Dünyada “Ortodoks Marksizm” geriledi mi veya geriliyor mu?
Öncelikle, Ortodoks Marksizm nedir?
Ortodoks Marksizm ifadesini kullanan insanların çoğu, Marksizmin esasen Marks ve Engels tarafından ortaya koyulmuş klasik metinlerin mirası üzerine bir tür umacı imajı inşa etme çabasında. Ortodoks Marksizm ifadesi, Marks-Engels-Lenin külliyatının üzerine bir çivi dahi çakmayı reddeden uzlaşmaz bir dogmatizmi ifade etmek için kullanılıyor ve -eğer gerçekten varsa- bu tip insanların ideolojik pozisyonları, günümüzde Marks’ın ve Engels’in ortaya koydukları çerçevesinde proletarya sosyalizmi için mücadele yürütmekte olan devrimcilerin yaptıkları ile eş tutularak, özellikle post-Marksist/neo-Marksist devrim kaçkınları tarafından fazlasıyla suistimal edilen bir Marksizm karikatürü yaratılıyor. Baştan söylemek gerekir ki böyle bir “Ortodoks Marksizm”, ne kadar Ortodoks ise o kadar anti-Marksisttir ve Marksizm adıyla bu tip bir yaklaşımı ele alanların yaptıkları eleştiri, ne kimi aydınlarımızın kullandığı ifadeyle “Marksizmin Marksist eleştirisi” olabilir, ne de Marksizme yönelik anti-Marksist bir eleştiri olabilir. Bu olsa olsa anti-Marksist bir korkuluğa yönelik anti-Marksist bir saldırı olur, birilerinin bir takım amaçlarla kendi kendilerine gelin güvey olması anlamına gelir. Bu konuda Marksizmin tavrı ve ne olarak anlaşılması gerektiği açıktır, Samir Amin’in deyimiyle “Marks ve Engels’ten başlayan ama Lenin ve Mao’da durmayan bir Marksizm”, sürekli değişen ve gelişen maddi dünyayla uyum içerisinde somut durumun somut tahlilini yapan, Engels’in deyimiyle olguyu olduğu gibi ortaya koyan ve dünyayı anladığı ölçüde 11. Tez’de belirtildiği gibi onu değiştiren bir Marksizm.
Engels, devrimcilerin egemen sınıfla mücadele içerisinde olduğu üç esas alandan bahseder;
1) Siyasi mücadele,
2)Ekonomik mücadele,
3) İdeolojik mücadele.
1989-91 arası dönemde gerçekleşmiş olan karşı-devrimler, işçi sınıfı hareketinin bu üç alanda da birer yenilgi almasına sebebiyet vermiştir.
- SSCB ve Doğu Blokunun ortadan kalkmasıyla hem dünyanın ilk başarılı sosyalizm deneyimleri ortadan kalkmış, hem de kapitalist ülkelerde mücadele veren komünist partilerin iktidar mücadeleleri zayıflamıştır. Dolayısıyla hareket siyasi bir yenilgi almıştır.
- Bu deneyimlerin ve onların Batı burjuvazisi üzerinde hissettirdiği baskının ortadan kalkmasının bir sonucu olarak, dünyanın pek çok yerinde Karl Popper‘ın da Açık Toplum ve Düşmanları’nda kabul ettiği üzere sosyalist hareketler ve sosyalist devletlerin varlığı tarafından kabul edilmiş işçi kazanımları geri alınmaya başlanmıştır. Kimilerinin “neoliberal” olarak ifade ettiği sermaye birikim politikaları özellikle dünya kapitalizminin perifer [kenar – T.D.] ülkelerinde eskisinden daha gamsız ve umarsızca terör estirmeye başlamıştır. Dolayısıyla hareket ekonomik bir yenilgi almıştır.
- Francis Fukuyama, SSCB ve Doğu Blokunun yıkılışı üzerine Hegelci diyalektikten de güç alarak “Tarihin Sonu ve Son İnsan” kitabını yazmış, insanlığın ideolojik evrim tarihinin sonunu ve liberal demokrasilerin “komünist rejimler” üzerine mutlak zaferini ilan etmiştir. O tarihten 50 yıl önce serbest piyasanın “demode” olduğuna yönelik gelişmekte olan paradigma, bir anda sosyalizme yönelmiş ve Engels’in ölümünden 1 sene sonra Böhm-Bawerk tarafından yayınlanan Marks ve Marksist Sistemin Bitişi kitabında görüldüğü üzere burjuvazinin bıkıp usanmaksızın ilan ettiği “sosyalizmin ölümü”ne kitlelerin gözünde daha somut bir dayanak sağlamıştır. Dolayısıyla hareket, ideolojik mücadele alanında da darbe almıştır.
