Demokratik Halk Devrimi (DHD) kavramı, çoğu kişinin varlığından haberdar olmadığı bir kavram. Bunlara kendisine “Marksist-Leninist” yakıştırması yapan kürsü ya da sokak komünistlerimiz de dahil maalesef. Okumayan, araştırmayan bir kitleye karşı ne söylesek, durumumuz yel değirmeni ile savaşan Don Kişot’tan farksız olmuyor.
Makalemizin konusu Demokratik Halk Devrimi ve “Milli Demokratik Devrim”(MDD) ile “Sosyalist Devrim”(SD) arasındaki farklar olacak. Makalemizde 2 kaynağı özellikle kullandım, birincisi Hikmet Kıvılcımlı’nın “Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama” broşürünün sanal versiyonu, diğeri ise Mahir Çayan’ın Kesintisiz Devrim I makalesi. Katkı olması için de daha önce sitemizde yayınlanan Demokratik Halk Devrimi Nedir başlıklı makaleyi inceleyebilirsiniz.
MDD, DHD ve SD savunucularını tek tek açıklamayı araştırmanıza bırakarak öncelikle MDD ve DHD arasındaki çok net farkları ele alarak başlayalım. Türkiye’de Mihri Belli’nin yanlışta ısrar ederek hakim kıldığı kavramlardan biridir MDD…
Gerek Eneski Sosyalizmin Temsilcisi TKP olsun, gerek 1957’de kurulan VP programında olsun, milli demokratik devrimin “milli” kısmının yani kapitalizmin üstyapıya hakimiyeti konusunun çözüldüğü ortaya koyulmaktadır. Fakat bunun yanında, altyapıda pre-kapitalist ilişkilerin henüz sökülüp atılmadığı vurgulanmaktadır.
1. Türkiye Komünist Partisi, Komünist Enternasyonal’in bir şubesi sıfatıyla, mücadelelerini Türkiye’nin hususi şartlan içinde emperyalizme karşı ve milli burjuvazinin, büyük emlak ve arazi sahiplerinin hakimiyetine karşı yöneltir. Sovyetler Birliği, cihan proletarya inkılabı ve komünizm lehinde bulunur. Mevcut burjuva diktatörlüğü yerine, amele ve köylünün hakimiyetine dayanan bir Sovyet idaresi kurmak gayesini güder. Türkiye’nin emperyalizm tarafından tekrar esir edilmesinin önüne geçebilecek biricik etkili kaleyi teşkil eden Komünist Partisi, bu tehlikeye karşı ameleleri, gündelikçileri, şehirlerin ve köylerin yarı-proleterlerini sistemli bir tarz da teşkilatlandırır. Her çeşit zulüm ve soyguna karşı sınıf mücadelelerini geliştirir. Köylünün belli başlı kitlelerini, proletaryanın önderliğini altında toplar. Böylece ve aynı zamanda köylülüğün bir Sovyet idaresi şeklinde kendi diktatörlüklerini gerçekleştirmek için gerekli halleri hazırlar. Ancak böyle bir diktatörlük halkçı burjuva inkılabı görevlerini yerine getirebilir ve bu inkilabın kazançlarını düzenleyebilir. Aynı zamanda, ancak böyle bir inkılap, burjuva idaresinde, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği ile ittifak halinde doğrudan doğruya sosyalizmin kuruluşuna geçişi sağlayabilir ve hızlandırabilir.
2. Türkiye Komünist Partisi, iktidardaki Kemalist «Halk Partisi»ne karşı uzlaşmaz ve kararlı bir mücadele verir. Milli kurtuluş inkılabının ilk dönemlerinde burjuva önderliğinin rehberi olarak ortaya çıkan bu parti, daha sonra inkılap zaferlerini, emperyalizme bağımlı eski büyük iş burjuvazisinin ve azınlık milliyetler burjuvazisinin yerini alan yeni Türk iş burjuvazisinin hakimiyeti ve zenginleşmesi için bir temel olarak kullanmaya başladı. Kemalist partiye karşı mücadelenin başlıca amacı, bu partinin halk düşmanı yüzünü, yabancı emperyalizmle uzlaşma yönünde gelişmesini ve burjuva diktatörlüğünün çıkarına olarak amele ve köylü kitlelerinin sınıf mücadelesini bastırma amacını güden, ancak sınıf çatışmalarının büyümesini önlemekten aciz kalan gerici girişimlerini açığa çıkarmaktır. [1]
Daha sonra Mahir Çayan’ın adlandırılacağı gibi, Türkiye yarı-sömürgeleşerek ulusal bağımsızlığını ipotek altına veren bir konum. Fakat yarı-feodal olma özelliği de eklenir buna, bu doğru bir ifade olmamakta. Çünkü Türkiye’de pre-kapitalizm her ne kadar sökülüp atılamasa da, kapitalizm tekelci hali ile belirleyici olan üretim biçimi olmaktadır.
