Enternasyonalizm – BTDK Konuşmaları (4)

PDF İzle & KaydetYazdır

Birlik Tartışmalarını Düzenleme Kurulu (BTDK), sosya­listler arası birliğin teorik ve tarihsel arka planını, imkân ve şartlarını tartışmak üzere 12, 13 ve 19 Ağustos günlerinde toplanan 172 sosyalistin son toplantısında kuruldu. Toplantı ‘Temmuz ayı içersinde, çeşitli sosyalist dergilerde Sosyalistlere, başlığıyla yayınlanan deklarasyonu imzalamış olan 18 kişinin çağrısı üzerine yapılmıştı.  Tarihsel Maddecilik Portalı olarak, Devrimci Mücadele Dergisi’nin “Enternasyonalizm – Tek Tek Ülkelerde Sosyalizmin Zaferi Sorunu ve Trotskizm Üzerine” başlıklı tebliğini sizlerle paylaşıyoruz.


Birlik Tartışmaları – 4, Enternasyonalizm, Tebliğler, sayfa 3-36

Enternasyonalizm
Tek Tek Ülkelerde Sosyalizmin Zaferi Sorunu ve Trotskizm Üzerine

DEVRİMCİ MÜCADELE Dergisi

Tek tek ülkelerde sosyalizm zafer kazanabilir mi? Yani tek tek ülkelerde iktidara gelen proletarya, sosyalist üretimi örgütlendirebilir mi?

Bu soruyu bugün sormak bile büyük bir saçmalığa ve gülünçlüğe düşmeyi göze almak demektir. Çünkü bu soru Lenin Usta tarafından 1915’lerde olumlu biçimde cevaplandırılmıştır. Lenin Usta’nın teoride dâhice bir öngörü ile yaptığı çözümü hayat pratikçe doğrulamıştır. Bugün Sovyetler Birliğinin sosyalist üretimi hemen her konuda emperyalist büyük devletlerle yarışabilecek düzeydedir. Sovyetlerin sosyalist üretimi: “bütün dallarıyla Avrupa’da birincidir. 20 üretim dalındaki dünya sıralamasına gelince, aynı Sosyalist Üretim 11 dalda gene dünya birincisidir, yalnız 9 dalda dünya ikincisidir.”

Demek ki sosyalist üretim bir ülkede bile örgütlenebiliyormuş. Kaldı ki bugün sosyalist ülkeler bir tek değil, birçoktur. Dünyanın hemen hemen üçte biri bugün sosyalizm bayrağı altındadır ve bu ülkelerde sosyalist üretim örgütlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenden, bugün, böyle bir soru açan kimse, ya ne dediğini bilmez bir zavallı ya da Trotskizm denen küçükburjuva ideolojisi ile şartlandırılmış, dolayısıyla da sağlıklı düşünmekten alıkonulmuş bir kimsedir.

Peki, öyleyse bugün neden bu konuyu tartışmak durumunda kalıyoruz? Bu konu neden yeniden önümüze konuluyor?

Bugün bu konuyu ortaya atan Trotskistlerdir, Bilindiği gibi bugün BTDK denilen “tartışma kulübü” içinde Trotskistler azımsanmayacak bir sayı oluşturmaktadır. Hatta bazen bunlar, şaşkın, ne yaptığının farkında olmayacak denli, bilinçsiz kişileri de saflarına alarak çoğunluk durumuna bile gelmektedirler.

Trotskistlerin ise bilindiği gibi, bu tez, yani tek ülkede sosyalizm tezi en önemli tezlerinden biridir. Tabii Trotskizmin her tezi gibi de saçmadır.

Bu saçma tezle bildiğimiz gibi 1925’lerden itibaren SBKP(B) içinde Stalin mücadele etmiş ve bu tezi kesin bir yenilgiye uğratarak mahkum etmiştir. Yalnız burada şu noktayı da belirtmeden geçmeyelim. Stalin de 1925’ten önce bu konuda bir bulanıklık ve yanılgı içindeydi. Lenin’in bu konudaki görüşlerinden habersizdi. Ya da onları tam bilince çıkaramamıştı. O nedenden 1925 öncesi Stalin’in kendisi de tek ülkede Sosyalizmin zaferinin mümkün olamayacağı görüşündeydi. Bu konuda Kıvılcımlı Usta’dan şu satırları aktaralım:

“1924 yılı Fransızcaya ‘Teorik ve Pratik Leninizim” adıyla çevrilen broşürün 32. sayfasında ise Stalin “Teori” bölümünü şu sözlerle bitirir:

“Bir tek ülkede burjuvazinin iktidarını devirip yerine proletaryanınkini kurmak henüz sosyalizmin tam zaferini sağlamak değildir. Başlıca yüküm: Sosyalist üretimin örgütlenmesi henüz yerine getirilecek yükümdür. Birçok ilerlemiş ülkeler proleterlerinin kombine çabaları olmaksızın bir ülkede sosyalizm kesin zaferi elde edebilir mi, baş edebilir mi? Elbette hayır. Burjuvaziyi devirmek için bir tek ülkenin çabaları yeter: bizim devrimimiz Tarihinin ispatladığı şey budur. Sosyalizmin kesin zaferi, sosyalist üretimin örgütlenmesi için, bir tek ülkenin çabaları yetmez, hele Rusya gibi adamakıllı kırsal bir ülkeninki hiç yetmez; bir çok ilerlemiş ülkeler Proletaryalarının çabaları gerektir.

“Böylece bir ülkede muzaffer Devrimin esas görevi öteki ülkelerde devrimi geliştirmek ve desteklemektir. Gene bir ülke Devrimi kendisini bağımsız bir büyüklük saymamalıdır, fakat, öteki ülkelerde proletarya zaferini aceleleştiren bir araç, bir yardımcı saymalıdır.” (Stalin, agy.)

“Stalin açıkça “öteki ülkelerde devrimi” desteklemeden bir ülkede sosyalizmin kurulamayacağını çıkarmıştı ilkin. Sonra bu kanısının tersine döndü.

“Stalin, bu tezini savunmak için, Lenin’in “Proletarya Devrimi” broşüründeki şu sözü aktarmakla yetiniyor:

“Öteki ülkelerde Devrimin uyanması, desteklenmesi, geliştirilmesi için bir ülkede azami”yi yapmak… Lenin’in bu “lapidaire” (kısacık) sözünden, Stalin’in yukarıdaki gibi tekrarlamalı üslubu ile yaptığı açıklama çıkar mı?

Besbelli iki bambaşka olay birbirine karıştırılmamalıdır:

“l- Bir ülkede proletarya zaferi “öteki ülkelerde devrimi” tutar.

“2- Ama bir ülkede: “Sosyalizmin kesin zaferi, sosyalist üretimin örgütlenmesi için, bir tek ülkenin (hele Rusya gibi kırsal bir ülkenin) çabaları yetmez” mi?

“1924 yılı için, ikinci şık cidden çözümü çetin problemlerdendir. Dış ve iç savaşlarla Çarlık düzeyinden çok gerilere düşmüş bir çöl ülke olan Rusya umut kırıcıdır. Ancak, Lenin’de bulunmayan: kötümser kehaneti, Leninizm diye öne sürmek yerinde bir öngörü sayılmamalı idi. Nitekim, Lenin sağken, geri ülkede sosyalizmin kurulamayacağını önerenler, “II. Enternasyonal Kocakarıları” idiler.

“Hayat, çarçabuk, kötümser kehanetlerden üstün çıkar. Ondan sonraki gelişim temposu ise, bir ülkedeki çabaların “kesin Sosyalizm zaferine” yani “Sosyalist üretimin örgütlenmesine” yeterli olduğunu yerden göğe dek ispatlamıştır.” (H. Kıvılcımlı. Oportünizm Nedir? s:38-39)

Stalin, hayatın kendi savunduğu tezin aksini doğrulamaya başladığını görünce, yanlışında ayak diremedi, hemen görüş değiştirdi. Bu arada da Lenin’in bu konuda yazıp söylediklerini araştırdı. Gördü ki, Lenin tek ülkede sosyalizmin kurulabileceğini, en küçük bir ikirciliğe yer bırakmayacak bir biçimde tekrar tekrar yazıp söylemiştir. Stalin artık iyice netleşti. Ve Sovyetler Birliği’nde sosyalist üretimi başarılı bir biçimde örgütleme işine girişti. Ve bu işin üstesinden geldi. Sovyetler Birliği’nde sosyalist üretim tüm alanlarda örgütlenmiş oldu. Otuzlu yıllar içerisinde bu görev tamamlandı.

Stalin, bu arada, o zamanlar parti içinde bulunan Trotski ve yandaşları ile de bu konuyu tartıştı. Daha doğrusu, onlar tarafından şiddetli bir biçimde savunulan, tek ülkede sosyalizm kurulamaz tezini yenilgiye uğratarak mahkûm etti. Tek ülkede sosyalizm kurulamaz tezi Kıvılcımlı’nın da söylediği gibi II. Enternasyonal döneklerinin savunduğu bir tezdir. Trotski de bildiğimiz gibi Kautskycidir. Böyle bir gerici tezi savunması bu açıdan doğaldır.

Biz prensip olarak kişileri ve siyasi akımları değerlendirirken, onların olumsuzlukları, yanında olumluluklarını da anmayı kesinlikle ihmal etmiyoruz, ihmal edilmemesini istiyoruz. Böyle yapmazsak haksızlık etmiş oluruz. Bu proletarya dürüstlüğü ve hak yemezliği ile bağdaşmaz.

