Ticari sporun aktörlerinin iki yüzlülüklerine alışığız. Kendileri siyasal bir hareket ile etkileşim haline geçerken, bunu siyasetlerüstü bir olay olarak göstermek için kırk takla atarlar. Ancak siyaset yapan tribündeki insanlar olunca, yapılanın yanlış olduğu konusunda en bilgiç şekilde öğütler vererek “spora siyaset karıştırmayalım” buyururlar.
Aslında hangi alan yoktur ki siyasete karışması istenmesin? Okulda, camide, pazarda, kışlada “siyasete karışmayın” diye sopa gösterilir. Halbuki bu ortamların hepsi de siyasal bir çabanın ürünüdür. Spora siyaset bulaştırmayalım türküsünü en yüksek sesle Taksim-Gezi isyanı sonrasında duyduk. Taraftarların bir yere ait olma ihtiyacı sömürülerek yıllarca düşmanlaştırılmışlardı. Unutulan ise her evde farklı takımların, farklı siyasi partilerin, farklı bakış açılarının taraftarı olabilecek insanların birbirine düşman olamayacak kadar birbirlerine bağlı olmaları ya da olması gerektiğiydi. Taraftar olan insanlar, aynı zamanda siyasetin parçasıydılar ve ondan ayrı kalamazlardı. Yıllardır sorgulamadan yaratılan bu düşmanlık, parlemento siyasetine güvensizlikle birlikte hedef alındı ve bu düşmanlık belli bir noktada yenildi. Medyada yansıtılan parlamento siyasetinin dayatmaları yerine, taraftarlar farklı talepleri dile getirmek için birlik oldular.
Durumdan rahatsız olan spor patronları sıraya dizilerek, milyar dolarların döndüğü ticari spor sektörüne duyulan güvenin sarsılmasına karşı yine aynı şeyleri söylediler. Taraftarlar her hafta 34. dakikada “Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı ile statları inletmeye devam ediyordu. Dolayısıyla ok yaydan çıkmıştı, ancak bu tepkiyi canlı tutacak, yöneltecek, altını dolduracak araçlar gerekiyordu. Çünkü sokaklara dökülen milyonlarca insanın davranışına ket vuran bir engel vardı, parlemento siyasetine güvenmeye devam etmeleri.
“3 Temmuz” sürecinden beri bir çatışma ortamına sürüklenen Fenerbahçe taraftarları ve taraftar grupları ile “siyaset yapmayandan korkarız” diyecek kadar siyaseti benimsemiş Beşiktaş’ın Çarşı grubu başta olmak üzere bir çok taraftar grubu, Türkiye toprakları üzerindeki gelmiş geçmiş en büyük ayaklanmada “atkılarla, bayraklarla” meydanları doldurdular. Hatta Çarşı grubunun durumu öyle bir hal aldı ki, Redhack ile birlikte “siyasetlerüstü” gösterilmeye çalışılan bu eylemliliğin önderliği, yürütücülüğü bir anda onların sırtındaymış gibi bir izlenim oluştu. Bu izlenimin sonucu olarak isyanın ilk geri çekiliş evresinde iktidarın ilk saldırısı da Çarşı’nın üst kadrosuna yapıldı. Sonucunda maddenin doğası gereği Çarşı, kendilerine bu kadar fazla güvenilmesinden, başka takımların kendilerini sahiplenmesinden ve hedef gösterilmelerinden rahatsız oldular. Bu rahatsızlık çok fazla dile getirilmedi, ancak daha sonraki günlerde kendisini hissettirdi. Tabii ki saldırı Çarşı ile sınırlı kalmadı, sonrasında “bütün kötülüklerin başı” sayılan “flamalılar” yani alanda bulunan tüm siyasal partilere ve kitle örgütlerine yapıldı diğer operasyonlar. Dolayısıyla isyanın ilk başladığı günlerde insanları organize eden görünmez bağları kuran insanlar denklemden çıkarıldı ve ya takip altına alındı. Zaten güçlü olmayan bağlar, bu süreden sonra yavaşça koptu. Böylece yeni bir saldırının önü açılmış oldu: Passolig ve e-bilet…
Bugün Passolig, tribünde doğan ve politikliğe doğru evrilen sürece dur demek için yapılan bir saldırıdır. Bir fişleme, gözetleme, kontrol etme, otosansür aracıdır. Lümpen taraftarlık anlayışı bahane edilerek, her 34. dakikada atılan sloganların en kısık ses ile atılmasını sağlayacak bir araçtır. Parababalarının politika korkusudur.
Bugün Passolig ve e-bilet uygulaması, “seçimlere” kitlenmiş gündemin içinde çok fazla sorgulanmadan uygulamaya geçti. Sadece Fenerbahçe’nin uygulamaya katılmadığı, onunda “para meselesinden dolayı” dahil olmadığını hatırlatalım. Ancak bunun dışında kendileri spordaki lümpenliğin sebebi olan kulüp yöneticilerinin hepsi, tribünlerin birer miting alanı olmasından çekindikleri için bu uygulamanın içinde yer alıyorlar.
Şimdilik ticari sporda isyan öncesinde dönüş olacak gibi gözüküyor. Ancak hayat, stadın dışında da akıyor. Suyun akabileceği çok çatlak var, tabii akıtmasını bilene…