Türksolu – Sayı 82, 10 Haziran 1969
Masal Gibi
(Bayar + Demirel + İnönü) üçüzü, kendilerin (Baba + Oğul + Ruhülkudüs)üz sandılar. Türk milletini yoktan var eden bunlar değil miydiler? Anayasa da ne mene kuşmuş? Bu kuşun gagası uzun; burnunu her yere sokuyor. Ayakları dersen, kızıl çizmeli. Arasıra kurbağayı yutan yılanı da yutuyor. Oysa biz onu: Leylek gibi ömrü lâklâkiyatla geçsin diye ocağımızın bacası üstüne tünetmiştik.
“Aşırı” kaçan yanlarını kesi kesi versek; NATO’dan Huzur da gelir, Amerika’dan Hızır da gelir. Öyle bir kalkındırırız ki, Milleti, “Kalkın ey ehli vatan!” deriz. Millet kalkar, Şirketi milletin yerine oturturuz. Paralamento, Palavramento, Demokrasi, Demagokrasi… Şirket söyIer, Millet dinler. Ne âlâ memleket olur Türkiye!…
Olamadı. Üçüzler birbirlerine düştüler. “Ruhülkudüs” sordu 27 Mayısçılara: “Acuner de var mı içinizde?” Baba oğula baktı, oğul babaya… Sen de mi Brütüs Sunay! Dedim, dedin, dedi; dedik, dediniz, dediler. Yaparım, yaparsun, yapar; yaparız, yaparsınız, yaparlar… Böyle mi olacağdı? Madem olmadı bostan, bitmedi karpuz, maaşallah! Çevirin kazı yanmasın, Devletlû Hünkar uyanmasın. Bir var imiş, bir yok imiş. Deve tellâl iken, pire berber iken… Onlar erememişler muradına, biz çıkalım kirevetine….
Şimdilik mi? Şimdilik, diyor Ruhülkudüs: bu masal böyle kapatıldı. Tanrı geleceğinden saklasın. E’uzü billâhi-mineş-Şeytân-ir-raciym… Bismil-lâhir-rahmân-ir-rahiym. Üçüzler Anayasayı Nasreddin Hoca’nın kuşuna çeviremeyince, Finans-Kapital ne denli üzüldü, bilemezsiniz. Amerikan Emperyalizmi uğruna şakır şakır ter döküp, zırıl zırıl kan ağlıyor.
Demokrasi için Millet
Bu “timsah gözyaşlarının” en çok döküldüğü alan, sözde, “Demokrasi”dir. Ah! Demokrasi… Vah! Demokrasi… İster misiniz bu Efendilerden Demokrasinin ne olduğunu öğrenelim? Doğrusu ona dayanılmaz. Onlara göre Demokrasi, sırf Palavramantarizm imiş. Farzedelim ki, palavra-mantar tabancayı patlatma yeri değildir de, bir takım ısmarlama kabadayılıklar taslama, kendilerine “milletvekili” adını vermiş kimselerin birbirlerine hiç suç teşkil etmeyecek biçimde rahatça söğüp sayıp, yumruk, tükürük, bıçak, muşta atabilecekleri, sustalı, tabanca çekebilecekleri bir yer değildir de… Batıcı anlamda bir parlamanterizm önünde bulunalım.
Acep Parlamentarizm mi Milletin yaşaması, insanca yaşaması içindir, yoksa Millet mi Parlamentarizmin yaşaması içindir? Efendilerimizin lâkırdılarına bakılırsa, Millet, Parlamentarizm yaşasın diye icat edilmiş bir sürü oy davarıdır. Milletin insanca yaşayışı olmasa da Parlamentoculuk, Kantoculuk, Centoculuk olur da, Parlamentonun yaşayışı yoksa, hiç bu Millet denilen kalabalığa hacet kalmaz.