Stalin, 1925’lerden sonra bu saçma Kautskyci tezle çok başarılı bir biçimde mücadele etmiş ve belirli bir mantığa sahip her insanın kabul edeceği gibi, bu tezi kesin bir yenilgiye uğratmıştır. Zaten hayat da bu saçmalığı acımasız bir biçimde mahkûm etmiştir. O nedenden, biz Stalin’in bu konuda Trotskizme karşı verdiği teorik mücadelenin en önemli bölümünü içeren sayfaları buraya aktarmak istiyoruz. Böylelikle, hem Amerika’yı yeniden keşfetme bilgiçliğine düşmemiş, hem de Stalin’in hakkını Stalin’e teslim etmiş olacağız. Şimdi Stalin’in sayfalarını okuyalım:

“Bilindiği gibi Lenin, tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi olanağını, doğrudan doğruya kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşit oranda olmaması yasasından çıkardı. Ve Lenin tamamıyla haklıydı. Çünkü emperyalizm koşullarında gelişmenin eşit oranda olmaması yasası, sosyal-demokratların her türlüsünün ve hepsinin tek tek kapitalist ülkelerde sosyalizmin zaferinin olanaksızlığı üzerine olan “teorik” çabalarını dayanaksız bıraktı.

“Lenin, 1915 yılındaki programatik makalesinde, bu konuda şöyle diyor: “Ekonomik ve politik gelişmenin eşit oranda olmaması [altını ben çizdim. – J. Stalin] kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Bundan, sosyalizmin zaferinin, ilk olarak az sayıda kapitalist ülkeler, ya da hatta belirli bir tek ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar.” (Bkz: 4. Baskı, c. 21, s. 311.)

“Sonuçlar:

“a) Muhalefetin başlıca yanlışı, kapitalizmin iki aşaması arasındaki farkı görmemesi, daha doğrusu bu farkı belirtmekten kaçınmasıdır. Muhalefet bundan niçin kaçınıyor? Bu fark, emperyalizm döneminde gelişmenin eşit oranda olmaması yasasına çıkar da onun için.

“b) Muhalefetin ikinci yanlışı, emperyalizm koşullarında, kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşit oranda olmaması yasasının kesin anlamını kavramaması ya da bunu önemsememesidir. Muhalefet bu yasayı neden önemsemiyor? Kapitalist ülkelerin gelişmesinin eşit oranda olmaması yasasının doğru değerlendirilmesi, sosyalizmin tek tek ülkelerde zaferinin mümkün olduğu sonucuna götürür de ondan.

“c) Bu yüzden, muhalefetin üçüncü yanlışı, emperyalizm koşullarında tek tek kapitalist ülkelerde sosyalizmin zaferi olanağını yadsımasıdır.

“Kim tek tek kapitalist ülkelerde sosyalizmin zaferi olanağını yadsırsa, emperyalizm koşullarında gelişmenin eşit oranda olmaması yasasının önemini örtbas etmek zorundadır, ama kim eşit oranda olmama yasasının önemini susarak geçiştirirse, emperyalizm öncesi kapitalizm ile emperyalist kapitalizm arasındaki farkı gizlemek zorundadır.

“Kapitalist ülkelerde proletarya devriminin önkoşullarına göre, sorun böyle sınırlanır.

“Bu sorunun pratik önemi nedir?

“Pratik bakımdan iki doğrultu vardır: birinci doğrultu, partimizin, tek tek ülkelerin proleterlerini, yaklaşan devrime hazırlanmaya, olayların gidişini dikkatle izlemeye, elverişli koşullarda kendi başına, bağımsız olarak sermaye cephesini yarmaya, iktidarı mücadele ederek ele geçirmeye ve dünya kapitalizminin temellerini sarsmaya hazırlıklı bulunmaya çağıran tutumudur. İkinci doğrultu, muhalefetin, kapitalist cepheye bağımsız bir saldırının yerinde olduğu konusunda kuşku tohumları eken ve tek tek ülkelerin proleterlerini “genel bunalım dönemi” anını beklemeye zorlayan tutumdur.

“Partimizin tutumu, tek tek ülkelerin proleterlerinin girişimine ve kendi burjuvazileri üzerindeki devrimci baskıları artırmalarına neden olan bir tutumdur; oysa muhalefetimizin tutumu, tek tek ülkelerin proleterlerinin kendi burjuvazilerine karşı mücadelelerindeki girişimini bağlayan bir tutumdur.

“Birinci tutum, tek tek ülkelerin proleterlerinin etkinleştirilmesi demektir.

“ikinci tutum, proleterlerin devrim arzusunun azaltılması demektir; bu, bir edilginlik ve bekleme tutumudur.

“Lenin, doğrudan doğruya bizim şimdiki görüş ayrılıklarımıza ilişkin olan şu peygamberce sözleri yazarken binlerce kez haklıydı:

“Kendilerini çok akıllı sayanların ve üstelik sosyalist geçinenlerin, devrim bütün ülkelerde birden patlak vermedikçe iktidarın mücadele ile ele geçirilemeyeceğini iddia edenlerin her türlüsünü biliyorum. Bu adamlar, bu gevezeliklerle devrime sırt çevirdiklerini ve burjuvazinin yanına geçtiklerini sezmiyorlar. Emekçi sınıfların uluslararası oranda devrim yapmalarını beklemek, her şeyin bekleyiş içinde donakalması demek olur. Bu saçmadır.” (Bkz: 4. Baskı, c. 27, s. 336, Rusça.)

“Lenin’in bu sözleri unutulmamalıdır.

“(…)

“III. SSCB’NDE SOSYALİZMİ KURMA SORUNU

“Yoldaşlar! Şimdi, SSCB’nde, Ülkemizde, Sosyalizmi kurma sorununa geçmeme izin veriniz.

“I. MUHALEFETİN “MANEVRASI” VE LENİN’İN PARTİSİNİN “ULUSAL REFORMCULUĞU”

“Trotski, konuşmasında Stalin’in en büyük yanlışının, sosyalizmi, bir ülkede, bizim ülkemizde kurma olanağı teorisi olduğunu bildirdi. Öyleyse bundan, Lenin’in sosyalizmi ülkemizde kurma olanağı teorisinin değil, Stalin’in, kimseciklerin bilmediği, herhangi bir “teorisinin” söz konusu olduğu sonucu çıkıyor. Ben, bundan şunu anlıyorum: Trotski, mücadeleyi, Lenin’in teorisine karşı yürütmek amacındaydı, ama Lenin’e karşı açık bir mücadeleyi yürütmek tehlikeli olduğu için, bu mücadeleyi, Stalin’in bir “teorisine” karşı mücadele perdesi gerisinde düzenlemeye karar verdi. Böylece, Leninizme karşı mücadelesini kolaylaştıracak ve bu mücadeleyi, Stalin’in “teorisini” eleştirerek maskeleyecek. Sorun tamamıyla şöyle ele alınıyor: Stalin buna karşı hiç bir şey yapamaz, Stalin’in herhangi bir “teorisi” söz konusu olamaz, Stalin’in teori alanında herhangi yeni bir şey üzerine hiçbir zaman iddiası olmadı, Stalin, kendini, Trotski’nin revizyonist çabalarına karşı Leninizmin partimizde tam bir zafere ulaşmasına adadı. Bunu, daha sonra tanıtlamayı deneyeceğim. Önce Trotski’nin, Stalin’in bir “teorisi” üzerine yaptığı açıklamanın, bir manevra, bir hile, kancıkça ve beceriksizce bir hile olduğunu, Lenin’in tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi teorisine karşı Trotski’nin mücadelesinin, başlangıcı 1915 yılına kadar gerilere giden ve günümüze kadar süregelen bir mücadeleyi gizlemek için düzenlediğini saptayalım. Trotski’nin yönteminin dürüst polemiğin bir belirtisi olup olmadığı konusunda yoldaşlar kendileri karar verebilir.

“Ülkemizde sosyalizmi kurma olanağı sorununda partimizin kararlarının hareket noktasını, yoldaş Lenin’in bilinen programatik yapıtları oluşturur. Emperyalizm koşullarında tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi mümkündür, proletarya diktatörlüğünün başarısı ekonomik sorunların çözümüyle güvenlik altına alınır, biz, SSCB proletaryası, sosyalist toplumu kurmak ve tamamlamak için gerekli ve yeter her şeye sahibiz; Lenin’in yapıtlarında böyle deniyor.

“Daha yukarda, Lenin’in ünlü makalesinden bir metin aktardım; Lenin, bu makalesinde, tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferinin olanağı sorununu ortaya atıyordu; bu yüzden, o metni burada yinelemeyeceğim. Bu makale, 1915 yılında yazıldı. Bu makalede, tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi, proletaryanın iktidarı ele geçirmesi, kapitalistlere el çektirilmesi ve sosyalist üretimin örgütlenmesi mümkündür deniyor. Bilindiği gibi, Trotski, o zaman, gene 1915 yılında, Lenin’in bu makalesine karşı basında polemik açmış ve Lenin’in bir ülkede sosyalizmin zaferi teorisini, “ulusal sınırlama” teorisi olarak nitelenmişti.

“Bunun, Stalin’in bir “teorisi” ile ne ilişkisi var?

