Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştı, parlamentarizmin gündemi ve krizi yine gündemi meşgul etmeye başladı. Parababaları partileri, aday olarak halkın karşısına ortaçağcı gericiliği tutan iki adayı, Recep Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu’nu gösterecek gibi gözüküyor. Eğer parababaları farklı bir yöntem seçmezlerse, seçimde sağ ve daha sağ iki adayın yarışı olacak. Bu süreçten çıkarabileceğimiz başka bir anlam ise, TÜSİAD ve MÜSİAD’ın halkı yönetme yeteneğini gittikçe kaybettiğidir. Bu iki kurumun çıkarlarını savunan AKP ve CHP, bu seçimlerdeki yönetim boşlukları sebebiyle ileride krizler yaşayacakları dönemlere girecekler. Dolayısıyla halkın bu iki beceriksiz parti arasında seçim yaptığı günlerin sonuna geliyoruz. Tarafsızlık harcımız değil, hele ki ülkemiz şeriatçıların saldırısına açılmış durumdayken ve BOP projesi tarafından kan deryasına çevrilmek istenirken, iktidar ve muhalefet beceriksiz hale gelmişken, halkın tarafında yer alanların tarafsız olmasının imkanı yoktur.
Açılan “yersen lokantasının menüsünde” yer alan bu iki adaydan “daha iyisi” olarak gösterilen birinin oy veren sürüsü mü olmalıdır halk? Bizce hayır. Kesinlikle hayır! 12 sene öncesini, yani AKP’nin iktidara geldiği 2002 senesini hatırlayalım. Yönetme yeteneği parababaları tarafından felç edilen, ekonomik krizlerle iktidarı ve güveni temelden sarsılan DSP’nin 1999’da aldığı oylar ve milletvekillerinin 2 farklı parti tarafından bölündüğünü hatırlayalım. Birincisi, İsmail Cem’in IMF’yi Türkiye’ye sokan uğursuz, namussuz Kemal Derviş’in pohpohlaması ile kurulan YTP, ikincisi ise bir önceki seçimde %8 civarında oy alıp baraj altında kalan ve Kemal Derviş tarafından sonradan aldatılacak olan CHP. DSP’nin aldığı %22 oy, 3 sene içinde %1’e düşerken, CHP %19, YTP ise %1 oy aldı. Daha sonra seçmenleri CHP’ye oylarını verecek olan başka bir merkezci, popülist parti Genç Parti ise %7 oy almıştı.
Bu tablodan çıkan açıktır. Türkiye’de sosyal demokrat partinin seçmenleri, kolaylıkla tercihini değiştirmişti. CHP, senelerdir kendisini ve tercihlerini rakipsiz göstererek kendisine “emanet oy veren” bütün kitleleri sonuna kadar suistimal etmiştir. Sadece bu kesimi değil, CHP için çalışan, emek veren, didinen, Abdullah Can Cömert gibi insanların tüm emeklerini kullanmıştır ve kredisi tükenmiştir. Parti tarafından dahi karar alınmamış bir adayın dayatanlar, 2002’deki gibi sonuca razıdır demektir.
Halkın parlamenter sisteme olan güveni Taksim-Gezi isyanında kısmen kırılmıştı. CHP’nin tercihi, belki bu güveni paramparça etti, lakin karşımızda Irak’daki IŞİD’li faşistlerin müttefiki bir kuvvet var. Dolayısıyla devrimciler olarak anti-emperyalist, anti-feodal bir adayın daha olması, hem parababalarının, hem ABD-AB emperyalistlerinin, hem de cemaatçilerin vagonuna takılmış hain DYP-ANAP hayaletinin ardıllarının hesaplarını bozacaktır. Devrimci hareketler, bu adayın çalışmalarında Taksim-Gezi isyanında en ön safta yer alan insanların cephesini örebilir ve bu çalışmalarda devrimci propagandayı başarılı bir biçimde geniş kitlelere duyurabilirler. Bu çalışmanın gücü ile birlikte devrimden tecrit edilen her zümreden kişiye ulaşılmış olur.
Başka bir seçenek daha gündeme gelecektir, teorinin özünden bağımsız olarak boykot seçeneği sunulabilir. Ancak devrimci ortamın bu kadar dağınık, propaganda olanağının bu kadar az olduğu bir süreçte boykot etkili olabilecek bir eylem olmayacaktır.
Parababaları medyasının, TÜSİAD’ın, hatta cemaatin bile tarafsız kalacağı(ancak yedeklenmeyeceği), halkın güvenini kazanmış, Tayyip Erdoğan’ı hataya sürükleyecek bir cumhurbaşkanı adayı, halkın senelerdir altta güreştiği mücadelede üste geçeceği bir müdahaledir. Bu müdahalenin gerçekleşmemesi halinde işimiz daha da zorlaşacaktır. Devrimciler açısından bu sınavı geçmek, Türkiye’yi en hızlı biçimde yürütebilme yeteneği ile eş değerdir.
İstanbul Direniyor’dan Özgür