Böyle der bizim Bâbil Çağının artığı toraman efendilerimiz. Öyle yapar ederler. Demokrasiyi “Demir kırasi”, Demokratı “Demirkırat” yaptıkları üzerine birkaç yüz Hacıağa veledi, Şirket babası Ruhülkudüs Dedesi bindirip, dah! ediverdikleri gibi milletin üstüne. Halkta ne yaşama, ne hak, ne iş, ne kafa bırakmadılar. Bugünden yarma çalışmana, dört kut kul olman şartıyla son vermediler. Elindeki sadaka paranla her çarşıya çıkışında, dün bir kilo yahut bir metre aldığını, bugün yarım kilo yahut yarım metre alacaksın. Öbür yarım kilo ile yarım metreyi, efendilerin, yabancı Şirkete peşkeş çekip, seni 2100 yılına dek borçlandırıp, kendi ceplerine üç beş bahşiş alacaklar.
Onlara göre, Demokrasi lütfedip müsaade buyuracak ki Millet yaşasın, Parlamentarizm Ağaların, Beylerin şölen sofralarının artığını dökecek ki, Millet geçinsin. Demokrasi ve Parlamentarizm: Ağalarla Beylerin ve Paşaların: Sadaka gösterisi ve Bahşiş kopartma sistemidir. Millet demek Palavramantarizm ve Demirkırasi demektir. Halk ta ne kelime? Devlet kuşu kimin başına koşmuşsa, Halk da odur, Millet de odur.
Bu kuşun ise gagası, Hacıağa ve Şirket bacalarmdan içeriye Noel Baba zenginlikleri atacağına, işsizlik ve pahalılık ve baskı ve işkence yılanlarını öldürmeye kalkarsa o gaga kesilir. Bu kuşun ayakları rüşvet, suistimal, irtikâp, kayırma, gizli tahsis, açık kaçakçılık batağının üstüne çıkacak kertede uzarsa, kesilir. Bunu anlıyor efendilerimiz Parlamentarizmden ve Demokrasiden.
Millet için Demokrasi
Ne var ki, Demokrasi, Kapitalizmin icadıdır. Parlamentarizm, Aşiret çağından kalmış bir toplantı geleneğinin, İşveren sınıfınca Derebeyilere karşı kullanımıdır. Ama namuslu, yani, ilerici ve ilerletici olmaktan, geniş yeniden üretimci olmaktan ve her türlü tekelci, imtiyazlı sömürü rezaletlerini kaldırmaktan gücünü alan Batıcı Kapitalizmde, Parlamentarizmin de, Demokrasinin de bir tek savunulabilir tanımlaması yapılmıştır. Parlamentarizm de, Demokrasi de, sırf kapitalizmi ömürlü kılmak için de olsa: “En kalabalık ve en fakir sınıfın maddî, mânevi, ruhi, sosyal bakımdan iyileşmesi olmalıdır!”
Efendilerimiz için öyle bir kaygı yok. Bir tek kaygı var. Emperyalist ajanlar ve Finans-Şirketler-Sermayesi üstten, Tefeci-Bezirgân-Hacıağalar alttan elele verecekler. Kendi “Huzur”ları ve Emperyalist “Hızır”ları uğruna, beğendikleri baskıyı ve sömürüyü yaparlarken, bunu “Milletin iradesiyle” böyle istediğini öne sürecekler. Büyük Millet çoğunluğunu iki eli böğründe işsizlikten tarlasını, gecekondusunu ipotek edip sınır dışına kaçak göçmeye, gavur içinde iş ve ekmek dilenmeye zorlayacaklar. Bunu “Nurlu ufuklara doğru”, “Milli kalkınma hızı” diye yutturacaklar. Yutmayan olursa, arslanı afyonlayıp kediye boğdurtacaklar.
“En kalabalık ve en fakir sınıfı” işsizlik ve pahalılık ateşi ile yakıp, soyulmuş soğana çevirecekler. O da yetmeyecek. “Kafadan gayri müsellah” etmek için de alçaklığın ve alçaltışın en antika ve en modern yollarını, en hinoğlu hince gericilik ve kafatasçılık biçimlerinde kol gezdirecekler. Açlıktan ve işsizlikten gözü dönmüş zavallıların yarısını “Toplum Polisi”, yarısını “Deli Deryah”: gündeliği 25 liraya kiralık katil tutarak, Amerikan Altıncı Filosunu Kıble yapıp önünde namazlara durmayanları bıçaklatacak kadar esrarkeşçe serseme çevirecekler.