Türkiye, Finans-Kapital’in, yani modern tekelci kapitalizmin egemen olduğu ve bunların Tefeci-Bezirganlık ile müttefik olduğu bir ülkeydi. Yani Çin’den farklıydı. Hikmet Kıvılcımlı, Çin’den aynı yöntemi devşirmenin (o zaman için) 50 yıl geri gitmek olduğunu belirtti bu yüzden.
“Ne var ki, 19’uncu Yüzyıl sonunda ve 20’nci Yüzyılın ilk on yıllarında (Birinci Emperyalist Evren Savaşına dek) görülen Sömürge-Yarısömürge ayırdı, İkinci Emperyalist Evren Savaşı’ndan sonra hemen hemen silinmiştir. MDD Teorisyenleri, o silinen ayırt üzerinde durmamış olmakla büyük bir yanılgıya düşmemiş sayılamazlar mı?
Eğer 1920 ile 1970 arasında geçen 50 yıl olmasaydı ve hele bu süre boyunca Türkiye: “Güneşin altında yeni hiçbir şey” geçirmemiş bulunsaydı mesele yoktu. Ne yazık ki, Sömürgelerle Yarısömürgeler arasındaki mesafe inadına kısalırken, 1920 Türkiyesi ile 1970 Türkiyesi arasındaki mesafe yalnız nicelik bakımından uzamakla kalmamış, asıl nitelik bakımından iki bambaşka egemen sınıf karakteristiği ile kutuplaşmıştır.
Bir ülkede Sosyal Strateji’den söz edebilmek için, o ülkenin Sosyal Sınıf karakteristiğini bütün ayrıntıları ve orijinalitesiyle kavramak ilk şarttır.” [Hikmet Kıvılcımlı – Devrim Zorlaması, Demokratik Zortlama]
MDD’ciler, bir yandan 1923 devrimini başaran sınıfı da ortaya koyamayarak, hatayı katmerlendirdi. Bütün dünyada devrimler sosyal sınıflar tarafından yapılırken, Türkiye’de devrim tabakalara yaptırtılıyordu. MDD’nin zırvalaması, bir anlamda ülkedeki SD’cilerin önünü açıverdi.
“Açık olmamakla birlikte, Kemalist Devrimlerin bir “Burjuva” devrimi olduğunu kabul etmediler. Broşürün tekrarlamalardan korkmayan üslûbu şöyle konuşuyor:
“Kemalist Türkiye’yi gerçekleştiren Devrim, Küçükburjuva radikalizminin o dönemdeki anlayış sınırları içinde millî bağımsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlı bir devrimdi.” (ay, s. 25)
Bu ne demektir?
“Kemalist… Devrim = Küçükburjuva devrimi” demekmiş. Bu her şeyden önce Birinci Kurtuluş Savaşı’nın egemen sınıf karakteri’nde yanılmaktır. Gerçi Küçükburjuvazi de bir “Burjuva”dır, ama, asıl Büyük Burjuvazi ile taban tabana zıt bir sosyal kategoridir. Demokratik Devrim’e genel olarak her iki küme de katılabilir. Mesele Millî Mücadele’ye “katılanlar” değil, egemen ve güdücü olan sınıftır. O sınıf, Türkiye Burjuvazisidir.
Birinci Millî Kurtuluş Savaşı’nda Burjuvazinin egemenliğini inkâr etmek; Tarih ötesi bir tezdir. Bu teze MDD’ciler neden baştankara daldılar? Buna muhtaçtılar. İlk Millî Kurtuluş Savaşında Asker-Sivil Aydınların çok aktif rollerini, Türkiye’de Küçükburjuvazi’yi “ileri bir sınıf” sayacak kertede abartmak için gerekçe yaptıklarından, buna muhtaçtılar. Oysa MDD’ci üstatların ihtiyaçları başka, gerçeklik başka şeydir. [Hikmet Kıvılcımlı – agy]
Millî Demokratik Devrim mi? İkinci Kurtuluş Savaşı mı?
MDD’ci Sosyalizmin: “Demokratik Devrim” dediği şey eskilerin “Demokratik İnkılâp” dedikleri şeydir. Onun başına “Burjuva” yahut “Millî” sözcüğünün geçirilmesi ne yeniliktir, ne değişikliktir. Dünyada Demokratik Devrime, 1905’ten beri “Millî Burjuvazi” yerine İşçi – Köylüler baş çektikleri için: “Halk Demokratik Devrimi” denilmiştir.
Türkiye’de Millî Demokratik Devrim: ilk “Kuvayimilliyecilik” veya “Millî Mücadele”, yahut “Kurtuluş Savaşı” idi. Şimdi Halka düşen Demokratik Devrime: “İkinci Kuvayimilliye” yahut “Halk Kurtuluş Savaşı” demek daha yerinde olur.