“Daha sonra, Lenin’in Proletarya Diktatörlüğü Çağında Ekonomi ve Politika adlı ünlü yapıtından, SSCB’nde proletaryanın zaferinin, proletarya diktatörlüğünün ekonomik sorunlarının çözümü anlamında güvence altına alınmış sayılmak gerektiğini doğrudan doğruya ve tek anlamlı olarak belirten bir metni raporuma aktardım. Bu metin şöyledir:

“Onun için, bütün ülkelerin burjuvaları ve onların açık ve gizli yardakçıları (II. Enternasyonal’in ‘sosyalistleri’) yadsısalar da, bize iftira etseler de, ortada kuşku götürmez bir şey var: biz, proletarya diktatörlüğünün ekonomik ana sorunları bakımından komünizmin kapitalizme zaferini güvenlik altına aldık: bütün dünyanın burjuvazisi, Bolşevizme karşı işte bu yüzden çılgınca ateş püskürüyor, Bolşeviklere karşı askeri müdahaleler, suikastler örgütlüyor, çünkü askeri güç kullanarak bizi bunaltmazsa, toplumsal ekonomimizi düzene koymadan başarıya ulaşmamızın kaçınılmaz olduğunu çok iyi anlıyor. Ve bizi bu şekilde ezmeyi başaramıyor.” (italikler benim. -J. St.) (Bkz: c. 3O, 4. baskı, s. 90.)

“Görüyorsunuz ki, Lenin, burada, doğrudan doğruya SSCB proletaryasının zaferi olanağından, toplumsal ekonominin düzene sokulması ve proletarya diktatörlüğünün ekonomik sorunlarının çözümüne bağlı olarak söz ediyor.

“Bilindiği gibi, Trotski ve muhalefet, hepsi, bu metindeki esas koyucu tezi kabul etmiyorlar.

“Bunun. Stalin’in bir “teorisi” ile ne ilişkisi var?

“Son olarak, Lenin’in 1923 yılında yazdığı “Kooperatifçilik Üzerine” başlıklı ünlü yazısında bir metin aktardım. Bu metinde deniyor ki:

“Gerçekten, başlıca üretim araçları üzerinde devlet iktidarı, ve devlet iktidarının proletaryanın elinde oluşu, bu proletaryanın milyonlar ve milyonlarca küçük ve küçücük köylüyle olan ittifakı, köylülüğün proletarya tarafından yönetiminin güvenlik altına alınmış bulunması vb., eskiden bezirgânlık saydığımız ve bugün de, NEP düzeninde bazı bakımlardan öyle saymakla haklı olduğumuz kooperatifçilikten, sadece kooperatifçilikten hareket ederek, tam bir sosyalist toplumu kurmak için gerekli olan her şey değil mi? Bu, henüz, sosyalist bir toplumun kuruluşu değildir, ama bu, kuruluş için gerekli ve yeterli olan her şeydir.” (Bkz: c. 33, 4. Baskı, s. 428 [İşçi ve Köylü İttifakı, s. 524].)

“Görüyorsunuz ki, bu metin, ülkemizde, sosyalizmi kurma olanağı konusunda hiçbir kuşkuya yer vermiyor.

“Görüyorsunuz ki, ülkemizde, sosyalist ekonominin kurulmasının başlıca etkenleri şöyle sayılıyor: proletaryanın iktidarı, proletarya iktidarının elindeki büyük üretim, proletarya ile köylülerin birleşmesi, proletaryanın bu birleşmedeki önderlik rolü, kooperatifler.

“Trotski, geçenlerde, SBKP(B)’nin XV. Kongresinde, bu metne, Lenin’in yapıtlarından bir başka metni, içinde “komünizm -bu, sovyet iktidarı, artı bütün ülkenin elektrikleştirilmesidir” denilen metni, karşı çıkardı. (Bkz: c, 31, 4. Baskı, s. 484, Rusça.) Ama bu metinleri birbirine karşı çıkarmak, Lenin’in “Kooperatifçilik Üzerine” başlıklı yazısının temel düşüncelerini tahrif etmek demektir. Elektrikleştirme, büyük üretimin bir parçası değil midir ve proletarya iktidarının elinde toplanmış büyük üretim olmadan, ülkemizde elektrikleştirme olanağı var mıdır? Lenin’in “Kooperatifçilik Üzerine” başlıklı yazısında büyük üretim üzerine olan sözleri, elektrikleştirmeyi de sosyalizmi kurmanın etkenlerinden biri olarak kapsamıyor mu?

“Bilindiği gibi, muhalefet, Lenin’in “Kooperatifçilik Üzerine” başlıklı yazısından alınan bu metindeki temel tezlere karşı az ya da çok açık, ama pek sinsi bir mücadeleyi sürdürüyor.

“Bunun, Stalin’in bir “teorisi” ile ne ilişkisi var?

“Bunlar, Leninizmin, ülkemizde sosyalizmi kurma sorunu üzerine temel tezleridir.

“Partimiz, Trotski’nin ve muhalefetin “ulusal-devlet sınırları içinde sosyalizmi kurmak olanaksızdır”, “bir ülkede sosyalizmi kurma teorisi, ulusal sınırlamanın teorik bir özürüdür”, “Avrupa proleterlerinin, doğrudan doğruya devletsel desteği olmadan Rusya’nın İşçi Sınıfı iktidarda tutunamayacaktır” (Trotski) diyen ünlü tezlerinin, Lenin’in bu tezleriyle çok kesin bir çelişki içinde olduğu görüşünü savunuyor.

“Partimiz, muhalefet bloğunun bu tezlerinin partimizdeki sosyal-demokratik safların bir ifadesi olduğu görüşünü savunuyor.

“Partimiz, Trotski’nin “Avrupa proleterlerinin doğrudan doğruya devletsel desteği” formülünün Leninizmden tam bir sapma olduğu görüşünü savunuyor. Çünkü ülkemizde sosyalizmi kurmayı “Avrupa proletaryasının doğrudan doğruya devletsel desteğine” bağlamanın anlamı nedir? Peki, ya Avrupa proletaryası önümüzdeki yıllarda iktidarı ele geçiremezse? Ülkemiz burjuvazisinin, Batıdaki devrimin zaferini beklemeyi, ekonomimizin sosyalist unsurlarına karşı çalışmasından ve mücadelesinden vazgeçmeyi kabul edeceğine güvenilebilir mi? Trotski’nin bu formülünden, Batıda devrimin başarıya ulaşmasında bir gecikme olması halinde, durumumuzun, ekonomimizin kapitalist unsurlara derece derece teslimi ve daha sonra partimizin iktidardan vazgeçmesi sonucu çıkmıyor mu?

“Burada, biri partimizin ve Leninizmin doğrultusu, öbürü de muhalefetin ve Trotskizmin doğrultusu olan iki doğrultuyla uğraştığımız belli değil mi?

“Raporumda Trotski’ye sorduğum soruyu bir daha soruyorum: Lenin’in tek tek ülkelerde sosyalizmin zaferi teorisini, Trotski’nin, 1915 yılında, bir “ulusal sınırlama” teorisi olarak nitelendirdiği doğru değil midir? Ama hiç bir yanıt almadım. Neden? Susmak, polemikte bir yiğitlik belirtisi midir?

“Trotski’ye sormaya devam ettim. Ve bu sorumu yineliyorum: sosyalizmi kurma teorisine yöneltilen “ulusal sınırlama” suçlamasını, daha geçenlerde, 1926 Eylülünde, muhalefete gönderdiği ünlü belgitte yinelemedi mi? Ama bu kez de bir yanıt alamadım. Niçin? Susmak bile Trotski’ye göre bir çeşit “manevra” olduğu için mi?

“Bu, neyi tanıtlar? Bu, temel sorunda, ülkemizde sosyalizmi kurma sorununda, Trotski’nin Leninizme karşı eski tutumundan şaşmadığını tanıtlar.

“Bu, Leninizme açıkça karşı çıkmaya cesareti elvermeyen Trotski’nin, mücadelesini, Stalin’in var olmayan bir “teorisinin” eleştirisiyle gizlemeye kalkıştığını tanıtlar.

“Başka bir “manevracıya”, Kamenev’e geçelim. Kamenev, düpedüz Trotski’nin ağına düştü ve üstelik manevra yapmaya başladı. Ama onun manevrası, Trotski’ninkinden daha sert oldu. Trotski, sadece Stalin’i suçlamaya kalkışırken, Kamenev hiç çekinmeden bütün partiyi suçladı ve partinin “uluslararası devrimci perspektifi, bir ulusal-reformcu perspektifle değiştirdiğini” iddia etti. Hoşunuza gidiyor mu? Partimiz, belirtildiği gibi, uluslararası devrimci perspektifini, bir ulusal-reformcu perspektifle değiştiriyor. Partimiz, Lenin’in partisi, Lenin’in tezlerine, sosyalizmi kurma sorunundaki kararlarına bütünüyle dayanıyor ve bundan, Lenin’in sosyalizmi kurma teorisinin bir ulusal-reformculuk teorisi olduğu sonucu çıkıyor. Lenin -”bir ulusal-reformcu”-, Kamenev, önümüze böyle herzeler koyuyor.

“Partimiz, ülkemizde sosyalizmi kurma sorununda birtakım kararlar aldı mı? Evet, partimiz bazı kararlar, tek anlamlı kararlar aldı. Bu kararlar, partimizin 1925 Nisanındaki XIV. Kongresi’nde alındı. XIV. Parti Kongresi’nin enternasyonal’in çalışması ve ülkemizde sosyalizmi kurma konusundaki kararını kastediyorum. O karar, Leninist bir karar mıdır? Evet, öyledir, çünkü XIV. Parti Kongresi’ne bu kararı savunmak için bir rapor sunan Zinovyev ve bu kongrede başkanlık eden ve oyunu bu karardan yana kullanan Kamenev gibi yetkili kimseler bunun için bize kefil olabilirler.