Asker Millet mi?
Bu soygun sistemine “Demokrasi”, sersemleştirme kampanasına “Parlamentarizm” adını vermek isteyenler ne bekliyorlar? Teşekkür edilmezse, göz yumulmasını. Bunun için de kolay bir çığı bulmuşlar. Türk Milleti “Asker milletir” diyorlar. Öyleyizdir, Allahaşükür. Kırılır geçiriliriz askerlik için. Ortaasya’dan kadın, erkek, ihtiyar, genç hep asker olup “Kızıl Elma”ya doğru ılgar etmişiz. Ama “asker”, “çeri” nedir? Tepeden tırnağa silahlı olan ve bütün inceliği, kesinliği ile savaşmayı beceren insan demektir. Bu insanla düpedüz alay etmek olsa gene iyi. İnsan eşşek yerine koyup, sırtına semer, ağzına yular vurduktan sonra, üstüne bütün yükünle çıkıp “Dah!. Çuş!.” etmektir. Efendilerimiz Demokrasiyi öyle anladıkları gibi, Askerliği de bölye anlatmaya çalışıyorlar.
Millet İçinden kendi uygun göreceklerine, uygun çağlarında, uygun biçimde, uygun silâhları verip, işlerine gelen yönde, yukarıdan verdikleri her emre: “Körü körüne ihaat” bekleyecekler. Asker milletin Askerliği de böyle olurmuş. Ha bir tüfek, ha bir asker: nereye çevirirsen oraya namlusunu dikecek, “babanı, kardeşini vur” dersen tetiği çekilip ateş edecek. Bu “asker” değil; otomat, makina, homongolostur. Henüz hiçbir efendileri böylesine akılsız, iradesiz, yalnız şerre âlet makina insanlar yaratmamışlardır.
Bir avuç Şirket (Finans-Kapitalist) ağlarıyla örgütlenmiş Tefeci-Bezirgânlık “Ol!” diyecek. Türk milleti ve Türk ordusu selâm vaziyetine geçecek. NATO Amerikan Generali, Mustafa Kemal’in yerine Başkumandan olacak. Türk askerine ve Asker Türk milletine: “Seç!” emri verilecek. Finans-Kapitalin “Hür Basın-Yayın” reklâmıyla şirinleştirdiği ajanlarını seçecek. «Vur!» kumandası geldi mi, 6’ncı Filodan Amerikan subayı Türk kızıyla barda göbek çalkalarken rahatsız edilmesin diye, “Toplum Namazı” savunucusu Toplum Polisi’nin copu ile yere yıkılmış Müslüman gencini, dolara tapan Müslüman yobaz şişleyecek.
Demokrasi ve Cennet
Aylıklı profesyonel-polisiye katiller cinayet işlerken, nasılsa çekilmiş filmleri yasak edilen suçlulardan bir taneciği zor tutuklanıp, hamamın namusunu temizlemeye de bakılmayıp, bin lira kefaletle serbest bırakılacak. Ardından Yassıada’da ihanetleri Türk milletine ve Türk ordusuna duyurulmuş ve hemen “Af!” affedilip, lüks hamamlarda parlak “Yıldızları” oynatmakla “Def’i gam” eden elli altmış “mağdur” Finans-Kapital çetesi, (tam “Yüksek Mahkeme” başkanının ölüsüne ve subaylara gençlere saldırdığının ertesi günü) o çete, “yaraları satmak” bahanesiyle yeniden İktidar Paylaşımına “Fâtih Kahramanlar pozuyla çağırılacak…
Bunlar mı hep “Gerçek anlamda demokrasi!”? Böyle bir Plütokrasi kumarı önünde, nasıl olsa Türkiye fakir fukarasının başını kaşımaya vakti ve takati bırakılmamış. Bıçaklanan, bombalanan Gençlik, ölüsüne sövülen Adliye, dirisine diş bilenen Ordu: oynanan Alicengiz oyununa seyirci bile değil, suçortağı yapılmak istenecek. Efendilerimizin “Dörtbaşı mâmûr bir biçimde demokrasi” olarak tanımladıkları düzen bu imiş,“Onun Parlamentosu milli iradesini dile getiren tek yer” imiş. Böyle yazıyor, çiziyorlar.