Al Aydınlık her ne pahasına olursa olsun aksiyon yanlıdır. Bunun için son derece önemle yaydığı “Millî Demokratik Devrim” parolasını bayrak yaptı. Bayrağın “rengi” yahut “direği” ikincil gelir. Bayrak, askerlikte “İçtima” denilen derlenip çabuk istenen yerde ve zamanda Toplanma işaretidir.
Hemen diyelim ki, parolanın sözleri önce anlatılmak istenen öze uymaz. Eneski Sosyalistler ona “Demokratik İnkılâp” derlerdi. “İnkılâp” sözcüğü yerine “Devrim” geçti. Halk da bunu öğreneceğe benzer. “Demokratik Devrim” dünyanın her yerinde bilinen “Burjuva Demokratik Devrimi”dir. “Burjuva” sözcüğü ile “Millî” sözcüğü arasında Bilimcil Sosyalizm bakımından hiçbir fark yoktur.
Oysa daha 1905 Devrimi ile birlikte “Demokratik Devrim”in özü tersine döndü. O zamana dek Burjuva veya Millî Devrimlerin öncüsü Kapitalist Sınıfı iken, ondan sonra İşçi Sınıfı öncülüğe başladı. Ancak Türkiye gibi yarısömürge ve sömürge ülkelerde İşçi Sınıfı şu veya bu Tarihçil nedenle öncü olamadı mı, o yerlerde İşveren Sınıfı iyi kötü Devrim öncülüğü yaptı.” [Hikmet Kıvılcımlı, agy]
MDD’ciler, Türkiye’de devrimi hala zümrelere yaptırmaya çalışıyordu. Demokratik Halk Devrimi programı ise işçi sınıfının, burjuva demokratik program (asgari program) görevlerini tamamlaması demekti. Mihri Belli’nin hatasını kabul etmemek ile birlikte eskisi gibi iddialı konuşmaması, o süreçte TİP içinde uğraşan, didinen gençleri de bir anlamda Kıvılcımlı’nın (Sosyalist çevresinin) safına çekti. En azından Türkiye tarihi konusunda, FKF/Devrimci Gençlik ekibinin kafası netti (zaten o netlik, THKO ve THKP/C savunmalarına da yansımakta).
O süreçten sonra gençlik önderleri, MDD adlandırmasını zaman zaman kullansa da her konuşmalarında DHD’yi tarif ettiler. 1971 Nisan ayında yayınlanan Kesintisiz Devrim -1’de bu fark ortaya konuluyordu.
“Lenin’in İki Taktik formülasyonundaki modele yakın ele alışı Mihri Belli’de de görmekteyiz. (Mesela, CHP’yi köylü partisi ve de Ecevit’i köylü lideri olarak ilan etmesi, şehirleri temel alması, vs.)
Fakat Mihri Belli’yi belli bir yere oturtmak gerçekten güçtür. Çünkü onun belli bir çizgisi; kendi içinde tutarlı bir rotası yoktur. Bazen, işçi sınıfının öncülüğünü mutlak bir gerçek olarak ele almak dogmatizmdir derken, bazen de işçi sınıfının öncülüğünü, fiili bir öncülük olarak ele almaktadır. Yine bazı yazılarında Filipin demokrasiciliği şartları altında proletaryanın partisi kurulamaz derken, bir başka yazısında aynı şeyleri söyleyenleri rahatlıkla sağ oportünizmle suçlayabilmektedir. Bir yazısında MDD aşamasında işçi sınıfının ideolojik önerliğinin esas olduğunu söyleyen bir devrimcinin yazısını tahrif ederek; akıl almaz bir hokkabazlıkla buradan işçi sınıfı olmadan devrim yapılmak istendiği sonucunu çıkartırken, öte yandan işçi sınıfı olmadan da küçük-burjuvazinin önderliğinde devrimin olabileceğini rahatlıkla söyleyebilmektedir!..
Bunlara sayısız örnekler katmak mümkündür.
Kısacası, Mihri Belli’nin ne dediği belli değildir. Belli olan tek şey belirsizliğidir. Aslında Mihri Belli, kendinden başka hiç kimseye ve hiçbir şeye (Bilimsel Sosyalizm ve onun kurucuları da dahil) inanmayan, “kerameti kendinde bulan” bir “sosyalist”tir.
O küçük hesapların peşinde tam bir “reel-politiker”dir. (Burjuva anlamda gerçekçi politikacıdır). Ve her reel-politiker gibi, avareliğin zirvesinde, serseri mayın gibi dolaşmaktadır!” [Mahir Çayan – Kesintisiz Devrim I]
Marksizm-Leninizm’in ABC’lerinin yer aldığı bu metin, en genel doğruları ortaya koymakta. Kesintisiz Devrim II-III’de DHD’cilik ile uyuşmayan görüşler olsa da, yazımızın konusu edinmeyeceğiz (Fakat dileyen Devrimci Derleniş Dergisi’nin “Devrimci Yolun çıkmaz yolu” adlı makalesine bakabilirler).
