
Çaltı Dergisi, Sayı: 133 – 1 Kasım 1965
Yön Dergisi, Sayı: 138 – 19 Kasım 1965
Japonya’yı, – pek yerinde olmasa bile, – Derebeğilikten modern Kapitalizme geçirenlerin, birkaç savaşçıl kişi (Samuray) olduğu rivayet edilir. Yön dergisinin sayılı sivil sosyalist Samuray’larından Doğan Avcıoğlu, lütfedip alçakgönüllülük göstermiş. Çaltı gibi küçük bir dergide, Yön’e karşı yönetilen eleştirime karşılık veriyor. Bu, ulular ülkemizde başlıbaşına bir terakki (Çaltı’yı küçümsemiyoruz. Biz küçüklerdeniz. Ve Çaltı Samsun’da çıkar. Samsun: Mustafa Kemal’in zafere erdiği gündenberi Milli Kurtuluşa ilk adımın atıldığı toprak ününü kazanmıştır. Belki Avcıoğlu da, Türkiye Sosyalizminin Mustafa Kemali olmak için Samsun’a “tenezzül” etmiştir. Bir ufak takılmaya göre kendisi: 27 Mayıs’ı haber alır almaz, Paris’ten Sosyalizmi koltuğu altına kaptığı gibi “Türkiye’de Başbakan olmaya böyle azm-ü-rezm ile göçmüş. Yadırgamadık. Tersine. Nece ünlü başbakanları Avcıoğullarımızın tüylerine değişmeyiz; en sonturlu başbakanlıkları onların ayaklarına layık sağlam ayakkabı dahi saymayız, bize kalsa. Şaka etmiyoruz; her Paris’e giden Avcıoğullarımız gibi gelseydiler, elbet şu mutsuz yurdun yüzü azıcık olsun gülerdi).
Avcıoğlu, Çaltı dergisine, olgun ve çok bilen ve ağırbaşlı ağabey üslubu ile şu us ve öğüdü veriyor:
“Sosyalistler arasındaki tartışmaları sevinçle karşılıyoruz. Yeter ki, tartışmalarda taraflar birbirlerine söylemediklerini söyletmesinler, yapmadıklarını yaptırmasınlar.” (Ç., 11 Ekim 1965)
Bu tek sözde iki güzel kanı var ki, güzel oldukları kadar doğru uygulanmayı da isterler. Konunun ayrıntılarından çok, metodolojisi üzerine konuşacağız:
- Yön dergisi, “Sosyalistler arasındaki tartışmaları sevinçle karşılıyor” mu? Soru daha söylenirken çatallaşıyor. Çatalın birincisi: Yön dergisinin kimleri “Sosyalist” saydığına bağlıdır. Çatalın ikincisi: Hangi “Tartışma”ları sevdiğine bağlıdır. Örneğin, “Devletçiliğimiz” kaldırılıp “Sosyalizm” yerine geçirildi mi, “Sosyalist”ler de, Sosyalizm de bir çeşit kapalı tarikat gösterisi olur. Yön’ün beğenmediği “Sosyalist” olamaz. Sosyalistler “Kapıkulları” ile karışır. “Tartışma” delik deşik Devletçilik tekmesi içinde sosyal Umman denizine açılıp inci avcılığı yapmaya doğru yönelir.
- Avcıoğlu “Taraflar, birbirlerine söylemediklerini söyletmesinler, yapmadıklarını yaptırmasınlar.” Diyor. Evet. Ama, burada dahi gene konu çatallaşıyor. Çatalın birincisi: Tarafların birbirlerine söylemedikleri halde, demek istedikleri olabilir. Hele bizde, bütün sosyal ve politik kişi, akım ve Partilerin ağızlarından ve ellerinden çıkmamış ne sözler ve işler vardır ki, söylediklerinden ve yaptıklarından çok daha söylenmiş ve yapılmışça ortadadır. Çatalın ikincisi: Tarafların söyledikleri ve yaptıkları kişisel çaplarıyla belirli sübjektif yanlarıdır. Daima yanıltıcı olabilen sübjektif ölçülerle kalınırsa, tarafların kendi ahbap çavuş meclislerinde birbirlerinin ayıplarını örtmeye dek soysuzlaşabilir. Asıl daha önemli olan davranışı olayların söylemediklerini varmış gibi göstermemek ve gerçek ile gerçekçiği ayırtlamaktır. Yoksa, kerameti kendinden menkul “Sosyalizmimiz”, her derde deva ebegömeci “Devletçiliğimiz”den de beter, tarihsel ve sosyal kökleri havada bir Tuba ağacına döner; milletin dehşetle açılmış gözleri önünde çığ gibi büyüyen “Kadrolar” ile onları ülküleştiren “Sosyalistler”, “Ablarla dolaplar” şiiri kadar kimsenin anlamadığı Divân Edebiyatına döner; bütün “Tartışma”lar, “Herkesi kör, alemi sersem sanan” Kadroculuk kadrilinin çıkmazına doğru yönelir.
Onun için, Avcıoğullarımızın soyut formüllerine değil, onları somutça nasıl uyguladıklarına dikkat edelim. Olayları teker teker ele alırken, içtenliğini yitirmeyen Avcıoğlu: “İdeoloji” yapmaya girişince, (pek ürkütücü bir Yön terimini kullanalım) “Sorumsuz” kalıyor. Örneğin, en dramatik yazısında diyor ki: “Özellikle az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan yeni birer gelişme tipi, Marksist, Leninistler gibi öteki sosyalistleri de fenersiz yakalamıştır.” Ve bu “söylediklerini” ispat için alt alta şu iki cümleyi dizeliyor (Yön, 14 Mayıs 1965):
Birinci cümle: “Marksist teorisyenler, son yıllara kadar Milli Kurtuluş hareketlerini küçümsemekte devam etmişlerdir.”
İkinci cümle: “Gerçi teorisyenler, emperyalizme karşı olmaları dolayısı ile milli kurtuluş hareketlerine önem vermekteydiler.”
Teorisyenler “Önem” verdikleri şeyi nerede, nasıl “Küçümsemiş”lerdir? Avcıoğlu, teorisyenlerin “söylediklerinden bir tek satır anmıyor. Buna karşılık, başka ülkelerin ilkokul çocukları bile bir hakikati biliyorlar: “Teorisyenler”, 19. Yüzyıl sonundan beri serbest rekabetçi Kapitalizmin tekelci Emperyalizme döndüğünü açıklamışlardır. Emperyalizmle birlikte Toplum karakteristiğinde temelli değişmeler olmuştur.
- Yirminci yüzyıl dünyasına bir tek Toplum biçimi: Kapitalizm düzeni şartsız kayıtsız egemen olmuştur. Emperyalizm bir Dünya Padişahlığı gibidir, içinde ayrı ayrı Derebeğiler gibi, sürüyle bağımsızlığına toz kondurmayan Devletler vardır; bunlar zaman zaman birbirleriyle çatışırlar da. Ama, kapitalist düzene uydukları ölçüde, Emperyalizm’in hegemonyası altında yaşarlar. Netekim bugün, Emperyalizmden daha Enternasyonalci kimse kalmamıştır. Sözde “Milliyetçi” geçinen ırkçılar, faşistler: Hitler’i ve Mussolini’yi, yahut Conson’u gördüler mi, tavuk gibi altına yatmaya hazır kozmopolit millet düşmanı kesilirler. Bir vakitler, namusun fukarada kaldığı gibi, şimdi de gerçek milliyetçilik, gerekse vatanseverlik yalnız işçi sınıfı ve halkta gerçekten kalmıştır. Egemen sınıf ve zümrelerin milliyetçiliği de, yurtseverliği de iğreti ve göstermeliktir. Emperyalistler (kendi çıkarları için kullanamadıkları) her gerçek milliyetçi ve yurtsever harekete karşı kanlı saldırılar yağdırmaktadırlar. Onun için, emperyalist köleliğine ve uşaklığına çanak açmayan: En ufak sanayiye, işçiye sahip olmayan bazı Afrika ülkeleri, sosyalizme sıçrama çabası içindedirler.” (Yön). Daha önce Mustafa Kemal Paşa da, Kuvayımilliyeci savaşa girerken: “Emperyalizmi ve Kapitalizmi” bir numaralı düşman olarak göstermişti.
- Neden, bunca ileri Emperyalist ülkeler dururken, geri, sömürge ülkelerde sosyalizm öncelik kazandı? Bilimsel Sosyalizmin genel teorisi bunun karşılığını çoktan vermiştir. Emperyalizmin bütün dünyayı bitişik kaplar içindeki su gibi dengeleştirince, öyle bir Toplumun bütün ekonomi ve politika krizleri (Buhranlar, Harpler, İhtilaller), o Toplumun duvarları en sağlam yerlerinde değil, en çürük yerlerinde patlak verecekti, ve veriyor. Emperyalist dünyanın kriz patlatacak en zayıf noktaları: Yarattığı başlıca üç büyük zıtlıkların en çok yüklü bulunduğu ülkelerdir. Emperyalizmin üç büyük zıtlığı şunlardır:
- Anavatanlarda (Sömürgeci ülkelerde): İşçi-İşveren zıtlığı: İşçi sınıfının Sosyal Devrimlerini yaratır;
- Anavatanlarla geri sömürge, yarı sömürge ülkeler arasındaki zıtlıklar: Milli Kurtuluş savaşlarını yaratır;
- Emperyalist devletlerin kendi aralarındaki zıtlıklar: Cihan Savaşlarını yaratır.
Bu üç zıtlık ve sonuçları birbirinden ayrılmaksızın ve önemce biri ötekisinden aşağı kalmaksızın, karşılıklı münasebet halindedirler. Ancak Kadrocu sahtekarlık, bu üç zıtlığı birbirinden ayırıp, ikinciyi birinciye karşı göstererek, ikinciyi kendileri keşfetmiş gibi Patent dolandırıcılığına ve yalnız Türkiye’de kalabilirler. Hakikatte, Yön ideologlarının ve Kadrocu kalpazanların iddia ettikleri gibi, Emperyalist zıtlıklar iki değil, üçtür: (Emperyalistler arası zıtlıklar) da, (İşçi-İşveren arası) ve (Anavatan-Sömürgeler arası) zıtlıklar kadar gerçek ve önemlidir. Bu üç zıtlığı birbirinden ayırdığımız gün, üçü de anlamsızlaşır. Bunu kavramak için, ne Karl Kautsky müstehaselerine, ne taze bitmiş Oscar Lange’lere lüzum yok. Teori oportada, apaçıktır.
Belki Avcıoğulları, üç büyük modern toplum zıtlıklarından İşçi-İşveren arasındakini birinci, Anavatan-Sömürgeler (İleri-Geri ülkeler) arasındakini ikinci saymayı yadırgıyorlar. Bu sıra, gerçekler arasındaki objektif ve konkret münasebetlerin kendi hiyerarşisidir. Elbet, her üç Cihan Emperyalist zıtlığının ilk kördüğümü (İşçi-İşveren) zıtlığıdır ve ötekiler bundan kaynak almıştır. İleri kapitalist ülke Anavatanlarında (İşçi-İşveren) zıtlığı bulunmasaydı, o Anayurtların dış Pazar ve ham madde uğrunda geri ülkeleri sömürge yapmaları zaruret olmazdı. Dolayısıyla, rakip Anavatan Emperyalist Devletleri arasında sömürge ve pazar paylaşma uğruna Emperyalistler arası Cihan Savaşları patlak vermezdi. Modern Emperyalist zıtlıklarının kökü İşçi-İşveren zıtlığından yola çıkmıştır. Bunu böyle görmemek, olaylar arasındaki sebep-netice determinizmini inkar etmek olur. Ama, bunu böyle görmek yani tarihçe ilk sebep İşçi-İşveren zıtlığıdır demek, öteki zıtlıkları küçümsemek midir? Bu, tıpkı Anavatan-Sömürge zıtlığı yanında Emperyalistler arası rekabeti ve Cihan Savaşlarını önemsiz saymaya benzer. Yeryüzünün şirazesini bozan, en büyük İmparatorlukları bir varmış, bir yokmuşa çeviren, yenmiş ve yenilmiş Emperyalistleri sırt üstü düşüren, dünyanın önce altıda birini, sonra yarısını sosyalizme atlatan, sömürge ve yarı-sömürge Asya, Afrika, Amerika ülkelerini toptan ayaklandırıp Milli Kurtuluşa iten Cihan Savaşlarını hiçe saymaya benzer. Bu, ana-baba önce gelir denildi mi, çocukları yok sayıldı demeye benzer. Avcıoğullarımız, Kadrocu palavralara çok yakından baka baka gözlerini kamaştırmadıkları vakit, kendileri de yeryüzünde aynı hiyerarşiyi pekiyi fark ediyorlar ve diyorlar ki:
“Sovyetler Birliği olmasaydı, Süveyş kanalını millileştiren Nasır rejimi çoktan yıkılmış ve Mısır yarı sömürge durumuna düşmüştü. Arap dünyasında Amerika’nın bir ileri karakolu durumunda bulunan ufak İsrail bunun için yeterdi.” (Yön, keza)
Netekim, Birinci Cihan Savaşı sonunda İngiliz-Fransız-Amerikan emperyalizmleri, Türkiye halkının Kuvayimilliyeci gücünü yok etmekte: Emperyalizmin “bir ileri karakolu durumunda bulunan ufak Yunanistan’ı yeter saymıştı. Öyleyse, bu perhiz ne? Öteki “İdeoloji” turşuları ne?
İmdi “Fenersiz gezen” kim? “İdeoloji” kusmuklarına Çankayşek Çin’inden, Hitler Almanya’sından, Kral Faruk Mısır’ından, Mikado Japonya’sından aldığı “Takdir edici tahlil” diplomalarını Yön dergisinin göbeğinde teşhir ettirenler mi? Hitler nerede? Çankayşek, Faruk nerede? Bari o kadarcığını Yön düşünemez mi? Kadrocu karganın kılavuzluğunu ciddiye alırca, Yön dergisi uluorta:
“Marksist Leninistler de dahil, bütün Sosyalistler, bu yeni gelişmeyi aydınlatacak genel bir teoriden yoksundurlar.” (Yön, keza)
Diyor. Bu iddia hiç değilse Yön Devletçiliğinin aforoz ettiği sosyalistlere “Söylemediklerini söyletmek, söylediklerini söyletmemek” değil midir? İnşallah bile bile atmıyorsunuzdur, Avcıoğullarımız.