Tarihsel materyalizm, bize toplumların gidiş ve gelişme yasalarını bulma imkanını veriyor. Nasıl ki Fizik kanunları var nasıl ki kimya kanunları var aynı şekil de tarih yasaları da vardır. Bu kanunları keşfetme imkanını klasik metafizik metod sağlayamamıştır. Eski metodlar genellikle “coğrafya, nüfusçul, tanrıcıl/dincil, idealistçe, ırk ve kişileri ilahlaştırma” gibi sonuçlar çıkardı. Bunlarla tarihi anlamaya ve yorumlamaya çalıştılar. Tabii bu birikim evresi bilimlerin yükseliş çağından sonra gittikçe artarak TARIHÇİL MADDECİLİĞİ bize kazandırdı. Morgan’ın keşifleri ve Engels’in analizleri bu metodu geliştirdi ve genişlettirdi. Marks’ın Grundrisse eserinde koyduğu tespitler tarih biliminin gelişimi açısından önemliydi. Ancak yetersiz veriler sadece “yüzeysel” kalıyordu ve ötesine geçemiyordu. F. Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabıyla ortaya koyduğu gelişim evreleri bu bilimi ilerletti. Ancak Engels’in ortaya koyduğu esaslar Antika Medeniyet tarihlerini tam açıklayamıyordu. Toplumsal gelişim açısından “dar” üretici güçler teorisi Medeniyet-Barbarlık tarihini açıklamakta yetersiz kaldıkça eksik parçacıklar ve eksik ilkeler ortaya çıkıyordu. Bunların bilinmesi Marks-Engels-Lenin’e kısmet olmadı. Çünkü onların ilgilendikleri konular daha çok kendi toplumlarıydı. Bunun ötesine pek fazla geçemediler. Ancak Engels’in dediği gibi bize “dogma” değil yöntem kalmıştı. Marksizm dogmatik değildi. Sürekli olarak bilimlere parelel gelişiyordu. Bunun için “dogmatik” kalarak tarih-antropoloji bilimlerinin gelişimine ayak uydurmazsak gerçekliği ve günümüzü aydınlatamayız.
“Devrim tarihin lokomotifidir”
Bu söz, tarihin gidiş kanunlarını üretici güçlerin gelişimine (bununla birlikte üretim tarzı da gelişir) bağlı olduğunu bildiriyor. Cidden tarihin gidişi bu etkenlere bağlı mıdır? Evet bağlıdır ancak Klasik Tarihçil Maddeciliğin yarım kalmış “üretici güçler” teorisine göre değil. Çünkü böyle açıklamaya kalkarsak Antika Tarihin tüm parçalarını ortaya koyamayız. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Marks’ta keşfettiği bu üretici güçler teorisi şöyledir: 1-Coğrafi Üretici Güçler, 2-Teknik Üretici Güçler, 3-Kolektif Aksiyon (İnsan), 4-Tarih veyahut Gelenek-Görenek Üretici güçler…
Bu etkenler bazı geçiş ve gelişmelerde var olan koşullara göre değişebiliyor. Mesela Sosyal devrim çağıyla teknik o kadar önem kazanmıştır ki diğer üretici güçlerin önüne geçer. Ancak diğer etkenler yine etkisini kaybetmemiş, tarihin ilerlemesinde maddi-manevi olarak yardım etmiştir. Barbar akınlarını, coğrafi+kolektif aksiyon+gelenek-görenek üretici güçler etkenleri olmadan açıklamak ve medeniyet kuruluş ve batış kanunlarını saptamak saçmalık, yanlış olacaktır. Antika Tarihte tekniğin yavaş ilerlemesi, medeniyet içerisinde gittikçe soysuzlaşan sınıf çelişkilerinin sosyal-ekonomik yıkıma götürmesi, medeniyet içinde devrimci sınıfın olmamayışı: İlkel sosyalist gelenek-görenekli, kolektif aksiyonlu üretici güçleri yani Barbarlara ihtiyaç duyulmuştur. Barbarlar ilkel sosyalist gelenek-görenekten ve kolektif aksiyondan aldıkları güçlerle medeniyeti ya RÖNESANSA uğratırlardı ya da Orijinal medeniyet yaratarak toplumsal ilerleme sağlarlardı. O yüzden Antika Medeniyet çağı Medeniyet-Barbar sürtüşmesi çağı olmuştur. Barbar-Medeniyet savaşımı özünde içeride ki Medeniyet soysuzlaşmasını yani devrime gebe olamamayışından geliyordu.