Hareketin aldığı yenilginin, Henri Alleg‘in deyimiyle “Büyük Geri Sıçrama”nın ardından esen gericilik rüzgarları, daha önceden sol içerisinde gelişmekte olan ve sınıf ekseninden ya da Lenin’in dediği gibi bütün devrimlerin temel sorunu olan siyasi iktidar meselesinden gitgide uzaklaşmakta olan birtakım eğilimlere filizlenme olanağı tanıdı.
“Marksizmin krizi” söylemi ortaya atıldı, bu krizi “aşmak” için başta Laclau ve Mouffe olmak üzere post-Marksizmin ve radikal demokrasinin şövalyeleri kılıçlarını kuşandılar, ve Marksizmin bünyesinde burjuvazi için tehlikeli olan ne var ise bu krizi aşacak yenilikler yapmak adına çöpe attılar. Guy Debord gibi teorisyenlerin takipçileri, Bernstein-Kautsky köklerine tutunmaya çalışan sosyal demokratlar, Bakunin‘in Marks eleştirilerini benimseyen anarşistler gibi envai çeşit solda konumlandırılan grup bu olaylardan kendisine pay çıkarma çabasına girişti. Marksist hareketlerin içerisinde kalma çabası gösterirken Sovyet geleneğinden kendisini koparmak isteyen batı solcuları -örneğin Richard Wollf– sosyalizmi iktidar perspektifinden uzak tanımlara ve keyfi, olgusallıktan uzak değerlendirmelere hapsederek ABD’nin zehirli politik atmosferine has bir sosyalizm anlayışı ortaya çıkardı. İdeolojik tasfiyecilikle somut durumların somut tahlili arasındaki farkı ayırt edemeyenler tarafından “ezilenlerin Marksizmi” gibi kavramlar türetildi. Günümüzde ise “demokratik sosyalizm” olarak ifade edilen akım çerçevesinde Democratic Socialists of America, Bernie Sanders gibi kişi ve kurumlar dünyanın en etkili emperyalist devleti olan ABD’nin siyasi arenasında boy gösteriyor.
Bütün bu gözlemler sonucunda denilebilir ki, Proleter Sosyalizm olarak ifade edilebilecek Marksist çizgi, dünya üzerindeki etkisi bakımından güç kaybetmiştir.
Burada “ama” diye sormak gerekir, “bu Marksizmin ideolojik bir güç olarak silindiği anlamına gelir mi?”
Bunun cevabının hayır olduğunu görebilmek için, öncelikle Lenin’in deyimiyle “buzu kıran ve yolu açan” Ekim Devrimi öncesinde ve esnasında komünist hareketin durumuna bakmak gerekir. Lenin döneminde 3. Enternasyonal çizgisi, dünyadaki yegane Marksist çizgi miydi? Değildi. Lenin’in ortaya koyduğu metinlerin ezici çoğunluğu da bu türden sağ ve sol sapmalara karşı polemik içerisinde gelişmiştir, ki kendisi de revizyonistlerle mücadeleye girişen ilk Marksistin Plekhanov olduğunu söyler yani çeşitli sapmalarla mücadele girişimi Lenin’i de öncelemektedir. Materyalizm ve Ampiryo-Kritisizm metni, kuantum fiziği üzerinden ampiryo kritisizm isimli bir felsefe sistemi geliştiren Mach‘ın komünist hareket içerisinde diyalektik materyalizmin yerini alması üzerine kaleme alınmış bir felsefe metnidir. “Lenin As A Philosopher” metninde Lenin’i Çarlık Rusya’nın koşullarından ötürü Marksist materyalizmi değil kaba burjuva materyalizmini benimsemekle eleştiren Pannekoek‘ün temsil ettiği bir sol komünizm akımı mevcuttu ve buna karşı Sol-Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı metni yazıldı. “Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, Devlet ve Devrim, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü” gibi metinler, 2. Enternasyonal liderlerinden ulta-emperyalizm kuramı vasıtasıyla kapitalizmin çelişkilerinin sona ereceği sonucuna ulaşan, Marksist devlet teorisini çarpıtan Kautsky’ye ve Marks-Engels’in öngörülerinin yanlış çıktığını, proletarya diktatörlüğünden vazgeçilmesi gerektiğini savunan Bernstein gibilerle ideolojik mücadele içerisinde yazılmıştır. Öyle ki Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin gericileşen çizgisini temsil eden Ebert hükümeti de o dönemde iktidar olup Rosa Luxemburg ve Karl Liebnekt‘in katline iştirak etmiştir.