“O zaman, Kamenev ile Zinovyev, muhalefetin, ülkemizde sosyalizmin kurulması sorunu için XIV. Parti Kongresi’nin oybirliği ile alınan kararından sapanların yanına geçmeye neden kalkışmadılar?

“Şöyle daha kolay anlaşılır: Partinin ülkemizde sosyalizmi kurma sorununda özel bir kararı var; Kamenev ile Zinovyev oylarını bu karardan yana kullandılar. Ve şimdi ikisi de partiyi ulusal-reformculukla suçluyorlar” -muhalefet, kanıtlamaları sırasında, ülkemizde sosyalizmin kurulmasını işleme koyan ve baştan sona Leninist bir karar olan XIV. Parti Kongresi’nin karan gibi çok önemli bir parti belgitinin dışına çıkmıyor mu?

“Genellikle muhalefetin, özellikle Kamenev’in, XIV. Parti Kongresi’nin kararına, kedinin ciğere baktığı gibi baktıklarına dikkat ettiniz mi? Zinovyev’in raporuna Kamenev’in etkin olarak katılmasıyla kabul edilen XIV. Parti Kongresi’nin bu kararından neden böyle korkuyorlar? Kamenev ile Zinovyev, bu kararı, üstünkörü de olsa anmaktan neden korkuyorlar? Bu karar, ülkemizde sosyalizmin kurulmasını işleme koymuyor mu? Sosyalizmin kurulması sorunu, tartışmamızın en önemli konusu değil mi?

“Söz konusu olan nedir?

“Şimdi söz konusu olan şudur: 1925 yılında, XIV. Parti Kongresi’nin kararından yana olan Kamenev ile Zinovyev, bu karardan sonra Leninizmden vazgeçtiler, Trotskizme katıldılar ve şimdi gerçek yüzlerinin görüneceğinden çekindikleri için bu karara üstünkörü de olsa değinmeye korkuyorlar.

“Bu kararda ne deniyor?

“işte bu karardan bir metin:

“Sözün kısası, sosyalizmin zaferi (sosyalizmin kesin zaferi anlamında değil) bir ülkede kesinlikle mümkündür.”

“Devam edelim:

“(…) Tamamıyla karşıt iki toplum sisteminin varlığı, sürekli kapitalist ablukası tehlikesine, türlü ekonomik baskılara, silahlı müdahaleye ve restorasyona neden oluyor. Sosyalizmin kesin zaferi için biricik güvence, bu restorasyona karşı güvence demektir, birçok ülkede başarılmış sosyalist devrim demektir. Bundan, asla, Rusya gibi geri kalmış bir ülkede sosyalist toplumun kurulmasının ve tamamlanmasının teknik ve ekonomik bakımdan gelişmiş ülkelerin ‘devlet tarafından yardımı’ (Trotski) olmadan olanaksız olduğu sonucu çıkmaz. Trotskist teorinin bir kısmı olan sürekli devrim, Rusya’da, sosyalist ekonominin gerçek bir atılımının, ancak, Avrupa’nın önemli ülkelerindeki proleterlerin zaferinden sonra mümkün olacağı iddiasıdır (Trotski, 1922) -SSCB proletaryasını, şimdiki dönemde, kaderci bir edilginliğe mahkum eden bir iddiadır. Bu türlü ‘teoriler’ için yoldaş Lenin şöyle diyor: ‘Her türlüsünden ‘bilgiç’ bayların Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin gelişmesi boyunca ezberledikleri ve kendi aralarında ileri sürdükleri gibi, bizim, henüz sosyalizmi sindirecek durumda olmadığımız ve sosyalizm için maddi ekonomik önkoşullardan yoksun olduğumuz kanıtlaması tamamıyla basmakalıptır.’ (Zuhanov Üzerine Notlar.) (RKP(B)’nin XIV. Kongresi’nin Kararı “Komintern’in ve RKP(B)’nin KEYK’nin Plenumu ile İilişkisinde Görevleri Üzerine”.*[1])

“Görüyorsunuz ki, Trotskizm, kararda, Leninizmin karşıtı bir şey olarak nitelendiriliyor, kararın tezleri, Trotskizmin esaslarını doğrudan doğruya reddetmekten hareket ediyor.

“Görüyorsunuz ki, karar, ülkemizde sosyalist toplumun kurulması sorununda şimdi yeniden koparılan kavgayı tamamıyla yansıtıyor.

“Benim raporumun, bu kararın tezlerine dayandırıldığını biliyorsunuz. Raporumda, XIV. Parti Kongresi’nin kararını özellikle söz konusu ettiğimi ve Kamenev ile Zinovyev’i bu kararı bozmakla, bu karardan sapmakla suçladığımı anımsarsınız.

“Kamenev ile Zinovyev neden bu suçlamayı çürütmeye kalkışmadılar? Bunun sırrı nedir?

“Bunun sırrı, Kamenev ile Zinovyev’in bu karardan çoktan sapmaları, bu karardan caymaları ve Trotskizme katılmalarıdır.

“Çünkü şu iki şeyden biri:

“Ya XIV. Parti Kongresi’nin kararı Leninist bir karar değildir- o zaman Kamenev ile Zinovyev bu karardan yana oy kullandıkları için Leninist değildirler;

“Ya da bu karar, Leninist bir karardır -o zaman bu kararı bozan Kamenev ile Zinovyev Leninist olmaktan vazgeçmişlerdir.

“Burada, birkaç konuşmacı (sanıyorum, aralarında Riyze de var) Zinovyev ile Kamenev’in Trotskizme katılmadıklarını, Trotski’nin Zinovyev ile Kamenev’e katıldığını söylediler. Bu, bütünüyle saçmadır, yoldaşlar. Kamenev ile Zinovyev’in XIV. Parti Kongresi’nin kararından caymaları, Kamenev ile Zinovyev’in Trotskizme katıldıklarının doğrudan tanıdıdır.

“Öyleyse:

“SSCB’nde sosyalizmi kurma sorununda RKP(B)’nin kararında formülleştirilen Leninist doğrultudan kim ayrıldı?

“Besbelli, Kamenev ile Zinovyev.

“Uluslararası devrimci perspektifi Trotskizmle kim” değiştirdi?

“Besbelli, Kamenev ile Zinovyev.

“Kamenev, şimdi, partimizin “ulusal-reformculuğu”nu bas bas bağırıyorsa, bunun nedeni, böyle davranarak, yoldaşların dikkatini kendi günahından saptırmak ve suçunu başkalarına yüklemek istemesidir.

“Kamenev’in partimizin “ulusal-reformculuğu”na ilişkin “manevrasının” bir hile, partinin “ulusal-reformculuğunu” bas bas bağırarak, XIV. Parti Kongresi’nin kararından kendisinin ayrıldığını, Leninizmden kendisinin vazgeçtiğini ve Trotskizme katıldığını örtbas etmek için kaba ve çirkin bir hile olmasının nedeni budur.” (Stalin, Trotskizm mi, Leninizm mi?, s. 277-291)

TROTSKİZM ÜZERİNE

Şimdi gelelim Trotskizm meselesine… Aslında Trotskizm diye bir teori de yoktur. Çünkü Trotski’nin önü sonu tutarlı, ciddiye alınabilecek hiçbir tezi yoktur. Trotski, bir düşünceden, başka bir düşünceye sürekli sıçrayan, hemen her konuda sürekli görüş değiştiren bir küçükburjuvadır. III. Enternasyonal’in 5. Kongresi de zaten Trotskizmi “bir küçükburjuva sapıtması” şeklinde değerlendirir ve mahkûm eder. Leninci Komüntern’e karşı, antileninist, sözde sosyalist partilerden oluşan yeni, başka bir enternasyonal örgütleme girişimlerine karşı, Leninci III. Enternasyonal, Trotskizme karşı kesin tavrını alır ve onu mahkûm eder.

Trotski, 1903 yılından, RSDİP ikinci kongresi’nden itibaren sürekli olarak Leninizme ve Bolşevizme karşı mücadele eder. Zaman zaman Bolşeviklere yaklaşsa da bu geçici bir durum olmaktan öteye gitmez. Sonra Trotski, hiçbir dönemde Lenin’le ve onun partisiyle tam bir uyum içine girmez, giremez. Onun kariyerist, küçükburjuva anarşist ruhu bunu hep engeller. O tipik bir küçükburjuva kariyeristidir. Leninizm partiye ve harekete egemen olduğu sürece kariyerist duygularını tatmin edemeyeceğini bildiğinden, Trotski, sürekli bir biçimde Leninizmle savaşmıştır. Fakat, bu savaşının her cephesi yenilgilerle doludur Trotski’nin. Çünkü onun İşçi Sınıfı adına tutarlı hiçbir düşüncesi yoktur. Bu açıdan Trotskizm bir saçmalıklar yığınından başka bir şey değildir.

