15 Aralık 1937 tarihinde imzalanan bir belge var karşınızda. Üstteki imza yabancı değil, o zamanın cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e ait. Belge, komünist önder Hikmet Kıvılcımlı tarafından yazılan “Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında” adlı eserin içeriğinde “zararlı” unsurların yer aldığı ve bu sebeple satışının yasaklanması ile ilgili. Tahmin edebileceğiniz gibi, 500 üyeciği bulunan CHP(1) ve onu güden parababaları diktatörlüğünde, buna benzer bir çok kitap toplatılmış, satışı yasaklanmış ve kararlar cumhurbaşkanına “en hızlı” biçimde imzalatılmıştır.
Bugün insanların saygı ile baktığı, benimsediği ve her yıl yığınlarla ziyaret ettiği bir ülke kurucusunun, bir komünistin yazılarını yasaklayan belgeye imza atmış olması, hayal kırıklığı yaratabilir. Ancak yıllardır ortaya koyduğumuz bir gerçekliği kanıtlaması bakımından değerlidir.
“(…) Tabiî H. Asılyazıcı “Atatürk” diyor. Biz Mustafa Kemal diyoruz, çünkü ikisi farklı kişiler, yoldaşlar. Mustafa Kemal bu. (Kuvayimilliye sürecindeki kalpaklı M. Kemal resmini gösterir. – y.n.) Atatürk ise burada. (Salon’un yan duvarındaki takım elbise içindeki çökkün Atatürk resmini işaret eder. – y.n.)
Ne kadar farklı değil mi? 15 senede bir insan bu kadar çürütülebilir mi?
Finans-Kapital eline düşerseniz çürütür. Bakınız burada, Armstrong’un deyişiyle “Bozkurt”. Burada ise artık 70 yaşında, işi bitmiş, koltuğunda gazete okuyan yahut yiyip içmekle uğraşan bir ihtiyar görünümünde. İkisi çok farklı. Düşünüş de farklı, kavrayış da farklı, dünya da farklı. Onları anlatmıştık daha önce. Usta’mız da anlatmıştı, yoldaşlar. Yani Usta’mızın deyimiyle, burada altın tabut içinde ruhen öldürülmüş, arkadaşlar.
Mustafa Kemal ne diyordu? Lenin’in önderliğindeki Sovyetler ülkesi yardım etmeseydi, başaramazdık, diyor. Onu inkâr etmek suçtur, diyor.” (2)
Hikmet Kıvılcımlı’ya ait kitabın yasaklanması, tam da finans-kapitalin çürüttüğü, altın tabut içinde hapsettiği Atatürk’ün göz yumabileceği bir işti. Hele ki o kitap, yaklaşan faşizm tehlikesini, toprak reformuna yönelik önerileri içeriyorsa, finans-kapitalin o kitaba karşı düşmanlığı kaçınılmaz olmalıydı.
Söz konusu kitap, daha önce Tarih ve Devrim Yaryınları tarafından “Emperyalizm: Geberen Kapitalizm” adlı kitaba ek olarak yayınlanmıştı. Hikmet Kıvılcımlı, Cumhurbaşkanlığı’nın bir ilanına yönelik kimsenin bir fikir üretmemesi üzerine fikir sunduğunu belirtiyordu.
“Cumhurbaşkanlığı Bürosu’nun gazetelerde çıkan genelgesini okudum. Ondan, ciddi memleket meselelerinin açık ve kollektif tartışılması devrine girdiğimiz anlamını çıkardım. Memnun oldum.
Doğrusu da, aldanmak başkalarının işine gelebilir fakat aldananın daima aleyhinedir. Bu gerçek şahıslar için olduğu gibi, milletler için de böyle değil midir? Ve aldanmamak için, her meselenin her türlü tartışılmasından daha kestirme yol var mıdır?
Yeni hava içinde yurda ilişkimi eserle göstermek için bu satırları kaleme alıyorum. Görüşümdeki nüans farkı ne olursa olsun, indi [kişisel, kendi inancına göre] kalmamaya, ilmi bir surette olanı olduğu gibi koymaya çalıştım. Ta ki memleket davasında beslediğim derin samimiyeti, hissiyatla değil, fikriyatla göstereyim.
Cumhurbaşkanlığı -şüphesiz şantaja ve şarlatanlığa kaçmamak şartıyla- herkes söylesin, dedi. Bana öyle geliyor ki, kötü bir alışkanlıkla, henüz herkes susuyor. Zaten meseleyi konuşmak için, ilk söz alan galiba ben oluyorum. Halis bir tartışmaya çığır açabilirsem ne mutlu!
Biraz acele kaleme alınan fikirlerim arasında, beşeri [insani] bazı kusurlar olabilir. Bunları benden sonra söz alacak vatandaşların düzeltmelerini candan dilerim.” (3)
Ne acı ki, cumhurbaşkanlığının çağrısı üzerine yazı yazan ve iktidarı uyaran bu yazı, devlet tarafından zararlı görülüyor ve yayından kaldırılıyor. Sadece yayından kaldırılmak ile kalmıyor, toprak reformuna yönelik öneriler yapan İsmet İnönü, bir süre sonra başbakanlıktan alınıyor ve yerine Celal Bayar geçiyor. Hikmet Kıvılcımlı, söz konusu eserinde Celal Bayar’ın eğilimleri konusunda aslında açık bir şekilde uyarıda bulunuyor:
“Çok geçmedi, Âli İktisat Şûrası dağıtıldı. Yani Türkiye’nin ekonomi politikası Başvekaletten İktisat vekaletine (İnönü’den Bayar’a) geçti. Demek İsmet İnönü’nün çekilmesi 1930’lardan beri başlamıştır.
İnönü ile Bayar arasındaki fark, hizmetleri bakımından değil, hizmet ettikleri eğilim bakımındandır.
C. Bayar, İş Bankası eski genel müdürüdür. Özel bankalar grubunu tercih eder. Tekelciliğin devletçi şeklini tutmamakla beraber, özel tekeli de asla reddetmez.”
Türkiye’nin anti-tekelci ve anti-yayılımcı bir tavır alması gerektiğini söylerken, tekelciliğin getireceği felaketleri birbir sayıyor ve sorumluyu açıkça işaret ediyordu. Tabii görmek isteyene.
Kitap, toprak reformunun gerekliliğine yönelik çeşitli önerilerle devam ediyor. Ayrıca Türkiye hükümetinin içinde gelişen faşist eğilimlere, Recep Kaya, Şükrü Saraçoğlu gibi Nazilere yakın kişilere karşı da uyarılar yapıyor. Türkiye’nin ikinci bir emperyalist paylaşım savaşına girişi durumunda nasıl kayıplara uğrayacağını belirtiyor. Belki de Türkiye’nin savaşa girmemesine yönelik öngörüsünü daha savaş başlamadan tespit etmiş oluyor.
Sanırız Hikmet Kıvılcımlı’nın en büyük günahı da, önce Kemalizm’in gerçek önderi diyebileceğimiz, finans-kapitalin siyasal temsilcisi Celal Bayar, sonra da faşizmin temsilcilerine karşı uyarıları oluyor. Böylece zaten Çankaya köşkünde hapis tutulan Mustafa Kemal Atatürk’ün kavrayışı da bu kadar olabiliyor. Buna yönelik bir örneği de daha sonraki yazılarında yine Hikmet Kıvılcımlı aktarıyor:
“ (…)En basit dil işinde : “İşi başkalarına bırakamam” diyen Atatürk mizacında bir insanın tümüyle devlet işini başkalarına bırakması kahredici sosyal determinizmdendi. Varolan sosyal “DÜZEN”e ve “HİYERARŞİ”ye kart blanş verilmezse yaşanmazdı. “O bir kuru kabadayı değildi. İnsanın kendisini boşuna harcamasından topluluğun bir şey kazanamıyacağını pek iyi anlayanlardandı.” (Falih Rıfkı: Çankaya, 508) deniyor. Doğrusu bunun tersidir: Atatürk kendini yazık ki harcamıştır. Harcayışının sebebi, dilediğini yapamamasıdır. Kızkardeşi Makbule hanıma gazeteci soruyor : “Büyük Atatürk birçok işler yapmış… Acaba, bunların içinde hangisi kendisi için daha mühimdi?” Hanım, düşünmeye lüzum görmeden şu cevabı verdi : “- Hiçbirini ötekine tercih etmiyordu… Daha doğrusu onlardan hiç birini dilediği çapta kabul etmiyordu. Daha çok şeyler yapmak, daha büyük inkılâplar yaratmak niyetindeydi…” (Milliyet, 16 Kasım 1955 : Ağabeyim Mustafa Kemal no : 7). Şimdi gericilerin ağzına sakız edilen Atatürkün içkiciliğini gözönüne getirelim. Her keyif veren zehir: hayat baskısına enkonsiyan protestoda bulunmak için taksitle intihar etmektir. Atatürk’ü içki intiharına götüren içgüdü ne idi? “Daha büyük inkılâplar yaratmak niyeti”ni gerçekleştirememek baskısı. Bay Falih’in kendisi yazıyor : “Savaş ve devrim günlerinde, meseleler konuşulduğu sıralarda hiç içmez veya pek az içerdi.” (Falih Rıfkı: Çankaya, 493). Demek Ata’yı içkiye sardıran şey, “Kendini boşuna harcaması” : dileğine rağmen “Daha çok şeyler” yapamıyacak ortamda kıvranmasıydı.