MDD ile iligli farkları sonlandırıyorum, çünkü bugün MDD adı altında kontrgerillacılık yapan sahte VP de dahil olmak üzere bu görüşü Mihri Belli’nin ortaya koyduğu görüşleri savunan kalmamıştır. Günümüzde entellektüel seviyede Doğan Avcıoğlu sempatizanlarından Dev-Genç-DÖB kökenli örgütlere, DHD programı benimsenmektedir.
Gelelim bugün Tefeci-Bezirgan iktidarındaki ülkede “Sosyalist Devrim”i savunanlara. Öncelikle Hikmet Kıvılcımlı üzerinden, DHD programının aslında bir tür SD programı olduğu iddia ediliyor. Bilin bakalım kim tarafından? Tabii ki Sürekli Devrimciler tarafından.
Kıvılcımlı, “sevmediği” demokratik kelimesi ile parti programının yöntemini tanımlıyor! Hayret… Büyük ihtimal bu hikaye bir uydurmadan ibaret. Fakat görüleceği gibi, Sürekli Devrimciler her SSCB eleştiricisine olur olmadık Sürekli Devrimci demektedirler. Bundan SİP bile payını alır. Ancak biz bu tip, “sürekli devrimci” sosyalist devrimcilerin nasıl bir yanılgı içinde olduklarını başka bir zamanın konusu yapıp, güya kesintisiz devrimci olan sosyalist devrimcilere gelelim.
Bugün Sosyalist Devrimi savunan bir sürü örgüt var. En son MKP ve Halkevleri, Taksim-Gezi isyanının vermiş olduğu “coşku” ile Demokratik Devrim kafirliğinden döndüklerini ilan ettiler. Ancak ben özellikle Yepisyeni TKP( yazının geri kalanında SİP olarak bahsedilecektir) ve TKİP’in savunuları üzerine birkaç söz edeceğim.
Öncelikle, sosyalist devrim deyince neyi anlarız? Sosyalist devrim, tefeci-bezirgan zümre/sınıfın tamamen tasfiye olduğ ülkelerdeki devrim konağıdır. Mesela İsveç’te bugün demokratik devrim programı diye bir şeyden söz etmek karşılıksızdır. Çünkü bu tip ülkelerde tüm feodal unsurlar tasfiye olmuştur. Kilise, çoklukla laikliği kabul etmiş/etmek zorunda kalmış, ve onun doğrultusunda çalışma yapmaktadır. Yine laiklik, demokrasi(burjuva diktatörlüğünün şekilci görüntüsü) bir tartışma konusu değildir. Pre-kapitalist ilişkiler ise sökülüp atılmıştır.
Fakat Türkiye’nin de aralarında bulunduğu yarı-sömürge ülkelerde Finans-Kapital iktidarı olsa bile sosyalist devrim programı, direkt olarak uygulanamaz. Çünkü bu ülkelerde pre-kapitalist ilişkiler etken olup (ki bizde iktidar olur kendileri), bunun yansıması olarak laiklik ve demokrasi tartışma konusudur. Feodal unsurlar, kapitalizme uyumlu olmakla beraber, eski keyiflerinde (hazır yiyicilik ve üretime karışmama) yaşamaya devam etmektedir, yine köylülük/toprağın paylaşım sorunu hala sürmektedir. Hatta Türkiye için konuşursak, köylülüğün şehir çevrelerinde “merkezleşmesi” ile birlikte yepyeni, kapitalizmin geri ülkelerde çürümesinin en üst seviyeye çıkışına şahit olmaktayız. Böyle bir sorunun çözümü, asgari programsız olamaz diye düşünmekteyiz.
Türkiye’deki devrim konağı, burjuvazinin (1923’teki CHF hükümetinin) korktuğundan ya da işine öyle geldiği için gerçekleştirmediği tefeci-bezirganlığın tasfiyesini gerçekleştirmesidir. Türkiye’de bugün tefeci-bezirganlık, yani AP-DP-DYP-ANAP-AKP iktidarları boyunca iktidara yerleşmiş bir antika sınıf olarak karşımıza çıkmakta. Bunlar modern (kapitalizm) kökenli değil, ama gelin görün ki SD’cilerimize göre programımız modern bir karşı-devrimci sınıfa karşı verilecek tarzda olacak, bu hiç yaraya merhem olabilir mi?
SD’ciler arasına en son katılan MKP’den (SMF) örnek verirsek, “sosyalist halk devrimi” adıyla kıvırmaya çalışırken, kendini belediye kovalarken buldu. SD’cilerin bir kolu, parlamentariste ve işçiciliğe kardı. Sonuç olarak, Türkiye’de SD’cilik, kapitalist devlet makinesini parçalamak ve komünizme doğru gidişin (tekniğin en üst seviyeye gelişi, emperyalizmi zayıflatmak için savaş ve daha kolektif bir proletarya diktatörlüğü yönetimi) önünü açmak yerine, biçimsel olarak iktidarı ele geçirip kaba (ve bürokratik) sosyalizmin ezberleri ile külah kapıcılık anlamına gelmekte.
Bu anlayışın ilk tohumunu atan ise, mecliste koltuk kovalayıcısına dönen eski TİP oldu ve 1923 devriminin gerçekleşmesi ile birlikte Demokratik Devrim’in sonlandığı skolastizmi savunuldu. Oysa gerçek neydi? 1923 devrimi henüz demokratik devrimi başarmamıştı.
“Birinci Kurtuluşta Burjuva Egemenliği Unutulur
MDD’ciler düştükleri teorik yanlışlar yüzünden ABA’cı (Aybar-Boran-Aren’ci) Oportünizmi “ideolojik yenilgiye” uğratamadılar. Kemalizm “Millî Burjuva” devrimi iken, onu Küçükburjuva devrimi imiş gibi göstermek zorunda kaldılar.
Gerçeklikten kopuşun asıl tehlikesi daha sonra belirir. Bir örnek verelim.
“MDD” broşürü, büyük iyimserlik içindedir. Şunu muştular:
“Oportünizm (hiç değilse Aybar-Aren Oportünizmi) kesin ideolojik yenilgiye uğratılmıştır.” (ay, s. 4)
Oysa Aybar-Aren Oportünizmi, Boran Oportünizminin “şalla örttüğü” Sendika Gangsterliği temelinin üstyapısıdır. Ona AA değil, ABA denir. TİP’i eli kolu Parlamentarizm ve Sendikalizm ipleriyle kıskıvrak bağlayan ABA’cı Kebeci Oportünizmin tezi nedir? Onlarca “Kemalist Devrim”: Türkiye’de Millî Burjuva Demokratik Devrimi olmuştur. Olmuş bir Devrimi MDD’ciler gibi tekrarlayacak değiliz; önümüzde Sosyalist Devrim Aşaması vardır, derler. [Hikmet Kıvılcımlı – agy]
CHF, Demokratik devrim görevleri olan laikliği, tefeci-bezirganlığın tasfiyesini, ulusal sorunu yani asgari program konularını başaramadı. 1926 gerçek TKP programı, bu tespitleri gerçekleştirir ve yönünü buna göre çizer. Fakat, TKP adını babasının malı gibi kullanan SİP, programında demokratik devrim ilkelerini “arada bir aşamaya gerek yok” diyerek sosyalist devrim programı olarak yediriverir.
“Cumhuriyetin tarihi, kurucu sınıfın tarihsel reflekslerinin ürünüdür. 1923’teki devrimci atılımla iktidarını sağlamlaştıran Türkiye’nin genç burjuvazisi, laikliği toplumsal bir aydınlanma hamlesi olarak örgütlemekten sakındı, toplumsal bir aydınlanmanın önünü açabilecek ilerici damarlardan ölesiye korktu. Bununla uyumlu olarak, dinci gericiliği tasfiye etmekte ürkek davranan Türkiyeli egemenler, zamanı geldiğinde, emperyalizmin tüm dünyadaki yönelimleriyle uyumlu olarak, dinci gericiliği yükselen sol ve devrimci hareketlere karşı devlet eliyle kullanmaktan da çekinmeyecekti.
Daha yolun başında işçi sınıfına karşı baskıcı yüzünü gösterirken bir an bile kararsızlık yaşamayan Türkiye kapitalizmi, otoriter eğilimlerini gelenekselleştirirken de hiç duraksamadı.”
“Türkiye’nin ekonomik, toplumsal, siyasal sorunlarının çözümü, sosyalizm dışı bir seçenekte aranamaz. Somut olarak Türkiye toplumunda laikliğin yerleştirilmesinin ve bir aydınlanma süreci olarak yaşanmasının, ekonomik, siyasal, askeri ve kültürel bağımsızlığının, Kürt emekçilerinin sorunlarının çözümünün, kadınların kurtuluşunun, emekçi halkın katılımı ve denetiminin esas alındığı bir siyasal yapının oluşturulmasının ön koşulu sosyalizmdir.“
“Türkiye’de kapitalist bir dönüşüm yaşanırken, Türkiye sermaye sınıfı, Kürt feodalizmine dokunmadı ve Kürt egemenleriyle ittifak yapmayı tercih etti. Sermaye düzeni, Kürt varlığını tümüyle reddederek Kürt yoksulları ve emekçilerine karşı tarihsel olarak ayrımcı bir çizgi izledi ve Kürt egemenlerinin sınıfsal çıkarlarını kollarken, bu küçük azınlık dışında kalan tüm Kürtlerin en temel insani haklarını gasp etmekten çekinmedi. İzlediği Kürt politikası neticesinde sermaye sınıfı Türkiye işçi sınıfını böldü. Türkiye burjuvazisi, Kürt ve Türk emekçileri birbirine düşürmek için pompaladığı milliyetçilik ile ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirdi.“
“Ermeni ve Rum göçü ve bunlara eşlik eden uluslaşma sürecinin yarattığı trajedi de Türkiye’deki kapitalist dönüşümün ayrılmaz bir parçasıdır. Gayrimüslim burjuvaziden yeni Türk burjuvazisine sermaye transferini de içeren bu süreç halkları kapitalizmin birbirine düşman ettiğinin somut örneğidir.“
“Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan anti-komünist hattın ileri karakolu olmayı kabul eden ve dünya kapitalist sistemindeki iş bölümü çerçevesinde kendisini böyle tanımlayan 1923 Cumhuriyeti, aslında sonunu hazırlayan süreci de hızlandırıyordu.“
16. a) Tarım emekçilerinin, özgür çiftçiler olarak kolektif çiftliklerde ve tarım proleterleri olarak devlet işletmelerinde toplanmaları için siyasal ve ideolojik mücadele verilir. Kolektif çiftliklerin kamu mülkiyetine uyumlu ve onunla çelişmeyecek biçimler bulması sağlanır.
b) Tarımsal üretimde değişik kolektif biçimlerin uyumu gözetilirken, gelişkin biçimlere yönelinmesi için çaba gösterilir.
c) Toprakta özel mülkiyetçi ideolojiyi besleyen her tür dinamiğe karşı mücadele edilir.
d) Tarımsal üretimde dışa bağımlılığa son verilir.
17. TKP, ekonomik politikaların kentler ile kırlar arasındaki ayrımları azaltma hedefi ile uyumlu olmasına dikkat eder.
18. Üretim sürecinde ortaya çıkan her tür yabancılaşmaya, özellikle işçi-makine, işçi-ürün yabancılaşmasına karşı önlem alınır.” [2]
Öncelikle, SİP’in programında yer alan muğlaklığa dikkat geçmek zorundayım. Örneğin alıntılarımızda ilk cümlede “kurucu sınıf” denmekte, kurucu sınıf kim? “İlerici damarlar” ifadesi kullanılıyor, ne oluyor o ilerici damar? Toprak tabanlı üretim ilişkileri ile ilgili metinde “gelişkin biçimlere yönelinmesi için çaba gösterilir”, ” ekonomik politikaların kentler ile kırlar arasındaki ayrımları azaltma hedefi ile uyumlu olmasına dikkat eder.” şeklindeki ifadelerde netlik yok. Dolayısıyla bu muğlaklık dolayısıyla programı her okuduğumuzda boşluklar buluyoruz.
Yaptığımız alıntılara baktığımızda, bağıra bağıra Türkiye’de bir demokrasi sorunu olduğunu görebiliriz. Burjuvazi, devrimi gerçekleştirmekten kaçmış, karşı-devrimci ne kadar tabaka, zümre varsa onunla ilişki kurmuş, gelin görün, programın sonunda o sorunların izi tozu bile görülmüyor.
Türkiye’nin gerçekliği olan köylü sorunu konusunda köylünün adı bile yoktur. “Tarım emekçisi” şeklinde, ne olduğu belirsiz bir kavram gelivermiştir gökten. Ne sihirdir ne keramet, koskoca köylüler, tıpkı AKP’nin “tümşehir” uygulaması ile köyleri mahalle yapıvermesi gibi yokoluvermiştir. Ne dersiniz, AKP devrim mi yapmıştır(!)
Oysa o gözden kaçırılmaya çalışılan sorunların ardında, Türkiye’de kocaman bir problem var: Tefeci-Bezirgan egemenliği! Uluslararası Finans-Kapital tarafından korunmasına ve yaşatılmasına rağmen, bu sınıfın kökeni 7000 yıllık antika Tefeci-Bezirganlıktır. Yani emperyalizm tarafından “dışarıdan” örgütlenmemiş, Türkiye’nin bir türlü tasfiye edemediği pre-kapitalizmi içinden çıkagelmiştir. Fakat SİP için böyle bir olay yoktur.
SİP’in anlamı karnında sözlerini bir kenara bırakıp, TKİP’in programına bakalım. Orada da Türkiye’nin bulunduğu devrim aşamasını proletarya devrimi olarak görmekte.
“Türkiye, emperyalist-kapitalist dünya sisteminin bağımlı ülkeler kategorisinde yeralan, orta düzeyde gelişmiş kapitalist bir ülkedir. Emek-sermaye çelişkisi, tüm toplumsal çelişki ve çatışmaları belirleyen ana eksendir.
Sermaye iktidarı; sırtını emperyalizme dayamış işbirlikçi tekelci burjuvazi şahsında, burjuvazinin tüm kesimlerinin ortak sınıf çıkarlarını temsilcisidir. Büyük burjuvaziye binlerce çıkar bağı ile bağlı kent ve kır orta burjuvazisi, karşı-devrimci bir tabakadır. Orta burjuvazinin kent ve kır emekçileri üzerindeki ideolojik, politik ve kültürel etkisini kırmak, devrimin başarısının temel bir koşuludur.