Yaşaması zindana çevrilmiş, dünyasından habersiz, iliklerine dek aldatılmış ezik, Ahirete dönüklüğü milyarlar harcanarak arttırılan Millet nasıl seçim yapar? Her gün, her sıkışan parti sözcüsü «Millet kimi seçtiğini tanımıyor!» diye bağırıyor. Davulunun sesi en çok duyulan, yani en çok para ve hediye dağıtabilen Finans-Kapital gözdesi Parti, “Falana oyunu ver; o seni doğru Cennete götürecek!” diyerek, buna aldanmayanları ağa kırbacı, jandarma dipçiği, polis copu ile sersemletip sindirecek. Tefeci-Bezirgânın maddi manevi göz hapsi altında, kandırarak ve zorla “Sandık başına” sürülenler, tanımadıklarına «oy» atacaklar.
Ordunun üzerine Gölge
Bu komedya mıdır, trajedya mıdır? Onu cahil halka yutturanlar ne istiyorlar? Her gün Finans-Kapitalin ve Tefeci-Bezirgân derebeyi artıklarının bin bir gizli ve kirli çamaşırını yıkamaktan iğrenmiş Türk Adaleti de gargara etsin istiyor. Dünyanın ve Memleketin her olayından “Kârı” ile, “Vurgunu” ile değil, Kanı ile, Canı ile sorumlu bulunan, Devrimci gelenekli Türk Ordusu da zemzem niyetine içsin istiyor. Yutturamayınca, saçını başını “Demokratik Hür Basın” sahnesinde yoluyor:
“Ordunun üzerine gölge düşürüldü, ya!” “Türkiye’de asker bir millet olan Türklerin gönlüne pek sevdikleri orduları hakkında haksız yere birtakım yanlış düşünceler sokulmuştur bir kerre…” (H.B., Yeni Gazete, 24.5.1969)
“Türkler” dediği, Türk Ordusunun uyanık ve gürbüz yurtseverlerini evel ezel Şeytan görmüşçe gizli gizli lânetleyen, Abdülhamit hafiyelerine ve Mütareke’nin İstanbul’da turşulaşmış paşalarına her gün “ölüşten sonra diriliş”ler yaratıp rahmet okuyan bir avuç kökü dışarıda yerli Finans-Kapital ile taşra Tefeci-Bezirgânıdır. Onlar Horasan Erliğinden ve Dirlik Düzeninden mayasını almış insancıl koca Türk ordusunu bir avuç gözü dönüm satılığın, dilediği mezbahada körü körüne kurban kesebileceği bir sürü mü sanmışlardı?
Adaletin üzerine Gölge
Artık eski çamların bardak olduğunu gören bir “Babıâli” çömezi, Bayar ve ortakları Türkiye politikasının tepesine üç tonluk mezar taşlarını dikemeyince, büyük bir umutsuzluk ve acı bir karamsarlık içinde: “Demokrasiye kastedildiği anlaşıldı” diyor. Nasıl anlaşılmış? Demirel ve İnönü’nün basına verdikleri beyanlarla anlaşılmış. O “Sözler” ve “Mektuplar” birer açık “İhbar” olarak “hür” sayılan “Basına intikal” etmişmiş. Nasıl oluyormuş da:
“Artık hiçbir Politik baskının esiri olmayan Cumhuriyet Savcılarından biri kalkıp da bunları İHBAR telâkki ederek herhangi bir kovuşturma açmayı düşünmemiştir.”?!?
