Sosyalist – 7 Şubat 1967
Türkiye tarihinde üst sınıflarımız: “tefeci-bezirgânlar” ile “devlet sınıfları” denilen paşalar, beyler, efendiler idi. Bu iki tabakanın çocukları (Jön Türkler), kendi çıkarları ve Allahın inâyetile III. Selim, tanzimat, meşrutiyet, cumhuriyet hareketlerini başardılar… Her defasında dışandan GAVUR ağır bastırdı mıydı, onlar içeriden MÜSLÜMAN silâhlı kuvvetleriyle tepki gösterdiler.
Cumhuriyet çağına değin fınans-kapital, YABANCI kumpanyalar ve bankalar siperinde silâhlı kuvvetlere dayanarak Türkiye ekonomisine ve politikasına hükmetti.
Cumhuriyet çağından beri, fınans-kapital bu sefer YERLİ şirketler ve bankalar siperinde, silâhlı kuvvetlere dayanarak, Türkiye ekonomisine ve politikasına hükmetti.
Tarihsel geleneğimiz bu idi: Silâhlı kuvvetler kimin elinde ise, Türkiye onun yörüngesine girerdi. Silâhlı kuvvetler PADİŞAH‘ın elinde bulunduğu sürece, Türkiye padişahlıktı. Padişah İstanbul’da gâvurlar eline esir düşüp, silâhlı kuvvetler Anadolu’da paşalar elinde kalınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, sonra cumhuriyet oldu. Çok-parti zamanı, Finans-Kapital, dış gâvurlara fazlaca güvenip silâhlı kuvvetlere yukarıdan bakınca, 27 Mayıs gecesi, silâhlı kuvvetler iktidara el koydular. Yeni anayasa yaptılar. Başka her şey vız geldi, tırıs gidiyor.
Böylesine yalın kat, böylesine açık bir gidiş ve güdüş ülkesi olan Türkiye’de ne yapmalıyız? denince ne görüyoruz? Kuru “tartışma.”
Bayan Boran çıkıyor, ”Sosyalist bir sosyolog olarak“ (1 Ocak 1967: Dönüşüm’de) diyor ki: ”Evet, iki aşamalı devrim teorisi, sosyalist literatürde tartışılır. Ama, her az gelişmiş ülkenin koşulları ayrı tartışılmalıdır.“
Bizim şu ülkenin ayrı sayılan ”koşulları“ nelerdir?
Bay Kafaer kalkıyor, ”plâncı bir devletçi olarak“ diyor ki: ”İşçi sınıfının devrimci niteliğine” güvenen asıl biziz. Tartışmalı olan, hâkim tezat ‘proleter – sermayedar’ tezadı değilken, iki aşamalı bir devrim stratejisi mi izlenecek, bir aşamalı bir devrim steatejisi mi izlenecek? Devrimci sınıf ve tabakaları harekete geçirmek için kullanılacak ana kaldıraç nedir?“ Kullanılacak ”kaldıraç“ hangisidir?
İki taraf da İşçi Partili. ”işçi sınıfının devrimci niteliğine“ güveniyorlar. Eksik olmasınlar. Ama, ”İşçi Partisi’ne uyarmak için uyanmalı“, ”Sosyalistlerarası Konferans“ diye bir takım ”kaldıraçlar“ teklif edilmiş. Böyle pratik işler, ”Üstâdları“ hiç ilgilendirmiyor.
”Sosyalist sosyolog“ Hanım: ”tarihsel bilime dayanan demokratik öncülük“; ”plâncı devletçi“ Bay: ”partimiz saflarında sıklaşan işçi sınıfının eğitilip önderliği“, sakızlarını çiğneşip, mevlevi dervişleri gibi ”DÖNUŞÜYORLAR.“
Oysa bugün TİP’in önündeki konu: ”devrim“ değil, (bir zamanki üye akını yerine) başlamış üye kaçışıdır. Bunda küçükburjuva yapımız kadar, düşünce ve davranış kıtlığımızdan gelme eğitimsizlik de rol oynuyor. Bay Aybar kitap ve dergi yasaklıyor, düşünce adına, Malatya Kongresi’nde Bayan Boran, eğitimin ”eylem“ içinde olacağı bahanesiyle, eğitim karan alınmaması gerektiğini ”ispatlıyor.“ Kongre ertesi, teşkilâtta her türlü eğitim çabası yasaklanıyor. Neden?
Çünkü, eğitim teklifi ”eskiler“den gelmiş. Eskiler ”eylem dışı eğitım“ mi öne sürmüşler? Tam tersine. Öyleyse, eskiler neden bu denli ”tü kaka?“. Çünkü… burjuvazi ”kaka!“ demiş… Kandırmak mı? Bu mantık, ne yazık ki Sabahattin Âli’yi ve Nâzım Hikmet’i yemiştir. Son pişmanlık para etmez.