Sosyalist – 23 Mart 1971
“Kuvvetli hükümet”+“inandırıcı hükümet”… Türkiye silâhlı kuvvetlerinin “dört sınıfı” tepede bu kararı aldı.
1- Devlet ve Yürütme Gücü
“Hükümet” nedir? devlet‘in bir parçasıdır.
“Devlet” genel olarak yalın tanımı ile egemen sınıf elinde silâhlı adamlar ve cezaevleri örgütüdür. Ama, gittikçe karmaşalaşan modern toplumda, o yalınkat devlet örgütü, başlıca üç bölümü ayrılır:1- Yürütme, 2- Yasama, 3- Yargılama…
Bu üç bölümden yalnız yasama (kanun yapıcı meclisler) hiç değilse demokrasice silâhlı adamlarsız iş görür. Yargılama bölümü (mahkemeler) daha çok cezaevleri açısından silâhlıadamların yalnız polis ve jandarma kollarını kullanır. Yürütme bölümü, akardilce hükümet adını alır. Hükümet: Sivil asker bütün silâhlı güçleri kullanır. Polis de, jandarma da ordu diye kısaltılabilecek olan (Kara-Deniz-Hava) silâhlı kuvvetleri de hükümetin emrinde bulunur.
Klâsik hükümet bu olmakla birlikte, onun ister istemez:1- sivil idare mekanizması, bir de 2- Asker savunma mekanizması vardır. Sivil idare adamları silâhsız sayılabilirler. Polisin cop, tabanca vb. aygıtları, modern savaş tekniği yanında oyuncak bile olamaz. Olsa olsa, çakısı bulunmıyan silâhsızlandırılmış halka karşı bir korkuluk olur. Onu bir yana bırakırsak, silâhlılar yalnızaskerlerdir.
2- Ordu ve Hükümet
Böylece devlet bütününün en dişe dokunur bölümü olan yürütme mekanizması, kendiliğinden bir: Silâhsız buyurucu durumda olan hükümet, bir de: Silâhlı yerine getirici duıumunda olan ordu olmak üzere iki ayrı mekanizmada toplanır.
Bu ayrılık tarihin belirli çağlarında zaman zaman birbirine karşıt olmuşlardır. Toplumun az çok oturaklı normal gidiş günlerinde devlet içinde hükümet avadanlığı ordu üzerine buyurmuştur. Toplumun düzen yıkılışı günlerinde iş tersine döner: Ordu bütün öteki devlet bölümlerine ve bu arada hükümete ağır basar. Roma’nın ve kapitaliznıin yıkılış günlerinde ikide bir gizli ya da açık generaller kargaşalığı zortlar durur.
3- Türkiye’de Çifte Hükümet (Diyarşi)
Bu alanda Türkiye’nin büsbütün özel bir karakteristiği göze batar. Osmanlı devleti çimçiy silâhlı adamlarca kuruldu. Orada hükümet ve ordu ister istemez o silâhlı adamların tekelinde kaldı. Silâhsız “başı bozuk”un hükümette işi ne olabilirdi? Bu gerçekçi gerekçeyle hükümet demek, ordu demek oldu. O tutum, Batı kapitalizminden taklit devletçilik ve sözde kanun aktarlarıyla ”çağdaşlaştırılmak“ istenildi. Tutmadı. Devletde, hükümette ya padişah’ın (ordu başbuğunun), yahut paşanın (ordu komutanının) babasından miras kalmış malı bilindi.
Doğrusu da, elinde silâh bulunmayan adamların, eli silâhlılara buyurması denli komik burjuvaca güçler dengesi olamazdı. Tetiği benim parmağım çekecek, buyuruyu karşımdaki silâhsız başıbozuk verecek. Niye? Bizim silâhlı kuvvetlerimiz: Burjuva ”çağdaş uygarlık düzeyi“ adına öyle gerekse de, bu işi hiç bir zaman ciddiye almadılar. Hem niçin alsınlar? Batı kapitalizminin kara kaplı kitabı öyle yazarmış. “Tefrıyk’ı Kuvâ: Güçleri ayırdetme” kuralı kutsalmış. Bize ne? “Biz bize benzeriz!”