Şimdi 1903’den başlayarak, gelişen bir süreç içinde Trotski’nin Leninizme kaşı açtığı savaşı izleyelim:

Yıl 1903, RSDİP’nin ikinci kongresi, Rus Marksistlerinin Menşevik ve Bolşevik diye iki fraksiyona ayrıldığı kongre ve bu kongrede Trotski’nin tutumu: Trotski Lenin’in karşısındadır. Menşeviklerin safındadır. Trotski iflah olmaz bir Lenin düşmanıdır bundan sonra. Bu kongrede açıkça savunduğu Menşevik parti anlayışını da ömrü boyunca savunacaktır artık. Olayı Lenin Usta’nın ağzından dinleyelim:

“İşin aslına geçerken, diyebilirim ki yoldaş Trotski, yoldaş Plehanov’un temel fikrini hiç mi hiç anlayamamıştır ve bunun için kendi yorumlarında sorunun özüne yan çizmiştir. Aydınlardan ve işçilerden, sınıfın görüş açısından ve kitle hareketinden söz ediyordu, ama bu konuda bir ana soruyu gözden kaçırmıştır: Formülüm “parti üyesi” kavramının anlamını darlaştırıyor mu, genişletiyor mu?

“Bunu kendi kendine sorsaydı, formülümün bu anlamı darlaştırdığını, Martov’unkinin ise genişlettiğini görecek ve üstelik de “esneklik” getirdiğini anlayacaktı (bu terimi Martov bizzat kendisi ve yerinde olarak kullanıyor). İşte bu “esneklik”, parti hayatının bugünlerde yaşadığımız devresinde hiç kuşkusuz çeşitli fikir ayrılıklarına, kararsızlıklara ve oportünist elemanlara kapıları açıyor. Bu basit ama apaçık kanıyı çürütmek için böyle elemanların var olmadığını ispatlamak gerek, yoldaş Trotski ise bunu aklına bile getirmiş değildir. Kaldı ki bunu ispatlamak da olanaksız, çünkü herkesin bildiği gibi, bu elemanlar bir hayli çoktur, hatta İşçi Sınıfında da yok değildir. Bunun için bugünlerde, her zamankinden fazla parti çizgisinin sağlamlılığının sarsılmaması, ilkelerinin saf ve tahrif edilmemiş olarak korunması zorunludur, çünkü bunun dışında birliği ve çözülmezliğiyle yeniden canlandırılan parti, kendi saflarına birçok kararsız, sallantılı eleman kabul edecektir ve bu elemanların sayısı, parti büyüdükçe fazlalaşacaktır. Yoldaş Trotski, “Ne yapmalı?” adındaki kitabımın ana fikrini çok yanlış anlamışa benziyor, çünkü çatarak, parti bir komplo örgütü değildir diye beni uyarıyor (bununla birlikte daha başkaları da bu gibi bir itirazda bulunmaya kalkıştılar). Ama yoldaş Trotski şunu unutuyor: Ben bu kitabımda birçok örgüt tiplerini göz önünde bulunduruyorum, en gizli, yeraltı, yani en dar olanından tutalım da oldukça geniş ve bağımsız, yani “lose” (serbest) olanlarına kadar (3). Yoldaş Trotski, partinin muazzam bir İşçi Sınıfı kitlesinin sadece öncü birliği, önderi, kılavuzu olması gerektiğini unutuyor; bu kitlenin tümü (veya hemen hemen tamamı) parti örgütlerinin “denetimi ve önderliği” altında çalışır ama bütünüyle partiye girmez ve girmemelidir de… Gerçekten, yoldaş Trotski bu başlıca yanlışından dolayı hangi sonuçlara varıyor, bir bakınız! Bize az önce, işçiler bölük bölük, saf saf tutuklansa ve hepsi de parti üyesi olmadığını açıklasa, partimizin acayip bir örgüt olduğunun ortaya çıkacağını söyledi. Durum tam tersine değil midir? Yoldaş Trotski’nin bu düşüncesi acayip değil midir? Az buçuk deney sahibi olan her devrimcinin sevineceği şeye üzülüyor yoldaş Trotski. Grev ve gösteri nedeniyle tutuklanan yüzlerce, binlerce işçi, parti örgütlerinin üyesi değilse, bu bizim kendi örgütümüzün çok güçlü olduğunun bir kanıtı sayılmaz mıydı, bizim kendi görevimizi iyi yaptığımızı ortaya koymaz mıydı? Görevimiz oldukça dar bir öncü çevresine illegal, gizli bir vazife verilmesi ve elverdiği ölçüde geniş bir kitlenin harekete geçirilmesi değil midir?

“Martov formülü lehine olanların en büyük yanlışı, bizim parti hayatımızın başbelalarından birisini görmemezlikten gelmeleri şöyle dursun, bu belayı neredeyse kabullenmeleri, takdis etmeleridir. Partimizin başbelası şudur: genelleşen politik huzursuzluk havası içinde, çalışmalarımızdaki bu gizlilik, faaliyetimizin en büyük kısmının çok dar gizli çevrelerle sınırlı kalışı, hatta hatta neredeyse özel randevularla yürütülmesi şartları altında biz zamanını laklakla ile geçirenleri gerçekten çalışanlardan ayırt edemiyoruz. Bu iki kategorinin birbirine karışmamasının öylesine normal ve doğal olduğu ve bu kadar çok keşmekeşlik ve zarar getirdiği Rusya’mıza benzer başka bir ülke bulunmaz yeryüzünde. Yalnız intelegentsiya çevrelerinde bundan çekmiyoruz, İşçi Sınıfı çevrelerinde de bu beladan çok zarar görüyoruz, oysaki yoldaş Martov’un formülü bu belayı yasallaştırmaya kalkışıyor. Bu formüle göre herkes ve ayrı ayrı her kişi ne pahasına olursa olsun parti üyesi olacaktır. Yoldaş Martov kendisi de bunu her ne kadar ihtiraz kaydıyla da olsa, kabul etmek zorunda kaldı: “Eh, ille de ısrar ediyorsanız, evet, öyledir” dedi. Ama işte bunu istemiyoruz biz! Bunun için Martov’un formülüne bu kadar kesinlikle karşı geliyoruz. Bir lafazan, parti üyesi olma olanağı bulup buna hak kazanacağına, gerçekten çalışanlardan on kişi varsın kendilerine parti üyesi dedirtmesin (kaldı ki gerçekten çalışanlar hiçbir zaman rütbe, unvan meraklısı değildir), işte bence çürütülmez bir kural, ve bu kural beni Martov’a karşı gelmeye zorluyor.” (Lenin, Bütün Eserleri c: 7, s. 287-290. Rusça Baskı, Aktaran: Leninizmin Düşmanı Trotskizm, Yar Yayınları, s. 19-21)

Bu kongreden sonra Lenin, bildiğimiz gibi “Bir Adım İleri, İki Adım Geri” adlı anıt eserini kaleme alır. Burada hem kongrenin devrimci bir tahlilini yapar, hem de Leninist Partinin tüm özelliklerini, inceliklerini, çalışma prensiplerini açık, duru ve net bir biçimde ortaya koyar.

Bu kongrede külah kapmayı uman Trotski, umduğunu bulamayınca hırçınlaşır, edepsizleşir ve Lenin ve Leninizme karşı savaş çığlıkları atmaya başlar. 1904’te yayımlanan “Politik Görevlerimiz” adlı bir broşür kaleme alır. Ve bu broşüründe, Lenin’e karşı en aşağılık yalan ve demagojilerle saldırılarda bulunur.

Lenin, Trotski’nin bu broşürünü, o tarihlerde dostlarına yazdığı bir mektubunda, şöyle değerlendirir. (Lenin, Trotski’nin broşürünün adını anmıyor. Biz Lenin’in kastettiği şeyin, Trotski’nin “Politik Görevlerimiz” adlı broşürü olduğunu sanıyoruz.)

“Bu yakınlarda Trotski’nin yeni bir broşürü çıktı, daha önce de bildirdikleri gibi, “Iskra” Yazı Kurulu yönetiminde. Bu broşür, demek bir nevi yeni “Iskra”nın Credosu, yani “amentüsü” oluyor. Bu broşür en akla gelmez küstahça yalanlarla, gerçeklerin saptırılmasıyla dolu. Bu da Merkez Organının yönetimi altında yapılmaktadır. “lskra”cıların çalışmalarına saldırılıyor, çamura daldırılıp çıkarılıyor, sözde ekonomistler çok daha fazla iş yapmışlar, Iskracıların ne inisiyatifleri varmış, ne de proletaryayı düşünüyorlarmış, bunların bütün endişeleri burjuva intelegentsiyasıymış, her yere öldürücü büroktarizmi sokarlarmış -yani bütün işleri o mahut ve ünlü Credo programlarının gerçekleştirilmesiymiş, kongre de güya, küçük toplulukların örgütleme yöntemlerini sağlamlaştırmak gibi gerici bir girişimmiş, filan feşmekân. Bu broşür hem bugünkü Merkez Komitesinin Yazı Kuruluna hem de bütün partili arkadaşlarına bir tokat. Bu broşürü okurken insan apaçık görüyor: Azınlık öylesine yalan içine batmış, öylesine falsolar yapıyor ki, hiçbir zaman canlı, uzun ömürlü bir şey yaratmaya gücü yetmez, bunun için de mücadele etme arzusu uyanıyor, mücadeleye değer konular ortada.” (Lenin, Aktaran: Leninizmin Düşmanı Trotskizm. s. 25)

Yine aynı broşür hakkında Stalin, 1927 sonlarında, yani Trotski ve yandaşlarının partiden atıldığı günlerde, SBKP(B) Merkez Komitesinde yaptığı bir konuşmada şunları söyler:

“(…)

“(…) Bugün muhalifler arasındaki en popüler broşür, Lenin’in Bolşevik broşürü Bir Adım İleri, İki Adım Geri değil, Leninizmin örgütsel ilkelerine karşı, Lenin’in broşürü, Bir Adım İleri, iki Adım Geri’ye karşı yazılmış olan Trotski’nin eski Menşevik broşürü Politik Görevlerimiz’dir. (1904’te basılmıştır.)

