Faşizmin Psikanalizi

Faşizmi yalnızca ekonomi-siyasi bir çıkış olarak görmek büyük bir yanılgıdır, burada birde “öznel etken” vardır. Bu, belli bir çağda yaşayan insanların, kitlelerin ortalama ruh yapısını ifade eder. Kişinin bilinçaltı ruh yapısına yansıyan o deneyimler, sosyal ilişkiler (gerek aile, gerekse daha geniş toplumsal yapılar) temel kişiliğini, şeyler karşısındaki duygu tutumunu belirlemekle kalmaz, aynı zamanda sosyal olaylar karşısında temel tutumunu da belirler. Basit görünen bir sembol karşısında bile o bilinçaltı dünyasının çırpınışları, organizmaya bile yansıyabilmekte, derince hissedebilmektedir (bunu, bu yazıda değineceğim Swastika veya gamalı haç örneğinde karşılaşacağız). Demek ki, kitlelerin psikolojik tabanını, ruhsal yapısını hiçe saymamalı ve o psikolojinin dinamizmlerini incelemeli, amansız diyalektik çarpışmaları ve onun altında yatan determinizmi açığa kavuşturmalı.
“Modern toplum devrimlerinin öncesinde de bir takım kıyamet işaretleri belirir. Deccal, insanların ruhunda çıkar. Psikolojik hoşnutsuzluk, çarçabuk bir takım unsurları fışkırtır.” [1]
Diye söyler, Kıvılcımlı Usta. “Deccal, insanların ruhunda çıkar” İşte ekonomik-siyasi yapıda yuva kurmadan önce insanların ruhunda belirir, Deccal. (Burada Deccal’i, kişilik yapısı olarak faşizm diye betimlemek istedim).
Şimdi ise bu Deccal’in insan ruhunda nasıl belirdiğini anlamalıyız. Bu şeyin altında ne yatıyor?
İnsanın kişilik yapısında yapay olarak gelen ikinci katman, Freud’un “bilinçaltı” veya “bilinçaltına itilmiş” diye aydınlattığı yer olan, özellikle acımasız dürtülerden oluşan yer. İkinci katmanda, eziyetçi, şehvetdüşkünü, açgözlülük, sapıklık, yıkıcılık vb. şeyler yatar. Faşizm bunu toplumsal alanda canlandırmaktadır. Bunun nerden ortaya çıktığının üzerinde durmamız gerek. İkinci katman, buyurgan ataerkil evre tarafından, doğal cinselliğin baskı altında tutulmasıyla yaratılan yıkıcı ikincil cinsel güdüler ile oluşmuştur. Eziyetçilik, yıkıcılık hep aslında, özellikle cinsel gereksinimin doyumsuz bırakılmasına bir tepkidir, bu yoldan doyuma ulaşır ve bir düşkünlük haline gelir. Wilhelm Reich şöyle der: “Başkasına eziyet etme düşkünlüğü (sadisme) doyurulmamış bedensel boşalma özleminden gelir.” [2]
Bu süreci detaylandıralım. Cinsel dürtülerin bilinçaltına bastırılması, doyumun doğal olarak karşılanmasını dıştalar, fakat doyuma erme gereksinimini azaltmaz. Artık hangi yoldan olursa olsun doyuma ulaşma, gerilimi deşarj etme itkisi doğar. Saldırganlık öğesi (biyolojik bir araç olarak, içgüdüyü doyurma aracı, “yaklaşım”. Örneğin, cinsel zevk alma etkinliği ve besin arama etkinliği… Bunlar hep saldırgandır) sevgiyi bastırmaya başlar. Hazza ulaşma hedefi tümden bir yana itilmişse, yani bilinçaltına itilmiş ya da dışardan “ahlâk” ile içgüdüsel doyumun yasaklanmasının doğurduğu kaygının baskısı altına girmişse eğer, içgüdüsel doyuma ulaşmaya yönelik bir araç olan saldırganlık, bir araç olmaktan çıkıp, gerilimi bitirecek davranış haline gelir. İşte o zaman saldırganlığın kendisi bir haz olur ve eziyetçilik doğar. O zaman şurası artık açıkça bellidir ki, eziyetçilik, biyolojik bir güdü-ürün değil, toplumun ürünüdür. Doğal değil, yapay bir olgudur. Burada binlerce yıl işleyen toplumsal-ekonomik süreci unutmamalıyız, boyuna gelişen teknik üretici gücün, makinanın boyunduruğuna giren, ona söz geçiremeyen binlerce yıllık insan. Böylece insan denen biyolojik varlık, gerek kendi doğasına ve doğaya, topluma yabancılaşmış, kendi yapısı konusunda yanlış bir anlayış getirmiştir. Bu, buyurgan-makinacı ilerlemenin kaçınılmaz sonucuydu. İnsan, kendi doğal yaşamına karşı kaskatı bir zırh kuşanmıştır. (Kişilik ve kas zırhı, “Kişilik zırhı: Bireyin coşkusal uyarılmalarını kösteklemek üzere geliştirdiği, vücudun katılaşmasıyla, coşkusal (duygusal) bağıntının azalmasıyla, “uyuşukluk”la kendini gösteren özgün kişisel davranışların tümü.”
“Kas zırhı: Örgen duyumlarıyla coşkuların bir delik açık geçmelerini önlemek üzere bireyin geliştirdiği kas tepkilerinin (sürüp giden kas kasılmalarının) tümü; ketvurulan başlıca coşkular, kaygı, öfke ve cinsel uyarılmadır.”) [3]
Biyolojik ve toplumsal olarak donmuş, doğal biyolojik özdüzenleme işlevini ve bağlantısını yitirmiştir. Böylelikle makina gibi işlemeye başlamıştır. Konunun esasına dönecek olursak, makinaların yapımı ve gelişmesi, insanın zihnine-bilinçaltına yansıyarak, etkisinde kalması ve yapısının, duygu ve düşüncesinin belirlenmesi-gelişmesi. Tabii ki insan, kendi yapısını keşfetmeye cesaret gösterdi ve kendi yapısını, yarattığı makinalar gibi yorumladı. Açıkça görüyoruz ki, toplumsal-ekonomik süreç, insan zihninin işleyişiyle etle tırnak gibidir, bilinçaltına yansımanın ve etkisinde kalmanın bununla birlikte yarattığı sentezlerin toplumda binbir örneğiyle karşılaşırız. Yaşama makinacı bakış açısı da aynen öyledir, zihin aynasına yansıyan süreçlerin, etki-tepki şeklinde topluma dönmesi (insanın yapısının yorumlanması) ve egemen bir güç olmasıdır. Makinacı anlayış, insanın biyolojik yasalara uyan yaşamını (örneğin, doğa ve toplum ile etkileşim-bağlılık, cinsel doyum, beslenme vs. gibi) baskı altına almış, çocuğun ve gencin doğal sevisel-cinsel yaşamını baskı altına alması, bilinçaltına itmesi ile buyurgan kişilik yapısı oluşmuştur. Burada cinselliğin bilinçaltına itilmesinin doğurduğu başka bir sonuçla karşılaşıyoruz: Bireyin cinselliğinin ‘ahlak yasağı’ ile bastırılmasından doğan buyurgan kişilik yapısı, özgürlük korkusu ve başkaldırmanın önlenmesi. Bilinçaltına itiş sonucunda birde ‘bilinçdışı bedensel boşalma özlemi’ doğuyor. İşte faşizmi doğuran bir başka güç de, bilinçdışı bedensel boşalma özleminden başka bir şey olmayan gizemciliktir. “(…) gizemcilik, asal olarak, coşkularla duyumların dünyaüstü özerkliği düşüncesine dayanmaktadır. Bu yüzden, kendine verdiği ad ne olursa olsun, ruhsal dünyaya özerklik bağışlayan her doğa anlayışı gizemcidir”
“Gizemcilik dolaysız örgen duyumlarına ketvurulup bunların sonradan “dogaüstü güçler” biçiminde hastalıklı olarak algılanmasına dayanmaktadır.” [4]
Peki, ‘gizemci’ kişi tam olarak nedir, nelerle ilgilenir?
“Dirimsel katılığına karşın vücudundaki dirimsel enerjiye dayalı coşkuları anlayamadan duyumsayan zırhlı insan gizemci’dir. “Nesnel” şeylerle değil, “tinsel” şeylerle ilgilenir. Doğa konusunda doğaüstü, gizemsel bir öğreti geliştirir” [5]
Şimdi ise buyurgan-makinacı uygarlığın istediği ruhsal yapıyı ve öğretiyi (makinacı ve gizemci anlayışı, yapıyı) üreten ve “en ortadaki gerici hücre” olan ataerkil-buyurgan aileyi kavrayalım.
Toplumun ekonomik ilişkilerinin bir ürünü olan ataerkil-buyurgan aile, kapitalizm öncesi ve kapitalizmin başlarında, ekonomik işlevi ağır basıyordu. Bunlar, üretim birimleriydiler (köylüler ve küçük tüccarlar-işletmelerde görülür) Toplumsal alanda sosyal-politik etkide de bulunur. Sosyal alanda, ekonomik ve cinsel haklardan yoksun olan kadın ile çocuk, kocanın-babanın egemenliği altındadır. Üretici güçlerin gelişmesi, üretimin sosyal niteliğe bürünmesi ile kadın, modern üretim sürecine katılmasıyla birlikte, ailenin ekonomik birliği ve işlevi de parçalanmış, önemini yitirmiş oldu. Fakat buyurgan aile bitmiş olmadı. Ekonomik işlevi önemini yitirse de, yerini siyasal işlevi aldı. Buyurgan ailenin, birbirleriyle bağlı siyasal işlevleri vardır: kendini çoğaltmak üzere çocuğun ve gencin cinsel etkinliğini baskı altına alır, bunu yapmakla toplumsal akıldışılığın, nevroz ve psikozların, sapıklığın biricik kaynağı olur. Oedipus kompleksinin de (karmaşası) içinde bulunduğu (bu çocuk-ebeveyn ilişkisinin en önemli parçalarındandır) çocukluk cinselliğinin, genellikle düşünceler ve eylemlerden ötürü cezalandırılma korkusuyla bastırılması (temelinde iğdiş edilme korkusu yatar. Kastrasyon anksiyetesinin de anlamı budur, böylelikle oedipus kompleksi bastırılmış olur.) cinsel enerjiyi güçlendirmekte ve yönünü ruhsal hastalıklara doğru saptırmaktadır. Doğal cinsel etkinliğin bastırılması, aynı zamanda, kişiyi yaşamdan korkan, otoriteye boyun eğen biri yapmakta ve böylece bireylerin yetke altında ezilme olanağını da tazelemektedir. Ailenin bir diğer siyasal işlevi de budur.
Kitlelerin gizemci, akıldışı yapısına ve duygularına yöneltilen çağrılarla iş yapan Nazilerin ‘Irk kuram’ı büyük bir coşku yaratmıştı. Nedir bu ırk kuramı? Neyi ifade ediyor?
Çocukluktaki doğal cinsel yaşamın baskı altınmasıyla doğan nevrotik kaygılar, cinsel kaygı ve bunun uzantısı olan, insanın içine işleyen genital örgeni hastalıklarına yakalanma korkusu, işte bu, ırk kuramının temelini oluşturur. Bunu, Hitler’in ‘Kavgam’ kitabında da analiz ederek anlayabiliriz. Yahudilerin ve Arilerin cinsel birleşmesiyle doğan ‘kanın hastalanması’ ve ‘ırkın yozlaşması’. Bu, Yahudi düşmanlığını doğurmuştur. Akıldışı firengi hastalığı korkusu, Yahudi düşmanlığının en sağlam temellerindendir. İşte şimdi ırkın arılığını daha iyi anlayabiliriz. Irkın arılığı, bir cinsellikten arıtmadır ve cinsel arılıktır. Bu, firengiden kurtulmanın ve kanın temizlenmesi anlamına geliyordu.
Irk kuramı’nın çekirdeği, “doğal cinsel yaşamla onun bedensel boşalma işlevi (orgazmın fonksiyonu) karşısında duyulan öldürücü korku”dur. [6] İnsanın orgazm arzusunu değişik ırklara yakıştırmakta ve böylece şeytansı, arzucu gibi tanımlamalarla ifade etmektedir. Kuzeyli ırk ise bunun tam tersi, cinsellik dışı ve kutsal, göksel olarak tanımlamaktadır.
Anlaşılacağı üzere, ırk kuramı, yaşama gizemci ve akıldışı yaklaşmanın bir ürünü, bilinçdışı duygusal güdüleri dile getirmektedir. Buyurgan kişide “Yahudi” sözcüğü, aynı zamanda akıldışı bir anlamı da ifade etmektedir:
“(…) Yahudi olsunlar olmasınlar, sinir hastalarının bakımı sırasında, yeterince derinlere inersiniz, «Yahudi» sözcüğünün akıldışı bir imlem taşıdığını, «para kazanmayı bilen», «tefeci», «anamalcı» adamı gösterdiğini görürsünüz. «Yahudi» sözcüğü, daha derinlere inildiğinde, «pis», «tensel haz düşkünü», «hayvanca şehvetli» adam anlamına gelmekte, ayrıca «Shylock»u (Shakespeare’in Venedik Taciri’ndeki tefeci Yahudi’yi), «iğdiş edici kişi»yi, «adam boğazlayan haydut»u simgelemektedir. Bütün insanlarda doğal cinsel etkinlik korkusu, sapık cinsel etkinliklerin uyandırdığı tiksinti kadar köklüdür. Dolayısıyla, büyük bir ustalıkla uygulanan Yahudi kovalamacasının, cinsel yaşama düşman bir eğitim verilerek yetiştirilen bireydeki en derin cinsel etkinlikten korunma işlevlerini harekete geçirdiğini kolayca anlayabiliriz. Böylece. «Yahudi» öğretisi halk yığınlarının hem anamalcılığa karşıt davranışlarını, hem de cinsel yaşama karşıt tutumlarını körükledi ve onları tam anlamıyla buyurgan aygıtın oyuncağı haline getirdi.”
Devamında Reich, eziyetçi Yahudi düşmanlığının da nasıl ortaya çıktığını açıklıyor:
“Bilinçsiz cinsel mutluluk ve cinsel temizlik arzusu doğaya uygun cinsel yaşamın verdiği korkuyla sapık cinsel etkinliğe duyulan tiksintiye eklenince, buyurgan kişilere özgü eziyetçi Yahudi düşmanlığı ortaya çıkar. Alman için «Fransız». farkına varmadan buyurgan olan İngiliz için de «Zenci» nitelemesi «Yahudi» anlamına gelir.” [7]
Gelelim Nazi sembolizmine veya gamalı haç’a. Bu da aynı şekilde büyük bir coşkuyla ilgi gösterildi ve insanın en derinindeki coşkularına, bilinçdışı duygusal yaşamına dek uzanır. Nedir bu gamalı haç? Ne anlama geliyor?
Öncelikle bu sembolü kullanan Hitler’den dinleyelim. Hitler, gamalı haç’ın ne olduğunu, ne anlama geldiğini şöyle açıklamaktadır:
”gamalı haçtaysa hem âri ırkın, hem de her zaman Yahudi düşmanı olarak kalacak yaratıcı çalışmanın yengiye ulaşması için verilecek kavganın simgesini görmekteyiz”
Fakat aslında sembolün uzaktan yakından bununla ilgisi yoktur, bu anlam ona çok sonradan gelmektedir. Ayrıca bu sembolle Yahudi toplumlarda da karşılaşırız.
Tiber Gölü kıyılarında şu biçimde rastlanılmıştır:

Birinci şekil erkeği, ikinci şekil ise dişiyi canlandırmaktadır. Şimdi sözü Wilhelm Reich’a bırakalım:
“Percy Gardner ona, «Hemera» adlı altında, Yunanlılarda da rastlamıştır, hem güneşi, hem de erkek öğeyi simgelemektedir. Löwenthal, Socst’te Maria zur Wiese (Tarlaların Meryem Anası) kilisesinde gördüğü XIV. Yüzyıldan kalma bir sunak örtüsündeki gamalı haçı anlatır; burada gamalı haça asma bıyığı elenen bir uzantıyla ikinci bir kıvrım eklenmiştir. Gamalı Haç fırtınalı göğü, eşkenar dörtgen de verimli toprağı simgelemektedir. Smigorski, gamalı haçı Hint güneş ve ateş simgesi biçiminde bulmuştur; şimşeği simgeleyen bu dört yönlü şeklin her kolunun ucunda üç nokta vardı; çizimi şöyle:

Lichtenberg, bu üç noktanın yerine birer baş taşıyan gamalı haçlar bulmuştur. Demek ki gamalı haç başlangıçta bir cinsel simgedir, zamanla, değişik anlamlar kazanmıştır: bir değirmentaşını simgeleyen biçimiyse çalışmayı canlandırmaktaydı. Duygusal alanda, işin kökeninde çalışmayla cinsel yaşam özdeş olduklarından, Bilmans’la Pengerots’nun Ermiş Thomas Bcckett’in sivri külahıyla ilgili buluşlarını yorumlayabiliriz: kökeni Hint-Avrupa tarihönccsi çağına uzanan gamalı haç bu külahta şu yazıyı taşımaktadır:
Selam sana ey Toprak, insanların Anası, insanların yararlanacağı yemişlerle dolup taşarak, Tanrı’nın kollarında gebe kal!
Verimlilik burada cinsel terimlerle, Toprak-Ana’nın Tanrı-Baba’yla birleşmesi gibi canlandırılmıştır. Eski Hint uygarlığının sözcük hazinesini inceleyen uzmanlar, Tselenin’in dediğine bakılırsa, horoza tıpkı hiç bir dinsel inancı olmayan kişi gibi «Svastika», yani cinsel içgüdüyü anıştıran «gamalı haç» adını vermektedirler.
İlk gamalı haç örneklerine bir daha bakarsak, çok yalınlaştırılmış, ama yakalaması kolay sarmaş dolaş olmuş iki insan görürüz. Soldaki gamalı haç yatay durumdaki bir sevişmeyi, öbürüyse dikey durumdaki sevişmeyi canlandırmaktadır. Demek ki gamalı haç canlı maddenin en temel işlevini simgelemektedir.”
Bu sembol, kitlelerin bilinçdışı duygusal yaşamı açısından oldukça etkili bir imlemdir. Burada oldukça önemli olan şey, çağrı yapılan kitlelerin cinsel yaşamdan yoksun bırakılmış olmaları ve bilinçdışı özlemleri, arzularıdır. Bilinçaltından dinamitleşen çekirdekler, organizmada dahi hissedilebilmektedir. Wilhelm Reich, sembolün benimsenmesi konusunda birde, sembolün, onur ve bağlılığın simgesi haline getirilmesiyle, “ahlâkçı” Ben’in savunma hareketlerinin de göz önünde barındırmasından dolayı daha kolay benimseneceğini belirtmiştir.
Son söz
Kitlelerin karanlık gizemci duygularına, birbirleriyle çatışan özgürlük korkusu ve arzusuna, sanki sisli bir havada belirsizleşmiş gibi olan fakat amansız bir güçte olan cinsel arzularına çağrıyla işbaşına gelmişti, Hitler. Kitleler, boyunduruk altına, kendi rızaları ile girmişti. Boyunduruğu kendi elleriyle hazırladılar. Özgürlüğün gerektirdiği ve getireceği sorumluluğun verdiği korku, özgürlük arzusunu bastırmış ve buyurgan kafayı oluşturmuştur. Kişinin buyurgan kafa eğitiminden ötürü bağımsızlık duygusunu yitirmesi onu yetke kişi ile özdeşleşmeye götürmüştür. Saplantılı bir yetke kişi bulma arzusu, bağımsızlık arzusunu bastırmıştır. Bağımsız yaşamaktan korkan insanlar, büyük bir coşkuyla alkışlamışlardı, Hitler’i. Dahası ve dahası…
Yani anlayacağınız, kitlelerin ruhsal dünyasını hiçe saymamalı, o diyalektik çarpışmaları, etki-tepkileri, determinizmi, patlamaları açığa çıkarmalıyız ve çözümlemeliyiz. İnsanlığın geleceği, kendi ellerindedir.
Bu yazıda özellikle yararlandığım Wilhelm Reich’a da sonsuz teşekkürlerimi iletmek istiyorum.
Bursa’dan Ulaş
Dipnotlar
[1] Hikmet Kıvılcımlı – “Marksizm Kalpazanları Kimlerdir?” Köxüz Yayınları Dijital Yayın, sy. 9
[2] Wilhelm Reich, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı“, Payel Yayınları, sy. 246
[3] Wilhelm Reich, “İnsanın Doğadaki Yeri“, Payel Yayınları, sy. 12
[4] Wilhelm Reich, agy, sf. 90-91
[5] Wilhelm Reich, agy, sf. 23
[6] Wilhelm Reich, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı“, Payel Yayınları, sy. 123
[7] Wilhelm Reich, “Bedensel Boşalmanın İşlevi“, Payel Yayınları, sy. 259
[8] Wilhelm Reich, “Faşizmin Kitle Ruhu Anlayışı“, Payel Yayınları, sf. 142-143