternasyonal ve Avrupa’nın anarşist örgütleriyle bağlantı kurmam gerekiyordu. Validov’un yargılanmasından önceki kararımız buydu.” Kaynak: Cosmonautmag.com
[4] Birleşik Muhalefet; Zinoyev, Kamanev ve Trotski’nin kurduğu muhalif grupların birliğinden oluşan parti içi hizip. Bolşevik Parti’yi tekrardan ele geçirmek adına çok sayıda girişimde bulunmaları sonrasında etkisiz hale getirilmişlerdir.
[5] Otobiyografik Deneme: Ben Kimim (23 Mayıs 1923) aktarım: Sosyalist Turan ve Doğu Birliği, Sayfa: 96, Doğu Kitabevi
[6] Sultangaliyev bu kavramı ilk defa 1918’de kullanmakta ve şu şekilde tarif etmekte; “Müslüman ülkeleri proleter halklardır. Ekonomik açıdan İngiliz, Fransız proletaryasıyla Fas, Afganistan proletaryası arasında büyük fark vardır. Müslüman ülkelerin milli hareketinin sosyalist devrim karakteri gösterdiğinin altı çizilebilir. Bu eğilimse Rusya Müslümanlarının milli eğiliminde ifadesini bulmuştur. Eğer herkesten eşit ölçüde vergi alındıysa, o zaman Müslümanlar kültürel nimetlerden Ruslara göre çok daha az yararlanmıştır. Kuşkusuz, buradan milli hareketlerinde Tatar proletaryasının kendi burjuvasıyla aynı yoldan gidebileceği sonucu çıkmaz.
Devrimin ilk günlerinde Kadetlerle birlikte olmamıştı. Hiçbir zaman da onların peşinden gitmez.”
Znamya Revolyutsii, 8 Mart 118, No 44. aktarım: Sultangaliyev – Bütün Eserleri, İleri Yayınları, sayfa: 112
[7] “Sağcı” Tatar Komünistleri Grubu, Rusya’ daki Sosyalist Devrimin Kaderi, Sovyet Sosyalist Turan Cumhuriyeti ve Bağımsız Bir Milli İşçi-Köylü Partisi (27 Şubat 1929) aktarım: Sosyalist Turan ve Doğu Birliği, Sayfa: 149, Doğu Kitabevi
[8] Bu konuda 1912’de yazılan “Müslümanlar Arasında”, 1921’de yazılan “Müslümanlar Arasında Din Karşıtı Propaganda Yöntemleri” ve 1923’te yazılan “Müslümanlara Verilecek Din Eğitimi” makalelerine bakılabilir.