“Trotski’nin bu eski broşürünün özel, Leninist parti ve parti disiplini kavramlarının yadsınmasıdır. Bu broşürde Trotski, Lenin’in başka bir Maximilien Robespierre olduğunu, onun gibi kişisel diktatörlük için çalıştığını ima ederek, Lenin’den hep “Maximilien Lenin” diye sözeder. Bu broşürde Trotski, parti disiplinine, parti kararları partiye boyun eğmesi istenenlerin istekleri ve görüşleri ile çelişmediği ölçüde boyun eğilmesi gerektiğini açıkça söyler. Bu salt Menşevik bir örgüt ilkesidir. Bu arada şunu da belirtelim ki, bu broşür Trotski onu Menşevik P. Akselrod’a ithaf ettiği için ilginçtir. Şöyle diyor: “Aziz öğretmenim Pavel Borisoviç Akselrod’a” (Gülüşmeler, Sesler: “Katıksız bir Menşevik!”)

“Partiye bağlılıktan, partiyi bölme politikasına, Lenin’in broşürü Bir Adım İleri, İki Adım Geri’den Trotski’nin broşürü Politik Görevlerimiz’e, Lenin’den Akselrod’a -muhalefetimizin yürüdüğü örgütsel yol budur.

‘Trotskistler değişmişlerdir. Partinin Trotskist muhalefete karşı örgütsel politikası da değişmek zorunda kalmıştır.

Evet, iyi oldu da kurtulduk! “Aziz öğretmeniniz Pavel Borisoviç Akselrod”a gidin! İyi oldu da kurtulduk! Yalnız acele et, çok sayın Trotski, çünkü ihtiyarlığı göz önünde tutulursa “Pavel Borisoviç” yakında ölebilir, sen de “öğretmenine” zamanında yetişemeyebilirsin.” (Stalin, Trotskizim mi, Leninizm mi? s. 422)

LENİNİST İKİ BASAMAKLI DEVRİM ÖĞRETİSİ VE TROTSKİST SÜREKLİ DEVRİM ANLAYIŞI

Bilindiği gibi, Lenin Usta, burjuva demokratik devrimin gerçekleşmediği geri ülkelerde (Kapitalizm açısından geri), sömürge, yarısömürge ülkelerde, sosyalist devrimler yolunu açacak olan demokratik bir devrim basamağı öngörür. Yani devrim iki basamaktan oluşur. Ama bu iki basamak arasına Çin Seddi konmaz ve konmamalıdır. Bu iki devrim aynı sürecin iki ucudur. Ya da aynı zincirin iki halkasıdır. Ya da aynı tablonun farklı figürleridir. Birinden diğerine kesintisiz bir biçimde geçilir. Bir duraklama, bir bekleme yoktur. Yani devrim süreci demokratik basamakta başlar, sosyalist basamakla devam eder. Tekrarlayalım: her iki basamak da bir ve aynı sürecin (devrim sürecinin) iki ayrı, iki farklı aşamasıdır.

Tabiî bu iki basamağın da ittifaklar politikası ve görevleri yani programları birbirinden farklıdır. Demokratik devrimin programına asgari (minima) program denir, sosyalist devrimin programına da azami (maksima) program denir. Tabiî bu her iki program da İşçi Sınıfı partisinin programıdır.

Konuyu Lenin Usta’nın birkaç sözüyle biraz açalım:

“Proletarya, kuvvet yoluyla otokrasiyi ezmek ve burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale getirmek için köylü yığınlarıyla ittifak kurarak, demokratik devrimi sonuna kadar götürmelidir. Proletarya, kuvvet yoluyla burjuvazinin direncini kırabilmek için köylülüğün ve küçükburjuvazinin kararsızlığını etkisiz hale getirmek için, halkın yarı-proleter unsurlarıyla ittifak kurarak sosyalist devrimi başarmaktır.” (Lenin, iki Taktik, s. 119-120)

Lenin Usta, devrimin bu iki basamağının nasıl diyalektik bir biçimde birbirine bağlı olduğunu, birinin öbürüne dönüştüğünü, birinin ikincisine yolu açıp temizlediğini, ikincisinin de birincisinin görevlerini tamamladığını ve önüne yeni görevler koyduğunu işte böyle veciz bir biçimde bizlere anlatır.

Lenin Usta bu konuyu tekrar tekrar açar ve iyice gözlere batırır. En küçük ayrıntılarına kadar konuyu aydınlığa çıkarır:

“Otokrasiye karşı savaşın, sosyalistler için geçici ve kalımlı olmayan bir görevdir, ama herhangi bir şekilde bu görevi görmezlikten gelmek ya da savsaklamak, sosyalizme ihanet ve gericiliğe hizmet etmeye varır. Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü, kuşkusuz, sadece kalımlı olmayan, geçici bir sosyalist amaçtır, ama bu amacı demokratik devrim dönemi içerisinde savsaklamak düpedüz gericiliktir.

“Somut siyasal amaçlar, somut koşullar içerisinde belirlenmelidir. Her şey görelidir, her şey akıp gider ve her şey değişir. (…) Soyut gerçek diye bir şey yoktur. Gerçek her zaman somuttur.

“Rus otokrasisine karşı savaşımın son bulacağı ve Rus demokratik devrim döneminin geçmişte kalacağı bir zaman gelecektir; o zaman, proletaryanın ve köylülüğün demokratik diktatörlük vb. konusunda “irade birliği”nin sözünü etmek bile gülünç olacaktır. O zaman geldiğinde, proletaryanın sosyalist diktatörlüğü sorununa doğrudan değineceğiz ve bundan daha ayrıntılı bir biçimde söz edeceğiz. Şimdilik ileri sınıfın partisi, demokratik devrimin Çarlık üzerindeki kesin zaferi uğruna en etkin bir biçimde savaşım vermeden yapamaz. Ve kesin bir zafer, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünden başka bir anlama gelmez.” (iki Taktik, s. 100 – 101)

Demokratik devrimle sosyalist devrim, aynı sürecin iki parçasıdır dedik. Birinin nerede bittiği, ötekinin nerede başladığı bilinemez. Fakat esas amaç tabii ki sosyalizmdir. Ve o amaç hiçbir zaman unutulamaz ve gözden ırak tutulamaz. Yine Ustaya dönelim:

“Geçici devrim hükümeti (Demokratik devrimin zaferiyle kurulan hükümet Devrimci Mücadele), devrimin hemen zafere ulaşması için savaşım organıdır, karşıdevrim girişimlerini hemen ezmek için bir savaşım organıdır, genel olarak burjuva devrimin tarihsel görevlerini yerine getiren bir organ değil. Burjuva devrimin amaçlarından hangilerini bizim ya da bir başka hükümetin ya da bir başkasının gerçekleştirmiş olacağının kesenkes saptanması işini geleceğin Ruskaya Starina’sının gelecekteki tarihçisine bırakalım -bundan otuz yıl sonra, bunun için yeterli zaman olacaktır, bizim bugünkü görevimiz cumhuriyet uğruna savaş için ve proletaryanın bu savaşa en etkin biçimde katılabilmesi için sloganlar atmak, pratik yollar göstermektir.” (İki Taktik, s. 41)

Lenin Usta’nın “İki Taktik” anıt eserinde ortaya koyduğu çözümleme, üç Rus devrimi tarafından aynen doğrulanmıştır. 1905, 1917 Şubat ve Ekim devrimleri tıpkı Usta’nın işaret ettiği şekilde gerçekleşmiştir. Bilimin görevi zaten önceden görmek değil miydi?..

Usta bu konuyu da şu şekilde göze batırır:

“Her şey söylediğimiz gibi oldu. Devrimin izlediği yol, çıkardığımız sonuçların doğruluğunu saptadı, ilk önce; “bütün” köylülük ile birlikte monarşiye karşı, büyük toprak sahiplerine karşı, Ortaçağ düzenine karşı (ve devrime bu aşamada burjuva devrimi, burjuva demokratik devrimi olarak kalıyor): sonra da yoksul köylülük ile birlikte, yarı-proletarya ile birlikte, bütün sömürülenlerle birlikte, zengin köylüler, kulaklar, spekülatörler dahil, kapitalizme karşı -ve devrim artık sosyalist devrim olmuştur, iki devrim arasında suni olarak bir Çin Setti kurmak, ikisini, proletaryanın hazırlık derecesiyle yoksul köylülerle birliği derecesiyle değil de, herhangi bir başka şeyle bir birinden ayırmak, Marksizmin tahrifini son haddine vardırmaktır, Marksizmi bayağılaştırmaktır, Marksizmin yerine liberalizmin konmasıdır.” (Lenin, Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky)

Rus devriminden sonra gerçekleşen Çin, Küba, Vietnam vb. devrimleri de bu Leninist devrim öğretisinin ana prensiplerine uygun olarak gerçekleşmiştir.

Bildiğimiz gibi bir de, hayatın binbir yerde ve zamanda doğrulamadığı tersine hep, Lenin’in deyimiyle “yanından geçip gittiği” ona hiç uymadığı Trotskist “sürekli devrim teorisi!” vardır. Bu küçükburjuva palavrasını Trotski 1905 yılı uydurmuştur.