Türkiye’yi karakterize eden temel iktisadi, toplumsal ve siyasal gerçeklerden hareket eden TKİP, toplumumuzun proletarya devrimi tarihi adımı ile karşı karşıya bulunduğunu saptar. Proletarya devrimi, sermaye egemenliğine son vererek sosyalizme geçişi saglayacaktır. Tarihsel olarak çözümlenmemiş demokratik sorunları kesin ve kalıcı bir çözüme bağlayacaktır.
Proletarya devriminin zaferi, yalnızca işçi sınıfı, kent ve kır yoksulları için değil, sermayenin tahakkümü altında acı çeken ve günbegün yıkıma uğrayan kentin ve kırın ezilen köylü ve zanaatçı küçük-burjuva katmanları için de tek kurtuluş yoludur.
Kentin ve kırın yarı-proleter ve yoksul yığınlarını kendi önderliği altında birleştirecek olan işçi sınıfı, küçük-burjuva katmanları da mümkün mertebe kendine bağlayarak, üst kesimlerini ise en azından tarafsızlaştırarak, burjuvazinin sınıf egemenliğini yıkacak, emperyalist kölelik zincirini kıracak, proletarya devrimini zafere ulaştıracaktır. [3]
Kalınlar bize ait olup, demokratik sorunların proletarya devrimi ile sonuçlanmasına “amin” demekten başka bir şey gelmiyor içimizden.
Gelin görün ki, proletarya devrimi sürecinde kırsal alanda feodal (hatta yarı-feodal) avına çıkacakmışız. Güzel de, o demokrat devrimin işi değil mi? Sürekli devrimcilerin bardağı ters tutuşu gibi, TKİP ve SİP de bardağı ters tutuyor.
“5) Başta tarım proletaryası ve yarı-proleterler olmak üzere kır emekçilerinin desteğini almaya ve orta köylülüğün üst tabakalarını tarafsızlaştırmaya çalışan TKİP, devrimin zaferiyle birlikte tarım alanında aşağıdaki istemleri ve önlemleri gerçekleştirir:
a) Tüm büyük ölçekli toprakların ulusallaştırılması. Toprağın alım-satımı ve başkasına devrinin yasaklanması. Topraksız ve az topraklı köylülerin toprak ihtiyacının karşılanması.
b) Kırsal alanda ortaçağ artığı her türlü feodal kalıntının ve tefeciliğin tasfiyesi. Yarı-feodal sömürü ilişkilerine konu olan tüm toprakların, devrimci köylü komiteleri aracılığıyla, bunları işleyen köylülere dağıtılması.
c) Köylülüğün devlete, bankalara, tekellere, toprak sahiplerine, tefeci ve tüccarlara olan her türlü borç yükünün geçersiz sayılması. Tüm ipoteklerin kaldırılması.
d) Tüm büyük kapitalist tarım işletmelerinin her türlü canlı ve cansız demirbaşlarıyla birlikte kamulaştırılması. Bunların tarımda sosyalist ekonominin ilk dayanakları olarak proletarya iktidarı organlarının ve işletmelerdeki işçi meclislerinin yönetimine devredilmesi.
e) Tarımın ve hayvancılığın geliştirilmesi ve modernleştirilmesi için sistematik çaba. İşlenmeyen toprakların tarıma açılması, toprağın islahı için sistematik önlemler.
f) Tarımsal komünlerin teşviki. Köylülüğün kooperatifleşmesi için eğitim, ikna, teşvik, kredi, tarımsal araç-gereç ve girdi yardımı.
g) Kapitalizmin biribirinden ayırdığı ve karşıtlık içine soktuğu tarım ile sanayinin ileri bir düzeyde yeniden birliğini kurmayı hedefleyen bir tarım politikası.
TKİP ve SİP’in paradoksları arasında çırpınmaya son verip işin aslına gelelim. DHD, bir gerçekliktir ve Türkiye için geçerlidir. Geçmişte çok defa bunu berrakça dile getiren Eneski Sosyalister, gücünü yeni nesil sosyalistler ile birleştirebilseydi, devrimci parti örgütlenseydi, Türkiye çok farklı yerlerde olabilirdi. Devrim yüklü yıllar heba oldu Nurullah Ankut’un deyimi ile.
Burada şu dogmatikliği de aşmak gerekiyor. Proletarya devrimi, feodal unsurların temizlenmediği ülkede de gerçekleşebilir. Zaten öyle olmuştur, Güney Amerika’da, Asya’da, Afrika’da devrimler patlayıvermiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşları, işçi sınıfı öncülüğünde demokratik devrimden sosyalist devrime evrilmiştir. Programları asgari programdan azami programa geçmiştir. Özellikle Küba Devrimi, öncülüğünün Marksizm-Leninizm’i sonradan kabul etmesi bakımından ve Komünist Parti’de birleşmesi açısından çok net bir DHD örneğidir. Diğer yandan, yıllar önce burjuva devrimlerini başaran Avrupa’da, emperyalizm şeklini alarak sosyalist devrim ateşi söndürüldükçe söndürülmüştür.
