Formel Sosyalizmin Eleştirisi – Bölüm: 1

Bölüm: 1
Metafizik Sosyolojilerden Türkiye Örneğine

Bilimsel Sosyalizmin Formelleşmesi ve Diyalektik Materyalizmin Tahrifatı

Bilimsel sosyalizm, Karl Marx ve Friedrich Engels’in tarihsel materyalizme dayalı analizleri üzerine inşa edilmiştir. Ancak sosyalizmin uluslararası ölçekte yaygınlaşmasıyla birlikte bu teori, diyalektik özünden koparılarak formel bir yapıya bürünmüştür. Bu dönüşüm, özellikle Sovyet marksologlarının katkılarıyla, sosyalizmin tartışmacı özünün ortadan kaldırılması ve özgün düşünce üretiminin yok sayılması şeklinde tezahür etmiştir. Formel sosyalizm, sosyalist pratiği bir dizi mekanik ilkeye ve tarihsel gelişim aşamalarına indirgeyerek, diyalektik materyalizmin esnekliğini ve eleştirelliğini yitirmiştir. Hikmet Kıvılcımlı‘nın bu sürece dair eleştirileri, formel sosyalizmin teorik eksikliklerini ve pratiğe yönelik hatalarını anlamak açısından önemli bir başlangıç noktasıdır. Onun katkılarının yanı sıra Gramsci, Sultangaliyev, Mariátegui ve Carbal gibi isimlerin ulusal bağlamlardaki çözüm önerileri, formel sosyalizmin ulusların özgün tarihsel ve toplumsal dinamiklerini anlamakta nasıl yetersiz kaldığını ortaya koymaktadır.

Bu yazı, formel sosyalizmin metafizik sosyolojilerden aldığı etkileri, Sovyet marksologlarının yaklaşımını ve Türkiye’deki yansımalarını eleştirel bir biçimde inceleyecektir.

1. Metafizik Sosyolojiler ve Formel Sosyalizmin Şematikliği

Formel sosyalizmin en temel eleştirilerinden biri, insanlık tarihine metafizik bir yaklaşım geliştirmiş olmasıdır. Sovyet marksologlarının kölecilik, feodalizm ve kapitalizm aşamalarına dayalı mekanik tarih anlayışı, insanlık tarihini durağan ve tekdüze bir çerçevede değerlendirmiştir. Kıvılcımlı, tarihsel materyalizmin şematik yorumlarını reddederek, her toplumun kendi özgün dinamikleri üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini savunur. Buna benzer bir şablonculuğu, Marks’ın Grundrisse adlı kitabında ele aldığı deyimler üzerinden şöyle eleştirir Kıvılcımlı;

“Grundrisse’de sık sık Doğulu veya Asyalı, Cermen, Romalı ve Antik Biçim gibi deyimler geçer. Bunlar birbirlerinden bambaşka, bağımsız, bir temel üzerinde hiç değişmeksizin donup kalmış biçimler değildirler. Öyle bir görüş, o biçimleri transandantal birer kategori saymak olur. Bu skolastiği Marks gibi Diyalektik Maddeciliği yaratan düşünüre mal etmeye kalkışmak saçma olur. Bu gibi davranışlar, küçükburjuva dar görüşlülüğünden ileri gelmiyorsa, Tarihçil Maddeciliğe çelme takmak hevesini besliyordur. Nitekim bugün kapitalist dünyasında “Marksolog” diye bir tip belirdi. Bunların ağır aksak pozları, Diyaletik Maddeci görüşü skolastik metotla biçimsizleştirmektir.

Marks’ın hiç şaşmaz diyalektik gerçekçiliği ile sezip yakaladığı biçimlerin elbet bir anlamı vardır. Bu anlamı Marks’tan sonra ortaya çıkan yeni bilim buluşlarıyla yorumlayıp geliştirmek yerinde olur.” (Kıvılcımlı, 2018a)

Kıvılcımlı, bahsettiği bilim buluşları ile yorumlayıp geliştirmek için büyük özverilerle çabalıyor. Buna karşılık Tarihsel Maddeciliğin dondurulmasına da şöyle itiraz ediyor:

Modern bilim düşmanları: İslâm Tarihinin ülkücü çağını gömen Sıffiyn Savaşmasında, yenileceğini anlayan bezirgân Muaviye satılık askerlerinin, mızrakları ucuna Kur’anı Kerim’i bağlayıp samimî Müslümanları durduruşları gibi, kendilerine en kalın “Bilim” ağırlıklarını siper ettiler, içlerinde en sinsileri: Tarihsel Maddeciliği dondurup putlaştıran “Marksist”lerdir; en masum geçinenleri; olaylar üzerinde düşünmeyi, binbir “eser”, “not” “paragraf”, “referans” çıkmazına düşürmedikçe aforoz eden zihin törpücüsü (“Érudition: Bilgiçlik”) karasevdalılarıdır.” (Kıvılcımlı, 2024)

Bu perspektif, Sovyet marksologlarının mekanik yorumlarına karşı bir alternatif sunmaktadır. Sovyet marksologlarının bu mekanik yaklaşımı, Türkiye’deki sosyalist hareketlerin dogmatikleşmesine de yol açmıştır. Özellikle SİP ve ardıllarının Sovyet modelini birebir kopyalaması, Türkiye’deki özgün toplumsal dinamiklerin göz ardı edilmesine neden olmuştur. Bu, işçi sınıfının gerçek ihtiyaçlarını anlamayan ve halkın geniş kesimlerine hitap etmekte başarısız olan bir sosyalist pratik yaratmıştır.

Bunun tam zıttı olarak, Kıvılcımlı’nın Tarih Tezi, tarihsel materyalizmin ulusal dinamiklere uyarlanmasına yönelik en kapsamlı çalışmalardan biridir. Bu tezde, Batı merkezci tarih anlayışının sosyalizmin evrensel yorumları üzerindeki etkisi eleştirilir. Kıvılcımlı, Türkiye’deki özgün toplumsal yapının Marksist teoriyle uyumlu bir biçimde analiz edilmesi gerektiğini şöyle ifade eder;

“Marksizmde Strateji Sosyal Sınıfların objektif (nesnecil ve somut) varlığı iyice aydınlatıldıktan, sonra planlaşır. Somut sınıflar, uluslararası genel karakterleri yanında her ülkenin Tarihçil gelenek-göreneklerine göre karakterlenir. Bunu tersine çevirmek: ekonomik ve tarihçil yapıları durultulmamış olan soyut sınıfları soyut bir Strateji genellemesine sokmak, Sosyal Savaşta büyücüye, Karakaplıdan Kurşun tutmaz hamaylısı yazdırmaya benzer.” (Kıvılcımlı, 2008)

Formel sosyalizmin önemli kaynaklarından biri, sonradan gittiği yol ile kendisini açığa çıkaran İdris Küçükömer‘dir. Günümüzün çeviri merkezli gruplarının tekrar ettiği ezberlere temel sağlayan Küçükömer’in tüm konulardaki baş aşağı oluşunu, “Düzenin Yabancılaşması” kitabının girişindeki özetle aktaralım.

İdris Küçükömer’in 1969’da şok etkisi yapacak tezleri neydi? Bu tezler bu gün de şok etkisi yapabilir mi? İdris Küçükömer 1969’larda demişti ki;

1. Türkiye’nin “solcuları gericidir. Üretim güçlerinin gelişme­sinden yana değillerdir tek merkezli, yukardan aşağı otoriter bir örgütlenmenin savunucusudurlar. Halkı yönetilecek sürü olarak görürler.

2. Türkiye’nin ilericileri “sağ”cenahta görülen geniş İslamcı halk kitleleridir. Onlara bu niteliği kazandıran, onların değiş­meye ve gelişmeye, dönüşmeye açık olan sosyal, ekonomik istekleridir. Bu istekler üretim güçlerini geliştiricidir, toplum­daki monolitik iktidar yapısını çatlatıcı ve çoğulcudur.

3.1960 Anayasası gerici, antidemokratik bir Anayasadır.

4. Bu Anayasa ’daki Milli Güvenlik Kurulu anti-demokratikbir oluşumdur. Sivil iradeyi, askeri monolitik, anti demokratik topak bir güce mecbur edicidir. OYAK vb. girişimlerle ordu yürürlükteki mekanizmaya uyumlu hale getirilmektedir.