O dönemle bu dönem arasındaki nesnel fark şudur; o dönem siyasi bir güç elde etmiş ya da etmek üzere olan devrimci hareket, bugün bu güce sahip olmadığı gibi tarihsel bir fırsatı da yeni tepmiş durumdadır. Dolayısıyla bu siyasi güçsüzlük, kendisini ideolojik noktada da sergilemektedir. Bugün yükselmekte olan “unortodox” sol akımların mevcudiyetinin, Marksizmin ideolojik olarak gerilemiş olmasıyla alakası ikincil bile değildir.
Bu bakımdan ABD’de yükselen demokratik sosyalist eğilimler, İspanya, Meksika ve Yunanistan gibi ülkelerde kurulan sosyal demokrat iktidarlar ve dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen benzer olay ve durumlar kendi başlarına devrimci bir öncülük teşkil etmeseler de, esasen kitlelerin sola kaymakta olan taleplerine karşı burjuvazinin aldığı refleksleri temsil ettikleri için olumlu işaretlerdir. Bundan, siyasi birer özne ve/ya kurum olarak SYRIZA ve türevi sosyal demokrat hareketlerin olumlanması veya saflarımızdaki güçler olarak görülmesi sonucu çıkmamalıdır. Bilakis vurguladığımız şey şudur ki bu örgütlenmeler doğrudan doğruya düşmana, sınıf düşmanımız olan burjuvaziye ve içinde bulunduğumuz tarihsel çağda Lenin’in Hilferding’den alarak kullandığı ifadeyle “Finans-Kapital”e aittir ve onların burjuva diktatörlüğünün içerisinde bulunduğu durumdaki ihtiyaçlarına cevap olarak ürettiği, son tahlilde onların çıkarına ve onların sistemini korumaya hizmet eden yapılanmalardır. Lakin Hegel’in de dediği gibi hakikat bütündedir, ve meselenin sadece bu yönüyle değil içerisinde bulundukları toplumsal bağlamla karşılıklı diyalektik etkileşimleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği diyalektikten nasibini almış herkesin malumudur. Burada olumlananacak olan mesele, egemen sermaye sınıfının siyasi reflekslerinin neden bu yönde şekillendiği sorusunun cevabıdır. Olumlu olan ve sırt çevirilmemesi, bilakis öncülüğün kazanılması gerekli olan olgu, kitlelerin kendi özgün sınıfsal taleplerini kapitalizmin dışına düşecek bir alternatifi tercih edecek şekilde şekillendirmesi, daha da doğrusu kitlelerin birtakım Anti-kapitalist refleksler göstermesidir. Kendine komünist diyenlerin, kitlelerin yöneldiği siyasi oluşumları haklı bir şekilde yererken, hızını alamayıp kitlelerin kapitalizme karşı gösterdiği tepkisel reflekslere de burun kıvırması, Fukuyama’ların “tarihin sonu, Marksizmin ölümü” söylemleriyle ortaya koyduğu burjuva-liberal palyaçolukla aynı eksene düşmektedir. Meseleye tarihin materyalist kavranışı ışığında yaklaşan bir zihnin meseleyi ele aldığı temel, bu ülkelerdeki proleterlerin ve diğer emekçi kitlelerin tekrardan sınıfsal taleplerini dillendiriyor ve siyasi arenaya bunları öne sürerek çıkıyor oluşlarıdır. Bu talepleri, gerçekten devrimci bir bilinç ve gerçekten devrimci bir siyasi öncülükle birleştirmek komünistlerin birincil görevidir. Lakin bu yönelen kitlelere “sosyal demokrat bunlar ya” deyip burun kıvıranlar, ideolojik ve soyut söylemler içerisinde bocalayanlar, Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde Genç Hegelcileri modellemek için kullandığı “yer çekimi fikrine bu kadar saplantılı olmaktan kurtulduğumuzda, suda boğulmaktan da kurtulacağımızı sanan cesur yürekli bir adam” örneğindeki duruma düşmekten öteye gidemeyeceklerdir.
Antalya Direniyor’dan Ege