Hıncını Türk Ordusundan çıkaramayınca, ısırmadığı eli öper gibi yapan Finans-Kapital ajanları, bu yolda Adaleti kınıyor. Daha ne bekler, ne dururmuş Savcılar? İşte “Mâsum” Bayar da, eski “Mâsun” Demirel de, İnönü de hep bir Locada İHBAR saçıyorlar. Hani Adaletin kovuşturması?
Bu efendicikler bir şeyi hatırlamıyorlar: Sıkı mı? Türkiye’de ne zamandan beri Cumhuriyet Savcıları: “Hiçbir Politik baskı” altında “ESİR” değiller? Nasıl unutabiliyorlar? Acep “Politik baskı”nın en sivri mızrağını elinde tutan Adalet Bakanı emir vermedikçe herhangi bir Savcının herhangi bir “SİYASİ” dava açtığını yahut açılmış dâvayı Adalet Bakanı’na rağmen yürüttüğünü Türkiye’de kim, ne zaman görmüştür? AP’nin ünlü Adalet Bakanı’nın ve daha ünlü Başbakanı’nın kıvıramadığı o Siyasî kovuşturma kabadayılığı, göz göre Adalet Bakanı emrinde mevzuatça “esir” durumunda bağlı Savcılardan kim, nasıl isteyebilir?
Anlaşılıyor. Sırça saraylarında havyar kesmeyi bilen efendilerimiz, uğurlarında “Fedai” arıyorlar. Böyle kör fedaileri, “Kanlı Pazar” günü 25 lira Bahşiş dağıtıp Cuma namazına, oradan da bombalı Toplum Polisi’nin kanadı, stratejisi ve taktiği altında Taksim Meydanı’na gönderdikleri şaşkın, yarı işsiz zavallılar arasında, suçları örtbas edilmek vaadiyle belki bulunabilirler. Ama Cumhuriyet Savcılarını, alâmeleinnas, o Emperyalist “fedailer” sırasında geçirmeyi düşünmek, en gülünç küstahlık olur.
Silâhların Gölgesi
Bütün Finans-Kapital “Hür Basını” hiç sıkılmadan ağız birliğiyle şu tasalı teselliyi savuruyorlar:
“CHP, silahların gölgesinde bir Demokrasi taraftan olduğu yolundaki şüpheleri Bilme silme imkanı buldu… HÜR seçimle… DEMOKRATİK rejimin AŞIRI SOLU da, AŞIRI SAĞI da işbaşına getirmesi ihtimali yok denecek kadar azdır.”
Besbelli, Sayın İ.İ. Paşa’da Birinci Kuvayi milliyeci geleneklerden ne kaldıysa hepsini Finans-Kapital içki masası uğruna harcama eğilimini, bu develeri güldürecek mantıklar kışkıtrabiliyorlar. Bu efendiler kendilerini hangi yüzyılda sanıyorlar? Biz yeryüzünün “Medeniyet” denilen Sınıflı Toplum Tarihi içinde yaşıyoruz. Sağlı Sollu “Devletiçiliğimiz” herkesi esrarkeşe geçirmiş olabilir. Ancak, Gerçekler, her zaman (hoşumuza gitse de, gitmese de, elimizin tersiyle, yahut küçük burjuvalığımızın yelli yelsiz kakasıyla) bir yana itilip atılmayacak inatçı olaylardırlar.
Dünyamızda DEVLET bulundukça, hangi düzen “Silahların gölgesinde” değildir? İslâm realizmi, “El Cennet tahte-zilâl ıs-süyûf” demekle, binlerce yıldır bilinen en keskin hakikati belirterek: CENNET’i bile “Kılıçların gölgesi altında!” sayacak ayıklığı göstermişti. Şu, yalnız “kökleri” değil, dış ticaret liberalizmi=döviz kaçakçılığı gayesinde meyvaları da “DIŞARIDA” olan, on binde biri bulmayan Finans-Kapitallerimizle, sayıları binde biri geçmeyen taşra Tefeci-Bezirgânı Hacıağa, Eşraf, Ayan örümceklerine bakındı. Bunlar, ağlarını kurarak 30 milyonluk koca Türk milletini sömürdükleri Emperyalist Burjuva Demokrasisi‘ni (keskin sosyalistlere bile “Devletçiyiz” tesbihi ile ‘Hû!’ çektiriren): CENNETTEN de üstün insanüstü bir palûze köşk mü sanıyorlar ki, kılıçların ve silâhların gölgesinden ötelerde göstermeye kalkışıyorlar.
