Kısa bir süre önce sosyal medya hesabı üzerinden, “akademisyen” Candan Badem ve tavşan yüreğine sahip Can Dündar’ın “Özgürüz” haber portalında görevli muhabiri Onur Öncü‘nün, bir emperyalist yalanı olan Ermeni Soykırımı ile ilgili basın açıklaması yapan vatanseverlere yönelik yaptıkları hakaretler sonrasında , bu makaleyi kaleme almayı fazlalık olarak görmekteyiz. Çünkü bu kişilerin düz mantığı ve ezberciliği ile hiçbir şey yarışamaz.
1815 Viyana Kongresinden itibaren sürekli dile getirilmiş, Çarlık Rusya ve Osmanlı(Türk) savaşları ile 1915 yılına kadar Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecine kadar ilerlemiş olan “Şark Meselesi” neticesinde ortaya çıkarılan Türkleri Anadolu’dan (Küçük Asya’dan) atma girişiminin son parçası olan Ermeni Soykırımı Yalanı üzerine bilgileri gizlemek ya da saklamak, bir “akademisyene” yakışacak nitelikte miydi?
Yine de biz birileri bilgi sahibi olur diye, çoğu kez tekrar haline gelse de, gerçekleri tekrardan dile getirmeyi önemli gördük.
Sorunun kökü, Türkiye’yi paylaşmak
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Osmanlı gibi pazarı açık ve büyük bir alana kurulu coğrafya, Emperyalistlerin iştahını kabartmaktaydı. Çünkü Osmanlı üretmiyordu. Ancak ham madde bakımından gereksinimleri karşılayacak bir durum teşkil ediyordu. Bölgede bulunan nüfus gücünü hesaba kattığımızda inanılmaz bir katma değer getiriyordu. Bu yüzden İngiltere ve Fransa, uzun bir süre Osmanlıyı korumayı kendine görev olarak gördü. Tıpkı bir çiftçinin besilik bir hayvanı yetiştirmesi gibi… Emperyalistlerin “anayurdunda” öyle inanılmaz rakamlarda üretim yapılıyordu ki, bu ürünlerin satılması gerekiyordu, Hepsinin ülke içinde tüketilmesi imkansız hale gelmekteydi.
Almanya ve İtalya’nın siyasi birleşmesi kesinleşmeye başladığında, artık emperyalist paylaşıma katılmakta gecikmekteydiler. Onların yeni sömürge arayışlarıyla patlama noktasına gelindi. Savaş kaçınılmazdı. Viyana Kongresi’nde artık savaş değil diplomasi olması gerektiğini söyleyen emperyalistlerin ortak amacı şuydu: Sınırlarda değişiklik olduğunda birbirimize yardım edeceğiz, mikro milliyetçi isyanlara karşı ittifak kuracağız. Bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti de bu anlaşmaya imza atmıştır. Ancak hiçbir zaman Osmanlı’nın iç isyanlarında destek verilmekten geri durulmamış, Yunan ve Sırp isyanları desteklenmiştir.
İmparatorluk olan bir devleti yok etmek için birkaç yol mevcut. Bunlardan biri mezhep farklılıkları, buna karşı bir şey yapamazlardı çünkü hilafet ile yönetilen ve Müslümanların büyük kısmı aynı mezhebe mensuptu. O zaman diğer yol kalıyordu, yıllardır mikro milliyetçi isyanlar.
Ermeniler, Bizans (Doğu Roma) Aristokrasine karşı kurtuluş mücadelesi sonrasında Türklere ve onların yönetimine karşı saygı ve sevgi beslediler. Uzun yıllar boyunca bu süreç böyle devam etti. Hatta Osmanlı onlar için “Millet-i Sadıka” demekteydi. Tercümanlık, bürokrasi ve ticarette Ermeniler yoğunluktaydı ve sınıfsal olarak ezilen konumunda bir durumları bulunmamaktaydı. 1877’de Osmanlı-Rus Savaşına gelinceye dek…
Savaşta yenilgi sonrasında Balkanlar’dan büyük bir kitle Anadolu’ya doğru akın etti ve Anadolu coğrafyasına yerleştiler. Bundan böyle artık Rusya, İngiltere, Fransa gibi devletler artık Ermeni halkını yıllardır birlikte yaşamış oldukları Türk, Kürt halklarına düşman etmeye gayret gösterdiler. Nitekim 1894’de Sason’da ilk isyan gerçekleşti. Ermeni kışkırtıcıları o zamana kadar birlikte yaşadıkları Kürt halkına karşı Ermeni köylülerini kışkırttı ve yüzlerce Kürt köylüsü katledildi. Malları yağma oldu. Bu isyanlar, İstanbul’da da oldu. Osmanlı Bankası işgal edildi ve Cuma Namazı sırasında II.Abdulhamid’e suikast düzenlendi. Padişah, şans eseri hayatta kaldı.
Amaçları Karadeniz’i Güney Anadolu Bölgesini içine alan bir Ermeni Devleti kurmaktı. Bunları Rus Çarlığı desteği ile gerçekleştireceklerdi. Oysa emperyalistlerin niyetinde Ermeni Devleti kurmak çok önemli değildi. Onların derdi Türkleri Anadolu’dan uzaklaştırmak ve burayı paramparça ederek kendi küçük kukla devletlerini kurmaktı. Yani kısacası Ermeni halkına gerçek dost değillerdi. Lord Curzon şöyle açıklıyor durumu.
“Müttefiklerin uğrunda savaştıkları amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.”
Bunun sebebini ise şöyle açıklıyor kendisi.
“Büyük bir Panislam ya da Panturan hareketi ortaya çıkabilir. Ve böyle bir halde, Londra Konferansı genellikle dünya barışı bakımından Türkiye Müslümanlarıyla Doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.”
Emperyalistler bu olayı kendi çıkarları üzerine değerlendiriyor ve dertlerini açıkça dile getiriyorlar.
“Ermeniler bir Türk zaferi karşısında çok şey kaybedecekler, ama bir Müttefik zaferinde de çok şey kazanacaklardı. Başkan Wilson ile diğer Müttefik liderleri Ermeniler’e, savaştan sonra çektikleri acıların tazminatı ve davaya sadakatleri nedeniyle doğu Türkiye’de bağımsız bir devlet verilmesini istiyorlardı; İngilizler de böyle bir tutumu kuvvetle destekliyorlarsa da, onların başka özel çıkarları vardı. O sırada, (Aralık 1917) Savaş Kabinesi, savaşın sona ermesi durumunda, Türk ve Almanlar’ın bölgedeki uzun vadeli emellerinin de sona ereceğine pek inanmıyordu. Hükümet gizli bir raporda Ermeni devletinin kurulmasını şöyle savunuyordu: “Bu devlet İstanbul’dan Çin’e kadar uzanacak ve Almanya’nın eline dünya barışını tehdit için Bağdat Demiryolu’nun kontrolünden daha fazla bir güç verecek olan Turancı bir hareketin gelişmesine karşı tek engel olacaktır.”
Ermeni Burjuvazileri bu iğrenç süreci görmek istemedi. Emperyalistlerinin asıl amacının farklı olduğunu, yalnızca onları kukla olarak değerlendirdiğini anlayamadılar. Ancak bunun ışığında Türk ve Kürtleri Ermeni halkına düşman ettiler. Bunun emrini de emperyalistlerden aldılar.
İtilaf Devletlerinin gönüllü askeri: Ermeni Burjuvazisi
Ermeni Devleti Temsilcisi olarak Paris Konferansına gönderilen Avetis Aharonyan’ın dediklerini aynen kaynaktan olduğu gibi alalım.
“Milletimiz, savaşın başında, Çar idaresine karşı tüm şikâyetlerini unutarak, Müttefiklerin dâvasını desteklemek amacıyla içtenlikle Ruslara katılmakla kalmamış, Türkiye’de ve tüm dünyadaki Ermeniler, Rus generallerinin kumandası altında, Rus birlikleriyle yan yana dövüşmek için, masrafları kendileri tarafından karşılanarak Ermeni birlikleri kurulmasını ve desteklenmesini Çar hükümetine önermiştir. Paris’teki Rus Büyükelçiliği arşivleri bunu doğrulamaktadır.
“Çar hükümeti, Paris’teki Büyükelçiliği aracılığıyla, Ermenilerin kişisel olarak Rus Ordusuna katılmasının tercih edildiğini bildirmiştir. Ermeniler derhal bunu kabul etmiş ve 1914, 1915, 1916 ve 1917 yıllarında dünyanın her yanından gelen Ermeni gönüllüleri, Rus Ordusunun muvazzaf askeri olan Ermenilerle birlikte, Müttefiklerin dâvası için çarpışmışlardır; 180.000’den fazla Ermeni milletlerin özgürlüğünü savunmuş ve ortak davaya gösterilen bu bağlılık, iki yıl süren ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni vilâyetlerini harap eden katliama neden olan Osmanlılar ve Genç Türklerden nefret edilmesini Ermeni halkına aşılamıştır.
“1917’de Rus İhtilali bir Kurucu Meclis oluşturunca halkımız tarafından özgürce seçilmiş olan Ermeni milletvekilleri, parlamenter bir anayasaya ve federal kurallara dayanan bir Rus Cumhuriyeti’nin meydana getirilmesine sadık bir şekilde yardımcı olmak ve bu uğurda sonuna kadar mücadele etmek görevini almışlardır. Kerensky idaresinde Rusya’nın ne Avrupa ne de Asya’nın savaş alanlarında ne de Başkentin veya eyaletlerin idari makamlarında bizden daha sadık müttefiki olmamıştır.
“1917 sonbaharında Rusya ve Ermenistan’ın ortak gayretleriyle kurtarılmış olan tüm Ermeni toprakları ve Osmanlı vilayetleri ile Transkafkasya eyaletleri, Bolşeviklerin ihaneti nedeniyle Türk istilâsına açık hale gelince, din adamı veya sivil olsun, halkımızın liderleri, Rus resmi makamlarına ve Rus askeri kumandanlarına onları yalnız bırakmamaları için yalvarmışlar ve mücadeleye devam için kendilerine yardım edilmesi önerilerini yenilemişlerdir. Fakat bizzat Rus generalleri kendi askerleri tarafından terk edilmiş ve Brest-Litovsk Barış Antlaşması, Kars kapısı dâhil, Kafkas Ermenistanı’nın batısının yarısını Türklere bırakmış bu da tüm Transkafkasya’nın istilâya maruz hale gelmesi sonucunu vermiştir.
“Bu istilâya karşı koyabilmek ve hâlâ Müttefiklerin dâvasına sadık kalabilmek üzere, Kafkaslardaki Ermeni halkı, 20 Ekim 1917 tarihinde Milli Kongre’yi toplamıştır; Ermeni halkı tarafından usulüne uygun olarak seçilen 125 delege bir Konsey, daha ziyade bir Milli Savunma Hükümeti atamıştır. Ben bu hükümetin başkanı oldum. Hükümetin on beş üyesine verilen görev tüm olanaklarla Türk istilâsına karşı koymak ve Asya’da çökmüş olan Rus cephesinin yerine bir Ermeni cephesi oluşturmaktı.
“Benim idaremdeki bu hükümet 1917 Ekim’inden 1918 Haziran’ına kadar, sadece Ermeni kaynakların yardımıyla bir Ermeni ordusu kurdu ve devam ettirdi. Rusya’dan bir yardım gelmedi (o zamandan beri Rusya’yı yabancı bir ülke olarak görüyoruz) Müttefikler de bize yardım etmedi; onlar bizi teşvik etmek ve vaatte bulunmanın dışında bir şey yapamayacak kadar uzaktaydı. Avrupa cephesinde Rus ordularında bulunan Ermeni askerler bile bize katılamadı ve Ermeni gönüllüleri Filistin’de Müttefik güçlerin bir parçası olarak çarpışmaya devam ettiler.
“Fransız Hükümeti, Tiflis’teki Fransız Konsolosluğu aracılığıyla, Ermeni Katolikos’un Müttefiklere gönderdiği heyetin başkanı olan Ekselansları Boghos Nubar Paşa’nın bir telgrafını bize ulaştırdı. Bu telgrafta dünyadaki bütün yurttaşlarımız ne olursa olsun, direnmemizi ve İtilaf Devletlerinin davasını terk etmememizi bizden istiyorlardı.
“Milli Konsey adına, Tiflis’teki Fransız Konsolosluğu aracılığıyla cevap verdim:
“1. Savaşın başından beri yaptığı gibi, Ermeni Milletinin âli görevini yapmaya hazır olduğunu
“2. Müttefiklerin maddî, manevî ve mümkünse, askeri yardımına güvendiğini (bildirdim)
“3. Ermenistan’ın bağımsızlığını tanımalarını onlardan istedim.
“Bu telgrafa cevap olarak, yine Fransız Konsolosluğu aracılığıyla, Boghos Nubar Paşa’dan, bize yardımcı olunacağı vaadini yenileyen, ikinci bir telgraf aldım.
“Ermenistan’ın bağımsızlığı konusunda ise, İngiliz Avam Kamarası ve Fransız Millet Meclisi’nin bildirgelerinin taleplerimizi karşılayacak nitelikte olduğu bize bildirildi.
“Bu bildirgelerin metinlerini bilmememize rağmen Ermeni Milleti, Türklere karşı yeniden savaşmak amacıyla, Milli Konsey etrafında birleşti. Seferberlik ilân edildi. Bazı Kafkas komşularımızın bize ve İtilâf Devletlerine karşı gösterdiği husumetin yarattığı sonsuz güçlüklere rağmen, 1917 yılının son aylarında 50.000 kişilik bir ordu kuruldu.
“Tatarlar ve Kürtler açıkça Türkiye’nin yanında yer alarak gerimizde örgütlendiler ve bize engel olmak için her şeyi yaptılar. Geçmişte ayni dini inançla ve çekilen ızdıraplarla bağlı olduğumuz Gürcüler bizim tarafımızda yer almayı, görev addetmediler. Müttefiklerden uzakta olmamıza, vaat edilen yardımların gelmemesine, yalnız ve terk edilmiş olmamıza ve hatta komşularımız tarafından rahatsız edilmemize rağmen kendimizi bu en yüce mücadeleye bir kez daha attık. Amacımız, Müttefiklerin hiçbir şekilde şüphe etmediğimiz zaferini beklerken, muzaffer olamasak bile, Türklerin Kafkasya’nın içine doğru ilerlemelerini durdurmaktı.”
Bundan sonra da konuşmaya Osmanlı Ermenileri Temsilcisi olarak Nubar Paşa;
“Bununla beraber, savaşın başında Türk Hükümetinin Ermenilere bir tür özerklik vermeyi önerdiğini ve karşılığında da Kafkasya’yı Ruslara karşı ayaklandıracak gönüllüler istediğini hatırlatmak isterim. Ermeniler bu öneriyi reddettiler ve kendilerini kurtarmasını bekledikleri Müttefiklerin yanında tereddüt etmeden yer aldılar.”
Kendisi savaşın sonuna kadar İttifakları ile birlikte canla başla savaştıklarını Kafkasya bölgesinde yaptıkları karşısında konuşmayacağını bile söylüyor devamında.
Ermeni İsyanları sırasında çatışmalar çıktığında Türkler bu isyana karşı silahla değil, konuşarak çözme gereksinimi duyuyorlardı. Çünkü yüzyıllardır birlikte yaşadıkları bu halk öyle sonradan fetih edilmiş bir politika da değil bir sürü kere birbirine bağlanmış halk idi. Ancak bu böyle olmadı. Konuşmalar reddedildi ve çatışmalar hız kazanıldı. Hatta bununla ilgili Ermeni Önderlerinden biri şöyle diyor.
“Türklere karşı barışçı dil kullanmalıydık. Onların gerçek güçlerine ilişkin bilgimiz yoktu; kendimize güveniyorduk. Temel yanlışımız buradaydı. Çatışmalar başlayınca, Türkler bize oturup konuşmamızı önerdiler. Böyle yapmadık, onlara sırt çevirdik. Ordumuzun karnı tok, sırtı pekti… Karadeniz’den Akdeniz’e ve Karabağ Dağları’ndan Arabistan çöllerine koca bir Ermenistan istiyorduk. Kâğıt üstünde sınırlar çiziyor, bunların gerçekten bize verildiğini düşlüyorduk. Bundan kuşku duymak ihanetti… Ama artık yapacak bir şey yok!” (Aktaran Türkkaya Ataöv, Cumhuriyet, 13 Mart 2007)
Bu kaynaklarda Türkler, Ermenileri katletmek istedikleri belirtiliyor. Bununla ilgili Dünya’ya mektuplar gönderiliyor. Hatta Kürtleri yanımıza çekmemize yardım edin yardımları iletiliyor. Kürtleri yanlarına alırlarsa onlardan oluşan bir birlik ile Türklerin asla karşı koyamayacağını söylüyor. Ancak bu böyle olmadığında Kürtler, Türklerin elinde Ermenileri yok etmek için büyük bir güç olduğu söyleniyor. Burada asıl ilginç olan şu. Eğer Ermenileri yok etmeyi bu kadar istiyordu Türkler, bunu daha önce neden denemediler? Bu sorunun cevabı var mıdır? Yok.. Candan Badem’in de bildiğini sanmıyorum.
Arnold Toynbee’nin yazmış olduğu sözüm ona “Tarih Avrupa mıdır yoksa herkesin kendi Tarihi mi vardır?” gibi tartışmalardan tanıdığım bu kişinin “Blue Book” adlı eserine değinelim. Kitabın yazarı ölümüne yakın bir zaman içerisinde bu kitapta yazdıklarının yüksekten atma yahut abartılı veya saptırılmış olduğunu söyledi. Bugün çoğu Ermeni Soykırımı tanımcısı bu eseri kaynak olarak önümüze sürmektedir. Türkiye’de Belge Yayınları, Türkçe olarak kitabı basmıştır, tabii ki bir şerh koymadan, “eşsiz bir kaynak” olarak sunarak…
“Dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır ki o da şudur: Üç kişinin kurduğu hükümetin Osmanlı’daki Ermenilere yaptığı muamelede öne sürdüğü sebepler kişisel değil, siyasi idi. Rusya ile Türkler arasında 1877-78 yıllarında meydana gelen savaştan beri Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzeydoğusunda yaşayan Ermeni toplumu siyasi ideallerinin peşine düşmüşlerdi. Anadolu’nun batısında yaşayan Yunanlılar gibi Ermeniler de bir gün Osmanlı İmparatorluğu’ndan kendilerine bir devlet koparabilecekleri ümidini taşımışlardı. Yunanlıların ve Ermenilerin siyasal amaçlarının meşruiyeti yoktu. Çünkü her iki grup da Türkler arasında azınlıktaydı. İstekleriyle Türk İmparatorluğu’nu bölmeyi amaçlıyorlardı. Yalnız bu amaçları, Türk halkına ciddi haksızlıklar yapılmadan gerçekleştirilemezdi. Ruslar, Kafkaslara saldırdıkları zaman Türkleri yenerek Türkiye’nin kuzeydoğusunu başarılı bir şekilde işgal etmişlerdi. Türkler de ondan sonra Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve böylelikle Ermeni sorunu ülkenin önemli bir problemi haline gelmişti. Türk yetkilileri yerli Ermeni toplumunun Rus istilacılar için “beşinci kol” olarak çalışabileceğini keşfetmişlerdi. Bu nedenle de Ermenileri savaş bölgesinden çıkartma kararı aldılar. Bu da bir güvenlik ön1lemi olarak değerlendirilebilir. Benzer koşullar altında başka hükümetler benzer kararlar almışlardır. Mesela Pearl Harbor’da Japonlar, Amerikan donanmasına saldırdıktan sonra Amerikan hükümeti Japon asıllı Amerikalıları Pasifik’ten çıkarıp Mississippi havzasına yerleştirmişti. O insanlar yeni bir yere yerleştirilirken bile bazı hatalar işlenmişti. Japon asıllı Amerikalı insanlara hileler yapılmıştı ve bu insanlar büyük ölçüde soyulmuşlardı. (…)” (A. J. Toynbee, Hatıralarım, Klasik Yayınları, 2005, s. 283-284)
Ekim Devrimi’nin ardından, öncesinde Çarlığın, sonrasında Menşeviklerin kontrolü azaldıktan sonra Sovyet Rusya, bu emperyalist plana karşı Ermenilere toprak vererek Ermeni İşçi Sınıfına ve Halkına Devlet olma hakkını veriyor ve Ermeni sorunu bu süreç içinde sonlandırılıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılışına kadar da olayla ilgili çok nadir söz açılmakta. Konu ile ilgili çok sayıda makale mevcut, son olarak TKP’nin önderi Mustafa Suphi’ye sözü verelim. Çünkü derdimizi en güzel kendisi açıklamakta.
Tüm bu verilere rağmen , hala soykırım iddiasının Emperyalist oyun olmadığını ima eden Candan Badem, bunları görmüş müdür? Hala ABD’nin “soykırım” kelimesi kullanmayarak bu yalanı savunmadığını mı sanmaktadır? Yok görmedi ise görmeli, gördü de görmemezlikten geldi ise karşı devrimcilikte bayağı yol yaptığını söylemeliyiz.
Kendisi tarihçi olarak hem de Ermeni diline hakim bir tarihçi olarak bu belgeleri rahatlıkla bulabilir. Rusça, İngilizce ve Ermenice kaynaklar her ortamda mevcuttur. Bunları görmemek ihanettir. Tarih, ne ise onu yazmaktır. Türk , Kürt ve Ermeni halklarının arasına nifak tohumu ekenlere destek çıkmak, vicdanen doğru olmadığı gibi sosyalist olduğunu söyleyenler için bir doğru politika olamaz.
Bu sorunun çözümü olarak nitekim görüş belli ve açık olmakla birlikte, bunu görmemezlikten gelmek ayrı bir körlüktür. Çünkü bunu görmeyerek, üstünden sürekli prim sağlamakta ve birilerinin de ülkemiz üzerinde ki emelleri üzerine su taşımaktalar. Türkler, Kürtler ve Ermeniler bir daha asla Emperyalistleri aralarına sokmayacakları şekilde anlaşmaktan başka çareler yoktur. Karşılıklı verilen bu acıların artık sonu gelmeli ve tek taraf suçlu gibi gösterilmekten vazgeçilmelidir. Bu bir emperyalist ağzıdır ve bununla ilgili konuşmaya devam eden herkeste açıkça Emperyalist kuklasıdır. Böyle biline.
Katkıda bulunanlar
İstanbul Direniyor’dan Özgür
Antalya Direniyor’dan İsmail