- Marksizm, dünyayı anlamanın ve değiştirmenin bir kılavuzu olarak her ne kadar bütünlüklü bir hukuk teorisi geliştirmiş olmasa da ve hukuka dair bilimsel sosyalizmin ustalarının açınımları, ayrı yerlerde ve farklı bağlamlarda öne sürülmüş, genellikle devlet teorisine ilişkin açınımlar olsalar da, Marksizm bir yöntem ve kuramsal bir temel olarak hukukun kapsamlı bilimsel bir analizinin yapılmasını mümkün kılacak kuramsal araçları tesis etmekte oldukça başarılıdır. Dolayısıyla Marksizm, Samir Amin’in de dediği üzere Marks ve Engels’ten başlayacak ama Lenin ve Mao’da durmayacaktır. Bu bakımdan Marksist bir hukuk teorisi mümkündür.
- Engels’in ifadesi ile “olgunun olduğu gibi ortaya konulması” anlamına gelen Marksizmin dünya görüşü, toplumsal yaşam içerisinde en göz önünde olan siyasal ve dolayısıyla sınıfsal olgulardan biri olan hukuk fenomeni hakkında da yaklaşım geliştirmesi gereken bir disiplindir. Dolayısıyla Marksist bir hukuk teorisi gereklidir.
- Marksist bir hukuk teorisinin gerekliliğinin göze çarptığı ilk alan, Marks’ın da Hegel’in de “sivil toplum” olarak ifade etmiş oldukları burjuva toplumunun siyasi egemenlik biçimlerinde çeşitli farklılıklarla görülen –ve bazen görünmeyen- bir olgu olarak; komünistlerin ve işçi sınıfının bu siyasi iktidara ve onun tarafından korunan üretim ilişkilerine karşı mücadelesindeki strateji-taktik hamlelerini, dolayısıyla bu sürece denk düşen teori-pratik-praksis zincirini tayin edici etkiye sahip olmasıdır. Dolayısıyla Marksist bir hukuk teorisi, devrim öncesi süreç için gereklidir.
Çünkü “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” (Lenin). - Marksist bir hukuk teorisi gerekliliğinin göze çarptığı ikinci alan, proletarya diktatörlüğü süresince ortaya çıkacak olan devlet ve hukuk biçimlerinin anlaşılması, şekillendirilmesi, değerlendirilmesi ve neticesinde klasik anlamıyla da olsa sönümlenmesi sürecini anlayabilmek, anlayabildiğimiz ölçüde Francis Bacon’ın da belirttiği gibi yönlendirebilmektir. Bu bakımdan Marksist bir hukuk teorisi, devrimden sonrası için gereklidir. Çünkü bir kez daha, “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” (Lenin).
- Marksist hukuk teorisi, öncelikle Marks’ın henüz hukuk eğitimi alan genç bir öğrenci iken yaptığı “hukukçu bakış açısından kopuş”u esas alarak başlamalı, tarihsel bir idealizme düşerek hukuku toplumsal maddi ilişkileri şekillendiren bir yapı olarak değil, maddi toplumsal ilişkileri hukukun kaynağı ve şekillendiricisi olarak gören materyalist bir okuma yapmalıdır. Bu bağlamda Marks’ın da belirttiği üzere hukuk, hiçbir zaman verili toplumun içerisindeki ilişki biçimlerinden yukarıda olamaz.
- Marksizm, tek yanlı ve mekanik bir materyalizme düşmemek için hukuki biçimlerin üst yapısal kurumlar olarak maddi üretim ilişkilerine herhangi bir etkide bulunmadıkları şeklinde bir yanılgıya düşmemeli, Marksist bir hukuk teorisi öncelikle kendisini bunun üzerine bina etmelidir.
- Onur Karahanoğulları’nın da belirttiği gibi, günümüz hukuk eğitiminin temeli hukuki muhafazakarlıktır. Marksist hukuk teorisi, hukuki muhafazakarlığın kendini “burjuva hukukunun dar ufku” ile sınırlandıran düşünsel tuzağına eleştirel bir karşıtlık içerisinde bina edilmelidir.
- Modern burjuva toplumunun ve ona ait genel zihniyetin oluşumunda büyük paya sahip Aydınlanma Çağının başlamasında önemli rol oynadığı düşünülen “Yönetim Üzerine İkinci İnceleme”de Locke, dört madde halinde; Adem’e yönetme yetkisinin tanrı tarafından verilmediğini, verilmiş olsa dahi bunun söz konusu yetkilerin Adem’in devamcılarına geçeceği anlamına gelmediğini, bu anlama gelse dahi Adem’in doğru devamcısının kim olduğunu saptayacak bir yönteme sahip olmadığımızı ve böyle bir yönteme sahip olsak dahi Adem’in ve devamcılarının artık soylarının kurumuş ve izlerinin tozlarının kaybolmuş olduğunu öne sürerek Orta Çağ feodal aristokrasisinin “Tanrısal Hak” iddiasını eleştirir. Bu iddianın eleştirisi Orta Çağ toplumunun meşruiyetini kaybetmesi ve entelektüel bir demistifikasyon [1] anlamına gelmektedir. Günümüz burjuva toplumu için ise “tanrısal hak” işlevini hukuki muhafazakarlık ve aklın egemenliği iddiaları yerine getirmektedir ki Anti-Dühring’te belirtildiği üzere “aklın egemenliği, burjuvazinin idealize edilmiş egemenliğinden başka bir şey değildir”.
- Fransız İhtilali için kitlelerin zihinlerini hazırlayan sürecin Voltaire, Russeau gibi bilindik Fransız düşünürlerinin eserlerinden değil Kraliyet ailesini konu alan pornografik ve mizahi metinlerden kaynaklandığına yönelik güçlü bir iddia vardır. Bu iki çelişen iddiadan hangisi doğru olursa olsun, esas olan ortada kraliyetin kutsallığını kaybettiği bir “demistifikasyon”(demystification-mistikliğin giderilmesi) sürecinin olduğu ve eski toplumun meşruiyet dayanakları olan kavramların maddi yaşamla alakalarının kopmasıdır. Marksist bir hukuk teorisinin yapması gereken esas şeylerden biri de burjuva toplumun “sınıflar üstü” egemen düşüncelerinin üzerindeki mistik örtüyü kaldırıp onların çıplak sınıf karakterini ortaya sererek Orta Çağ Tanrısal Hak iddiaları ile aynı kaderi paylaşmasını sağlamak, kitlelerin geri bilincini tersine çevirip kültürel hegemonyayı yaracak düşünsel-davranışsal temeli kuvvetlendirmektir.
- Bu açıdan Marksist Hukuk Teorisi, burjuva sivil-politik toplumun “demistifikasyon”udur.
Denizli Direniyor’dan Ege
[1] Demistifikasyon: Sırlardan, gizemden, bilinemezlikten arındırma.