Lenin o yıllarda (1905’i takip eden yıllarda) bu sözde teoriyi şöyle eleştiriyordu:

“Trotski’nin en büyük yanlışı, devrimin burjuva karakterini inkâr etmesi, bu devrimden sosyalist devrime geçilmesi konusunda apaçık bir fikrinin olmayışıdır.” (Leninizmin Düşmanı Trotskizm, s. 46)

Trotski’nin bu saçma teorisi, emperyalist ülkelerle, sömürge ve yarısömürge ülkeler arasındaki farkları görmezlikten geliyor ve bunun sonucu olarak da geri ülkelerde devrimin ilk basamağının burjuva demokratik basamak olduğunu, sosyalist devrime buradan geçilmesi gerektiğini inkâr ediyordu. Emperyalist olsun sömürge olsun, tüm ülkelerde devrimin tek bir basamağı bulunduğunu bunun da sosyalist basamak olduğunu öne sürüyordu. Bu anlayış, devrimde köylülüğün oynadığı rolü de inkâr etmiş oluyordu. Lenin Usta yukarıdaki satırlarının devamında bu konuya da değinir. Trotski, köylülüğün İşçi Sınıfının müttefiki olduğunu, işçi köylü ittifakıyla devrimin zafere ulaşabileceğini anlayamıyordu. Ve proletaryanın köylülüğü peşinden sürükleyebileceğine, ona önderlik edebileceğine inanmıyordu. Proletaryayı, köylülüğe önderlik edebilecek yetenekte görmüyordu. Köylülüğü burjuvazinin peşinden ayırıp kendi peşine takabileceğine ve devrimin müttefiki yapabileceğine bir türlü aklı basmıyordu. Proletaryayı, en önemli müttefikinden ayırarak yenilgiye mahkûm etmeyi amaçlayan bir teoriydi bu. O yüzden de devrimci değil özünde gerici bir teoriydi.

Lenin Usta 1915 yılı yine bu uyduruk teoriyi alaya alarak şöyle diyordu:

“Yaklaşan devrimde sınıf ilişkilerini aydınlatmak devrimci bir partinin başlıca görevidir… TrotskI, Nase Slovo’da bu sorunu doğru çözmüyor; 1905 yılındaki “özgün” teorisini yineliyor ve tam on yıl boyunca hayatın neden bu “olağanüstü” teorinin yanından geçip gittiğini hiç düşünmüyor.

“Trotski’nin özgün teorisi, proletaryanın kararlı devrimci mücadelesine ve politik iktidarın proletarya ile ele geçirilmesi çağrısına Bolşeviklerden, ama köylü sınıfının rolünün “yadsınması” da Menşeviklerden alıp kabul ediyor.”…

“Böylece “gerçekte Trotski, Rusya’da köylü sınıfının rolünün “yadsınmasını” niyet eksikliği sanan, köylüleri devrime kışkırtan liberal işçi politikalarına yardım ediyor.” (Lenin, c. 21, 4. Baskı, s. 381-382, Aktaran Stalin, Trotskizm mi, Leninizm mi?, s. 169)

Gördüğümüz gibi Lenin Usta, bu sözde teoriyi köylülüğün rolünü inkâr ettiği için yarı Menşevik bir teori sayıyor. Ve onunla; “özgün” “olağanüstü” diyerek alay ediyor.

Lenin Usta, yaşadığı sürece bu saçma teoriyi ciddiye almamış ve onu alaya almıştır.

Trotski, Ekim Devrimi sonrasında partiyi ve devleti ele geçirmek için yoğun bir mücadeleye girmiştir. Daha doğrusu Lenin’e ve onun partisine karşı 1903’ten beri vermekte olduğu mücadelesine hız vermiştir. Bu dönemde “büyük oynamayı” tercih eden Trotski, 1917 devrimlerinin kendi saçma teorisini doğruluğunu iddia edecek denli ne dediğini bilmez bir duruma düşmüştür. Tutulduğu kariyerizm illeti Trotski’ye kafasını yitirtmiştir.

Trotski, 1922 yılında yazdığı, “1905 Yılı” adlı kitabının önsözünde, bu konuda şunları diyebilmiştir:

“Bu değerlendirme, 12 yıllık bir gecikmeyle de olsa tamamıyla doğrulandı.” (Trotski, 1905 Yılı, Önsöz, Aktaran Stalin, agy., s. 167)

Gördüğümüz gibi Trotski, 1905’te uydurduğu teorisinin 12 yıllık bir gecikmeyle 1917’de “tamamıyla doğrulandığını ileri sürebiliyor. Böyle bir iddiaya yalnızca gülünür.

1905 ve 1917 Şubat-Ekim devrimlerinin “tamamıyla doğrulandı”ğı teori mantık sahibi olan herkesin kabul ettiği gibi, Lenin Usta’nın ilk kez “İki Taktik” adlı eserinde yaptığı formülasyondur.

Trotski, Lenin’in ölümünden sonra taktik değiştirmiş ve Lenin’in arkasına gizlenme yolunu tercih etmeye başlamıştır. Lenin’le arasındaki görüş ayrılıklarını önemsizmiş gibi gösterme yolunu benimsemiştir. Ve de bu anlaşmazlıklarda genellikle Lenin’in haklı olduğunu, yarım ağızla da olsa söylemeye başlamıştır:

1926 Eylülünde muhaliflere yazdığı bir mektubunda bu konuda şöyle demektedir:

“Biz denemenin kesinlikle gösterdiği gibi, herhangi birimizin Lenin’le ayrılıkları olduğu esasa, sadece belli bir ölçüde ilişkin bütün sorunlarda Viladimir İliç’in kesinlikte haklı olduğundan hareket ediyoruz.” (“Trotski’nin Mektubu, Eylül 1926-SBKP(B) MK Politbürosunun 8 ve 11 Ekim 1926’daki oturumlarında parti için durum sorununa ilişkin stenoyla tutulmuş tutanağa ek, Aktaran: Stalin, agy., s. 171)

Başta da söylediğimiz gibi Trotski için düşüncelerin pek bir önemi yoktu. Onun için önemli olan külah kapmak yani partinin tepesini ele geçirmekti. Lenin sağken düşman Lenin’di. Lenin ölünce, düşman Stalin oldu. Durum böyle olunca da Trotski, Lenin’in otoritesini kendi mevki hırsı için kullanmak istedi. O nedenden de Lenin’e hak verir görünmeye başladı.

Oysa 1913 yılı, bir mektubunda, Lenin hakkında şunları yazabiliyordu Trotski:

“Lenin’in, bu usta oyuncunun Rus işçi hareketinde geri olan her şeyi sömüren bu adamın, sistematik olarak kışkırttığı alçakça kavga, anlamsız bir sabit fikre benzemektedir.” (Trotski’nin Çheydze’ye Mektubu, Nisan 1913, Aktaran: Stalin, agy., s. 394)

Trotski, Lenin’e işte böyle aşağılık küfürlerle ahlâksızca saldırmaktadır, 1913’lerde. Sonra da 1926’larda Lenin’in ölümünden sonra, onun arkasına gizlenebilmek ve oradan mücadelesini sürdürebilmek için, Lenin kesinlikle haklıydı diyebilmektedir.

Geçtiğimiz günlerde (6 Ocak’ta) yapılan BTDK’nun ilk panelinde, Ertuğrul Kürkçü, Trotski’nin bu “sürekli devrim” anlayışını, “ben de Leninist ve enternasyonalistim” diyerek dinleyicilere yutturmaya çalıştı. Kendisi Leninist olduğuna göre, savunduğu devrim anlayışı da Leninist olmalıydı. O, böyle bir madrabazlık yaparak, Trotski’nin “sürekli devrim” saçmalamasını Lenin’e mal ederek satmaya çalıştı. Lenin’in karşı olduğu ve hayatı boyunca alayla sözünü ettiği bu saçmalamayı Lenin’indir diyerek dinleyicilere sundu. Dahası var: E. Kürkçü ve aynı tebliğe imza koyan 24 arkadaşı, tebliğlerinde; Lenin’in, Ekim devriminden sonra, kendi Leninist devrim anlayışını terk ettiğini ve Trotski’nin “sürekli devrim” anlayışını benimsediğini ima etmektedirler. Bu bayağı bir düzenbazlıktır. Onlar, bu saçma iddialarını, III. Enternasyonal’in 3. Kongresi’nin 1921 Temmuzunda aldığı bir kararla, yine III. Enternasyonal’in 4. Kongresi’nin 1922 Aralığında aldığı kararlara dayandırmak isterler, önce 3. Kongrenin kararına bakalım. Arkadaşların aktardığına göre karar söyledir:

“(…) bu talepler için mücadele iktidar mücadelesinin çıkış noktaları haline gelecektir. Reformistlerin ve merkezcilerin asgari programlarının yerine Komüntern, proletaryanın somut gereksinimleri için mücadeleyi, bir bütün olarak alındıklarında burjuvazinin iktidarını parçalayan, proletaryayı örgütlendiren ve proletarya diktatörlüğü için mücadelenin adımlarım oluşturan bir talepler sistemini koyar; kitlelerin kendileri bilinçli olarak proletarya diktatörlüğünden yana olmasalar bile, bu taleplerin her biri kitlelerin büyük çoğunluğunun bir gereksiniminin bir anlatımı olmalıdır (…)” (“III. Enternasyonal 3. Kongre Kararı, Temmuz 1921)” (Aktaran: E. Kürkçü ve 24 Arkadaşı, Bakınız; onların 25 imzalı Demokrasi ve Devrim başlıklı tebliği)

Aktardıklarına göre karar bu. İlkin bu kararı ele alalım. Sonra 4. Kongre’nin kararlarını inceleyelim.

