Giriş ve bazı netleştirmeler
Bir Marksist için diyalektik materyalizmi bilmenin, kavrayabilmenin ve kullanabilmenin önemi tarif edilemez derecede büyüktür. Engels’in deyimiyle diyalektik materyalizm, her bir alanı farklı ve kendi özgün yasalarına göre ilerleyen bilimsel disiplinlerle incelenen bir bütünlük olarak maddi dünyanın ve onun gelişiminin bir sonucu olarak, bir yansıması olarak zuhur eden düşünsel varlığın “ortak hareket ve değişim” yasalarının bilimidir. Buradan da anlaşılabileceği gibi, diyalektik materyalizm, Mahir Çayan’ın deyimiyle “hareketin hareket halindeki bir doktrini olma” özelliğini Marksizme kazandıran esas unsurdur. Diyalektik materyalizm, Marks’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inde açıkça ortaya koyduğu gibi, dünyayı değiştirmek, devrimci bilinçli eylemi yani praksisi gerçekleştirmek isteyen devrimci bilinçli öznenin evreni anlama ve değiştirme, düşünce ve davranışı bir araya getirerek inkişaf etme kılavuzudur.
Kökenlerinin karşıtların birbirini var ettiğini ve her şeyin sürekli bir değişim halinde, sürekli hareket halinde ve sürekli bir parlayış ve sönüş durumunda olduğunu iddia eden Efesli Heraklitos’a, “apeuron” kavramıyla tam olarak gelişmemiş maddi bir kütlenin karşıtları sürekli bir araya getirip ayırarak –kuru ve ıslak, sıcak ve soğuk gibi- durmaksızın çelişki temelli bir harekete sebebiyet verdiğine yönelik düşünceler ortaya atan Anaksimandros’a kadar gittiği düşünülen diyalektik, Marks ve Engels’in elindeki haline en yakın şeklini idealist bir kabukla da olsa büyük Alman filozofu G. F. W. Hegel’in elinde almıştır. Bu yüzden Lenin, Marks ve Engels’in yöntemini anlamak için Hegel’in ünlü Mantık Bilimi kitabının materyalistçe kavranması gerektiğini salık verir. Hegel diyalektiği ile Marksist diyalektik arasındaki fark, Marks’ın Kapital’indeki ünlü pasajda özetlenir. Buna göre Hegel’de, bağımsız bir özne olarak bulunabilen düşünme süreci maddi gerçekliğin yaratıcısı olup, maddi gerçeklik de bu idenin görüngüsel ve dışsal bir biçimidir. Nitekim tamamen immateryalist olmayan Hegel diyalektiği, maddi gerçekliğin varlığını kendine yabancılaşan mutlak ideye bağlar. Aynı pasajın devamında kendi diyalektiğini özetlerken Marks’ın kullandığı ifadeler aşağı yukarı şöyledir:”Bana göre ise düşünme süreci, insan zihnine yansıyan ve düşünce biçimlerine dönüşen maddi dünyanın hareketlerinden başka bir şey değildir”.
Hegelci diyalektikte diyalektik gelişim süreci ide ile, tinsellikle sınırlıdır, çünkü maddi dünyayı yaratarak kendi karşıtına dönüşen ide maddi dünya formunda, ide formunda olduğu gibi özgür değildir. Marks ve Engels ustalara göre ise, düşünce sürecinin diyalektik yasalara göre ilerlemekte olmasının sebebi, onun maddi dünyanın bir sonucu olarak ortaya çıkması, algı mekanizmaları ile maddi dünyanın etkileşiminden doğan bir yansıma olarak zuhur etmesidir. Dolayısıyla diyalektik, düşünce içerisinde var olduğu gibi, ve düşünce içerisinde var oluşunun sebebi olarak, düşüncenin dışında nesnel olarak var olan maddi dünyada da mevcuttur. Nesnel maddi dünyanın biyolojik formunun hareketinin tarihi olarak, insan toplumlarının tarihinde de diyalektik süreçler geçerlidir. Diğer yandan diyalektik materyalizm, kendisinden önce gelen mekanik materyalizmlerden farklı olarak, maddenin yalnızca mekanik hareketini, yani boşlukta yer değiştirmesini değil kendi içerisindeki çelişkilerden kaynaklı özsel nicelik/nitelik değişimlerini de kabul etmesidir. Bunun için, Engels’in de dediği gibi, “diyalektiğin yasalarını doğaya dayatmak değil, doğanın içerisinde keşfetmek” zaruridir.
