Çaltı Dergisi, Sayı: 143 – 10 Ocak 1966
Sayın Süleyman Demirel, Mecliste AP hükümet programını savunurken, kullandığı metodu şöyle açıkladı:
“Ben konuşmama, söylenenleri ilmi ve fenni bakımdan ele almakla yetineceğim.” (SP, s.1), AP’nin Türkiye’de “hikmet’i vücudu” demek olan Yabancı Sermaye konusuna gelince ise, hemen su duygusal cümleleri döküp saçtı:
“Memleket yalnız kendi alınteri ile kalkınır… Biz Türkiye’nin bin damla alınterini, bir çakıl taşını kimseye verecek insan değiliz… Sömürme ve sömürülme işine bir son verelim.”
Dinliyenlerin burun direklerini sızlatan bu söz ilmî midir? Demirel bir Devletçi şâir, yahut solcu avukat olsaydı, böyle bezler yırtması bağışlanırdı. Herkes kendisini “İşadamı” biliyor. Yapılacak işler üzerine konuşurken (sosyalistlerden baskın çıkmak için de olsa), endâzesiz atmamalıydı. Düşünmeliydi: Türkiye’de “yalnız” kendi “alınteri” ile nasıl kalkınacak? Ona kalsa, memleketin bütün alınterlerine, yağmur gibi gözyaşlarını da katın daha bin yıl yerimizde sayabiliriz. Çünkü 700 değil, 7000 yıldır Türkiye toprakları üzerindeki kadar seller gibi “alınteri” ve gözyaşı akmış ikinci bir ülke, yeryüzünde pek az bulunur. Alınteri ve gözyaşı deryası Türkiye’yi kalkındırmak şöyle dursun, “yalnız” boğup geriletmiştir.
Biliyoruz. Sayın Demirel “alınteri” derken, “sosyalistler”in pek sevdikleri “emek” sözcüğüyle yarışa kalkıyor. Biz de onu söylüyoruz. Ter olsun, emek olsun: bizde pek bol, yok pahasından ucuz, mirasyedice israf edilmiş bulunuyor. Bizde eksik olan, bize gereken şey: alınteri ve emek harcamadan önce, insan gibi düşünüp davranmaya en elverişli METOD ve TEKNİK‘i bulmaktır. Türkiye, elbet, herşeyden önce kendi emeğini ve alınterini Bâbil çağından kalma tefeci-bezirgan vurgunculuğuna ziyan ettirmeyecek bir sosyal metotla yola çıkmalıdır. Şimdiki üstü sırmalı kaftan, dibi delik Devletçi-Özelsermayeci karma ekonomi fıçıları: ne alınteriyle, ne emekle dolabilir. Birinci siyaset gerçeğimiz budur.
Ondan hemen sonra gelen ikinci siyaset gerçeğimiz de şudur: Atom çağını aşmış bir dünyada, Türkiye üretmenlerinin yüzde doksanı kara sabanla kuru öküzden başka çalışma tekniği ve metodu bilmiyor. Mutsuzluğumuzun en büyük sebeplerinden birisi de: TEKNİK ve METOT geriliğimizdir, Ne yazık ki Teknik ye Metot, İlim ve Fen, başka ülkelerin, yabancı milletlerin elinde, daha doğrusu tekelindedir. Kırk yıl ilericilik, devrimcilik davul zurnaları çalarak arpa boyu yol almak değil, gerçekten kalkınmak, yeryüzünün bütün öteki ulusları gibi çabuk kalkınmak istiyorsak, kendi alınterimiz yetmez: başkalarının da alınterine muhtacız. Başkalarının çabuk kalkınma tekniği ve metodu için harcadığı alınterini istedik mi, bunun karşılığını ödemeye, terlemeye mecburuz. Yabancı sermaye Tanrısının dini imanı kârdır.
Sayın Demirel diyor ki: “Esas mesele, yabancı sermayenin niçin gelip gelmemesidir… Biz yabancı sermaye millî menfaatlerimiz içindir, diyoruz… Türkiye’nin bir damla alınterini kimseye verecek değiliz” Bu savunmanın da birinci cümlesi Türkçe gramere, ikinci cümlesi mantığa ve gerçeğe uymuyor. Esas mesele yabancı sermayenin Türkiye’ye niçin gelip gelmediğinde değil, nasıl geleceğinde toplanır. AP liderinin dört buçuk saatlik uzun söylevi içinde ecnebi sermaye için ekonomik ve politik şart olarak şu iki cümlecikten başkasını bulamadık:
1- EKONOMİK ŞART: “Bu şartlar ihracatı teşvik edecek, iş sahası açacak, ekonomimize yararlı olacak, elde edeceği kâr plâfone edilmelidir, diyoruz” deniliyor. “Biz millî menfaatlerimize uygun her kaynaktan faydalanmak fikrindeyiz” deniyor. “Millî menfaate uygun” ve “Ekonomimize yararlı” sözleri genel lâflardır. Parti ve Hükümet programı hangi şartların Millete ve ekonomimize yarayacağını öne sürecekti. Meclis de o şartları tartışacaktı.