5. Türk Milli Kurtuluş Savaşı antiemperyalist değildir. Bir Türk-Yunan savaşıdır.

6. Yakın dönem tarihinin yeniden yazılması gerekecektir.

7 Türkiye’de “sivil toplum” ilişkilerinin kurulmasının önün­deki engeller Türkiye’nin ilerici olduğu sanılan güçleridir.

8. Türk halkının demokratik yaşamı seçebilmesinin önünde genetik engeller olabilir. Çünkü yüzyıllar boyu sürekli mer­kezi, topak bir iktidar gücünün önünde “teba“ve “kul olagel­miş insanlarla demokrasi kurulabilir mi? Bu nitelikteki bireyler demokrasiyi isterler mi? İşte, İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması’nda ve sonraki dönemde işlediği tezler…” (Küçükömer, 1994)

Bugün benzer söylemler Formel Sosyalistler tarafından tekrar edilmekte ve Türkiye’de Ortaçağcı Gerici grupların önünün açılmasında kullanışlı bir araç haline getirilmekte. Küçükömer, -çoğu zaman adı anılmadan- bu biçimselliğe en çok temel sağlayanlardan biri olmakta.

2. Dinin Materyalist İncelemesine İndirgemeci Yaklaşım

Sovyet marksologları, dini tamamen bir “yanlış bilinç” olarak görerek toplumsal etkilerini göz ardı etmiştir. Bu indirgemeci yaklaşım, diyalektik materyalizmin kapsamlı analiz yeteneğini sınırlamış ve dinin tarihsel ve toplumsal rolünü anlamakta başarısız olmuştur. Bu bağlamda, Kıvılcımlı’nın dini, tarihsel materyalizm çerçevesinde ele alan çalışmaları, formel sosyalizmin bu eksikliğini derinlemesine eleştirir. Kıvılcımlı, dini toplumların sınıfsal yapısının bir yansıması olarak görerek, onu yalnızca üstyapı olarak görmek eksik bir anlayış olduğunu belirterek, dinin toplumsal dönüşümdeki rolünü vurgular.

Kıvılcımlı, dini tarihselliği içinde ele almayı önerir ve “Allah, Peygamber, Kitap” adlı çalışmasında, dinin materyalist bir analizini sunarak şu ifadeleri kullanır:

“İnsan Toplumunun gidişine göre daha maddi, daha manevi tapınışlar öne çıkmaktan geri durmazlar. Ama bu öne çıkışlar daima insan zihninin işleyiş yasalarına etle tırnak gibi bağlı gelişirler. Çünkü İnsan Üretici Gücü Toplumsal Kanunlarla işlerken, her şey insanın beyin aynasında yansımakla kalmaz; o yansımalar yeniden topluma dönerken etki tepkilerde insan zihni ve toplum, kuşaklar boyunca sürüp giden gelenek göreneklerini oluştururlar. Ve onlar kolay aşılıp-kazınamaz.” (Kıvılcımlı, 2018b)

Bu yaklaşım, Sovyet marksologlarının formel bakış açısına kıyasla çok daha kapsamlı bir analizi mümkün kılar. “Proletaryanın anavatanı” olarak değerlendirilen SSCB özelindeki bu eğilimi, SSCB’nin İslam araştırmalarından örnekle somutlayabiliriz. N. Smirnov‘un Türkçe’ye çevrilen derlemesinde, Sovyetler Birliği’nde din üzerine popüler yayınlar olan “Tanrısız” ve “Ateist” dergilerinde, İslam üzerine araştırmaların niteliği konusunda kısa bilgiler verilmekte. Bunlardan biri olan M. Tomara’nın makalesinde şu savlar yer almakta.

“Araştırmacı M. Tomara, İslam dininin yaşamın gereklerine çok iyi uyabilen bir din olduğunu kabul ederek, özel toprak mülkiyetinin İslam tarafından göz ardı edilmediğini savlıyor: özel toprak mülkiyeti büyük tarım ya da hayvan çiftliği sahiplerinin mülkiyet biçimini aldı. İslam, toprağın özel mülkiyetine sözde kaçınılmaz bir kötülük olarak izin veriyormuş. Bu görüşü pekiştirmek için M. Tomara, İslam hukukunun gerçek kaynağının istenildiği gibi yorumlanabilen Kuran’la sınırlı olmadığı, Muhammed ve onun savaş arkadaşlarının (ashap ya da sahabeler) şu ya da bu olayda nasıl hareket ettiklerine ilişkin söylenceler yığını olan “sünnet”in de bu hukukun kaynağının bir bileşeni olduğunu savlıyor. İslam, yüzyıllar boyunca değişiklikler geçirdi, bununla birlikte bu değişiklikler toprakla ilgili konularda etkisini gösterdi. İslam, Medineli büyük toprak sahiplerinin ideolojisi olarak, çiftçilik ve insanların işlenebilir toprakları özel mülk edinmelerinin uygun koşullarını doğal olarak yaratmış olmalıydı. M. Tomara, Arabistan’da İslamın ilk evresinde tam bir özel mülkiyet egemenliğinin görüldüğünü tanıtlamaya çalışırken, hareket ettiği temel tez budur. Ancak, yazar, Arabistan dışında fethedilen her ülkede çiftçinin toprak sahibi olmayıp, ya toprak kölesi ya da hazine veya feodal bey toprağının kiracısı konumunda olduğu savını ileri sürüyor.” (Smirnov, 2013a)

Bu bakış açısında olduğu gibi, Sovyetler Birliği’ndeki araştırmalarda dinler, özel toprak mülkiyetinin yansıması olan bir üstyapı olgusu olarak değerlendirilmekte. İslam özelindeki bu tespitte olduğu gibi, dinlerin hangi süreçlerden geçtiğine dair olguya uygun tespitler yapılamamakta. M. Tomara, bu temelden hareket ettiği halde, şu görüşlere ulaşabiliyor.

“Araştırmacı Tomara, Muhammed’in Mekke’deki hareketinin temelinde, yoksul tabakaların soylulara karşı eyleminin bulunduğunu düşünüyor (s. 28). Biraz daha ileride şöyle yazıyor: “İslam, Mekke’nin yoksulları arasında doğmuşken, ekonomik temelini de olağanüstü biçimde sadece tarıma dayalı Medine’de buldu. İslam ideolojisi de yoksul tabakaların ideolojisidir (s. 32). Buradan hareketle köylülüğün, tam olarak da Medine’nin yoksul çiftçilerinin ideolojisinin İslam olduğu sonucuna varıyor. Muhammed, gerçek bir köylü egemenliği kurdu, ama bu egemenlik uzun süre dayanamadı: devlet iktidarı soylu kabilelerin eline geçti, bu nedenle İslam da değişikliğe uğradı. Arabistan’daki başkaldırı (arridda), Tomara’nın düşüncesine göre, Medinelilerin yerli yoksullarla birlik olarak Bedevilere karşı, işlenebilir toprakları yoksullar için savaşarak geri alma hareketiydi.

M. Tomara’da İslam, uygun bir temel üzerine oturmuş bir üstyapı kurumu olmayıp, kendine bir temel arayan, kendi başına var olan bir kategoridir. Tomara, İslamın Medine’ye göç ettiğini, çünkü ticaret sermayesi tarafından onun Mekke’den sürüldüğünü düşünüyor. Sonunda, İslam, bir tarım bölgesi olan Medine’de sağlam bir temel kazandı, işte bundan ötürüdür ki İslamın temel savları köylü nüfusun yoksul tabakalarının çıkarları yönündedir(?!) (s. 47).

M. Tomara’nın teorisinin yanlışlığı apaçık ortada. Yoksulların ideolojisini, yoksul halk tabakalarının çıkarlarının sözcüsünü İslamda görmek, sınıflı toplumda dinin içeriğine ilişkin Marksist öğretinin temel savlarına karşı gelmek demektir. Üstelik, bu teori Arabistan’ın daha çok bir tarım ülkesi olduğu şeklinde yanlış bir düşünceden hareket ediyor, nüfusun göçebe kesimi olan Bedevilerin önemini tamamen görmezlikten gelme noktasına varıyor. Bu, başından sonuna kadar uydurma teori, açık tarihsel gerçekleri hiç dikkate almıyor.” (Smirnov, 2013b)

Tomara’nın tezlerinin tam olarak doğru zemine oturmamakla birlikte, yazıda yapılan eleştiriye benzer biçimde İslam’ın ve diğer dinlerin ortaya çıkışındaki ilkel sosyalist kökenleri görememek, tam da bahsettiğimiz formelliğin örneği olmakta. Bu noktada Lenin’in 1909’daki sözlerini hatırlatmakta fayda var. “Kent proletaryasının geri kesimlerinde, yarı proletaryanın geniş kesimlerinde ve köylülüğün çoğunluğunda din, etkisini neden sürdürür? Halkın bilgisizliğinden, diye yanıtlar burjuva ilerici, köktenci ya da burjuva materyalist. Ve dolayısıyla: “Kahrolsun din, yaşasın tanrıtanımazlık; tanrıtanımaz görüşleri yaymak ana görevimizdir!” Marksist ise, bu doğru değildir, der; bu, sığ bir görüştür, darkafalı burjuva yücelticilerin görüşüdür. Bu, dinin köklerini yeterince derin açıklamaz; onları materyalist değil, tersine idealist bir yolla açıklar.” (Lenin, 2014)

Türkiye özelindeki örneklere baktığımızda baktığımızda; Kerim Sadi (Ahmet Cerrahoğlu) gibi isimlerin din konusundaki materyalist eleştirileri ise, burjuva sosyolojisine yakın durarak dinin toplumsal rolünü dışlamıştır. Özellikle Sadi’nin anakronistik bulduğu bu çaba (Cerrahoğlu, 1964) tarihle bağ kurma uğraşı sağlayan tüm çabalara ket vuran söylemlerden biridir.

Türkiye’de formel sosyalistlerin dine karşı geliştirdiği indirgemeci tutum, halkın geniş kesimlerini sosyalist hareketten uzaklaştırmıştır. Yalçın Küçük diskuru, bu indirgemeci yaklaşımın en net örneklerinden biridir. Küçük’ün “din ve devlet işlerinin tamamen ayrışması” gerektiğine dair vurgusu doğru olmakla birlikte, dinin toplumsal bağlamdaki etkisini anlamakta yetersiz kalmaktadır. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek gibi figürlerin dine karşı geliştirdiği ve yayılmasına katkıda bulunduğu indirgemeci söylemler, halkın geniş kesimleriyle bağ kurmayı engellemiş ve sosyalist hareketi elitist bir yapıya dönüştürmüştür. Kıvılcımlı’nın çalışmalarında olduğu gibi, sosyalizmin geniş halk kesimlerini kapsayabilmesi için dini yalnızca bir ideolojik araç olarak değil, tarihsel bir olgu olarak ele alması gerekmektedir.

Yalçın Küçük özelinde bir örnekle bu noktayı örneklendirmek yeterli olacaktır. Şu ifadeleri kullanmakta Küçük; “Doktor Hikmet, treni kaçır­mamak için, hareket halindeki katarın son vagonuna at­lıyor. İslamlığa, âkla gelmeyecek övgüler sıralıyor. Öy­le anlaşılıyor; istikbalin islamda olduğu vehmine kapılıyor.

Bundan sonrası çok kolay gelişiyor ve Doktor Hikmet, bütün kolaycı ve idealist tarihçi heveslileri türünden önce ideal bir «dirlik düzeni» kuruyor; sonra bunu «kesim dü­zeni» ile bozuyor. Dirlik Düzeni, İlb’ler ya da gaziler için gerekiyor; Mustafa Kemal, Milli Birlik Komitesi üyeleri ve daha sonra tefeci-bezirganları ya da finans-kapitalistlerini veya bir avuç oligark’ı ortadan kaldıracak en çok dört yüz çadırlık genç subay için de bu dirlik düzeni zorunlu oluyor.” (Küçük, 1988)

Küçük’ün bu kitaptaki tezleri, Kıvılcımlı özelindeki yazılarda kendisini takip edenlerce tekrar ediliyor. SİP’in yayın organı olan Gelenek Dergisi’nin Kıvılcımlı’ya yönelik söylemlerinde bunu görebiliriz. Nevzat Levent Taşçı’ya ait yazıda şu ifadeler kullanılmakta; “Marksistler, tarihe sınıfsal olarak bakmanın yanında tarihsel olarak ileri olanı öne çıkarmak zorundadırlar. Kıvılcımlı’nın dirlik düzenininin Marx’ta ürün-ranta, kesim düzeninin ise para-ranta denk düştüğünü söylemesine karşın, tarihsel olarak daha geri bir üretim olan ürün-ranta övgüler düzüyor.

Kıvılcımlı’nın yazdıklarına dayanarak ümmetçi tarihçilerle hesaplaşmak mümkün görünmüyor.” (Taşçı, 1991)

Marksist-Leninistler açısından elbette ulusal sorundan tutun, laikliğe kadar tüm konularda “gerici” olan sınıf ve tabaka ile uzlaşmamak devrimci bir tutumdur. Yalçın Küçük ise, İslamlığa yönelik her olumlu tespiti birer istikbal görme ve şovenizm görecek kadar formel bir bakışla bakıyor. Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek, sonrasında bu çizginin farklı bir formel biçimi takip ederek, takip ettiği çizgilerin dışında bir çizgiye geçseler de, Türkiye’de bu tip bir formel görüşün tohumlarını ekmiş oldular.

3. Burjuva Sosyolojisine Yakınlık: Mekanik Ekonomist Bakış ve Avcıoğlu Örneği

Türkiye’de formel sosyalizm, Sovyet şemalarını taklit eden bir yapı üzerinden şekillenmiştir. Kıvılcımlı, bu dogmatik yaklaşımı sert bir şekilde eleştirir ve şu vurguyu yapar; “Türkiye’nin özel Tarih, Coğrafya, Teknik ve İnsan üretici güçlerini uzun yıllar araştırmak, her an işlemek de ne imiş? Türkiye’nin orijinal üretim, mülkiyet, sınıf, siyaset, kültür, bilim, din ilişki ve çelişkilerini ömür boyu inceleyip vakit ve nakit yitirmek abdalların işidir. Biz açıkgöz “sosyalistler”, iki çeviri kitap okuyup oradan yarım Strateji kalıbı aktardık mı, içine dilediğimiz ekonomik temel ve üstyapı olaylarını doldurabiliriz.

Ve de “Sosyalizmin Bilimi”nin neçe bilgin üstadı kesiliveririz…” (Kıvılcımlı, 2008)

Bu eğilimin iki farklı yansıması, günümüz ortamına da egemen olmakta. Bir tarafta, o zamanın (Aren-Boran-Aybar) TİP yönetimi (Kıvılcımlı’nın deyimi ile Burjuva Sosyalizmi), parlamentarizm dolayısıyla yaşadıkları çıkmazı programda en uca doğru gidişte buldular (azami programı/sosyalist devrim programı ısrarı). Diğer tarafta ise Milli Demokratik Devrim (Mihri Belli, Doğan Avcıoğlu) savunusuyla Türkiye’nin sınıf yapısı anlaşılmıyordu. Yabancı parababaları kadar, yerli parababalarının sınıf yapısı, farklı ülkelerin sınıf yapılarıyla karıştırılmaktaydı.

Kıvılcımlı’nın eleştirileri, bugün formel sosyalizme fikirsel öncülük edenlerden biri olan Yalçın Küçük ve ardıllarının yaklaşımlarını da elbette kapsamakta. Bu figürlerin sosyalizmi ulusal bağlama uyarlama çabaları, burjuva aydınlığını ve Sovyet dogmatizmini aşamamış ve yerel toplumsal dinamiklerle uyumsuz kalmıştır.

Yalçın Küçük’ün, Türkiye’de devreye sokulan Ilımlı İslam saldırısından sonra, tabiri yerindeyse yattığı yerden çıkardığı Doğan Avcıoğlu, sosyalizme yönelik ekonomik indirgemeci yaklaşımlarıyla, formel sosyalizmin burjuva sosyolojisi ile olan benzerliğini ortaya koymaktadır. Avcıoğlu, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının yalnızca devletçi ekonomi politikalarıyla sağlanabileceğini savunarak, sosyalizmi bir araç olarak görmüştür. Ancak bu yaklaşım, Marksist bir perspektiften ziyade burjuva devletçiliği ile örtüşmektedir. Kıvılcımlı, Avcıoğlu’nu eleştirirken, onun ekonomik kalkınma anlayışını “mekanik bir ekonomizm” olarak tanımlamış ve bu anlayışın Marksist teorinin temel prensipleriyle çeliştiğini vurgulamıştır. O tanımı da şöyle ekleyelim; “Yönizm”, sözde hep “Bilimcil Sosyalizm” taslar. “Sosyal Adalet” dediği yiyenin niyetine bağlı kokuda bir muzu da, her şey gibi “Milli Gelir” ve “Üretim Seviyesi” gibi doğmatizme kardırılmış sözde “materyalist”, işte “mekanist” bir değirmene atıyor. Mesele “Kalkınma”dır. Modern “kalkınma”: Kapitalizmle olmuştur. “Yönizm” “kapitalizm” savunucusu mudur?

Onu dürüstçe koymuyor bile. 20’nci Yüzyıl ortasında, sırf “kalkınma” tekerlemesi bakımından en büyük hızı göstermiş Sosyalizm vardır. Yönizm sosyalist savunma da yapmıyor.” (Kıvılcımlı, 2014)

Avcıoğlu’nun bu görüşleri, formel sosyalist düşüncenin Türkiye’deki kökleşmesine katkıda bulunmuştur. Bununla birlikte, kendisinin bilimsel birikim sağlama açısından ortaya koyduğu araştırmalar, dünyada esen aşırı tekelleşme dalgası karşısında ilgi uyandırmaktadır.

Bu eleştiriyle, formel sosyalizmin burjuva sosyolojisine yakınlığını ortaya koyarak, sosyalist hareketin teorik zaaflarını anlamamıza yardımcı olmayı denedik.

Sonuç

Formel Sosyalizmin Aşılması ve Yeni Bir Perspektif Formel sosyalizmin metafizik sosyolojilerden aldığı etkiler, sosyalist pratiği dogmatik ve etkisiz bir yapıya dönüştürmüştür. Sovyet marksologlarının insanlık tarihine, dine ve örgütsel yapılara dair mekanik yaklaşımları, sosyalist teoriyi kısırlaştırmış ve halkın gerçek ihtiyaçlarına cevap veremeyen bir hareket yaratmıştır. Türkiye bağlamında, bu formel yaklaşımların etkisi, sosyalist hareketin halktan kopmasına ve marjinalleşmesine yol açmıştır. Kıvılcımlı’nın katkıları ve Gramsci, Sultangaliyev, Mariátegui ve Cabral gibi düşünürlerin çözüm önerileri, sosyalist hareketin yeniden yapılandırılmasında önemli bir yol gösterici olabilir. Türkiye özelinde, Kıvılcımlı’nın önerileri, formel sosyalizmin dogmatik yapısından kurtulmak ve daha kapsayıcı bir sosyalist hareket inşa etmek için temel bir referans noktasıdır. Kıvılcımlı’nın Yol Göstericiliğinde Yeni Bir Sosyalist Perspektif Kıvılcımlı’nın tarihsel materyalizme yaptığı katkılar, sosyalist pratiğin yeniden inşasında kritik bir rol oynamaktadır. Onun din, tarih ve örgütlenme konusundaki eleştirel yaklaşımları, sosyalizmin ulusal dinamiklere uyarlanması için bir rehber sunar. Bu bölümde, formel sosyalizmin eleştirisini daha kapsamlı tartışmalar için bir başlangıç olarak sunmakta ve sosyalist pratiğin yeniden inşası için eleştirel bir çerçeve önermiş olduk.

İstanbul’dan Emre
İstanbul’dan Özgür

Kaynakça

  • Cerrahoğlu A. (1964). İslamiyet ve Osmanlı Sosyalistleri. Ersa. s.34
  • Kıvılcımlı, H. (2008). Oportünizm Nedir? Halk Savaşının Planları, Devrim Zorlaması Demokratik Zortlama. Derleniş Yayınları. s. 23
  • Kıvılcımlı, H. (2014) 27 Mayıs ve Yön Hareketinin Eleştirisi. Derleniş Yayınları. s. 33
  • Kıvılcımlı, H. (2018b). Allah Peygamber Kitap. Derleniş Yayınları. s.19
  • Kıvılcımlı, H. (2018a). Toplum Biçimlerinin Gelişimi. Derleniş Yayınları. s.49
  • Kıvılcımlı, H. (2024). Tarih Devrim Sosyalizm. Derleniş Yayınları. s.57
  • Küçük Y. (1988). Aydın Üzerine Tezler Cilt 5. Tekin Yayınları. s.527
  • Küçükömer, İ. (1994). Düzenin Yabancılaşması. Bağlam Yayıncılık. s.7
  • Lenin, V.I. (2014). Sosyalizm ve Din. Evrensel Yayınları. s.24
  • Smirnov, N.A. (2013a). Sovyet Rusya’da İslam Tarihi İncelemeleri, Sovyet Bilimler Akademisi Yayınları. 1954. Türkçe Çeviri: Arif Berberoğlu. Evrensel Yayınları. sy. 201
  • Smirnov, N.A. (2013b). Sovyet Rusya’da İslam Tarihi İncelemeleri, Sovyet Bilimler Akademisi Yayınları. 1954. Türkçe Çeviri: Arif Berberoğlu. Evrensel Yayınları. sy. 231
  • Taşçı, N.L. (1991) Gelenek Dergisi. Erişim adresi: https://gelenek.org/kivilcimlinin-mirasi-islam-osmanli-kemalizm