Söz konusu yaklaşımın en büyük örneği, Friedrich Engels’in Doğanın Diyalektiği isimli çalışmasında görülebilir. Engels, o döneme kadar keşfedilmiş bazı doğa bilimsel teorileri, diyalektik materyalizmin bakış açısından ele almıştır. Günümüze gelene kadar da çeşitli ekollerden farklı Marksistler (örneğin kendisi de bir fizikçi olan John Desmand Bernal-Marksizm ve Bilim, Woods/Grant-Aklın İsyanı) doğa bilimsel verileri Marksist teorinin bakış açısıyla ele alma çabasında bulunmuşlardır.
Bu yazının amacı, ne felsefe konusunda ne de biyoloji konusunda uzmanlık seviyesinde olmayan bir lise öğrencisinin kaleminden evrimsel biyolojinin temel esaslarına diyalektik materyalist bir yorum getirme çabasının sergilenmesidir.
Modern Biyolojide Evrimin Yeri ve Metafizik Doğa Kavrayışları
Başlamadan önce herhangi bir kafa karışıklığını önlemek için, bugün oldukça farklı anlamlarda kullanılan metafizik kelimesinin Marksist terminolojideki anlamıyla, yani diyalektiğin karşıtı olan epistemolojik yöntem manasında kullanılacağını belirtmek isterim. Bu bağlamda kısaca özetleyecek olursak metafizik yöntemin başlıca özellikleri şunlardır;
- Şeyler ve evren değişmez/durağan bir yapıya sahiptir, veya şeyler sürekli ileriye doğru akan bir seyirde değil kendisini sürekli tekrar eden, sürekli bir dengelenme durumunu koruyan ve dolayısıyla aslında değişmeyen dairesel bir değişim döngüsünü takip ederler.
- Şeyler, olaylar ve olgular birbirleri ile ilişkisiz, bağlantısız, birbirini belirlemeyen, birbirleri ile karşılıklı etkileşim ve bağlılık içerisinde bulunmayan, tamamen rastgele bir araya gelmiş bir yığındırlar.
- Şeylerin özünde içsel çelişkiler yoktur. Bir şey ya kendisidir ya da karşıtıdır, aynı anda her ikisi olması mantıksal olarak mümkün değildir. Karşıtlıklar bir arada bulunamazlar.
- Niceliksel değişimler nicelik değişimleri olarak, niteliksel değişimler nitelik değişimleri olarak kalır ve birbirlerine dönüşmezler.
Evrim olgusu, artık aklı başında hiç kimsenin inkar edemeyeceği, sayısız deney ve gözlemle, sayısız fosil kayıtlarıyla ve sayısız akıl yürütme ile saptanmış, var olduğunu ve şu an bile gerçekleşmekte olduğunu bildiğimiz bir doğal süreçtir. Evrim olgusu bu bakımdan, elimizden bıraktığımızda elimizde tuttuğumuz eşyanın düşecek olmasından daha farklı bir kategoride değildir. Tıpkı onun gibi gözlemlenmiştir, tıpkı onun gibi aklı başında herkes tarafından bilinir ve kabul edilir, tıpkı onun gibi bilimsel gözlemlere ve açıklamalara muhtaçtır. Elimizdeki eşyanın, örneğin bardağın bıraktığımız taktirde yere düşmesini açıklayan teorinin yer çekimi olması gibi, evrim olgusunu açıklayıp netleştiren teoriye de evrim teorisi denir. Evrim teorisi, evrim olgusunu açıklayan sistematik kanıt, düşünce ve veriler bütününü ifade eder, ve evrim olgusunun var olduğu sabit bir şekilde bilinir olmakla birlikte, onu açıklayan teorinin gövdesi yeni bilgi ve bulgularla çeşitli değişimlere uğrayabilir. Nitekim uğramıştır da.