4- Meşrutiyet’te Paşalık
150-200 yıldır Türkiye’nin seçkin politika oyunu, hep hükümet denilen “sefil” sivillerle, ordu denilen silâhlı askerler arasında sürüp giden bir “Ali-cengiz oyunu” olmaktan çıkamadı. Osmanlı, onun kolayını bulmuştı. Sivile de, askere de: “Paşa” derdi. En son “çağdaş uygarlık” komedisi “meşrutiyet” (anayasacıllık devriminde: Elde silâh dağa çıkan asker Enver de paşaoldu, çakı kullanmayı bilmiyen posta memurcuğu “İttihat ve Terakki” lideri Talât da paşa oldu. Bu trükle: Hükümet hep paşaların (askerlerin) elindeymiş gibi geldi hükümetle ordu lâfca olsun ayrılığa gayrılığa uğratılmadı.
Cumhuriyet bu geleneği kaldırdı mı? Ne gezer. Ölünceye dek değişmeksizin cumhurbaşkanı: Mustafa Kemal Paşa idi. Atatürk diye silindir şapka ve redingot giydirilişine ne bakarsınız?…Hükümet başbakanı (eğer 2. Emperyalist Evren Savaşı yerli Finans-Kapitalle uluslararası Finans-Kapitali sarmaş dolaş kuzu sarması edip “kayıtsız şartsız hakimiyet” direnişine sokmasaydı) İsmet Paşa, evel ezel “değişmez şef” kalacaktı.“İnönü” soyadı bile, askerin zaferi ve paşalığı kazandığı bir savaştan gelmedi mi?
5- Çok partililikte İki Tekerleniş Onyılı
Şu “çağdaş batıcı uygarlık“ın uydurduğu sivil hükümet ”bid’at“i Bayar’lar, Menderes’ler mi? Hele ”değişmez şef“’ İ. İ. Paşa: ”gayrı ben değiştim“ deyip, karakol karakol ”yurdu“ dolaşarak, o başıbozukları parmakla göstermeseydi de, göreydik bakalım Bayar’lar ve Menderes’ler “devlet-hükümet” başkanı olabilirler miydi… Olduktan sonra bile, ordu o “sefil-sivil“lere kaç yıl dişini sıkıp dayanabildi? Başıbozuk devlet-hükümet adamları Paşa‘nın başına taş yağdırttıkları güne dek iktidarda tünetilip zeybek havasına kaldırtıldılar? Sonra? Yassıada ve sehpa!
Derdimend Isparta kasabası tefeci-bezirgânının oğlu Amerikan U.S. şirketinden diplomalı “Süleyman bacanak”: Gümüşpala Paşa’nın Adalet Partisi’ne sığınmasa, hükümet başbakanlığı gibi bir “paşa-katı“na zor sivrilivereceğini çabuk unuttu. İ. İ. Paşa ”kuyudan adam çıkarma“ sevdası ile, ikide bir koltuğuna girmese, hükümet sivrisinde kaç dakika tutunabileceğini de düşünmez oldu. Üstelik ”sandıktan çıktım“ diye: faşizmle bolvizmi karmalamaya kalkıştı. Menderes’in başına Moskova’ya gitmek ve Kruşçof’u Ankara’ya çağırmak işlerinin ne çorap ördüğüne de bakmadı.Kosigin’le mektuplaşmak küstahlığını gösterir mi? İşte böyle, o mektuplaşmanın yazıları TRT’de okunurken bir ”muhtıra“yla, AP iktidarinın “musalla taşına” yatırılnıış cenazesinin hoparlörlü Meclis nıinaresinden “Essalât’ü Vesselâm“ı okunur.
6- Batıda ve Bizde Burjuvazi ve Hükümet
Biz Türkiye’nin Türkleri epey gerçekçi insanlarızdır. Silâh benim elimde olacak başkası hükümet sürecek. (alafrangalığa aklımız ermez. Dünyada da öylesi gösteriler, adam kandırmak içinparlâmentarizm-palavramantarizm diye öne sürülür durur. Her yerde, har zaman silâh kimdeyse, devlette, hükümette ondadır. Neden yalan söylensin? Şundan Batı toplumunda dokunulmaz vatan sınırını ciddiye alarak milleti ve orduyu ”nâmerde muhtaç“etmeyen dişli bir işveren sınıfı iktidara bıçağı hakkına gelmiştir. O nedenle burjuva ordusu efendisini, sahibini tanır. Bizde öyle mi?
Osmanlı Devletini kuran: ”Dört yüz arslandan bu vatan kaldı bize yâdigar“ maaşlı ordudur, yıkan da ordudur. Şimdi cumhuriyeti kurdu ise, günaha mı girdi ordu? Anadolu burjuvazisine kalsa: Erzurum‘da bir devlet, Sıvas‘ta bir devlet Adana‘da bir devlet, Trakya‘da bir devlet, ve ilh. ve ilh. biçimleri ile son kalan bir avuç vatanı kuşa çevirecekti. Yerli-milli burjuvazi öylesine cılız, pısırık, kişiliksiz, şerefsizdi. Ordu, onun kulaklarını çeke çeke adam olmasına, vatana, millete gelmesine yardım etti. Elbet onun tepesine ordu tüneyecekti.