Peki bilimsel sosyalizmin ustaları ne der bu işe? Marks, bu konuda net biçimde tavrını ortaya koyar. Gerçek bir sosyalist devrimci olan Lenin, sahte sosyalist devrimcilerin bu tutumunu, bilin bakalım ne olarak adlandırmıştı?
1) Eklektizm: Yarım eksik düşünce parçalarını birbirlerini çürütseler bile birbirine yapma mantık teyellemeleriyle eklemektir. Bunun klasik örneği Lenin’in “yarım Menşevizm” dediği, meşhur “Permanan (Daimî: Sürekli) Devrim” sözde doktrinidir. Marks, 1850 yılı “Sosyalist Ligi”ne bir Çağırı (Adres1 ) yapmıştır. Orada, Küçükburjuvazinin (Demokratik Devrim dilekleri) yerine gelir gelmez, hemen “Sürekli: “Permanan Devrim”e son verip az çok mülklülerin iktidardan uzaklaştırılmasını istemeyişi belirtilir. Proletaryanın iktidarı fethetmesi gereğini anlatır. Bunu gören kimi sözde keskin devrimciler, köylünün büyük bir devrimci potansiyel taşıdığı ülkede, Demokratik Burjuva Devrimine uğramaksızın, doğru proletarya iktidarı kurma kuruntularına “Permanan Devrim” teorisi adını verdiler.
Bunlar, bir yanda gerçek Sosyalist Devrimcilerin: Proletarya iktidarı uğrunda Devrimci mücadele çağrılarını kendilerine mal ederlerken, ötede ikiyüzlü Sosyalistlerin (sözde sırf İşçi Sınıfını tutma) bahanesi ile Sosyal Devrimde köylü yığınlarının büyük yedek gücünü hiçe sayışlarını benimserler. İşçi Sınıfını en büyük yedek gücünden yoksun bırakmakla, iktidardan uzak düşürdüklerini anlamazlar.
Böyle eklemesi teyellerle, saçmalayanlar, ara sıra doğru fikirler de söyleyerek, saçmalarını örtbas edeceklerini umarlar. Bu kedilerin arada Devrimci fare tutuşlarını Lenin şöyle karikatürleştirir:
“Kautsky, bir kör köpecik gibi, burnunu oraya buraya sokarken, tesadüf, burada, farkına varmaksızın bir doğru fikir üzerine düşüyor.” (Lenin, Proletarya Devrimi ve Dönek Kautsty)
Bir doğru ile beş yanlışın bir araya gelişleri nasıl sayısız kombinezonlar yaratırsa, Eklektik Teori uydurmacılığı da öyle sonsuzdur. [Hikmet Kıvılcımlı – agy]
İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz; yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar. Onun içindir ki, insanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar. Çünkü yakından bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde ortaya çıkar. Geniş çizgileriyle, asya üretim tarzı, antikçağ, feodal ve modern burjuva üretim tarzları, toplumsal-ekonomik şekillenmenin ileriye doğru gelişen çağları olarak nitelendirilebilirler. [K.Marks – Ekonomi Politiğin eleştirisine katkı – Önsöz]
Sözü Hikmet Kıvılcımlı’nın Lenin’den alıntısı ile bitirelim.
Küçükburjuva Devrimciliği – Proletarya Devrimciliği
Demokratik Devrimi bitmemiş ülkede iki tip Strateji belirir:
a) Küçükburjuva görüşü: Kapitalizme uğramadan Sosyalizme geçmek (Narodnik anarşisi).
b) Proletarya görüşü: Kapitalizm kaçınılmazdır. Burjuvalar için olsa da, İşçi Sınıfı ve Halk için de olumlu yanları ve olumsuz yanları vardır.
Metodu bu denli duru ve kesin olan “İki Taktik”in, özü nedir?
İşte asıl kargaşalığın, “kafa karıştırmanın” ve kör dövüşünün ortalığı kırıp geçirdiği yan burasıdır. Artık Türkçeye de iyi kötü bir çevirisi yapılmış bulunan “İki Taktik”i anlamak için “Bilgin” veya “Keskin nişancı” olmaya hacet yoktur. Her okuduğunu anlamaya alçakgönüllüce emek harcayabilen işçi ve köylü ve aydın arkadaş, yazılanları oldukları gibi kavramakta aşırı güçlüğe uğramaz.
“İki Taktik” kaçamaksızca belirtiyor:
“Hepimiz, Burjuva Devrimini Sosyalist Devrimle karıştırıyoruz, hepimiz kesin olarak bu iki devrimin birbirinden ayırt edilmesi üzerinde direniyoruz.” (Lenin, İki Taktik, s. 87)
İstanbul Direniyor’dan Özgür