Biçare, eli-kolu-izanı-vicdanı Antika büyülü kör düğümlerle bağlanmış ve ipinin Finans ilmeğini eliyle boynuna geçirmiş, Osmanlı şâirinin dayanamayıp: “Ey millet-i merhûme!” diye cenaze namazına durduğu Müslüman halkımız dahi bu denlisini kolay kolay yutmasa gerektir. Fazla ve boşuna sahtekârlığa çanak tutan yok.
Elbet sosyal sınıflı bir toplumun çatırdayıp dökülmemesi İçin, her biçimi ile DEMOKRASİ de, DİKTATÖRLÜK veya TOTALİTERLİK de ister istemez “SİLÂHLARIN GÖLGESİNDE”dir. Tek ayırt görünüşte kalır. Burjuva demokrasisinde SİLÂHLAR GÖLGEDE tutulur; Emperyalist, gizli ya da açık Faşizmde SİLÂHLAR açıkça, yırtık dondan çıkarca GÜNEŞİN altına serilir ve TOPLUM’un üstüne GÖLGESİ saklanamayacak denli hoyratça ve yobazca düşürülür. Kimin evi soruluyor? Gösterilen bütün çaba bu yalınkat gerçekliği defne dalları ve palavramentolarla örtbas etmek veya etmemek çevresinde döner.
Ve bütün mesele de şudur: Her sınıflı toplum düzeninin temeli olan “SİLAHLARIN GÖLGESİNDE”, Finans-Kapital azınlığının saltanatı ve tahakümü mü vur patlasın, çal oynasın sömürüsüyle keyif çatacak? Yoksa, türlü baskı ve yalanlarla ipliği pazara çıkarılıp şaşkına çevrilmiş nâmuslu, insaflı, acıyışlı çalışan halk yığınları mı insanlık haklarına kavuşacak? Türkiye’de 50 yıldır bu sorunun karşılığı aranıyor.
CHP’nin Gölgesi
Türk Gençliği, Türk Adaleti, Türk Ordusu için son damla bardağı taşırmıştır. Çeyrek yüzyıl önce Amerikan petrol tröstlerinin Yakındoğu Akıl Tröstü’nden Mister Thorn, Bahreyn denizindeki petrol adasından kalkıp Türkiye’ye geldi. Kırk tilkili Sayın İ.İ. Paşa’dan “Çifte Parti” kurulacağı sözünü diş sökerce koparttı. O sözle başlayan ve sürüyle sahte kahraman-hainler yetiştirmekten başka bir işe yaramamasına çok özge özenç harcanan Demokrasicilik oyunu, birinci 10 yılında DP tökezlemesine uğradı, ikinci 10 yılında AP tökezlemesine ulaştı.
Sayın İ.İ. Paşa Demokrasicilik oyununu kendi açtığına inanıyor. Pek yalan da değil. Ama Demokrasiciliğin illâ ki Orta oyunu olmasını sağlamanın kıyamete dek sürmesi kimsenin elinde olamaz. Hep İ.İ. Paşa Kavuklusu Bayar veya Demirel Pişekâr‘ı ortalığı haraca kesecek. Bir iki de sağlı sollu “Zenne”ler zil çalıp göbek atacaklar… Sahnede olur böylesi. Herkes de avunur. Hayatta bütün kavuklular, Pişekârlar, Zenneler, Cüceler, Mahalleliler fazlaca zıpladılar mı, içyüzleri sıtırıverir.
Şimdi aktörlerin takkeleri önlerine düşmüş, kelleri görünmüş bulunuyor. Batı’daki Vatan kurucu, serbest rekabetçi ve ilerici kapitalist sınıfı, Türkiye’de Finans-KapitaIe meze edildiği için, Batıcı Burjuva Demokrasisi, en Şarkkâri Ortaoyununa çevrilmek istendi. “Sahipsiz” kalan Demokrasi, Türkiye’de işçi sınıfına ve fakir halka maledilinceye dek, halk çocukları olan Gençliğin, Adalet ve Ordu ülkücülerinin “Gölgesi”ne sığınmış bulunuyor. Gençlik bir silâhtır, Adalet bir silahtır, Ordu bir silâhtır diye, “Demokrasiye gölge düşürmemek” isteyenler, yalnız kendilerini veya bilmeyenleri aldatıyorlar.
Ortaoyunları bir çeyrek yüzyılda Türkiye’yi Amerikan generallerinin atış poligonu, Emperyalizmin zehirli gaz ve mikrop silâhlarına üs durumuna soktu. Bu korkunç ABC (Atom-Mikrop-Kimya) silâhlarına sömürge oluşturan Türkiye’yi ancak İkinci Milli Kurtuluş Savaşı kurtarır. Onun için birincisi gibi İkinci Milli Kurtuluş Savaşı da, önce tek tük, sonra daha derli toplu ülkücü, fedai sivil-asker Türk gençlerinin atılışlarıyla çoktandır başladı.
Birinci Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer kumandanı Sayın İ.İ. Paşa, bundan ürkmemelidir. “Huzur” duymalıdır. Birinci Kurtuluş Savaşı’nda Başkumandanı olan Mustafa Kemal’in, Cumhuriyeti ve Bağımsızlığı ilelebet emanet ettiği Türk gençliği yaşlıların yerini almaktadır. Yaşlılara düşen, öğrendikleri tecrübelerinden yanlış sonuçlar yorumlamamaktır. Birinci Kuvayimilliyeciler kaç yaşında idiler, hele şimdiki gençliğe oranla ne başta idiler? Öyle iken, bir sınıra dek başarı o zamanın “Genç Türkler”inde kaldı.
Finans-Kapital “şartsız kayıtsız hakimiyet”inin ilk 10 yıllık “Dalâlet İhanet”i daha fazla sürmedi: 27 Mayıs gençliği, Türkiye’yi Şeyh Said’i Kürdilerle: Bağdad’ın Nuri Bâşâ Essaitleri Irak’ı, Acem Şahının Molla-Çarlar İran’ı yapmak isteyen “Tehlikeli mâcera”lardan kurtaran sıçrayışı başardı. İnönü’ye kalsaydı, Topkapı’da bir Finans-Kapital uşağının Polis himayesinde attığı taşla ölür kalırdı.
Finans-Kapital yılmadı. Daha ikinci “Dalâlet İhanet” 10 yılını dolduramadan, Kosova Harbi’ndeki Miloş Kaploviç gibi ayaklarına kapandığı 27 Mayıs’ı arkadan, hem de Birinci Kurtuluş Savaşçısının iyi dileklerini kullanarak hançerlemeye girişti, girişiyor, girişecek. Sayın İ.İ. Paşa, Bayar iktidarda iken: “Biz bu memleketi sokakta bulmadık” diyecek duruma sokulmuştu. Toleransını, insancıl şefkatini yaşlı akbabalara değil, ilerici gençliğe, gerilikle kıvranan Türkiye fakir fukarasına saklasın. 27 Mayısçılar da: “Bu Anayasayı sokakta bulmadılar, bu Milleti Ameikan kasalarında kefşetmediler.”