Sosyal sınıf eğilimleri önünde tek kişinin trajedisiydi bu. Ne kadar ULU olursa olsun, ergeç, kişinin rolü sosyal sınıfların etkisiyle yönetiliyor yahut eziliyordu. Düşünce ve sınıfalanından iki canlı örnek :
Atatürk ve düşünceleri : “Uzun gecelerde, arasıra bir takım düşüncelerini dikte ettirmek Atatürk’ün âdetiydi. Kalabalık arasında : ”- Bunları gazetene koyarsın” derdi. Pek çok defa bu diktelerde bir “Dikişsizlik”, bir “Gelişi güzellik” olduğu için, biz notları ertesi gün kaybederdik. Kendisine söylediğimizde : “- İyi ettiniz. Zaten mesele vakit geçirmektedir.“ derdi.” (Falih Rıfkı: Çankaya, 473) deniyor. Yapacak o kadar çok şeyi bulunan kimse, vakti boşuna geçirmek ister miydi? Fakat işte, sofrasında ün alan bir kapıkulu gazeteci bile, Atatürk’ün düşüncelerini sansür edebiliyordu. Atanın “Dikişsiz” sayılan düşünceleri nelermiş? Gerçekten öyle bile olsalar, onları o hâle getiren kimlerdi?
Atatürk ve sosyal sınıf ilişkileri: Yazar soruyor : “Etrafındaki bu adam ve seviye karışıklığının sebebi ne? Bir akşam, yanındaki hanıma sofrasındaki bir dâvetliyi göstererek : ”- Bu adamın ne bayağı olduğunu bilmezsiniz! “ demişti. Hanım şaşırarak : ” Aman Paşacığım, öyleyse, ne diye sofranıza alıyorsunuz?“ demesi üzerine : ”- Ha, işte… Onu da sen bilmezsin, kızım.“ cevabını vermişti. Bu devrin, kendisine eski komitekâri taktiklerden faydalanmak zaruretlerini duyuran hususiyetlerden gelir.” (Falih Rıfkı: Çankaya, 354)… Yâni, hanımcağız insanüstü kahramanın çevresini dileğince yaratıp yokedebileceğini sanıyordu. Kahraman ise, sosyal ilişkilerden nasıl bağımsız kalınmıyacağını anlatıyordu. Kişi olarak Atatürk, bütün tiksintilerine rağmen, içine düştüğü veya içine işlemiş çevre sınıf insanlarını kontrol altına alamıyordu.” (4)
Maalesef, günümüzde yaratılan Atatürk kültü ile burada anlatılan olgu birbirini tutmamakta. Bu kültün yaratıcıları ve tabii ki Hikmet Kıvılcımlı’yı gerek hapishanelerde işkencelerden geçirerek cezalandıran, anti-komünizmi devlet politikası haline getiren ve tabii ki bu kitabı yasaklayanlar, hiç kuşkusuz Celal Bayar önderliğindeki parababaları düzeni ve onun sıkı sıkıya işbirlikçisi olan tefeci-bezirgan kalıntılardır. Hikmet Kıvılcımlı, kitapta düşmanı ve müttefiki, yıllardır uğraştığımız modernleşmenin önündeki engeli, legalite istismar sınırları içerisinde son derece determinist bir şekilde ortaya koymasına rağmen, daha örgütlü olan düşman o günlük “kışın gelecek demokrasi tehlikesini” başından savmıştı.
Bugün Kemalistlerin partisi CHP, programında sosyal demokrasi de olan bir parti. 1970’li yılların başında, SSCB tehlikesine karşı tüm Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de bir sosyal demokrasi peydahlandı. Daha gerici anlamda Kemalist hareketler de hala mevcut. Ancak şekli nasıl olursa olsun, finans-kapital ile oluşan sıkı bağlarından dolayı onun ideolojisini ve değişimini takip etmek zorunda kalıyor. Üçüncü yolcu, innovasyoncu ve ultra emperyalist sosyal demokratlar Kuvay-i Milliyeciliği inkar edilyor ve neo-liberal politikalar yerine sistemin acılarını dindirmeye çalışan post-modernist politikalar öneriliyor. Diğer tarafta ise modern sosyal demokrasinin tüm çelişkilerini, sosyal şovenizmi ve “devletçiliği” benimseyenler, sosyal demokrasiyi sorguluyor ve Kemalizm’in altını doldurmaya çalışmaya devam etmek gibi beyhude bir çabaya girişiyorlar. Lakin görüldüğü gibi, Kemalizm kendisini yaratanların sözünden dışarı çıkmıyor. O kadar ki, ona adını veren Mustafa Kemal bile onun kurbanı oluyor.
Dolayısıyla kurtuluş için Hikmet Kıvılcımlı’nın bugün bile önemli olan değerlendirmelerinin yolunu tutmak kalıyor.
(1) Sayının kaynağı: Şefik Hüsnü – Komintern konuşmaları ve yazıları
(2) Nurullah Ankut – 2013 yılındaki Hikmet Kıvılcımlı anma konuşması
(3) Hikmet Kıvılcımlı – Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında
(4) Hikmet Kıvılcımlı – Mustafa Kemal Atatürk