Bu ilkeler ve teoriler, uydurulmuş veya anti Marksist söylemler değildir. Somut tarihin ve toplumun somut prosesinin tasnifine dayalıdır. Bu şeref Türkiye Devriminin önderi Hikmet Kıvılcımlı Ustaya kalmıştı. Onun Tarih Tezi, Antika Medeniyetler ve Barbarlık konaklarını anlamamıza, Doğu ve ülkemizin geçmişine dayalı gerçeklerini görmemizi sağlar. Onun mirasını sahiplenmek: Marks’ın Tarihçil Maddeciliğinin mirasını sahiplenmektir.
CANDAN BADEM SAÇMALIĞI
Ağzımıza dolamışız “tarihçil maddecilik…” Ancak kimse bilmiyor bunun anlamını. Nedir, ne değildir umursamıyor. Yok köleci Osmanlıymış, yok feodal Osmanlı’ymış falan. Marks’tan sanki dogma (ayet) kalmış gibi “haşa” bundan başka söz söylenmez deniliyor. Niye? Çünkü Marks TANRI‘dır. O demediyse üretmek bize düşmez. Lenin (peygamber) bile bulamadıysa biz mi bulacağız? Dogmatik Marksizm iyi amaçla yola çıksa da aslında revizyonizmden başka bir şey değildir. Marks’ın Grundrisse eseri ve doğu sosyalist devrimleri olmasa Marksistciklerimiz, Tarihçil maddecilik konusunda kılını kıpırdatmayacaklardı. O yüzden buna şükür (!) desek yeridir. Tabii bu konuda yeni ve orijinal keşifler yapan insanlar oldu mu İslam softası gibi delirirler. Aman Marks tanrımıza şirk mi koşuyorsun olur. Bilimcil namusun şark kurnazlığına kurban oluşu bu olsa gerek. Dr. Hikmet Kıvılcımlı bu koşullarda “Tarih Tezini” yayınladı. Antika Tarihin diyalektik gelişimi kanunlarını keşfederek onları ortaya çıkardı. Amacı ve isteği şuydu: Tarihi, nükleer bilim haline getirmek. Tabii bu çıkarış otorite sosyalist ve burjuva tarih camiası tarafından “sansüre” uğradı. Bu bilinçli sansür, Marksizmin dogmatikleşmesini ve “tarih bilimi” açısından ilerlemesini engelledi. Marks’ın Antika Tarih’i inceleme mirasını adam gibi sahiplenmesi gerektiğini ve dogmatizme gitmeden bilimsel gelişmelere uyarak yapmaları gerektiğini kavramasını bize Kıvılcımlı sağladı.
Tarihin diyalektik gelişiminden habersiz Marksistciklerimiz tabii ki toplumun tarihsel ilerlemesinde bir takım “KONAKLARDAN” geçtiğini, her din gibi İslam’ın da Devrim prosesi içinde olduğunu, toplumun gelişiminde komüncül mülkiyet biçiminin ilk halka olmasından dolayı kanun gibi görev aldığını bilmiyor. Tarih bilimini düz, metafizik metodla sadece “durağan” şekille izah eden, ancak üretici güçlerinde ki gelişmeyi ve onunla birlikte üretim tarzının sürekli hareket halinde olması gerçeğini gizlemektedir. Tarih, 19.yy’da Morgan gibi antropoloji uzmanlarının katkılarıyla Antik medeniyetlerin devinim ve sosyal prosesi tahlil edilebilme olanağı bulunmuştur. Tabii Marksistçimiz tarihi maddi temelden yoksun sadece “üst yapı” kurumlarıyla açıkladığı için Komüncül geleneğinin etkisini görmekte zorlanıyor. Komün ne demek olduğunu bildiğini sanmadığım bu geleneğinin (SİP), Muhammed hareketinin, her TARİHÇİL DEVRİM gibi Barbarlığın (kent ve bedevi barbarlığı, tıpkı Grek ve Roma kentlerinin doğuşu gibi) kolektif aksiyon ve ilkel-sosyalist gelenekle hareket ederek İslam medeniyetini yaratmış olduğunu bilmiyor. Nasılki Antik kentlerden; Grek ve Roma kentleri Barbarlığın Yukarı Konağından hareket ederek “orijinal” medeniyet yarattı, bu üretici güçler de aynı şeyi yaparak tarihçil devrim sağlamıştır. Tabii olayları rivayetlerle tahlil edenlerden bunları kavramasını beklemek zor. Kimden bahsediyoruz? Tabii Candan Badem’den. Neden? Çünkü açıkça idealist diye suçluyor Kıvılcımlı’yı. Görelim:
“Oysa Kıvılcımlı’nın tezi, niyetinden bağımsız olarak, materyalist değil düpedüz idealisttir. Arslanoğlu’nun alıntıladığı gibi Kıvılcımlı “Gaziler, at üstünde din uğruna dünyaya dirlik getirme ülküsünden başka inanç tanımıyorlardı” diye yazmıştır. Kıvılcımlı’nın bu gaziler için alpler, yiğitler şeklinde güzellemeleri de vardır. Bu ise maddi çapul ve iktidar peşinde koşan Osman (veya Ataman) ve adamlarını bir ülkü (ideal) uğruna savaşan yiğitler gibi göstermektir, idealizmin daniskasıdır. Osman’ın İslam’ı doğru düzgün bildiği bile şüphelidir. Materyalist tarih anlayışı bize çapulcunun derdinin maddi zenginlikler olduğunu ve gaza gibi dini kavramları ideolojik bir örtü olarak kullandığını öğretir. Kıvılcımlı ve ondan etkilenenler ise gaza sözcüğünün özgün anlamının çapul akını olduğunu da bilmeden bu gazilerin sadece din uğrunda savaştığını iddia ediyorlar. (Bu arada Kıvılcımlı’nın Türkiye sosyalist hareketi tarihindeki yerini bu hatasıyla belirlemiyorum, o ayrı bir konudur. Kıvılcımlı yerli bir teori yapayım derken istemeden idealizme kaymıştır).” [1]
Bir iki kelam etsek yeridir. İlk önce iddia şu: Kıvılcımlı gâzilerin, ilblerin cihadını idealistçe değerlendiriyor… İlk önce maddeci yobazımızın hangi gelenekten olduğunu bilelim: SİP! Tabii bu iki yüzlü geleneğin böyle saldırıları gayet doğal. Tek kendisi değil, partisinin evlatları Hz. Muhammed’e âdeta metafizik kafayla saldırıyorlar. Bunun sebebi üretici güçler teorisiyle alakalıdır. Üretici güçler teorisini salt teknikle alırsak ve insan üretici güçlerini hesaba katmazsak Badem beyefendi gibi düşünebiliriz. Kayı Kan teşkilatının askercil şefleri (F. Engels bundan bahseder) orta barbarlık konağından oldukları için sürü çapulları yapacaktır. Ancak bunu yobazca söyleyerek, dini düşünce ve insani üretici güçlerinin kolektif aksiyonunu görmemek yanlış olacaktır. Ülkücü şeflerin amacı çapuldan çok din veyahut milli hedeflerdir. Çünkü amaç çapul olsaydı hem dinin şeriatına çıkacaklar hem geleneklerini karşısına alacaklardı. Ancak tarihöncesi ilkel sosyalizm geleneklerinin canlı bulunduğu bu toplum da ne kişicil çapul ne sömürü vardı. Şefler ele geçirdiği topraklarda derebeylik soysuzlaşmasını keserek, toplumcul MİRÎ düzen kuruyordu. Hıristiyan köylüleri kulluk kelepçesinden kurtarıyorlardı. Çapulu engelleyen şeyler:
“Ülkücü Müslüman İlb, ne kendisine, ne oğluna, ne kaynatasına, ne savaşta İlb’lerden geri kalmayan ülkücü derviş ve şeyhlere toprakların mülkiyetini bağışlayamaz; yalnız gelirini “TAHSİS” kılar. İlb, içinden çıktığı İlkel Sosyalist doğruluğu ve temizliğiyle başka türlüsünü düşünmüyor. Pek iyi biliyor: ele geçen yerler, ne kendi yiğitliği, ne falan veya filan İlbin tek başına cesareti veya dehası ile alınmamıştır. Savaş, önce bütün İlblerin ve onları çevreleyen Şeyh, Derviş vb. Müslümanların toptan ter, kan ve gözyaşı dökmeleriyle kazanılmıştır. Yaşadığı oymak düzeninde ve kafasında özel girişkenliğe Kişi Mülkiyeti gibi dokunulmaz imtiyazlar vermek yoktur. Herkes vazifesini yapmıştır, görevine uygun geçim isteyebilir. Başta kendisi gelmek üzere hiç kimseye, toplum toprağını mal edemez.”(Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihinin Maddesi, Derleniş Yayınları)
Şimdi sorarım Badem efendiye: Materyalist düşünmek olguları sadece göründüğüyle mi açıklamaktır? Materyalist olmak salt maddecil mi düşünmektir? Hani diyalektik ilişki? Nerede tarihöncesi üretici güçler?
Kayı toplumu veya İslam barbarları, ganimet çapulunu kişicil çıkarları uğruna değil ALLAHA yani toplumla paylaştılar.
İSLAM DOĞUŞU
Metafizik-durağan mantıktan kurtulamamış kişilerin “Hz. Muhammed bezirgân, ne sosyalizmi”argümanları bir şey bilmemekten başka bir şey değildir. Hz. Muhammed’in İbrahim gelenekli barbarlıktan aldığı komüncül geleneğini, “bezirgan bu” diye çürütmeye kalkmak komiktir. Toplumun tarihsel gelişimini ve konakları bilmeyenlerin bezirganlığın, barbarlıkla çelişeceğini düşünmeleri komiktir. Barbarlık; ekonomik olarak bezirgan ekonominin tıkanmış yollarını açarak ticaretin gelişimi için buyuk rol oynar. (Güney Hicaz Ticaret yolunu açtı) Gelelim İslama: İslam’da, hem fıkıh hem pratik olarak bakarsak “Beytülmalimüslimin” anlayışı vardır. Yani “ortak mülkiyet” vurgusu vardır. İslamiyetin toprak mülkiyet hukuku belirli aşamalardan geçerek olgunlaştı. Bir karış toprağı bulunmayan Mekke plebleri ile topraklarını Yahudi tefeci-bezirgânlarca ipoteklenmiş Medine kentlilerin hareketi olarak başlamıştır Müslümanlık. İslam’ın zaferi olan toprak hürlüğünü Mekke patriçilerine karşı savas verilerek kazanılmıştı. İslamiyet, yukarı barbarlık konağından olan kentlerden (Mekke ve Medine) çıkmış, peşlerine Arap bedevi (orta barbarları) alarak mütegallibeleri temizleyerek büyümüştür. İslam ganimetleri “Tanrı mülkiyeti”yapmasından yanı sıra Miri arazi biçimde toprakları üretmenlerin tasarrufuna sunarak kişicil mülkiyete dönüşmesine karşı olur. Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi İslamiyet gerçek devrimci doktrin gibi sosyalizme dek varır.
İSLAMIN KISACA MÜLKİYET HUKUKU
Islam’ın mülkiyet ilişkileri ve sosyal-ekonomi temeli “Beytülmalimüslimin” yani Müslümanların ortak malı ilişkilerine dayanır. İslam’ın mülkiyet hukuku bir ânda değil belirli gelişimden geçerek olgunlaşmıştır. İslam, Mekke-Medine kentlerinin hala Yukarı Barbarlık konağında olduğu, medeniyete doğru kentin koza gibi açılıp geliştiği sırada doğdu. Islamlık, Barbarlıktan aldığı ilkel sosyalist gelenek-görenekle kurularak geliştiği için ekonomik yapısı da bu şekilde oldu. Kur’an’da Medeniyetin sınıflı toplum korkusunu gayet görebiliyoruz. Bunun için bolca uyarı vardır. Neyse devam edersek İslamlığın mülkiyet ilişkilerinin temeli: Mirî topraklardır. Karl Marks’ın “Grundrisse” eserinde ortaya koyduğu “Doğulu Ortak Mülkiyet” mülkiyet ilişkilerinde, Toprağın Komün tarafından hür köylülere tasarruf hakkı tanıdığını ve Ortak mülkiyetin yanında gelişen Özel Mülkiyetin de Komünün dolaylı olarak bunu sağladığını söyler:
“(…) kişi mülkiyeti, devletin toprak mülkiyeti ile dolaylanmış (mediatize edilmiş) bulunur. Onun için orada özel toprak mülkiyeti sahibi, aynı zamanda Kentdaş (citoyen)dır, Kentin adamıdır (…)”(Karl Marx, Grundrisse, s. 20)
Yani Özel Mülkiyet bile İslamdaşlığa (Komüne) bağlı olarak gelişen olgudur. Bu olgu tek İslamlıkta değil Roma Komün Kentlerinde gayet görülmüştür. Marks’ın Roma Mülkiyet İlişkilerini incelerken “AGER PUBLİCUS” dediği mülkiyet ilişkileriyle, İslamın “Mirî”biçimi benzediği tarihçil sosyal-ekonomi olarak gayet doğrudur. Yani toprak Köylüye eşitçe üleştirilerek tasarruf hakkına dayanır.
SONUÇ
Candan Badem gibi yandan demiş tarihçiler gerçekleri görmekte zorlanırlar. Klasik Marksizmin dogmalarını, formüllerini ezberleyip dururlar. İş canlı tarihe geldiğinde ise papağan gibi bunları söyleyip dururlar. İlkel sosyalist Atalarımızı, Tefeci-Bezirgân sınıfıyla eş gören bu tarih anlayışı Kıvılcımlı tarafından ağzının payı verilerek zaten susturulmuştu. Ancak bunlar hala konuşmaktan bıkmayarak aynı şeyleri tekrarlamaktadır. Burjuva metafizik ateistlerimizin Dinlerin doğuşunu, gerçekliğini ve tarihin barbarlıklarını tahlil edemediklerinden dolayı böyle anti-Marksist tezler sürmesi kabul edilebilir bir şey olmadığı için, biz Marksist-Leninistler olayları ve olguları tarihçil maddeciliğe dayanarak açıklamak görevimizdir.