Amerika’nın Gölgesi
Finans-Kapital sırtını NATO Başkomutanı emrindeki Amerikan üslerine dayadıkça, Türkiye’de “Huzur” kuruntudur. Gençliğin, Adaletin, Ordunun güneşini enselerinde duyanlar, yerdeki gölgelerini, Demokrasiye düşmüş “Silâhların gölgesi” diye tanıtıyorlar. Dürrîzade fetvalarını, Kürt Mustafa Paşa sıkı yönetim kararlarını bilen bir tecrübeli komutan, yerini nasıl “Sine-i Millet” (Ulusun bağrı) dururken, Tekelci sermayenin, Bayarların, Demirellerin koltuğunda bulur? CHP’nin bu acıyı asker-sivil Türk gençliğine tattırmaya hakkı yoktur ve olmamalıdır.
Yakıştıramıyoruz.
Her iyi dilekli yaşlının övünmesi, sevinmesi gereken gençlik rönesansı, Tarihçe kaçınılmaz olan BİLİNÇ Işığı İle neyi aydınlatıyor? Görüyoruz. Finans-Kapital yeniden (Sivas Kongresi’nden, Cumhuriyet ilânından, Atatürk’ün ölümünden, 27 Mayıs’tan sonra olduğu gibi) en sınangılı kurtlarını, tilkilerini, sırtlanlarını, çakallarını yabancı casus şebekeleriyle el ele verip seferber etti. Hepsi birden Milletin vicdanına doğru şöyle uluyorlar:
“OIayIardan biz ders almalı ve Demokratik rejimin gerçek savunucuları bir araya gelmeliyiz ve onlarm rejimi yıkmak İçin kurma çabasını gösterdikleri Geniş Cephenin karşısında, bu rejimi korumak için bir Geniş Cephe inşa etmeliyiz.” (Başyazı, YeniGazete, 24 Mayıs, 1969)
Finans-Kapitalistlerin “bu rejim”i nedir ? Ortada. Bugünkü Türkiye’nin “BU rejim»i yürürlükte olan Anayasa düzenidir. Şu veya bu dolaylı yoldan, var olan Anayasa düzenini “değiştirmek” perdesi altında “YIKMAK” isteyenler kimlerdir? (Bayar-Demirel-İnönü) üçüzünü kayıkçı döğüşüne kaldırıp, Türkiye’nin bütün ekonomi ve politika problemlerini Anayasayı yıkmakla sağlanırmış gibi göstermeye çalışan Finans-Kapital uşakları. Demek yerli-yabancı emperyalistler tam Karagöz perdesindeki Yahudi gibi davranıyorlar. Hem Anayasaya vuruyorlar, hem de karşısındakilere: “Vurma bee!… Vurma!. Ne vuruyorsun bee?” çığlığını koparıyorlar.
Karşılarına dikilip Anayasayı maddesiyle, ruhuyla korumak azmini gösteren Türk Gençliğinin, Türk Ordusunun, Türk Adaletinin elele verişi, Finans-Kapital uşaklarına “Bu rejimi yıkmak” gibi geliyor. Anlaşılıyor: Anayasa düzeni altında gizli başka düzen peşindedirler. Sanki içtikleri su ayrı gidiyormuşca, “Demokrasi” deyip oynadıkları horoz döğüşünü bile çok görmeye başladılar. DP, CHP, AP, YTP, MHP, BP ve ilh. ortaoyunlarını bırakıp ta başka hangi «GENİŞ Cephe inşa» edecekler?
Onlar içinde biraz Türk milletinden yana, Türkiye çalışan halkından yana olanların yeri, (GENÇLİK + ORDU + ADALET) kadrolarının geliştiği HALK CEPHESİ saflarıdır. Geri kalanlar için bir tek karşı cephe kaldı; CIA’nın Yunanistan’da başardığı, İtalya’da yıllardan beri bir türlü tutturamadığı Cunta cephesini, Türkeş gibi Londra Entelicansı’nın bir zamanlar sık sık “KUVVETLİ ALBAY” dedikleriniz yarı polis, yarı jandarma, yarı lümpen “Ergenekon Arslanları”ndan beklemek…
Ancak o zaman bütün bu Efendiler açıktan açığa tiksindikleri “Türk Silâhlarının Gölgesi” altından çıkıp, “Amerikan Silâhlarının Gölgesi” altına sığınabilirler.