Birlik Tartışmalarını Düzenleme Kurulu (BTDK), sosyalistler arası birliğin teorik ve tarihsel arka planını, imkân ve şartlarını tartışmak üzere 12, 13 ve 19 Ağustos günlerinde toplanan 172 sosyalistin son toplantısında kuruldu. Toplantı ‘Temmuz ayı içersinde, çeşitli sosyalist dergilerde Sosyalistlere, başlığıyla yayınlanan deklarasyonu imzalamış olan 18 kişinin çağrısı üzerine yapılmıştı. Tarihsel Maddecilik Portalı olarak, Gürdal Çıngı’nın “Türkiye’nin Toplumsal ve Sınıfsal Dinamikleri” başlıklı tartışmadaki ara konuşmasını sizlerle paylaşıyoruz.
Birlik Tartışmaları – 5, Türkiye’nin Toplumsal ve Sınıfsal Dinamikleri, Ara Konuşmalar, sayfa 53-54
GÜRDAL ÇINGI
Nail arkadaş beni bağışlasın, kategorik mi kategoral mi konuşacağım, bilemiyorum, Aydın arkadaşın deyimiyle, ama işte ben de tam o noktada konuşacağım. Kapitalist üretimin egemen olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla da sınıflar savaşının günde olduğu, sözkonusu olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Sınıflar savaşı deyince de, ister istemez her savaşta olduğu gibi, iki karşıt cepheyi konuşmak, iki karşıt cepheyi koyup onun özgüçlerini ve yedek güçlerini belirlemek zorundayız. Yoksa Aydın arkadaşın dediği “saldım çayıra Allah kayıra”. Kim nerde nasıl yer alır? Bu proletarya politikası olmaz, işçi sınıfı partisinin politikası, o iddiayla, en azından o birliğe varmak için yola çıkmış insanların politikası herhalde hiç olmaz. Ve olmamalı da elbette.
Sınıflar savaşında kaçınılmazdır, arkadaşlar, özgüçleri ve yedek güçleri belirle durumundayız, özgücümüzü, yedek gücümüzü belirlemez isek, ittifaklarımızı belirlemez isek, karşı devrim cephesinin özgüçlerini ve yedek güçlerini belirlemez isek, atacağımız adımlar doğru adımlar olmaz. Hele hele öncülük, önderlik denilen şeyle hiç mi bağdaşmaz.
Biz elbette verili olan durumlardan yola çıkarak, ama gene burada kategorik ya da kategoriyal olacak bir ayrım yapmak durumundayız. Oral arkadaşın belirttiği gibi; bizler; ben orada iki kategori gördüm diyor. Önce Çin’i örnek aldık, sonra Üç Dünya teorisini örnek aldık, bu örneklerden yola çıkıp, sınıfları mevzilendirmeye çalıştık, dolayısıyla bugün diyor, özellikle 20 yıldır ve son 10 yıldır hiçbir ciddi çalışma yapılır toplumsal dinamikler konusunda diyor. Bakış böyle olunca, Türkiye ya da sınıflar böyle tahlil edilince, elbette bugün bir çözümsüzlüğe varılır, elbette bugün “ciddi çalışmalar gerekli olur. Arkadaşlar için de acil olur elbette. Ama bizim önderimiz Hikmet Kıvılcımlı’nın kafada değil bizzat işin içinde, bizzat 1930’larda, 1927’lerde tek tek rakam konuşturarak o günkü sanayi istatistiklerini yorumlayarak, o günkü İş Bankası raporlarını ele alıp rakamları koyarak işçi sınıfının sayısını, niceliğini, niteliğini, kadın işçilerin sayısını, durumlarını, burjuvazinin durumlarını, hele hele o Komünist Partisi içinde bulunduğu, Merkez Komitesine sunduğu yedi ciltlik eserinin, “on yıllık parti tarihinin, pratiğinin sonunda vardığım düşüncelerimin tartışılması için sunuyorum” dediği o eserlerin, ki o eserlerin adlarını kısaca belirtmekte yarar vardır. İşte tam o eserle adlarının belirtilmesi de Oral arkadaşın (dediğinin tersine) teoride değilde pratikten yola çıkılarak Türkiye gerçekliğinin nasıl kavrandığının bir sonucu olarak o eserlerin yazıldığını bize gösterecektir. Kısaca sayayım arkadaşlar; kuşbakışı: Türkiye Burjuvazisine Bakış, Genel Düşünceler, Legaliteyi İstismar, Fırka ve Fraksiyon, Milli Mesele gibi eserleri Hikmet Kıvılcımlı o gün içinde bulunduğu Türkiye toplumunu inceden inceye tahlil eti ve o tahlillerin sonucunda elde ettiği verilerin ışığında Türkiye devriminin ve karşı devriminin sistematiğini, kategorisini ortaya çıkartmıştır. Biz de o teorinin ışığında o teoriye basarak ve III. Enternasyonalin tanıdığı partinin, o geleneğin devamcısı olarak bugün bizim için Türkiye sınıflarının, karşı-devrim ve devrim sınıflarının, cephelerinin, özgüçleri ya da yedek güçleri anlamıyla “ciddi bir araştırmaya” gerek olmadığını düşünüyoruz. Elbette dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, kapitalizmde yeni yeni şeyler ortaya çıkıyor ama ne kapitalizmin niteliği değişiyor, dolayısıyla ne de sınıfların niteliği değişiyor. Serhat arkadaşın dediği gibi sınıfları gözden geçirmek hiç mi hiç gerekmiyor. Sınıflar kavramını gözden geçirmeye neden olacak yeni bir üretim biçimi mi ortaya çıktı da biz görmüyoruz. Göremiyorsak arkadaş bizi bağışlasın, gösterirse görme ye de hazırız, ama ne yazık ki bugün yeni bir sınıflar kavramına gerek yoktur. Bu anlamıyla bir değişiklik olmamıştır. Dolayısıyla sınıflar kavramında da bir değişiklik sözkonusu değildir. O sınıfların içinde konuşmak durumundayız. Elbette kadın sorunu, elbette çevre sorunu, elbette gençlik sorununun da niceliksel anlamda değişiklikler olmuştur. Elbette biz bunları politikalarımızın içine yedirmek, bu politikaları doldurabilmek için gözönüne almak durumundayız. Bu anlamda da elbette çok ciddi araştırmalar yapmak zorundayız. Ama bu araştırmalar bizim genel geçer ve her zaman ücretli emek ve sermaye çelişkisini çözünceye kadar gerekli olan anlayışlarımızı değiştirmeye, “ciddi araştırmalara gerek olmayacak değişikliklerdir. Teşekkür ederim.