Burada kınanan II. Enternasyonal’in Reformistlerinin ve merkezcilerinin asgari programıdır. Yoksa, Marksist-Leninist partilerin asgari programı değildir, İkinci Enternasyonal’in (Kaustkyist Enternasyonal’in) partileri bildiğimiz gibi Demokratik Devrimle Sosyalist Devrim arasına uzunca bir süre, 10 yıl gibi bir süre koyuyorlardı. Bu devrim anlayışının Leninist devrim anlayışıyla en ufak bir ilgisi yoktu. Onlar böylece Marksist öğretiyi bozup çarpıtıyorlar, devrimci özünden uzaklaştırıyorlardı. Lenin, o yüzden II. Enternasyonal’in liderlerinin Kaustky ve benzerlerinin Demokratik Devrimle Sosyalist Devrim arasındaki ilişkiyi hiçbir zaman anlamadıklarını yazıyordu 1921 Ekiminde, yani Ekim Devriminin 4. yıldönümünde.

II. Enternasyonal’in reformist partilerinin devrim anlayışları böyle sakat olunca, onların program anlayışları da ister istemez sakat oluyordu. O yüzden Lenin Usta, onların asgari programlarını eleştiriyor. Usta, bu türden bir hataya düşülmemesi için, Komintern partilerine (seksiyonlarına) nihai amaç olan (Sosyalist Devrimi) unutturmayan, o amacın göz ardı edilmesine açık kapı bırakmayan ve devrimin aşamaları ya da basamakları arasındaki diyalektik bağın sağlamlaşmasını ve kabartılandırılmasını sağlayan bir geçişe ilişkin talepler sistemini, programlarına koymalarını öneriyor. Dikkat edelim: Asgari Program gereksizdir demiyor. Asgari program yenilensin, devrimci bir öze, ruha kavuşsun diyor. II. Enternasyonal tipi asgari programlar atılsın, yerine Leninci asgari programlar konulsun diyor. Bu yön, 4. Kongre kararlarında daha da açık bir biçimde dile getiriliyor. Şimdi bu kararlara gelelim. Arkadaşlar tebliğlerinde bu kararlardan ikisini aktarıyorlar. Biz konunun daha anlaşılır kılınması için M. Yenice imzalı “Devrimci Marksizm’de Geçiş Programı Anlayışı” adlı kitaptan (kitap Trotskizmin devrim anlayışını savunmaktadır) bu konudaki kararların tümünü aktaralım. Bu konudaki kararların tümü 5 maddeden oluşmaktadır. Şunlardır:

“KOMİNTERN KONGRESİNİN” KOMÜNİST ENTERNASYONAL’İN PROGRAMI ÜZERİNE KARARI’

(Aralık 1922)

“l- Tüm taslak programlar incelenmek ve hassas bir biçimde irdelenmek üzere Komünist Enternasyonal’in Yürütme Kurulu’na ya da onun görevlendirdiği bir komisyona sunulacaktır.

“2- Kongre, halen ulusal programları olmayan Komünist Enternasyonal’in ulusal seksiyonlarının programlarını derhal hazırlamaya başlamalı ve bu programlarını beşinci Kongre’de onaylanmak üzere, kongreden en az üç ay önce Yürütme Kurulu’na sunmak zorunda olduklarını teyit eder.

“3- Ulusal seksiyonlar’ın programları, bu taleplerin yer ve zamanın somut koşullarına bağımlı olduğuna ilişkin gerekli kaydı koyduktan sonra, geçiş talepleri için mücadelenin gerektiğini açıkça ve kesin olarak belirtmelidirler.

“4- Bütün geçişsel ve kısmi taleplerin teorik temelleri, genel programda (“Genel Program” deyimiyle anlatılmak istenen III. Enternasyonal’in kendi merkezi programıdır. Tartışılan da bu programdır. Bu program bildiğimiz gibi l Eylül 1928’de Komüntern’nin VI. Kongresi’nde kabul edilmiştir. Ve bu program bütün seksiyonları bağlamıştır. Devrimci Mücadele) açıkça ortaya konulmalıdır. Dördüncü kongre, temel devrimci görevlerin üzerini örtme ya da bunların yerine kısmi talepleri geçirme çabalarına olduğu kadar, geçiş taleplerinin programa alınmasının oportünizm olarak tanımlanmasını da kesinlikle mahkum eder.

“- Genel program, farklı ülkelerin ekonomik ve siyasal yapısındaki temel değişikliklere uygun olarak, ulusal seksiyonların geçiş taleplerinin ana tarihsel tiplerini ortaya koymalıdır; Örneğin bir yanda İngiltere diğer yanda Hindistan.” (agy., s. 293-294)

4. Kongre kararları da (bu konuya ilişkin olan) bunlardır.

3. Kongre’deki kararı açan bu 5 maddelik kararlar, görüldüğü gibi, “asgari-azami” program ayırımı ortadan kalksın demiyor. Yalnızca ulusal seksiyonların programlarına (tabiî bunların asgarisi de olacak) geçişe ilişkin talepler sistemi konsun diyor. Ve bu taleplerin “ana tarihsel tipleri” de Komüntern’in genel (merkezi) programında belirtilsin diyor.

Trotskist arkadaşlar, bu kararları kendi gönüllerince yorumlayarak, bu kararlarda asgari programın gereksizliği, dolayısıyla da “Demokratik Devrimin gereksizliği sonucuna varıyorlar. Yani bu kararların tahrifata dayalı yorumundan, Lenin Usta’nın iki basamaklı devrim teorisinin reddine varıyorlar. Daha doğrusu bu kararları -inkâr-larına gerekçe yapıyorlar. Böylece de Lenin’e Leninizmi reddettirmiş oluyorlar. Bu devrimciliğe yakışmayan bir iştir. Mide bulandırıcı bir düzenbazlıktır.

4. Kongre’de alınan kararlar yalnızca yukarıda aktarılanlardan ibaret değildir. Demokratik Devrime ve programına ilişkin başka kararlar da alınmıştır bu kongrede. Görelim:

“Dördüncü Kongre, ezilen ve bağımlı ülkelerdeki ulusal kurtuluş mücadelesinin deneyimini genelleştiren, anti-emperyalist cephe sloganını öne sürdü ve bu ülkelerdeki antiemperyalist, antifeodal ve demokratik devrimlerin programını çizdi.” (Üçüncü Enternasyonalin Kısa Tarihi, Alexander Sobolev, Bilim Yayınları, s. 219)

“IV. Kongre sömürge ve yarısömürge ülkelerindeki ulusal kurtuluş hareketinin durumunu da gene analiz etti. Antiemperyalist, antifeodal ve demokratik devrimin programını çizdi. Köylü kitleleri kavgaya çekebilecek köklü bir toprak programı özellikle vurgulanmıştı.” (Geoges Cogniot, Komünist Enternasyonal, s. 78)

Bizim BTDK’li Trotskist bay ve bayanlar, 4. Kongre’nin bu kararlarından hiç söz etmemektedirler. Çünkü bu kararlar onların ellerini yakmaktadır. Onların zırva ve Trostkist “sürekli devrim” anlayışını yakmaktadır. O nedenle onlar ağababaları Trotski’den kendilerine miras kalan bu bayağı yöntemi kullanmaktadırlar. Marksist-Leninist metinleri ve kongre kararlarını bir bütün halinde, özüne ruhuna sahip çıkarak almamaktadırlar. Benimsememektedirler. Gönüllerince yorumlayabilecekleri satırları cımbızla çekerek almaktadırlar. Ve onu tahrif ederek demagojik amaçları için kullanmaktadırlar. Ustaları Trotski de bu işte çok mahirdi.

BTDK’li Trotskistler, Lenin’in Ekim devriminden sonra kendi devrim teorisini terk ettiğini ima etmektedirler. İddialarına kanıt olarak da yukarıda incelediğimiz kararları öne sürmektedirler. Bu, Leninizmle alay etmek anlamına gelir. Leninizme en aşağılık bir biçimde saldırmak anlamına gelir.

Yukarıda Lenin’in, “Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky” adlı yüce eserinden yaptığımız aktarmayla, bu iddianın kesin bir biçimde çürütüldüğünü gördük. Hatırladığımız gibi Lenin Usta, o satırlarında, 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinin aynen, “İki Taktik”te ortaya konan formülasyona uygun bir biçimde gerçekleştiğini dile getiriyordu. Gerçeklik de, tabiî ki, Lenin’in dile getirdiği gibidir.

Şimdi yine Lenin’e dönelim:

“Demokratik devrimden, güçlerimiz ölçüsünde, bilinçli ve örgütlü proletaryanın güçleri ölçüsünde, sosyalist devrime geçmeye hemen başlayacağız. Biz sürekli devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız.

“Maceracılığa kapılmadan, bilimsel bilincimize ihanet etmeden, ucuz şöhret peşinde koşmadan, ancak bir tek şey söyleyebiliriz ve söylüyoruz: Yeni ve daha üstün bir ödeve, sosyalist devrime, mümkün olduğu kadar çabuk geçişi, bize, proletarya partisine, daha kolaylaştırmak için bütün köylülüğe, demokratik devrimi tamamlamasında var gücümüzle yardım edeceğiz.” (Lenin, “Sosyal Demokrasinin Köylü Hareketi Karşısındaki Durumu” 1905 C. VIII, s. 186-187, