Sovyetler Birliği ve Türk Halkları Hakkında Yapılan Manipülasyonlar ve Gerçekler

PDF İzle & KaydetYazdır

Sovyetler Birliği, dünya üzerinde kurulmuş ilk İşçi Sınıfı devletidir. İşçi Sınıfı, kısa süreli 1871 Paris Komünü deneyimini yaşamasına rağmen ilk kez sınıf olarak iktidara Ekim Devrimi sayesinde gelmiştir. Dünya üzerinde ilk kez burjuvazi bir sosyal devrimle alaşağı edilerek proletarya kendisini onun yerine geçirmiştir, sosyalizmi kurmuştur. Tabiî Sovyetler Birliği gibi 70 yıllık ömründe 100’den fazla ulusu bünyesinde toplamayı başarmış bir İşçi Sınıfı devletine karşı ABD, İngiltere, Fransa, Faşist Nazi Alman Emperyalizmleri başta olmak üzere Finans-Kapitalistler’in satın alınmış kalemşörleri tarafından saldırılması, gerçeklerle ilgisiz verilerin üstelik şişirilerek öne sürülmesi ve İşçi Sınıfı’nın büyük zaferinin sonucunda kurulmuş SSCB’ye kara çalınması kaçınılmazdı.

Bu konuyla ilgili sitemizde İsveçli komünist Mario Sousa’nın 1998’de Sovyet arşivlerini esas alarak, somut belgelerle kaleme aldığı “Sovyetler Birliği Hakkında Yalanlar ve Gerçekler” isimli yazısında emperyalistlerin maskesini düşürdüğü yazısı da bulunmaktadır. [1]

CIA, İngiliz Entelijens Servisi ve Gobbels önderliğindeki Nazi Propaganda Bürosu; Sovyetler Birliği, sosyalizm ve Sosyalist Kamp hakkında yalanlar üreterek ve bunları kapitalist dünyada yaşayan halklara empoze ederek onları sosyalizmden soğutmaya ve gözlerinde Sovyetler’i şeytanlaştırmaya çalışmışlardır. Bu propagandalarında Sovyetler Birliği’nin aynı ABD, Nazi Almanyası vb. gibi “emperyalist bir ülke” olduğundan, KGB’nin CIA veya Türkiye’deki Kontrgerilla gibi illegal bir teşkilat olduğundan tutun da sosyalizm yüzünden 100 milyon gibi astronomik düzeyde insanın öldüğü/öldürüldüğü gibi uydurma gerçekler, sahte gerçekler ortaya atıldı. Benzer karapropagandalar bugün bildiğimiz gibi Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Küba Cumhuriyeti hakkında da yapılmaktadır.

Emperyalistler bu karapropagandayı yalnızca kendi ülkelerinde uygulamakla kalmadılar. Kendi yarısömürgelerinde, etkisi altına aldıkları ülkelerde bu yalanlarını savundurabilecekleri yerli işbirlikçiler bulmakta, azılı antikomünistler bulmakta hiç güçlük çekmediler. 1946’da Marshall-Truman yardımları ile başlayan süreçle 1950’de yarısömürgelik konumuna düşen ve 1952’de NATO’ya sokulan ülkemiz Türkiye ve Türk-Kürt Halkları da bu karapropagandadan nasibini aldı elbette. Buna birkaç somut örnek verelim. Örneğin Cengiz Dağcı çoğu insanımızın bildiği bir yazardır. Yazdığı “Korkunç Yıllar” isimli Sovyetler Birliği ve sosyalizme azgın bir biçimde yalan ve demagojilerle saldırdığı kitabı da oldukça bilindiktir. Ancak aynı C. Dağcı’nın İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı yıllarında Nazi Almanyası’nda “Führer”in kanatları ve koruması altında ne yaptığını çoğu insanımız bilmez. Bunun dışında Türkiye’de özellikle Alevi ve Kürt insanlarımıza yönelik katliamlarda aktif olarak rol alan, CIA’yla organize çalışan; 1 Mayıs 1977 katliamı, Ecevit suikasti, Doğan Öz’ün öldürülmesi, Kanlı Pazar (1968) ve binlerce devrimcinin öldürülmesi başta olmak üzere pek çok terör olayında imzası bulunan Kontrgerilla ve dönemin Faşist MHP’si ve Ülkü Ocakları, Sovyetler Birliği hakkındaki iftiraları bastıkları bildiriler-yayınlarda hararetle savunmuş ve bu yalanları taraftar olarak topladığı halkımıza pompalamıştır. Tabiî bu harekete taraftar olmuş-kanmış içtenlikli halkımız da, bulunduğu yoğun medya ablukasından hakikati öğrenemediğinden bu karapropagandalara aldanarak Sovyetler’e ve sosyalizme içten içe düşmanlık gütmüştür. Hele ki MHP’li Faşistlerin halkımızın milli duygularını istismar etmek için ortaya attığı bir yalan daha vardır ki; onlara göre SSCB çatısı altında bulunan altı Türki cumhuriyetin halkları “Esir Türkler”dir. Tabiî bunun da gerçekle ilişiği yoktur. Yazımızın ilereyen bölümlerinde kanıtlarıyla bahsedeceğiz ve bu demagojiyi de çürüteceğiz arkadaşlar.

Kontrgerilla’nın legal partisi MHP’nin bu tezleri elbette sadece kendi ellerinden çıkma değildi. Emrinde oldukları, onları finanse eden ve projelendiren ABD Emperyalistleri’nin tezleriydi bunlar. Sovyetler Birliği’ni ve Sovyet Türkistanı’nı parçalamak istiyorlardı Parababaları, elbette sınıfsal çıkarlarına uygun olarak. 1991 sonrası Sovyet Türkistanı’nın parçalanmasının ardından ise MHP, Turan söylemini geri plana atmıştır. ABD Emperyalizmi’ne uyumlu olarak, çünkü onlar için asıl ülkü Turan değil ABD Emperyalizmi’nin ve yerli işbirlikçilerinin esenliğidir. ABD Emperyalizmi, Sosyalist Türk cumhuriyetlerinin bir bir yıkılmasının ardından artık Türklerin birleşimine karşı çıkmaktadır. Bu yüzden onun emrindeki faşistler de ağız değiştirmiştir doğallıkla.

Zaten MHP de, CIA teorisyeni David Galula’nın ”Ayaklanmalara Karşı Koyma: Teori ve Pratik” isimli kitabındaki telkinleri doğrultusunda, NATO kamplarında eğitim almış Alparslan Türkeş tarafından kurulmuştur.

Bu grupların yanı sıra Sovyetler Birliği’nin ”Türk düşmanı” olduğu yalanı, Nazi Emperyalizmi’yle ittifak halinde olduğu belgelenmiş Hüseyin Nihal Atsız ve taraftarları tarafından da savunulmuş ve hala savunulmaktadır.

Yeri gelmişken Atsız’ın Hitler hayranlığı ve Nazi Emperyalizmi’yle iş tuttuğunun somutça ortaya konduğu belgeleri aşağıya almamız, sanıyoruz bu karapropagandaya ortak oluşlarını netçe ortaya koyacak ve zihinlerde var olan olabilecek kafa karışıklığını giderecektir:

“Hitler’e ‘merhum’ dediğim de garipsenmesin ve yine derhal faşistliğime verilmesin. Başta Moskof dostlarımız olduğu halde bunca milyon gâvur ve çıfıt öldüren bu adama merhem denmez de ne denir.” [2]

“Şehir dışındaki anayollar çok güzeldi. Bunları cennetmekân Hitler yaptırmıştı

…Bugün o şehirde yaşayan Almanlar’dan birçoğunun hâlâ Hitlerci olduğu anlaşılıyordu. Bunlar, bazı yanlışlarına rağmen Hitler’in iyi işler yaptığını söylediler. Hele bir tanesi: ‘Ben Nasyonal-Sosyalistim. Fakat her şeyden önce Alman’ım. Almanya’nın üzerine bu kadar çirkef atan bugünkülerin Allah belâsını versin’ dedi.” [3]

1940’lı yıllarda Hüseyin Nihal Atsız’ın başında olduğu Turancı hareketin Nazi işbirlikçisi olduğu ve gerektiğinde dönemin hükümeti tarafından da kullanıldığı da bilinmektedir. [4]

Bununla ilgili belgeleri paylaşalım sizlerle.

Nazi Almanyası Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye ile ilişkşlerinden sorumlu müsteşar yardımcısı Dr. Ernat Woerman, 28 Ekim 1941 tarihli raporundan birkaç bölüm:

“İrtibat subayı olarak cephede bulunan elçi Hentig, Nuri Paşa ve Pan-Turancılık ile ilgili konuları yürütmek üzere Dişişleri Bakanlığı’nda bir göreve atanmıştır.”

“Elçi Von Papen’e ayrıca Berlin’de Nuri Paşa’nın yönetiminde bir Pan-Turancılık propaganda merkezinin kurulması konusunda Türk hükümetinin tavrının ne olabileceği konusunda fikri sorulmuştur. Bu konuda henüz bir yanıt gelmemiş olup kendisi uyarılmıştır. Sayın elçi Von Papen’in bildirdiğine göre, şu anda cephe gezisine katılan General Hüsnü Emir Erkile, Pan-Turancılık hareketinin önde gelen adlarından biridir. Sayın Erkilet, cephe gezisinden sonra elçi Papen aracılığı ile beni ziyaret edecektir.”

“Nuri Paşa’nın Sovyetler Birliği’nde yaşadığı bölgelerin yönetiminin yerli Türk ve Müslüman halka verilmesini arzu etmektedir. Bu koşullarda günümüz konumunda akla ilk gelebilecek Kırım bölgesidir.”

“Nuri Paşa olarak adı geçen kişi Nuri Killigil’dir. Nazi Almanyası’ndan gelen emirleri Turancılara ileten kişidir. Nuri Paşa’nın ayrıca SS Doğu Türkistan Alayı’nın da kurucusu olduğunu hatırlatalım. Böylece Turancıların Naziler ile işbirliği içerisinde olduğu kabak gibi ortada. Peki H. Nihal Atsız kim? O da 40’lı yıllarda Turancılık hareketinin baş propaganda görevlisidir. Irkçıdır. Nazi uzantısıdır ve Alparslan Türkeş’in dava arkadaşıdır.” [5]

Bu belgeler, 1993 yılında namuslu aydınımız Uğur Mumcu tarafından ”40’ların Cadı Kazanı” isimli kitabında yayınlanmıştır. Ancak ısrarla görmezden gelinmiş ve belgeler hakkında Türkeş-Atsız taraftarları ölü taklidi yapmayı tercih etmişlerdir.

Tabiî o dönem Sosyalist Kamp’ın varlığında Pan-Turancılar, Türkistan’ı Sovyetler’den koparmak ve Sosyalist Türkistan’ı yok etmek amacı ABD ve Nazi Emperyalistleri tarafından güdüldüğü için destek görmüşlerdir. Ancak Sosyalist Kamp’ın çöküşünün ardından ABD Emperyalistleri, Türkleri parçalanmış olarak tutmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırtarak buradaki işgalle Türkiye’yle toprak bağlantısını kesmek de buna dahildir. Çünkü emperyalistlere göre bölüp parçalayıp sömürmek, birleşikken sömürmekten çok daha kolaydır. Biz de bugün tüm parçalı ulusların birliğini savunduğumuz gibi yediye parçalı Türk Ulusu’nun da birliğini savunmaktayız. Sosyalist bir Türkistan devleti çatısı altında birleşmesini savunmaktayız. Emperyalistler ise bugün buna karşılar. Onlar Türkistan’da sosyalizmin sonunu getirecek bir “burjuva Turan” istiyorlardı.

Soğuk Savaş dönemi CIA tarafından uygulanan antikomünist propaganda Latin Amerika’da Kolombiya, Bolivya, devrim öncesi Küba’dan tutun da Afrika’da devrim öncesi ve devrim dönemi Angola, Mozambik gibi ülkelerde, Ortadoğu’da özellikle Türkiye’de, Afganistan’da ve Pakistan’da uygulanmıştır. Bu karapropagandanın nasıl ve kimler tarafından yapıldığını ortaya koyduk. Şimdi gelelim gerçekleri öğrenmeye. Tek tek konu başlıklarıyla, önce konu üzerindeki manipülasyonları basitçe yazarak ardından belgelerle gerçeği ortaya koyarak sizleri bilgilendireceğiz. Ana konumuz Sovyetler Birliği ve Türk Halkları arasındaki ilişki olduğu için ve amacımız Türkiye insanına bunu doğruları anlatmak olduğu için, temel bu noktada şekillenecektir.

Sovyetler Birliği’nin “Türklere soykırım uyguladığı” yalanını ne yazık ki hararetle savunan içtenlikli insanlarımızın temel dayanağı “Tarih Türklerde Başlar” isimli antikomünist internet sitesidir. Bunun dışında üniversitelere atama yolu ile gelen antikomünist ve burjuva dünya görüşüne sahip rektörler, kallavi profesörler aynı minvalde raporlar kaleme alıp bunları gençlerimizin önüne sunmuş veya internette yayınlamıştır. Tabiî orada yer alan bilgilerin de herhangi bir somut dayanağı bulunmamaktadır. Bu kişiler, bu türden yalanları topluma pompalama cesaretini daha önceden yapılmış karapropagandanın başarısına güvenerek yapmaktadır. Çoğu zihinde Sovyetler çoktan şeytanlaştığından, insanlarımız bu konuda kaynak dahi arama girişiminde bulunmamaktadır.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN SOYKIRIMA UĞRATTIĞI TÜRKLER” YALANI

Tarih Türklerde Başlar internet adresinde zırvalanan yalanları önce buraya aktaralım ardından konunun doğrusunu öğrenelim. “Sovyet Sosyalist Soykırımlar Birliği” [6] isimli yazıda Sovyetler Birliği’nin sadece Türklere değil pek çok halka yönelik soykırım uyguladığı belirtilmektedir. Ancak bizim odak noktamız Türklerle ilgili olan soykırım ve katliam iddiaları olduğundan şimdilik Laponların ve Polonyalıların uğratıldığı iddia edilen soykırım yalanlarını es geçiyoruz.

Sırayla aktaralım:

“A – Ahıska Türkleri soykırımı: Öz be öz Türk olan Ahıska Türkleri’nin 2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte yerleşik olduğu yerlerden sürülerek uğratıldıkları soykırımdır. Yerlerinden yurtlarından edilip Sovyet Rusya’nın dörtbir yanına dağıtılan Ahıska Türkleri’nin çok az bir kısmı günümüze ulaşabilmişlerdir. 1 milyon Ahıska Türk’ü bu soykırımda katledilmiştir.

B- Kırım-Tatar Türkleri soykırımı: Kırım Tatarlarının Nazi Almanya ile işbirliği yapacağı düşünülerek yapılmış soykırımdır. 1.500.000 Kırım Tatar Türk’ü katledilmiştir.

(…)

D- Yakut Türkleri soykırımı: 100.000-150.000 Yakut Türkü’nün katledildiği soykırımdır.

(…)

İ- Kamuk-Altay soykırımı: Altay Türkleri’ne İkinci dünya savaşı esnasında yapılan soykırımdır. 80.000 Altay Türk’ü katledilmiştir…

(…)

L- Karaçay Türkleri soykırımı: 30.000 Karaçay Türkü’nün sürgünlerde katledildiği soykırımdır.

(…)

Anav, Afanasyevo, Andronovo, Karasuk medeniyetlerine ait tarihi bulgular da Sovyetler tarafından yok edilip gizlenmiş, böylece Öntürklerin tarihi ile ilgili bir tarih soykırımına imza atılmıştır.”

Görüldüğü gibi rakamlar oldukça astronomik ve kaynaksız, arkadaşlar. Ahıska sürgünü hala daha tartışmalara konu olan bir tarihî olaydır. Sürgün üzerine tarihî belgeler yayınlanmıştır. Bu yüzden elimizin zengin olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde Kırım Tatarları ve Karaçay-Balkarlar Türkleri’nin sürgünleriyle ilgili belgelerde bugün elimize kadar ulaşmış bulunmaktadır. Hatta bu bilgiler “Ahıska” isimli antikomünist yayınlar yapan, yazılarda kullandığı ağızdan Atsızcı olduğunu tahmin ettiğimiz site tarafından da yayınlanmıştır ancak tahrif edilmeye kalkılmıştır. Sanıyoruz bu arkadaşlar, gözlerini kör eden “Stalin düşmanlığından” belgeleri doğru dürüst oturup inceleme fırsatı bulamadılar (!).

Konuyla ilgili, TKP ismini kullanan ancak 1920’de kurulmuş Gerçek TKP ile zerrece alakası olmayan, isim hırsızlığı yaparak bu ismi kendi hareketine takan özgün ismiyle SİP grubunun yayın organı soL Haber’de konuya ilişkin ayrıntılı bir yazı yayınlanmıştı. ”Yiğidi öldür hakkını ver” diyerek yazıdaki ilgili bölümü aktarıyoruz:

“Bilmeyenler için önce kısa bir açıklama: Ahıska Türkleri Gürcistan-Türkiye sınırına yakın Ahıska kasabası ve çevresinde (Adıgön, Aspinza, Ahılkelek beldeleri) yaşayan Türkler idi. Kasım 1944’te savaşın bütün şiddetiyle sürdüğü bir sırada SSCB Devlet Savunma Komitesi kararıyla yörede yaşayan çoğu Türk, bir kısmı da Kürt ve Hemşinli (Ermeni) olan 91.095 kişi Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’a gönderildi. Dikkat edin: Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan Orta Asya’da mıdır yoksa Sibirya’da mıdır? Tabii ki Orta Asya’dadır. Fakat bizim anti-komünist koro nedense çoğu zaman Ahıska Türklerinin Sibirya’ya sürgün edildiklerinden söz eder. Bunlar deyim yerindeyse kargadan başka kuş, Sibirya’dan başka sürgün yeri tanımazlar. Tabii bu sadece bir ayrıntı. Şimdi gelelim işin özüne.” [6]

Yani arkadaşlar gördüğünüz gibi en büyük tahribat rakamlarda yapılıyor. Ortada bir soykırım veya katliam olmadığı gibi bir tehcir politikası var. Ve dikkat edelim sürülenlerin sayısı 91.095 kişi. Bunların ise tamamı Türklerden oluşmamaktadır. Bu sayının içine sürülen Kürtler ve Ermeniler de dahil. Benzer bir tehcir politikası Osmanlı Devleti tarafından 1915 yılında Ermenilere de uygulanmıştır. Bu göçün bir soykırım olduğunu hararetle savunan ABD Emperyalizmi’nin Türkiye’deki paralı askerlerine baktığınızda, 1915 Tehciri için ”soykırım” ifadesi kullanılmadığında köpürdüklerini görürsünüz. Ancak aynı tarihi haksızlığı Sovyetler Birliği’ne karşı uygularken bunu hiç göz önüne almıyorlar. Allah korusun insanlarımız gerçeği kavrar da Sovyetler’e sempati beslemeye başlar veya komünist filan olur (!) Böyle kutsal bir amaç uğruna, antikomünizm uğruna, yapılan her türlü yalan haber ve karapropaganda helal değil mi? Parababaları sözcülerine göre şüphesiz öyle. Çünkü sosyalizm demek bu Parababalarının sonu anlamına gelmektedir. Ahıska Sürgünü görüldüğü gibi antikomünistlerin iddia ettiği gibi Sibirya’ya (Türklerin vatanından uzağa) değil, veya SSCB’nin dört bir yanına değil; Türklerin özbeöz vatanı olan Orta Asya’ya gerçekleşiyor. Hatta Kırgız ve Kazak Türkleri’nin yanına gerçekleşiyor. Peki sormak gerekir sizce Ahıska Türkleri asimile edilmek için sürgün edilseydi kendi ulusundan bir halkın yanına, kendi soydaşlarının yanına sürgün edilir miydi? Şüphesiz hayır.

Devam ediyor SİP’in yayın organındaki yazı:

“Sovyet ordusu ve Sovyet halkları yalnızca faşist düzenli ordu birlikleriyle savaşmadılar. Aynı zamanda faşistlerin cephe gerisinde örgütledikleri veya yardım ettikleri çetelerle, sabotajcılarla, asker kaçaklarıyla ve bizzat faşistlerin savaş esirlerinden kurdukları birliklerle savaştılar. Bunlarla savaş için Sovyet ordusu ciddi miktarda birliklerini cephe gerisinde tutmak zorunda kalıyordu. Tüm Avrupa’da olduğu gibi SSCB içinde de Hitler’in çok geniş bir beşinci kol ağı ve faaliyeti vardı. Bu faaliyetlerin hedefinde Sovyet düşmanı burjuva milliyetçileri ile işbirliği yapmak vardı. Göbbels’in propaganda makinesi bunlara sahte vaatler dağıtıyordu. Nazi savaş makinesi ise bu boş vaatler yanında cephe gerisine uçaklarla gayet somut silahlar, mühimmat vb dağıtıyordu. İşte bu faaliyetlerin en yoğun olduğu yer Kuzey Kafkasya idi çünkü burada zaten tarihsel bir Rus düşmanlığı ve anti-Sovyetizm vardı. Burada çok sayıda asker kaçağı ve silahlı çeteler vardı. Ayrıca Sovyet kurumlarına karşı ekonomik sabotaj had safhada idi. Nazi savaş makinesi için bundan daha önemli bir sebep daha vardı: Bakü ve Grozni petrolü. O sırada tüm Sovyet yakıt tüketiminin üçte ikisini bu bölge karşılıyordu. Faşistler hem bu petrole ulaşmak hem de SSCB’yi bu kaynaktan mahrum bırakmak istiyorlardı. Cephe gerisinde ise Kizlar-Astrahan ve Mahaçkale-Grozni-Pyatigorsk-Armavir demiryolu hatları stratejik olarak çok önem kazanmıştı ve faşistler beşinci kolun bu hatları sabote etmesini istiyorlardı.” (agy)

Görüldüğü gibi Faşist Nazi Emperyalizmi’yle işbirliğine giden sınırda yaşayan bazı halkların olduğu gerçeği ortadayken ve bunun SSCB için bir tehlike oluşturacağı açıkça ortadayken Stalin ve Sovyetler Birliği ne yapmalıydı? Antikomünist yalan makinelerimize kalırsa göç politikası uygulamamalı ve Nazi’lerin Sovyet Türkistanı’nı işgal etmesine göz yummalıydı (!).

Ahıska Türkleri, nadir olarak fire vermekle beraber çoğunlukla sosyalist anavatana, SSCB’ye bağlı kalmış bir halktır. Şimdi neden sürgüne maruz kaldıklarına dair bölüme geliniyor yazıda:

“Öte yandan SSCB için tek tehlike bu beşinci kol faaliyetleri değildi. Aynı zamanda sınırdaki Türkiye ve İran da çok kaygı veriyordu. Özellikle Türkiye sözde tarafsız olmakla birlikte pratikte Alman müttefiki gibi hareket ediyordu. İnönü rejimi SSCB ile 1925 yılında imzalanmış olan dostluk antlaşmasına ihanet etmişti. El altından Almanya’ya krom gönderiyor, Alman gemilerinin ve denizaltılarının Boğaz’dan geçmesine izin veriyordu. İçeride yerli faşistler kudurmuştu. SSCB haklı olarak Türkiye’nin her an faşist Almanya’nın yanında SSCB’ye karşı savaşa girmesinden korkuyordu. İşte Kafkasya’daki stratejik mücadele ve Sovyet cephe gerisinin buradaki zayıflığı ile Türkiye’nin düşmanca politikası yüzünden Kafkas cephesi komutanlığı sınıra yakın yaşayan Türklerin potansiyel tehdidinden korkarak başkomutan Stalin’den sürekli onları göç ettirme izni istiyordu. Stalin ve Kızılordu genelkurmayı nihayet Kasım 1944’te bunun gerekli olduğuna karar verdi. Çünkü 1944 yazı beşinci kol faaliyetlerinin ve sabotajlarının zirvesi olmuştu. Ahıska cepheye uzak olmakla birlikte Türkiye’ye yakındı. Şimdi kendimizi Stalin’in ve Kızılordu genelkurmayının yerine koyalım ve düşünelim: Türkiye’nin saldırması durumunda Ahıska Türkleri ne yapacaklardı? Kendi devletlerini mi tutacaklardı yoksa soydaşlarını ve dindaşlarını mı? İster istemez bir tercih yapmak durumunda kalmayacaklar mıydı? Onları yerinde bırakmak ve böylesi bir tercihe zorlamak doğru olur muydu? Onları böyle bir duruma düşmekten kurtarmanın sürgünden başka bir yolu var mıydı? Potansiyel cephe hattından uzaklaştırılmak onlar için de daha iyi değil miydi?” (agy)

Görüldüğü gibi öne sürülen gerekçelerle de anlaşılabileceği gibi göç kararı meşru ve mantıklı bir politik karardır. Tabiî İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı’nın ağır koşulları nedeniyle doğal kayıplar ve salgın veya önlenebilir hastalıklardan ölümler de normalin üzerinde olmuştur. Bunu da göz ardı etmemek gerekir. Ancak soykırım iddiasında bulunmak için tabir-i caizse bağnaz olmak, tarihi gerçekliğe kör olmak gerekir. Bunun dışında Nazi Emperyalistleri, Doğu Türkistan’da faaliyet gösteren ajan ve sabotajcılarıyla, kurduğu SS Tugayları ile Türk Halkları’nı antifaşist mücadeleden koparma girişimlerinde bulunmuş ve ne yazık ki belli ölçüde başarılı da olmuştur. Bu yüzden tehcir politikası izlenmiştir. Bu gerçeğin yanı sıra Nazilerin yanında savaşan sayısı az Türklere rağmen, milyonlarca Türk kendi sosyalist anavatanları için savaşmış ve Naziler tarafından katledilerek devrim şehidi olmuştur.

Devam edelim:

“Emperyalist, liberal ve anti-komünist propagandanın gözlerden kaçırmak için çok çaba sarf ettiği bir olay da savaş sırasında ABD emperyalistlerinin de kendi vatandaşlarını zorunlu göçe tabi tutmuş olduğudur. ABD başkanı Roosevelt Japonya ile savaşın başlamasından iki ay kadar sonra 19 Şubat 1942’de ülkenin batısında yaşayan bütün Japon kökenlilerin toplama kamplarında toplanmasını emretmişti. Yaklaşık 120 bin kişi kamplarda toplamıştı. Bunların üçte ikisi ABD vatandaşı gerisi de oturma izni olan Japon vatandaşları idiler. Aynı zamanda ABD ordusundan bütün Japon kökenliler kovuldu. Fakat nedense bu olayı ABD’de ve sözde “hür dünya”da çok az kişi bilir. Ey okur sen de ilk kez duyanlardan isen kendine sor: Neden ben bunu daha önce hiç duymadım?

Diyeceksiniz ki Stalin’in savaş bahanesiyle Ahıska Türklerini soykırıma uğrattığı söyleniyor, buna ne buyrulur? El cevap: Bu konuda Nikolay Bugay adında bir antikomünist Rus tarihçi tarafından arşiv belgelerinin birçoğu yayımlanmıştır. Bu belgelerin bir kısmı Türkçeye çevrilmiş ve yine anti-komünist Bizim Ahıska dergisinde ve ahiska.org.tr sitesinde yayımlanmıştır. Belgelerden görüldüğü gibi 91 bin kişi içinden toplam 457 kişi yolda yaşamını yitirmiştir. Sürgün edilenler gittikleri yerlerde sovhozlarda ve sanayi işletmelerinde istihdam edilmiştir. Kimse aç susuz ve barınaksız bırakılmamıştır. Nitekim belgelerde zorunlu iskana tabi tutulanların bazı sorunlarından söz edilmekte ve çözümü için Beriya tedarik ve gıda sanayisinden sorumlu bakan olan Mikoyan’a emir vermektedir. Yine belgelerde özel iskana tabi tutulanların SSCB vatandaşı olarak kararnamede belirtilen sınırlamalar dışındaki bütün haklarından yararlanacakları yazılıdır. İşin ilginci bizim antikomünistler yayımladıkları belgelerin kendi tezlerini değil, bizim sosyalist tezimizi desteklediğinin farkında değildir. Bizim tezimiz şudur: Tehcirle soykırım arasındaki en önemli fark devletin zorunlu iskana tabi tuttuğu vatandaşlarının yolda ve gittikleri yerlerde can güvenliğini ve yaşamaları için gerekli asgari koşulları (barınak, yiyecek vb…) sağlayıp sağlamadığıdır. İşte Sovyet devleti o zamanki savaş koşulları içinde çok az bir kayıpla bunu sağlamıştır.“(agy)

Görüldüğü gibi başta Ahıska Sürgünü olmak üzere diğer Türk göçlerinde milyonları bulan astronomik rakamlar kullanılmakta, ancak bunlar asla gerçeği yansıtmamaktadır. Zira 91.095 kişinin sürüldüğü bir göçte 1 milyon kişinin ölmesi mümkün değildir. Görüldüğü gibi gerçek rakam 457’dir ve ağır savaş ve göç koşulları dolayısıyla gerçekleşmiş ölümlerdir. Tabiî o dönemi yaşamış büyüklerimizin acıları rakamlarla tarif edilemez. Muhakkak büyük acılar yaşanmıştır. Ve onları anlamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Ancak bu bahsettiğimiz yalan argümanlar üzerinden sosyalizme saldırmak aymazlıktır, yalancılıktır, iftiracılıktır, ikiyüzlülüktür ve şeref yoksunluğudur.

Tüm bu gerçeklerin yanı sıra aslında Türkleri soykırıma uğratan Sovyetler Birliği değil, Nazilerin kendisidir.

Nazi Faşistleri, 1000 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı sırasında toplama kamplarında katledilmiştir: 

“21 Haziran 2005 tarihinde CHP milletvekili Fahrettin Üstün, dönemin dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e “İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi kamplarında kaç Türk vatandaşı alıkonulmuştur. Nazi kamplarında esir alınan Türklerin kaçı öldürülmüştür” sorularını içeren yazılı soru önergesi verdi. Gül, Üstün’ün önergesine verdiği yanıtta şöyle dedi: “Örneğin, Berlin Hür Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof. Wolfgang Wippermann ve Prof. Gerhard Baader’e sunulan ve Mirjam Schmidt tarafından hazırlanan, ‘Die Turkei und der Holocaust’ isimli tezin 128. sayfasında, Almanya sınırları dahilinde Nazilerce katledilen Türk asıllıların sayısının 1000 civarında olduğu belirtilmektedir.” [7]

Bunun yanı sıra Türkistan başta gelmek üzere Sovyetler Birliği’ni işgal etmek amacında olan Hitler’e karşı yüzbinlerce, milyonlarca Türk kendi anavatanı olan Sosyalist Türkistan’ı korumak için Kızıl Ordu’ya katılarak kahramanca çarpışmıştır. 

Nazi Almanyası, savaş boyunca 7 milyon Sovyet vatandaşını esir almıştır. Bunlardan 1,7 milyonu ise Türktür. Bu Türk esirlerin büyük bölümü açlıktan ve soğuktan ölmüş, ölüme terkedilmiştir. 1,5 milyon Özbek Türk’ü Kızıl Ordu saflarında Hitler’e ve Nazi Faşistleri’ne karşı savaşmıştı. Faşistler, kendi anavatanını kurtarmak için cepheye koşan yarım milyona yakın Özbek Türkü’nü katlettiler. Kazakistan az nüfusuna rağmen 360 bin kişiyle savaşa katılmış ve 80 bin devrimci Kazak Türk’ü Naziler tarafından katledilerek halkların davasına ve yüreklerine gömülmüştü. Azerbaycan Türkleri ve Tatarlar da savaşa aktif katılım göstermişler ve Sovyetler Birliği için, Azerbaycan SSC için savaşmışlardır. Sovyetler Birliği Kızıl Ordusu’nda 600 binden fazla Azeri Türkü savaşmış ve bunların 300 bini ise devrim şehidi olarak halkının kalbine gömülmüştü. İşte asıl soykırım budur. Nazi Alman Emperyalistleri, sayısı neredeyse 2 milyonu bulacak kadar Türk insanını katletmişlerdi. Naziler kuşku götürmez biçimde Türk Ulusu’nu soykırıma uğratmıştı. Savaş boyunca 130 Azerbaycanlı devrim savaşçısı “Sovyetler Birliği Kahramanı” ödülünü aldı. [8]

Bugünkü Azerbaycan Cumhuriyeti’nde bile 9 Mayıs Zafer Günü törenlerle her yıl düzenli olarak kutlanmaktadır. [9]

TARİH SKOLASTİĞİNİ SINIF KÖRLÜĞÜ PİSLİĞİ İLE YİYİŞ: “ESİR TÜRKLER

Gelelim ABD’den ithal ettiği anti-Sovyet karapropagandasını halkımıza yedirmek amacında olan art niyetli kişilerin bir başka zırva tezine. Onlara göre Kazakistan SSC, Kırgızistan SSC, Azerbaycan SSC, Türkmenistan SSC ve Özbekistan SSC’de yaşayan, Sosyalist Türkistan’da yaşayan Türkler, “esir Türkler”miş. Bizim gibi Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân zulmü altında inleyen bir ülkenin insanları esir olmuyor da, kendi kollektif çiftliklerini, kamu yararına açılmış tesislerini ve devlet fabrikalarını kurmuş, artıdeğer sömürüsüne son vermiş ve kendi sömürücülerini başından atmış, sosyalizmde yaşıyan Türk Halkları esir oluyormuş. Kargaları bile güldürür bu türden bir zıvalama. Bu art niyetli kişilerin kastettiği sanıyoruz bu Türki halkların “Rus hegemonyası” veya “Sovyet emperyalizmi”nin yönetimi altına girdiğidir. İddiayı bu şekilde kabul ederek, bunu çürütmek de bizim boynumuzun borcudur. Bu yüzden Ekim Devrimi’ne müteakip olarak Türkistan’da gerçekleşen Demokratik Halk Devrimleri’ne de kısaca değinmemiz gerekmektedir. Zira Türkistan Halkı’nın kanla kazandığı antiemperyalist, antifeodal, antişovenist devrim mücadelesi yine aynı art niyetli kişilikler tarafından “Sovyet işgali” denilerek adlandırılmaktadır. Bunun içi boş bir iddia olduğunu, saf niyetler taşımayan bir algı operasyonu olduğunu, gerçeği yansıtmadığını ortaya koyalım.

Öncelikle Sovyetler Birliği; sosyalist bir ülkedir. Yani kuruluşundan itibaren, bir dönemki NEP politikası haricinde, özellikle 1930’lu yıllarla birlikte kamu mülkiyetinin öne çıktığı, burjuvazinin mülksüzleştirilerek ortadan kaldırıldığı, İşçi Sınıfı ve emekçi halkın artıdeğerine el konularak sömürülmediği bir ülkedir. Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşamasıdır, Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle “geberen” kapitalizmdir. Kapitalizmin olmadığı yerde emperyalizm olmaz. SSCB’nin emperyalist olarak yaftalanması o yüzden en basitinden maddenin tabiatına aykırıdır. Sovyet Kızıl Ordusu’nun bazı ülkelerdeki devrimcilerle el ele vererek oradaki burjuva diktatörlüklerini devirmesi, emperyalist bir politika değildir. Keza Kızıl Ordu’nun amacı onları ”Rus boyunduruğu” altına almak da değil, sosyalizmin yayılarak-büyüyerek komünizme doğru gitmesidir, yani insanlığın tek bir sosyalist aile olmasının yolunu açmaktır. Oradaki halkın başından sömürücülerini atmasına yardımcı olmaktır. Bu politika, tabiî ki emperyalist işgallerle bir tutulamaz. ABD’nin Irak, Libya, Suriye, Afganistan, Yugoslavya işgallerinden sonra halkın haline bakılmasının ardından Sovyetler Birliği’nin bölgedeki devrimcileri desteklediği zamanların Afganistan’ına, Doğu Almanya’sına, Polonya’sına, Macaristan’ınına, Bulgaristan’ınına, Çekoslovakya’sına bakılması aradaki farkı anlamak için yeterlidir. SSCB, hangi devrimci iktidara yardıma-desteğe koştuğunda halkın kanını dökmüştür? Kızıl Ordu’nun tek derdi gerici isyanlarla, halk düşmanlarıyla, faşistlerle olmuştur. Bu türden bir devrimci politikayla emperyalist işgalleri bir tutmak gafillik değilse hainliktir.

Gelelim Türkistan devrimlerine; Türk Bolşevik Mirsaid Sultangaliyev komutasındaki sayısı 50 bin kişiye yaklaşan Müslüman Kızıl Ordu, Ekim Devrimi’nde aktif görev almıştı. Rusya ve Türkistan’ın sekiz emperyalist ülkenin saldırıları ve Beyaz Terör’le baş etmesi ve sosyalistleşmesinde büyük rol üstlenmişti. Sultangaliyev dışında Tataristan bölgesinden Galimcan İbrahimov, Kırım bölgesinden Veli İbrahimov, Kazakistan bölgesinden Turar Rıskılov ve İsmail Sadvokasov, Dağıstan bölgesinden Necmettin Samurski, Azerbaycan bölgesinden Neriman Nerimanov, Türkistan bölgesinden Feyzullah Hocayev ve Ekmel İkramov ve Anadolu’dan Mustafa Suphi gibi Türk Bolşevikleri, devrimci önderler de Ekim Devrimi’nde büyük görev üstlendiler.

Türkistan ve Ermenistan burjuvazileri, Rus İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte imparatorluktan bağımsızlaşmış ve kısa süreli hükümetler kurmuşlardı. Ancak Ekim Devrimi’nin sosyalizm dalgası bu ülkelere de sıçramıştı. Ermeni ve Türk Bolşevikler, Türkistan ve Ermenistan’daki burjuva hükümetlere karşı savaşarak buralarda da İşçi Sınıfı’nın zaferini ilan ederek, Sovyetler Birliği’ne katıldılar. Sovyet Kızıl Ordusu ve Rus Bolşevikler, Türkistan’daki Demokratik Halk Devrimi’nde özellikle devrimci Türk subaylarına destek vererek, Ermenistan’daki Demokratik Halk Devrimi’nde ise hükümetle savaşan Ermeni komünistlerini destekleyerek devrimin başarılmasını sağladı. 1922’de Rusya SSC, Ermenistan SSC ve Türkistan SSC’leri ile de birleşerek Sovyetler Birliği’ni oluşturmuş oldu. Tabiî Türkistan’daki devrimlerde Kahraman Türk Halkları ve onların bağrından yetişen yiğit Türk Bolşeviklerinin büyük emeği vardır. Türkistan Devrimi, sosyalist cumhuriyetlere evrilmesinin ardından Anadolu’daki Birinci Kuvayimilliyecilerin başlattığı Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşımız’la da dayanıştı. Sovyetler Birliği, TBMM Hükûmeti’ne ve Mustafa Kemal’e yardım ederek Türkiye’nin tam bağımsız bir ülke olmasını ve işgalci emperyalistleri ülkesinden kovmasını sağladı.

Bunun yanı sıra şunu da belirtelim; karapropagandacıların Sovyetler Birliği’nin sömürgeleştirdiğini iddia ettiği Türkistan, Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan ve Baltık ülkeleri 1991’de yüksek oranlarda ”birliğin korunması” yönünde oy vermişti. Hele ki Türkistan’daki Türki SSC’lerin hepsinde %90 üzerinde “birliğin korunması” oyları çıktı:

Ne esaretsever (!) bir milletmiş bu Türkler, değil mi? Gerçekten esareti sevdiği için mi Türk Ulusu, SSCB’nin korunmasını istemişti? Buna cevap niteliğinde Mustafa Kemal’in bir sözünü hatırlayalım: “Biz Türkler tarih boyunca bağımsızlık ve özgürlüğe timsal olmuş bir milletiz.” Türkistan Türkleri de şüphesiz bağımsızlıklarına Anadolu Türkleri kadar düşkündüler. Bu yönde oy vermeleri sanıyoruz kimseye esir ve bağımlı olmadıklarındandır. Tabiî bazı dar kafalar bu gerçeği anlamamakta ısrar edecektir.

Sputnik Rusya’nın 2016 yılında yaptırdığı ankete göre halklar SSCB dönemini özlemektedir ve Türk Halkları’nda da aynı özlem bulunmaktadır:

“Sputnik Görüşler projesi kapsamında gerçekleştirilen araştırmaya göre, 11 eski Sovyet cumhuriyetinden 9’unda 35 yaş üstü katılımcılar, Sovyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından önce yaşam kalitesinin daha iyi olduğunu düşünüyor.

…Ülkelerin hemen hepsinde 35 yaş üstü sakinlerin çoğu SSCB dağılmadan önce hayatın daha iyi olduğunu düşünüyor: Ermenistan’da bu görüşü paylaşanların oranı yüzde 71 (bu görüşe  katılmayanların oranı ise sadece yüzde 23), Azerbaycan’da yüzde 69 (katılmayanların oranı yüzde 29), Rusya’da yüzde 64 (yüzde 28), Kazakistan’da yüzde 61 (yüzde 27), Ukrayna’da yüzde 60 (yüzde 23), Moldova’da yüzde 60 (yüzde 32), Kırgızistan’da yüzde 60 (yüzde 30), Belarus’ta yüzde 53 (yüzde 28), Gürcistan’da yüzde 51 (yüzde 46) oldu. Sadece Tacikistan (yüzde 39 – yüzde 55) ve Özbekistan’da (yüzde 4-yüzde 91) 35 yaş üstü anket katılımcıları SSCB’nin  dağılmasının ardından hayatın daha iyi olduğu görüşünde.” [10]

Görüldüğü gibi Türk Halkları’nın çoğunluğu bile bugün SSCB’yi özlemektedir. Sadece Özbekistan’da bunun aksi bir durum vardır. Bunu da hem Özbek sosyalizminin istenilen başarıyı yakalamamasına bağlayabiliriz, ancak 1991’den beri değişen rakamlara bakılırsa anlaşılan karapropagandanın etkisi burada diğer Türki cumhuriyetlerden oldukça fazla. Azerbaycan’da SSCB’yi geri isteyenlerin bu denli çok olması ise ders niteliğinde.

Tüm bunların yanı sıra 9 Mayıs 1945’teki Büyük Antifaşist Zafer’in simgesi haline gelmiş olan Berlin’e Kızıl Bayrağın dikildiği meşhur fotoğrafta bayrağı diken Sovyet askeri Abdülhakim İsmailov, Dağıstanlı bir Türktü. Bu durum da, bu büyük zaferin Rus Ulusu’nun olduğu kadar Türk Ulusu’nun da, tüm Sovyet Halkları’nın da hatta faşizmin ezilmesinin önemi bakımından tüm dünya halklarının da zaferi olduğunu kanıtlamaktadır.

Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve Sovyet Türkistanı’nın parçalanmasının ardından Ulusal-Uluslararası Parababaları Türk Halkları’nın savaşarak elde ettiği ekonomik-siyasal haklarına saldırı başlatmıştır. Bunun en yakıcı örneği geçtiğimiz aylarda Türkmenistan’da yaşanmıştır:

“Türkmenistan Devlet Başkanı Gurbangül Berdimuhamedov’un bugün imzaladığı düzenleme ile doğal gaz, elektrik ve su artık ücretsiz sağlanmayacak.

Türkmenistan’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözüldüğü 1991 yılına kadar  elektrik, su ve doğal gaz gibi temel tüketim maddeleri neredeyse ücretsiz sağlanırken, zengin doğal gaz yataklarına sahip ülke 1993’den itibaren bu hizmetleri tamamen ücretsiz karşılıyordu.

‘SERBEST PİYASA İLE BÜTÜNLEŞİLİYOR’

İhraç edilen enerji ürünlerinin fiyatlarının düşmesi üzerine son yıllarda ücretsiz sağlanan hizmetlerde miktarlar azaltılmaya ve ek ücretler talep edilmeye başlanmıştı.

Berdimuhamedov, yılbaşında yürürlüğe girecek olan uygulama ile serbest piyasa ekonomisine geçişte “önemli bir adım” atılacağını öne sürüyor.

ÜCRETLENDİRME ÖNCEDEN BAŞLAMIŞTI

Berdimuhamedov’un iktidara geldiği 2006 yılından bu yana  petrol fiyatları arttırılırken un ve et için verilen yardımlar da azaltıldı. Kişi başına sağlanan 35 kWh’lik bedava elektrik 2013 yılında 25 kWh’a indirilmişti.

Yüksek işsizlikle boğuşan ülkede yeni uygulama ile bir kişinin yaşaması için gerekli minimum tutar ortalama ücretin üzerine çıkacak.” [11]

Aktarıldığı gibi Parababaları, Sovyetler’in çözülüşünden sonra Türkmen Türkü Halkı’nın bu haklarını kerte kerte budayarak en sonunda tamamen elinden almıştır.

Bunun dışında gerçeği yansıtmayan bir iddia da, Sovyet Türkistan’ında yaşayan halkların Ruslaştırılmaya”, “asimile edilmeye” çalışıldıkları yalanıdır.

Bu zırvayı çürütmek için birkaç belge ve bilgi aktarmamız yeterli olacaktır.

Sovyetler Birliği’nde eğitim tamamen ücretsiz, anadilde, laik, demokratik ve eşitti. Bu ücretsiz eğitim hakkı, anayasa ile garanti altına alınmıştı. Sovyetler Birliği’nde anadilde eğitim zorunlu hale getirilmişti. Yani bırakın Türk Halkları’nın asimile edilmesini, Ruslaştırılmasını (!), onların Türkçe eğitim görmek zorunluydu. Bunun dışında zaten böyle bir asimilasyon politikasının olması mümkün değildir. SSCB, Rus Ulusu’nun diğer uluslara hükmettiği ve onları ezdiği bir birlik değildir. Bu bir karapropagandadan ibarettir. Ulusal sorun sosyalizmde çözüme kavuşturulmuştur. Birlikteki halklar birbirleriyle kardeşçe yaşar hale gelmiştir. Her Sovyet cumhuriyetinin kendi içinde karar alma ve yönetim mekanizmaları vardır. (Sovyetler Birliği 1936 Anayasası)

Ancak yine de şunu da es geçmeyelim; birlikteki tüm cumhuriyetleri ve komünist partileri bünyesinde toplayan Sovyetler Birliği Komünist Partisi resmi yazışmalarda ve devlet işlerinde de facto resmi dil olarak Rusça kullanılmıştır.

Halkların kardeşçe yaşamış olmasını da çarpıcı bir şekilde örneklendirelim ki dayanaksız konuşmuş olmayalım: 1974 yılında Bakü Parlemento binasında bir devre arızasından dolayı küçük bir yangın çıkar ve binanın arka kısmı hasar alır. Yangın tüm binaya yayılmadan durdurulur ve binanın onarımı ve restorasyonu için bütün masrafları, Ermeni Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti karşılar. Buna karşılık Azeri Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Ermenistan’a aşağıdaki resimdeki “Özgürlük ve Dostluk” anıtını yaptırarak hediye eder. Günümüzde etnik kimliklerden dolayı kanlı bıçaklı olan bu milletler, bir zamanlar kardeş gibi yaşarlardı. Halbuki görüldüğü üzere bugün boğaz boğaza olan Ermenistan ve Azerbaycan, sosyalizmde kardeşçe yaşamasını bilmiştir. Demek ki halklar arasındaki bu boğazlaşmaları örgütleyen Parababalarıdır.

”SOVYETLER, KURTULUŞ SAVAŞI’NA KARA KAŞIMIZ KARA GÖZÜMÜZ İÇİN Mİ YARDIM ETTİ!”

Türkiye ve Sovyetler Birliği, Birinci Kuvayimilliyeciler ve Bolşevikler, Mustafa Kemal ve Lenin… Bu iki güç, vatanlarına emperyalistlerin azgınca saldırmasına karşı birbirleriyle dayanışarak kurtuluşlarını sağladılar. Beraberce ortak Antiemperyalist Doğu Cephesi’ni ördüler.

Sovyetler Birliği’nin Türk Kurtuluş Savaşı’na yolladığı yardımları ve desteğini aktaralım:

“39.000 tüfek, 327 makineli tüfek, 54 top, 63 milyon fişek, 147.000 top mermisi, 2 avcı botu, 4.000 el bombası, 1.500 kılıç, 20.000 gaz maskesi ve 125.000 TL değerinde altın yardımı yapılmıştır. Elbette yardımlar bununla sınırlı değildi 1921 yılında da Nisan, Mayıs ve Kasım aylarında üç parti şeklinde toplamda 6.500.000 altın ruble yardımı yapılmıştır. Sovyetlerin bu süre zarfında verdiği altın ruble yardımı toplamda 17.500.000 rubleyi bulmuştur.” [12]

Peki sorulacaktır “Sovyetler Birliği yardım etmesine etti de, kara kaşımız kara gözümüz için mi yardım etti!” şeklinde.

Elbette kara kaşımız, kara gözümüz için değildi bu yardım. Ancak emperyalist ülkelerin yapacağı cinsten tamamiyle menfaat güdülerek yapılmış bir yardım da değildi. Buyrun neden yardım elini uzattıklarını bizzat Lenin’nden dinleyelim:

“Bir gece, Çiçerin beni Dışişleri Halk Komiserliği’ne çağırdı. Onu çalışır bir halde buldum. Masanın üzerinde bir yığın evrak ve kitap vardı.

“Vladimir İlyiç sizi görmek ve Türkiye işleri üzerine sizinle konuşmak istiyor” dedi Georgiy Vasilyeviç Çiçerin. “Artık siz işleri, yazışmaları, antlaşmaları, Türkiye tarihini öğrenmiş bulunuyorsunuz. 13 Ekim’de Türkiye’nin Güney Kafkasya Cumhuriyetleriyle imzalamış olduğu antlaşmayı, mutlaka dikkatle okuyunuz. Bu antlaşmayı Sergey Konstantinoviç Pastuhov’da bulabilirsiniz. Yarın Viladimir İlyiç’e gideceğiz. Hazır olunuz.

“Vladimir İlyiç’le bu yeni buluşmayı heyecanla bekliyordum. Nihayet bu saat gelip çattı.

“Lenin’in çalışma odasında hiçbir şey değişmemişti. Hatta iç savaş yıllarında cephedeki durumu Vladimir İlyiç’e anlattığım harita bile aynıydı. Yazı masasının üstü tam bir düzen içindeydi… Kitaplar, gerektiği an alınabilecek bir yerde ve durumda bulunuyordu… Büyük çiçek buketi yine aynı yerdeydi…

“Vladimir İlyiç yerinden kalktı, masanın arkasından çıktı, Çiçerin’le dostça selamlaştı, hal hatır sordu. Sorgu dolu gözlerle bana baktı, elimi sıktı, cesaretlendirici sıcak bir bakışla ve sempati okunan bir gülümseyişle; “Demek böyle, azizim,” dedi, “savaşı bitirdiniz, diplomat oldunuz, âlâ! Kılıcı saban haline getirdiniz! İyi ve gerekli bir iş. Lütfen oturunuz. 17’nci Ordu’yu hatırlıyorum. Ordunuz fena dövüşmedi.Şimdi size büyük bir iş veriliyor. Türkiye’de yararlı çalışacağınızı umuyorum. Türkler, ulusal kurtuluşları için savaşıyorlar. Bunun için Merkez Komitesi, askerlik işlerini bilen birisi olarak sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türkiye’yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar. Sabır bardağı taştı; gerek Doğu Halkları gerek biz emperyalist kurtlara karşı savaşıyoruz. Sovyetler Birliği, emperyalistlerle olan işini bitirdi. Onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük. Keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik. Mustafa Kemal Paşa, tabiî ki sosyalist değildir,” diyordu Lenin, “ama görülüyor ki, iyi bir örgütçü, yetenekli bir komutan, burjuva-ulusal devrimini yürütüyor. İlerici bir insan, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona yardım etmek, yani Türk Halkına yardım etmek gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk Hükümetine, Türk Halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız… İngiltere onların üzerine Yunanistan’ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bu günlerde Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara’ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye’de karşılaşacaksınızdır. Gerçi kendimiz de yoksul isek de Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk Halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır. İngiliz İşçileri ve öteki ülkelerin işçileri bize yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan Polonya’ya gönderilmekte olan silahları gemilere yüklemedikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan işçilerimiz büyük bir moral güç kazanmışlardır.

“Lenin sözlerine devam ederek; “Çarlık Rusya’sı, yüz yıllar boyunca Türkiye ile savaşmıştır,” dedi, “bu elbette halkın belleğinde derin izler bırakmıştır, bu halkın içinde Rusya’nın, Türkiye’nin amansız düşmanı olduğuna ilişkin propaganda yapılmıştır. Bütün bunlar, Türk köylüsünde, küçük ve orta mal sahiplerinde, tüccarlarda, aydınlarda ve idareci çevrelerde Ruslara karşı dostça olmayan duygular ve güvensizlik uyandırmıştır. Bilirsiniz ki, güvensizlik yavaş geçer. Bunun için de sabırlı, dikkatli, ihtiyatlı bir çalışma gerekmektedir. Eski Çarlık Rusyası ile Sovyet Rusya arasındaki ayrımı, sözle değil işle göstermek ve anlatmak gerekmektedir. Bu bizim ödevimizdir. Siz de bir elçi olarak, Sovyet Rusya’nın, Türkiye’nin işlerine karışmamak politikasının, halklarımız arasında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundasınız. Türkiye, bir köylü, bir küçükburjuva ülkesidir. Sanayisi çok azdır. Olanı da Avrupalı kapitalistlerin elindedir. İşçisi çok azdır. Bunu dikkate almak gerekmektedir. Bir kez daha tekrar ediyorum, dikkatli ve sabırlı olunuz! Hükümet temsilcileriyle, halkla konuşmalarınızda her zaman nazik ve güleryüzlü olunuz! Allah sizi kibirden korusun!”

“Lenin, bu sözleri söyleyince gülümsedi, Allah’ın bu işle elbette hiçbir ilgisi olmadığını ekledi ve sözlerine şöyle devam etti; “En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalistlerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına karışmama durumumuzu, açıklayınız! İşte sizin ödeviniz!.. Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim; en kuvvetli bir olasılıkla silah yardımında bulunacağız. Gerekirse başka şeyler de veririz.

“Dil öğreniniz. Basit insanlarla, toplumda tanınan insanlarla sık görüşünüz, Çarlık rejiminin elçileri gibi kendinizi, çitlerle, kale duvarlarıyla emekçi halktan ayırmayınız! Çarlık elçileri, büyük vezirleri, memurları rüşvetle satın alıyorlardı. Bu, bizim işimiz değildir. Biz halkla dostluk kurmalıyız.”

“Lenin bir aralık; “Ailenizle mi gidiyorsunuz?” diye sordu. “Bu çok iyi. Çocuklarınıza Türkçe öğretiniz, sizin de öğrenmeniz gerek… Bu çok önemlidir.”

“Lenin veda sırasında elimi sıktı, bana iyi yolculuklar diledi.

“Bu, Lenin’le son karşılaşmamdı. Bir daha onu görmek kısmet olmadı.” [13]

Görüldüğü gibi Lenin, Ulusal Kurtuluş Savaşları’nın desteklenmesi gerektiğini önemle vurguluyor. Zaten Lenin Usta, ”Ulusal Sorunda Pratik Olma” adlı eserinde ezilen ulus burjuvazisinin ezen ulus burjuvazisine karşı vereceği antiemperyalist savaşın destekleneceğinden bahseder. Burada da bunu pratiğe döküyor. Mustafa Kemal’e sosyalist olduğu için değil, antiemperyalist olduğu için destek verdiğini söylüyor.

Peki Mustafa Kemal ne diyor, Lenin ve Sovyetler Birliği hakkında:

“Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve samimi en önce teslim ederek bize barışma elini uzatan Rus Şuralar (Sovyetler) Cumhuriyeti ile kardeşçe bağlarımızın sağlamlaştırılması, dış siyasetimizin esasıdır.

“Fakat varlığımıza sataşan (tasallut eden) bütün Batı dünyası, Amerika da içinde olduğu halde, tabiatıyla büyük bir kuvvet teşkil ediyor.” [14]

“Mustafa Kemal, V. İ. Lenin’e yazdığı 10 Nisan 1922 tarihli kişisel mektubunda Türk halkının Sovyet Rusya’ya saygı ve yakınlık duygularını belirterek şöyle demekteydi: “ Daha önce olduğu gibi Rusya’yla dostluk Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetinin politikasına temeldir ve süreklidir. İçinde bulunduğumuz zamanda, emperyalist ve kapitalist devletlerin başvurmaya başladıkları yeni yöntemlere karşı, ülkelerimizin güçlerini her zamankinden daha çok birleştirmeleri gerektiği kanısındayım. Rusya’nın bize pek çok kez gösterdiği yardım, gözümüzde özel bir önem kazanmaktadır.” [15]

“Eğer Rusya’nın yardımı olmasaydı Yeni Türkiye’nin İngiliz-Fransız ve Yunan Müdahalecilere karşı zaferi ya bugünküyle karşılaştırılamaz ölçüde büyük kurbanlar pahasına elde edilirdi ya da hatta büsbütün olanaksız olurdu. Rusya Türkiye’ye hem manevi hem maddi bakımdan yardım etti. Ulusumuzun bu yardımı unutması bir suç olur.” [16]

İşte mesele bu kadar açık nettir arkadaşlar. Leninizm’e göre ulusal kurtuluş savaşları desteklenmelidir, işte Lenin Usta ve Sovyetler’in Kurtuluş Savaşımızı destekleme sebebi de budur. Ne kara kaş, kara göz içindir ne de Türkiye’yi Rusya’nın peyki yapmak içindir. Mustafa Kemal ve Lenin’in aktardığımız satırlarını okuduktan sonra bunun aksini idda etmek bağnazlıktır, körlüktür ve zır cahilliktir.

SSCB’nin Türkiye’ye desteği askeri alanla sınırlı kalmamış, cumhuriyetin ilanı sonrası ekonomik olarak da devam etmiştir.

“Ayrıca 1932 yılında faizsiz ve 10 yıl geri ödemeli olarak 8 milyon dolar kredi verilmiştir ve bu para Sümerbank’ın kurulmasına sermaye olarak harcanmıştır. Öte yandan 25 Mart 1967 tarihinde yani Türkiye batı bloğunda çoktan yerini aldığında Sovyetler Birliği ile bazı sanayi tesislerinin kurulumu için bir anlaşma imzalanmış ve bu anlaşma neticesinde İskenderun Demirçelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Tesisleri, Aliağa Rafinerisi ve Bandırma Sülfirik Asit Fabrikası Sovyetler Birliği sayesinde kurulmuştur.” [17]

Görüldüğü gibi Sovyetler Birliği, 1920’li ve 1930’lu yıllarda Türkiye’de onlarca fabrika kurulmasını sağlamış, Türkiye’nin ilk ağır sanayi tesislerini kurmuş ve bu tesislere-fabrikalara teknik eleman sağlamıştır. Tüm bunları yaparken Türkiye’nin haddinden fazla borçlanmasını önlemek için de ödemelerin tarım ürünleriyle yapılmasını kabul etmiştir. İşte böylesine insancıldı, şeytani gösterilmek istenen Sovyetler Birliği. Bu yüzdendir ki Mustafa Kemal ve Birinci Kuvayimilliye Devrimcileri, Batılı Emperyalistleri değil kader birliği yaptığı Sovyetler Birliği’ni kendine dost ülke seçmişti. Sovyetler ülkesinin çatısı altında Mustafa Kemal’in de bahsettiği gibi “öz bir, tarih bir, gelenek bir” kardeşlerimiz vardı.

“SOVYETLER BİRLİĞİ TÜRKİYE’DEN TOPRAK TALEP ETTİ”

Sovyetler Birliği hakkındaki karalamalar sonucu oluşan pek çok tabuyu yazının bu bölümüne dek yıkmayı başardığımızı düşünüyorum. Şimdi gelelim İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı sırasında oluşmuş bir başka tabuya; “Sovyetler Türkiye’den toprak talep etti.”

Bu da NATO’cuların, ABD Emperyalistleri’nin Türkiye bürosu olarak çalışan ajanlarının, satılık kalemşörlerinin bir kandırmacasıdır, düzmecesidir.

Konuya ilişkin olarak şöyle bir televizyon kesiti bulunmaktadır, burada aradaığımız cevaplar aktarılmaktadır:

Katkıda bulunanlar:
Aydın Direniyor’dan bir yoldaş

[1] Mario Sousa, Sovyetler Birliği Hakkında Yalanlar ve Gerçekler – Türkiye Direniyor

[2] H.Nihal Atsız – Çanakkaleye Yürüyüş ve Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi

[3] H.Nihal Atsız – 68. Vilayete Seyahat, Ötüken, 1969, s. 12

[4] Adana Direniyor’dan Berkan, Nazizim/Emperyalizm, Türkçülük/Turanizm – Türkiye Direniyor

[5] Uğur Mumcu, Kırkların Cadı Kazanı, s. 17-18-19-20, İstanbul, 3. Basım, 1993

[6] Ahıska Türklerinin sürgünü – Sol Haber

[7] Nazilerin Katlettiği Türkler – Yeniçağ Gazetesi

[8] İkinci Dünya Savaşında Türkler – Stratejik Ortak

[9] Azerbaycan’da Zafer Günü Kutlanıyor – Euroasia Daily

[10] Halklar SSCB’yi özlüyor: En yüksek oran Azerbaycan ve Ermenistan’da – ABC Gazetesi

[11] Eski Sovyet ülkesinde ücretsiz doğal gaz, su ve elektrik devri bitiyor – Olayneyseo

[12] Alptekin Müderrisoğlu, Kurtuluş Savaşının Mali Kaynakları, 1990, s.522-523

[13] Semyon İvanoviç Aralov, Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları, İş Bankası Yayınları, s. 26-29.

[14] Mustafa Kemal, Aktaran: Fethi Naci, Atatürk’ün Temel Görüşleri, s. 46

[15] A. M. Samsutdinov, Mondros’tan Lozan’a Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi, 1918-1923, Epsilon Yayınları, s. 266

[16] Yeni Rusya ve Yeni Türkiye İşbirliğinin İlk Adımları, Rusya Federasyonu’nun Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği, s. 3

[17] Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda SSCB yardımları (Faysal Göktaş) – Sol Haber

,
2 comments to “Sovyetler Birliği ve Türk Halkları Hakkında Yapılan Manipülasyonlar ve Gerçekler”
  1. Soykırım, sürgün, esaret gibi konularda, dünyada bu konularda temiz ne bir devlet, temiz bir yönetim, yada temiz bir din yoktur. Bu nedenle savunma mekanizmanız gereksiz olmuş. Karşı ithamları da kimse takmıyor zaten.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir