Socialist Voice [1]
3 Nisan 2019
Toplam iş gücüne katılan insan sayısı, yaratılmakta olan iş imkanı oranına kıyasla devasa boyutlara ulaştığında emeğe ne olur?
Fütüristlerin tasvir ettiği gelecek tablosuna göre, otomasyon ve yapay zeka -yalnızca makineler ve robotlardan farklı olarak- karmaşık medikal tanı koyma ve kendi kendini süren kamyon gibi çok çeşitli alanlarda, insan gücünün yerini öyle bir dereceye kadar alacak ki, emek kendisini yeniden üretebilme durumunu kaybedecek, yani yapılan işe karşılık olarak ödenen ücret sistemi yeterli olmaktan çıkacak.
Bu gerçekliğe cevapları ise, artık sürdürülebilir bir ücret seviyesine erişimi olmayanların durumlarını telafi etme amacı taşıyan bir tür “Evrensel Temel Gelir” (ETG) gerekliliğidir.
Büyük teknoloji şirketleri ve CEO’ları, şu anda gerçekleşmekte olan otomasyon sürecindeki herhangi bir hoşnutsuzluğun önüne geçmek ve dünyanın her yerindeki iş yerlerinde hız kazanmak için bu ETG gündemini zorluyor. Bu, geniş kesimi süzerek ETG’nin esası üzerine tartışmaları teşvik ediyor. (Bu konu, Socialist Voice’ta [1] birkaç kez ele alınmıştır ve bu nedenle bu makalenin odağı değildir.)
Tıpkı halihazırda mevcut olan ücret sistemi gibi mevcut sistemin sınırları içerisinde kalan Bir Evrensel Temel Gelir uygulaması, kapitalist sınıfın elinden çıkmış bir mekanizma olacaktır; ve eğer durum bu ise varabileceğimiz tek sonuç bunun Kapitalist sınıfın çıkarları doğrultusunda inşa edileceğidir.
Tekrar belirtmekte fayda var ki, sol güçler evrensel temel gelirin gerçek değerini tartışırken tamamen kapitalistlerin gündemine dalmış durumdadır; ve öne sürdükleri önerilerle vardıkları sonuçlar yalnızca kapitalizmin parametreleri içerisinde kalındığı müddetçe gerçekleştirilebilir; yani ödenen gelirin oranından bağımsız olarak, gelirin kaynağı bir sınıfın diğeri tarafından sömürülmesinden içeri gelecektir.
Güncel tartışmalara dair anlayışımızda farklılık göstermemiz gereken yer, emek süreçlerinin otomasyonunu nasıl çerçevelediğimiz ve bunun kapitalizme ve onun içsel çelişkilerine alternatif üretmek isteyen bizler için neler ima ettiğidir.
Otomasyonun işçi sınıfı için olası sonuçlarını daha iyi anlayabilmek adına bir düşünce deneyi yapalım. Basit bir meta üzerine rekabetçi bir piyasada -örneğin kot pantolon-, bütün üreticilerin aynı teknoloji seviyesine sahip olduğu ve emeğin yoğun olduğu sabit bir üretim sürecini başlangıç noktası olarak esas almak üzere; firmalar piyasada müşteriler için rekabet etmektedir.
Pazar payı için yoğun bir mücadele doğuyor, ve bu noktada şirketler markaya sadakati artırmak dışında iki şeyden birini yapabilir.
1. Seçenek: İşçilerin sömürüsünü yoğunlaştırmak; onları daha uzun süreler boyunca çalıştırmak; ya da ücretleri düşürmek, ek ödemeleri ve fazla mesai ücretlerini kesmek, ya da yüreğimi ücretlerin çok daha düşük olduğu yerlere kaydırmak.
2. Seçenek: Emeğin üretkenliğini artırmak için teknolojiye ve makinelere yatırım yapmak.
Rekabet
Rekabet, şirketlerin tekel veya oligopol pazarlara doğru ilerlemelerine sebep olur, çünkü daha az rakibin bulunduğu, şirketlerin belirlenen fiyatlara göre hareket eden değil fiyat belirleyen olduğu, yeni rakip girişimcilerin piyasaya dahil olmasının önündeki engellerin daha büyük olduğu ve fiyatlandırma üzerine diğer şirketlerle gizli veya açık el sıkışmaların uygulanmasının daha kolay olduğu durumlarda; elde edilen karlar da çok daha büyük olacaktır.
Kot pantolon üreten şirketimize geri dönersek, bu yüzden bu seçeneklerden birini ya da her ikisini seçmiş olanlar piyasadaki liderliği ele geçirmiş olacaktır, ve partiye çok geç kalanlar da geride bırakılacak, her bir birim ürünün pazar fiyatının daha düşük olmasından ve rakiplerine göreli olarak daha yüksek üretim maliyetlinden ötürü işler vaziyette kalamayacaktır. Bu işletmeler kepenk kapatacak ve onların istihdam ettiği işçiler de işsiz hale getirilmiş olacaktır.
Şimdi, eğer bu süreci çok sayıda sektöre ve hizmete genişletirsek, senaryo, modern küresel kapitalist sistemi ve bunun içinde yer alan yapısal değişimleri yansıtmaya başlar.
Genel anlamda (ve basitleştirme amacıyla) emek yoğun sanayiler güney yarımküreye taşınmış ve sermaye yoğun sanayi ( makineler, robotlar, otomasyon, Yapay Zeka) kuzey yarımkürede kalmıştır. Hizmet (tertiary; üçüncül) sektörü “kuzey yarımküre” ülkelerinde baskın sektör olurken, üretim ve imalat (birincil ve ikincil) sektörleri ise “güney yarımküre” ekonomilerinde baskındır.
Kapitalist sistemde, ürünün fiyatı, ham maddelerin maliyeti, üretim ve dağıtım sürecini sürdüren ve geliştiren diğer malların maliyeti, işçilik maliyeti, ekstra maliyetler (vergiler, tarifeler vb.) ve mal veya hizmet satışından elde edilebilecek kar miktarı ile ilgilidir.
Daha önceki makalelerde de belirttiğimiz üzere, kâr kapitalist bir yapıdır. Yalnızca varolan mülkiyet yapılanmasından, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetten ve onun emeği, yapılan işe eşit olmayan bir ücret biçimi ödemek suretiyle sömürme yeteneği vasıtasıyla elde edilir.
Artı Değer
Bir endüstri ne kadar emek yoğunsa o kadar fazla kazanç elde edilebilir, çünkü her bir işçi artı değerin kaynağıdır. – Kâr: bir öğeye ücret olarak ödenenden daha fazla değer katmaktır. Bu, bütün bir şirket, endüstri veya ülke için bütünlendiğinde, emek yoğun sektörlerde veya alanlarda kâr en yüksek seviyededir ve sermaye yoğun sektörlerde veya alanlarda kâr oranı düşmektedir.
Kapitalist sistem, artık değer üretimine dayalıdır ve daha fazla genişleyip daha da fazla artık değer biriktirmek için artık değeri sürdürür. Bu sarmal bir etkidir: sarmal daireler büyüdükçe piyasadaki rekabetçilik düzeyi azalır ve tekeller iktisadi faaliyeti daha fazla domine eder.
Güney yarımkürede yaşayanlar için üzücü gerçek, bölgedeki diğer üreticilerle rekabet eden üretim şirketleri (genellikle bölge bazlı, ama Kuzey yarımkürenin ulusötesi şirketleri ile sözleşmeli olanlar) mevcut yenilikleri kaçınılmaz olarak pekiştirip uygulayacaktır. Böylece işsizlerin – yedek işgücü ordusunun safları kalabalıklaşacaktır.
Bol miktarda emek arzı ile halihazırda var olan ücret düzeylerini daha da aşağı çekmek daha kolay olacaktır. Güney yarımkürede, kuzey yarımkürenin ekonomisine yetişme diye bir şey yok – aksine güney yarımkürenin seviyelerine inecek olan bu kuzey yarımkürenin ekonomisidir.
Kuzey yarımkürede yaşayanlar için gerçek şu ki, imalat sanayilerinin büyük çoğunluğunun güney yarımküreye (1. seçenek) dış kaynaklardan sağlanmasıyla, geriye kalan şirketler teknolojik yenilikleri yoğunlaştırmak durumundadır. Bunu bankacılık sektöründe, perakende sektöründe, ileri teknoloji sektöründe, ilaç sektöründe, kamu hizmeti sektöründe, tarım ve gıda sektöründe görüyoruz; hemen hemen her endüstri, verimliliği artırmak için teknolojik yeniliklere tabidir.
Kar Odaklılık
Bu kendi içerisinde kötü bir şey olmamakla birlikte, iş sahibi olmayan işçi sınıfının refah artışı yaşayacağı ve çıkarlarının özel sektör tarafından bir evrensel temel gelir vasıtasıyla gözetileceği şeklindeki kapitalist yanılsama burada yatmaktadır.
Kapitalist ekonomilerdeki her yenilik gibi, kâr da motive edici faktördür. Otomasyon ve yapay zekanın gelişmesini sağlayan şey budur. Kapitalistler bu alanlara yoğun yatırım yapıyorlar; böylece verimliliklerini artırmak, fiyatları düşürmek, rakipleri bağlamak, pazar payını artırmak ve sonuçta karlarını artırmak için – kapitalist ekonomilerde zorunlu bir ilkedir – başka alanlara da uygulayabiliyorlar.
Yeniliklerin uygulanmasının Kuzey yarımkürede gerçekleşmesi tesadüf değildir, çünkü orada faaliyet gösteren şirketlerin kar marjları, güney yarımkürede faaliyetlerini yönlendirenlerden çok daha fazladır ve o bölgedeki işçilerden süper kârlar elde etmektedir.
Bu yenilik (inovasyon), emekçi için iki ucu keskin bir silahtır, çünkü yenilik yalnızca insan emeğinin yerini almakla kalmaz, aynı zamanda emeğin yedek ordusunu da arttırır, ücretleri ve kazançları düşürür. Bununla birlikte, – görebilenler için, göz kamaştırıcı bir biçimde – kapitalizmin iç çelişkileri, kapitalizmin başka bir şekilde çöküşünü sağlayacak, işçi sınıfının bir kez daha sefaletine neden olacaktır.
Çürümüşlük
Peki kapitalistler birinci ve ikinci seçeneği uygulamaktayken, ürünlerin şirketleri otomasyonlu sistemlerle üretim yapmaya başlayacak duruma getirmesi için yeterli miktarda efektif talep nasıl sağlanacak? Bu talebin karşılanmaması demek, aşırı üretim ve ondan kaynaklanan iş kaybı, kesintiler, vergi hasılatında kayıplar vb. demektir.
Onların cevabı evrensel bir temel gelir yaratmaktır. Ancak, her ailenin iyi bir yaşam standardını garanti altına alacak bir gelir elde etmesine izin verecek kadar yüksek bir ETG’yi kim finanse edecek (Ve iyi bir yaşam standardının tanımına kim karar verir)? Vergi geliri, istihdam yaratmadaki azalma nedeniyle küçülürse, etkileri bir ülke için yıkıcı olabilir. İlk elden ekonomimizin sadece bir kısmının (inşaat ekonomisi) çöküşünün sonuçları ve bunun tüm ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri ile tanık olduk.
Eğer bugün, kapitalizm gezegendeki, ve bu ülkedeki, insanların çoğunluğunun ihtiyaçlarını karşılayamıyorsa, çok düşük işsizlik oranına sahip olduğumuz bir yerde, ETG asıl konudan uzaklaştırıyor gözükmekte. (stinks of a red herring). Dünyanın en zengin insanları ve şirketleri vergi kaçakçısıdır. Doğal çevremizi, çalıştıklarına görece kısa sürede, gerçekleştirdikleri zararı telafi etmeyi neredeyse imkansız kılacak oranda yağmalıyorlar. Hem doğal çevremizi hem de insan emeğini kendi çıkarları için kullanıyorlar ve aldıkları tüm kararlar kendi çıkarlarına göre verilmektedir.
Yanılmayalım: Kapitalist gündemi özelleştirmedir ve bu bağlamda EGT’yi uygulamak ve yaygınlaştırmak bir taktiktir, bir yanılsamadır, ortak ihtiyaçlarımız için kamu fonu ihtiyacını baltalamak, hizmetlerimizi özelleştirmeye, yani kâr elde etmeye açmaktır.
Bir EGT, otomasyon veya yapay zekayı tartışıyor olsak da, kazanılması gereken asıl tartışma bunların her birinin yararına olmamalı çünkü değişim geliyor: tartışmanın sahibinin kim olduğuna, kimin kontrol ettiğe ve nihayetinde kararları kimin aldığına odaklanılması gerekiyor.
Bunun, diğer ekonomik tartışmalarda olduğu gibi, tartışma konusu dışına yönlendirilmesi ve sınıf karakterine sıkıca oturması gerekmektedir: Üretim Araçlarının Mülkiyeti.
Kapitalistler solcuları tamamen kapitalist bir düzlemde, üretim araçlarının özel mülkiyetinin rasyonelliğini kabul ederek, yalnızca git gide daha büyük sayıda insan arasında dağıtılacak kırıntıların niceliğini tartışacak bir boşluk bırakarak tartışmanın içerisine soktuğu yanılsamasını bir kere daha yaratıyor.
Emekgücümüzün değeri için böylesine geniş ölçüde etkileri olanlara güvenebilir miyiz? Eğer emekgücünü otomasyon ve BYO (Bilgi Yönetimi Otomasyonu) ile değiştirmek sürecindeler ise (OECD ülkelerinde gelecek on yıl içinde yüksek risk altında olduğu söylenen iş sayısının yüzde 9 ile 47 arasında olduğu tahmin ediliyor), sürdürülebilir bir EGT için servetlerini paylaşacaklar mı?
Durgun Ücret
Sadece, iş yükünün yarı yarıya düşmesinin, dört günlük çalışma haftasının, daha kısa iş gününün ve daha fazla boş zamanın sözünün verildiği, bilgisayarların iş yerlerine girmesinin tasarlandığı günlere dönelim. Emek üretkenliği artarken, grafikte görüldüğü gibi ücret oranları oldukça durgun kalmıştır. Bu grafiğin nedenleri ve yorumu değişebilse de, emek gücünün devalüasyonunun açık ve rahatsız edici bir göstergesidir.
Emek gücünün değeri, kapitalist için, üretim ve dağıtım sürecinde mal ve hizmetlerin yaratılması için tamamen insan emeğine bağlıdır. Kapitalistler, 1970’lerden bu yana olduğu gibi, ücretlerde orantılı bir artış olmadan verimliliği artırmak için makineleri, bilgisayarları veya robotları kullanabilirlerse, otomasyon ve BYO’nun üretim süreçlerine yaygın bir şekilde dahil edilmesi, kapitalistin emek gücüne bağımlılığını daha da azaltacaktır ve burada görüntülenen kâr getirisi ve ödeme arasındaki fark sadece genişleyecektir.
Ayrıca, artı değer, emek gücünün sömürülmesinden çıkarılırsa, kapitalist için bir soru kalır: kârın kaynağı -yani emekgücü- otomasyon ve BYO ile değiştirilirken kar marjlarını nasıl koruyabiliriz? Bu, şirketleri toptan ücret indirimi için müzakere yapmaya zorlayacak mı? Mal ve hizmetlere olan efektif talebi ve dolayısıyla reel ekonomiyi nasıl etkileyecek? Yapay organizmalar yaratmanın uzun vadeli gündemi, böylece otomatik emeğin çoğalma sürecinin gerçekleşmesini sağlayarak işgücünü çeşitli derecelerde gereksiz kılar mı?
İngiliz antropolog ve coğrafyacı David Harvey şöyle yazıyor: “Piyasadaki kapitalist rekabetin yoğunlaşmasının sonuçları (teknolojik değişiklikler aracılığıyla göreceli artı değer araştırması dahil), bu etkilerin önüne geçmek için telafi edici güçler veya kamu politikaları ortaya konmadığı takdirde, işçi sınıfları için kötüleşen sosyal üreme koşulları yaratır.”
Kapitalizm tarihinde hiçbir şey, kapitalist sistem içinde gönüllü olarak bunun gerçekleşeceğine işaret etmez – eğer bir şey olursa, bu süreç kalıcı bir yedek işgücü ordusunu sağlayacak, böylece ücret oranları ve EGT oranları önümüzdeki yıllarda küresel ölçekte baskılanmaya devam edecek.
Kapitalizmin kurmaya çalıştığı yeni ve parlak bir geleceğe için geleceğe doğru giden bir yol değil, fakat küçük bir seçkin grubu, işçinin sırtından boş zamanın tadını cömertçe çıkarırken, halk için sefil bir hayata dönüş yoludur.
İnsanlar “robotlar geliyor!” diyorlar – ama korkmamız, parçalamamız ve imha etmemiz gereken robotlar değil, robotların sahibi olan,
BYO ve otomasyonu geliştiren, gezegendeki milyarlarca insanın geçim kaynağı tamamen kontrol altında tutan sınıftır.
Sadece üretim araçlarının kamu mülkiyetine sahip bir sistemle, otomasyonun, BYO’in veya EGT’nin insanların çoğunluğunun yararına tam olarak kullanılan gerçek faydaları ve yararları olabilir. Değişmemiz gereken toplumun sınıfsal niteliğidir; ancak bunu yapmak için ileriye dönük bir yol haritası hazırlamalıyız ve bu yazının sonunda sosyalizme işaret etmem yeterli olmayacaktır.
Kapitalist Yanılsama üzerine bu dizinin son kısmı, sosyalist alternatife ve bizleri sınıfsal olarak bilinçli insanların devrimci bir dönüşüme doğru yolculuğa çıkmanın nasıl olduğuna daha derinden girecektir.
[1] Socialist Voice (Sosyalist Ses), “Partizan, Vatansever, Enternasyonalist” sloganı ile yayın yapan, İrlanda Komünist Partisi’nin yayın organıdır. “Eoghan O’Neill – The capitalist illusion and technological innovation” başlığı ile İngilizce olarak yayınlandı. Yazı, aynı zamanda Avustralya Komünist Partisi yayın organı “The Guardian“da yayınlandı ve çeviri, bu yayın dikkate alınarak yapıldı. Çevirenler: İstanbul Direniyor’dan Özgür, Antalya Direniyor’dan Ege