Sonraki olan bitenler ortada. Türkiye’nin tüm sanayiini, madenlerini, ticaretini, bankasını, sermayesini elinde tutan biricik Finans-Kapital tekeline baş maya: ”paşa“nın ”para“ cıklarıdır. Paşa gitti. Ordu kaldı. Yabancı sermaye ile göbekbağlı yerli Finans-Kapital döküntüleri, daha doğuşlarından, vatan, millet nedir bilmeyen kozmopolit bir oligarşi (azınlık egemenliği) veplütokrasi (zenginler saltanatı) ”hâin ve hâif“’leridirler. Hem Türkiye’yi Amerikan mandası yaparak ”ihanet“ ederler, hem de ölesiye ”hâif: korkak“, şerefsiz burjuvalardırlar.
7- Bizde Ordunun Şahbazlığı
Geniş tabanı ve sağlam gövdesi halk çocuklarıyla dolu olan ordu bu hem hâin hem korkak İşveren sınıfını nasıl ”adam yerine kor“? Tek parti çağında: Mustafa Kemal Paşa’nın ”ebedi şef“liği, İsmet Paşa’nın ”değişmez şef“liği gibi; çok parti çağında DP için İnönü ve Çakmak Paşa’ların, AP için gene İnönü ve Pala Paşa‘ların tükenmez sağdıçlıkları ve cayılamaz koltukaltları, yalnız ve ancak Türkiye’deki işveren sınıfı’nın olumsuz niteliklerine bağlanabilir.
Türkiye’de (Finans-Kapital+Tefeci-Bezirgân) iktidarlarının 1950-1960 birinci onyılı sonunda patlak veren 27 Mayıs olayı ve 1960-1971 ikinci onyılın sonunda patlak veren 12 Mart olayı ancak bu sosyal sınıf karakteristiğinin kaçınılmaz ve önüne geçilmez normal doğal ürünüdür. Buna şaşacak olanın yalnız aklına şaşılır. Bu gidişte Batı kapitalizminin iki yüzlülüğü esneklik gibi gösteriliyor. Batıcı iktidar kurallarını Türkiye’de boşuna tabulaştırmak isteyen özenti politikacılar, gitsinler, kendilerini Eyüp Sultan’da ”Pabucu büyüğe“ okutsunlar. Bizde bu böyle gelmiş böyle gidecektir.
8- Paşa – Kişilerin Sınıf Rolleri
Ya kimi paşaların o akıntıya kürek çekişleri, ne anlam taşır?
Örneğin İ. İ. Paşa: (Finans-Kapitalist beyleri ve Tefeci-Bezirgân hacıağaları olmak şartıyla) kişileri “kuyunun dibinden” çıkardiğı gibi, “demokrasi” adını verdiği şeyi de ikide birkuyudan çıkarmak için uğraşıyor. “Bir gün bir asır kadar uzun” geliyor kendisine. O yüzden, üç günde tam üç birbirini çürüten”tez“ ortaya atıyor. Paşaya göre, bu günden yarına yüz yıl geçtiği için, bir gün önce söylediğini ertesi gün herkesin unuttuğuna inanarak, rahatlıkla tersyüz olmak olağandır.
Bu kerte dengesiz oynaklık neden keramet sayılıyor? Çünkü, İşveren sınıfının sıfır numara kişiliksizliğinden çıkan sosyal boşluk, o sınıftan gelmeyen paşaların abartmalı kişilikleriyle
doldurulmak gerekiyor… Kişiler nasıl oluyor da, içinden çıkmadıklan sınıfların boşluğunu doldurabiliyorlar? Çünkü sonradan gelme ve yapma da olsalar, o kişiler, zamanla artık işveren sınıfı ile bütünleşiyorlar. Milli mücadeleye girmeden üç beş dönüm toprağa özenen İ. İ. Paşa’nın bugün ”yüz milyonları“ tefe konuluyor. Demek bizde bürokrat burjuvazi, Batıdaki girişkin sanayici burjuvazinin yerini tutabiliyor.
Bu yüzden en çarıksız halk çocuğıı tepeye tünedi mi içinden çıktığı kabuğu tekmeleyebiliyor.