Evrim teorisi, modern biyolojinin temelidir. Bugünkü canlılığı ve bugünkü canlılığa hükmeden fenomenleri anlama çabası, kaçınılmaz olarak evrimsel sürecin incelenmesine dayanmaktadır. Evrim olgusunu ve evrimsel biyolojiyi dışarıda bırakan bir biyoloji anlayışının sağlıklı ve bilimsel bir biyoloji anlayışı olması mümkün değildir. Nitekim bütün doğayı içerisinde barındıran ve bütün doğanın dahil olduğu bir hareketin, nicel ve nitel değişimlerin, devinim ve ilerlemenin teorisi olarak evrim teorisinin modern biyolojide merkezi bir rol oynaması şaşırtıcı değildir. Her ne kadar bunun için çırpınsalar da, emekçi halk kitlelerini kafadan silahsızlandırmak isteyen en gerici yapıların bile evrim teorisini tam olarak dıştalayabildiği söylenemez. Bugün en basitinden MEB’in İslami kafalı ve evrimi görmezden gelen evrim müfredatı bile biyoloji dersinde bitkilerin atasının algler olduğunu ortaya koymak zorunda kalmıştır ve bu da doğrudan evrim olgusuna işarettir.
Ben buna evrimsel psikoloji disiplininin de eklenebileceği kanaatindeyim. Şahsi kanaatime göre evrimsel psikoloji, günümüzde mevcut olan pek çok psikolojik fenomene oldukça tutarlı, sistematik, mantıklı ve tatmin edici açıklamalar getirebilmektedir.
Evrimsel biyoloji ve evrimsel psikolojiyi ele almamın asıl sebebi ise, bunların durağan metafizik doğa anlayışlarını yıkarak diyalektik yöntembilime uygun bir seyir izlemeleridir. Burada diyalektikten kastettiğimizin ne olduğunu da kısaca ortaya koymamız gerekecek. Stalin’in Diyalektik Materyalizm ve Tarihsel Materyalizm broşüründe ortaya koyduğu yöntemle kısaca özetlersek;
- Her şey sürekli bir hareket halinde, değişim içindedir ve hiçbir şey durağan değildir. Hayat sürekli bir hareket, gelişim, yenilenme, var oluş ve yok oluş, doğum ve ölüm, parlayış ve sönüş sürecidir. Sürekli bir şeyler doğar ve bir şeyler ölür. Bir şey doğar, büyür, gelişir ve daha sonra çürüyüp ölmeye başlar. Bütün şeyler sürekli bir değişim ve hareket halinde olduğu, geliştiği ve çürüdüğü, doğduğu ve öldüğü için, bir olguyu ele alırken onun bir anlık halini ele almak, onu sürecinden ve değişim bağlamından kopararak ele almak onun tam manasıyla anlaşılmasını imkansız kılar. Bir olgunun tarihini incelemek, onu kökeninden bugüne kadar geliş süreci ile kavrayıp ortaya koymak, onun doğum, gelişim ve eğer öldüyse ölüm sürecini irdelemek; kısaca onu bir süreç olarak irdeleyip ortaya koymak bir olguyu anlayabilmek için gerek şarttır.
- Olaylar ve olgular birbirlerini belirler, birbirlerini etkiler, birbirleri ile karşılıklı etkileşim halindedirler, birbirleri ile bağlantılıdırlar ve birbirlerinden bağımsız düşünülemezler. Bu yüzden bir olay veya olguyu, doğanın veya tarihin herhangi bir parçasında, kendi bağlamından ve konumundan, etrafında bulunan diğer olgularla ilişkilerinden koparıp soyutlayarak, onu yalnızlaştırıp mutlaklaştırarak ele almak bizce anlamsız olur.
- Şeylerin özünde çelişkiler mevcuttur. Şeyler karşıtına dönüşmeye eğilim gösterir. Bir şey aynı anda hem kendisi hem de karşıtı olabilir. Karşıtlıklar birbirlerini var eder ve bir arada bulunurlar. “Gelişme, karşıtların savaşımıdır”(Lenin, Materyalizm ve Ampiryo-kritisizm).
- Nispeten uzun sürede gerçekleşen nicelik değişimleri, nispeten kısa bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşen niteliksel sıçramalara neden olurlar. Niceliksel ve niteliksel değişimler birbirlerinden bağımsız düşünülemezler.
İnancım odur ki, evrimsel biyoloji ve evrimsel psikoloji bu noktada Marksist diyalektik yöntemi doğrulayan bir seyir izlerken, doğaya ve canlılara dair durağan metafizik anlayışların da altını oymakta, bu tarz bir doğa tasavvuruna ağır darbeler indirip onu geçersiz kılmaktadır. Burada iddiamı somut hale getirmek için birkaç örnek verelim.
Örneğin bugün bizimle birlikte varlıklarını sürdürmekte olan canlılara benzer özellikler taşıyan ve hatta onların atası olan, aynı şekilde kendisinden önce gelen başka bir canlıya da benzer özellikler gösteren bir canlının durumunu anlamlandırabilmek için, bu canlıyı olduğu gibi sürecinden kopartmak değil, o canlıyı bizzat o sürecin bir parçası olarak ele almak ve kavramaya çalışmak gerekmektedir.
Örneğin bugün canlıların vücutlarında bulunan ve başka işlevler kazanmış ya da tamamen işlevsizleşmiş “körelmiş organ”ların (kuyruk sokumu veya balinaların arka bacakları gibi) aslında ne olduklarını anlayabilmek için, onların bugün oldukları haliyle ne olduklarına odaklanıp gelişim ve evrim süreçlerinden koparmak yerine, onların kökenlerini ve gelişim süreçlerini, doğayla çelişkilerinde geçtikleri evreleri ortaya koymak, incelemek ve kavramak gerekir.
Örneğin aşk ve korku gibi duygular da dahil olmak üzere, basitten karmaşığa bütün duyguları anlamlandırabilmek için, onların kökenlerine, ortaya çıkışlarına yol açan sebep sonuç ilişkilerine, etraflarındaki olgularla bağlantılarına ve sağladıkları avantajlara/dezavantajlara bakmak merkezi bir önem teşkil etmektedir.
Bu örneklerde de apaçık görüldüğü üzere, sürekli bir harekete ve değişime tabi olan evrende, spesifik bir olguyu anlayabilmek için o olgunun tarihine, yani diyalektik gelişim ve değişim sürecine, diyalektik hareket sürecine bakmak, onu kökenlerinden ele alıp bugüne kadar yaşadığı niceliksel ve niteliksel değişimler bağlamında kavramak biyoloji alanında da zorunludur, ve diyalektik yöntemi kendisinden önce gelen ve “içererek aştığı” metafizik anlayışlardan ayıran, evrim teorisini diyalektiğin lehine, metafiziğin aleyhine işleten de budur. Bu bakımdan evrim teorisinin yaklaşımı, en azından ilk bakışta açıkça diyalektik bir önermeyi doğrular vaziyettedir.
Evrim ve diyalektik demişken, Steven Jay Gould ve Niles Eldredge’in evrimsel biyoloji teorisine yaptığı katkılardan bahsetmeden geçilmemesi gerekir. Engels’in yazdıklarının da farkında olarak bu büyük bilim insanları, evrimsel sürecin her durumda oldukça yavaş ve niceliksel bir seyir izlemediğini, bazı dönemlerde hızlandığı ve patladığını, niceliksel değişimlerin niteliksel patlamaları tetiklediğini ortaya koymuş ve bunu yaparken Engels’i anmayı da ihmal etmemişlerdir.
Diğer yandan inancım odur ki evrim teorisi Marksist felsefeyi, hem diyalektik epistemoloji açısından hem de materyalist ontoloji açısından desteklemektedir. Canlıların doğa ile çelişki halinde sürekli değişim ve devinim halinde olduğunu, değişen koşullara göre asla statik kalmadıklarını ortaya koyarak metafizik bir doğa algısını kökenlerinden yıkan evrim teorisi, buradaki balina örneğinde gördüğümüz gibi hem bugün sahip olduğumuz olguların kökenlerine ve değişim süreçlerine inip onları bu süreçler içerisinde kavrayarak diyalektiğin en temel özelliklerinden birini doğrulamaktadır, hem de aynı diyalektik yöntemi duygulara ve zihinsel fenomenlere uygulayarak onların maddi diyalektik bir süreçte çelişkiler içerisinde ilerleyerek maddi dünyadan zuhur ettiklerini ve gökten inmediklerini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda evrim teorisi, “boşlukların tanrısı” türünden argümanları ve biyolojik teleolojik argümanı boşa düşürerek, maddi gerçekliğin yaratıcısı olan bir tür “mutlak ide” olarak tinsel bir üstün varlığın olduğuna dair hipotezlerin elini güçsüzleştirir.
Her ne kadar evrim teorisi, bir tanrının varlığını teorik olarak tam manasıyla dıştalamasa da, ve evrim teorisi gibi doğal açıklamalarla tanrısal açıklamalar Aristo’nun dört neden anlayışına benzeyen anlayışlarla uzlaştırılabilir olsa da, ontolojik argüman hariç neredeyse bütün tanrı argümanları şu ya da bu biçimde tanrının doğayla etkileşimi üzerine gözlemsel bir kanıt öne sürdüğü için, teleolojik argümanın ve dolayısıyla tanrısal akıllı tasarımın biyolojik alanda tek alternatif olarak kalmaması, yerine tanrı olgusuna yer bırakmaksızın biyolojik çeşitlilik ve uyumluluğu açıklayan bilimsel bir teorinin ortaya atılması, varlığına inanmak için kanıta ihtiyaç duyduğumuz tanrı gibi fizikötesi bir kavramın var olduğu iddiasını kanaatimce açık bir şekilde zayıflatmaktadır. Örneğin Fenelon, evrenin her ayrıntısında her gün şahit olduğumuz için normalleşen ancak esasen tanrının var olduğunu bas bas bağıran bir sanat olduğunu iddia ederken, buna biyolojik “sanat”ı da dahil etmektedir, ve evrim teorisi bu “sanat”ın bir sanatçı olmaksızın ortaya çıkmasının olanaklı olduğunu materyalistçe göstermektedir. Her ne kadar genel yargının aksine bu kuramdan yola çıkarak bizim anladığımız materyalist tarzda bir ateizme karşı yönelen argümanlar da mevcut olsa da- Plantinga’nın Evolutionary Argument Against Naturalism(Natüralizme Karşı Evrimsel Argüman) isimli argümanı evrim teorisinden hareketle natüralist düşüncenin kendi kendisini yenen bir düşünce olduğunu ortaya koymaya çalışır-, Richard Dawkins’in de Kör Saatçi kitabında belirttiği gibi evrim teorisi, ateizmi David Hume gibi bir şüpheci-agnostik pozisyon alma zorunluluğundan kurtarmış, en azından spesifik bir alanda ateizmin tanrısal bir hipoteze gerek duymadan açıklamalara yapabilmesini sağlamıştır. Bu tartışma özünde başka bir başlığa ait olduğu için, burada bu tartışmayı detaylı işlemeyeceğim.
Bu yazı, evrimsel biyoloji ve diyalektik materyalizm hakkında bir lise öğrencisinin dağınık düşünce ve notlarından oluşmaktaydı. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Antalya Direniyor’dan Ege
Çok güzel bir yazı olmuş, aydınlattınız.
Eksik bıraktığın bir yer var aslında(eksik de sayılmaz bağlayamamışsın problem değil ama netleştirmek isterim) diyeyim- ki bu evrimsel biyoloji açısından bir noktada atlas olması gerekiyor ,evrimsel biyoloji(daha da çubuk bükersek biyoloji ile toplumları açıklamak Edward O.Wilson ile kısmen başlıyor ve burada biyoloji birden bir silaha(özcüler için) dönüşüyor bunun için ideoloji olarak biyoloji-lewontin kitabını öneririm 1970lerin tartışmlarıydı sanırım bu süreç emin değilim doğada gördüklerimiz bizlere toplumsal ilişkiler için bir büyüteçle yadsınmamalı marksist kuramcılar açısından yanlış bir denklem çünkü Kropotkin’e göre yardımlaşma Dawkins’e göre bencillik özcülere göre de insan doğası vs. Basit bir şekilde şunu söylemek istiyorum biyoloji bizlere toplumsal ilişkileri gösteremeyecektir,toplumsal ilişkiler için marksist kuram ve beşeri bilimlerin terminolojisi gerekli.Çok fazla takılmadım bir lise öğrencisi olduğun için sen de bilirsin ki teori ve pratik…Güzel bir niyet bu alana dair bir kafandakileri ortaya koymak lakin şunu belirtmem gerekiyor alana dair çalışma yapmak ve alanın içinde olmak çok daha önemlidir doğa bilimlerinde özellikle çünkü diyalektik yöntem tartışması çok keskindir bu yüzden maddi bir çalışma gereklidir .Ama merak etme Türkiye’de biyoloji bölümünde o kadar marksist vardır bir üretim içine giremezler 1 kişi tanıyorum o da zaten popüler bir sima zaten toplamda dünya çapında bile biyolojide diyalektik yöntemin gerçekliğini savunan 10 kişi vardır ya da yoktur muhtelemen, son bir şey daha söylemek isterim evrimsel biyoloji alanından çıkmış yazı zor bir alan eline sağlık yine de .