Geriye iki şart kalıyor:
a) İhracatı teşvik: Kore savaşından beri görüldüğü gibi, yeraltı ve yerüstü zenginlerimizi yabancılara ucuz ham madde olarak kaptırmak olmuştur. Bu şart Türkiye’yi yarı-sömürge durumda tutacak bir sistemdir. AP bunu millî menfaatlere uygun bulur mu?
b) Kârı plafone etmek: Ecnebi sermayeye çıkabileceği en yüksek kâr tavanını gösterir. Tavan arpa boyu da olur, minare boyu da. AP tavan yapmayı değil, tavanı ne kadar yüksek yapacağını açıklamalıydı. Bu yok. Yapılmış tavan kimlerce, hangi yoldan kontrol edilecek? En can alacak nokta ise şudur: Devletçiliğimizin özellikleri sayesinde, öyle ustaca vergi kaçakçılıkları yapılıyor ki, milyonlar vuran bir sermaye, kârını tavana çıkarmak şöyle dursun, tabandan daha aşağıya düşmüş gösterebilir.
Demek, AP, bir şart söyler gibi olduğu zaman dâhi, Türkiye’nin millî yararlarına uygun hiç bir şey söylememiştir. Her şeyi, Meclis koridorlarından ötelerde, yalnız temsil ettiği Tefeci-Bezirgânla karışık Finans-Kapital zümrelerinin çıkarına göre ayarlayacaktır. Böyle “Açık Rejim” olur mu?
2- POLİTİK ŞART olarak AP: “Türk vatandaşlarından fazla kimseye hak tanımayız” diyor. Matematik gibi mantıkta da: “Aksi dâva dahi sahihtir” kuralına göre, Demirel’in politik ve hukuki şartı: “Türk vatandaşına yabancı sermayeden fazla hak tanımayız” anlamına gelir. Yabancı sermayeyi elbet AP ağalarıyla eşitliğe soktuk mu, ortada hangi Türk vatandaşlığı kalır? 30 milyon insanımız, canıyla, malıyla her yıl onlarca milyar (bu yıl 17,5 milyar) vergi ödeyecek, yarım milyon sivil, yarım milyon asker Türkü teşkilâtlandırıp Devlete sunacak. O Devletten yalnız kendisine hayır beklerken, farkına varmaksızın bir avuç AP’li özel kişi, Türkiye Devletini otuz tane yabancı şirketin Türk milleti ile aynı, eşit haklara sahip bulunması uğruna kullanacak… Bu korkunç bir şeydir.
Dünyanın hiçbir yerinde, özellikle Batı emperyalist ülkelerinde Devlet ve Millet anlayışı hiçbir vakit böylesine korkunç ve ters olmamıştır. Türk Devleti, dünyanın yetmiş yedi buçuk yabancı millet sermayesini kendi milleti ile eşit tutacaksa, ona Türkiye Devleti değil, bütün dünya milletlerinin Devleti demek daha doğru olur. Şu farkla ki, bu devletin yükünü yalnız Türk milleti taşıyacak, nibeti yabancılara sunulacak. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir devlet kurulmadı. Türkiyemizin gerici Bezirgân Partileri, öyle bir ENTERNASYONAL Parti ve Devlet ülküsü mü taşıyorlar? AP bunu savunuyor. CHP, YTP, CKMP, MP karın ağrısı demiyorlar. Milliyetçiliğimiz nerede kaldı? Bezirgân Partilerimiz, bütçemizin hiç değilse 10 milyarını o Türk milletiyle EŞİT haklı yabancı sermayeye ödetecek midir? Hayır. Bu, tıpkı Türk ordusunu ve topraklarını NATO emrine vermeye benzedi: Mehmetçik NATO uğruna ölecek, ama Kıbrıslı Türkler için NATO Başkumandanının emri gerekecek… Yeryüzünün zenginlikten çatlayan en büyük Devletleri, yabancı sermayeye bu kadar itsel bir eşitlik sağlamıyor. Bize ne oluyor? Bütün emperyalist tepişmeleri. her ülkenin kendi vatandaşını yabancı sermaye ile eşit saymamak prensibi uğruna oluyor.
Yabancı Sermaye konusunda doktriner dogmatizmle kökten red ve inkâr da duygusal kolaylığa kaçmaktır. DP’nin tertip ve iftiralarla iki yıl inlettiği Vatan Partisi programı şunu yazar:
“Ecnebi sermaye: siyasî müdahale ve iktisadî imtiyaz istemeyecek, ağır sanayiimize tekniğin son sözünü getirecek, geldiği ülkelerdekisinden düşük ücret ve çalışma şartları öne sürmeyecek, medenî milletlerdeki râyiçten üstün faiz ve kâr almayacak, on yıl sonunda, amortismanını bitirnce, işletmeyi Türk milletine tevdi eyleyecek.” (Program, s.26)
Sahiden millet yararı düşünülüyorsa, böyle açık şartlarla Türkiye’ye gelecek iyi niyetli yabancı sermaye her zaman bulunur. O zaman gelen sermaye haki
“Ecnebi sermsyet siyasi müdahale ve iktısadi imtiyaz istemiyecek, ağır sanaylimize tekniğin son sözünü getirecek, geldiki ülkelerdekisinden düşük ücret ve çalışma şartları öne sürmiyecek, medeni milâetlerdeki zâyiçten üstün faiz ve kâr almıyacak, on yıl sonunda, amortismanını bitirince, işletmeyi Türk milletine tevdi eyliyecek.” (Proğram, 5.20)
i Sahiden millet yararı düşünülüyorsa, böyle açık şartlarla Türkiye’ye gelecek iyi niyetli yabancı sermaye her zaman bulunur. O zaman gelen sermaye hakikaten Türkiye’nin kalkınmasına yararlı olur. Yoksa sağcı, solcu ince lâf kesmeyelim.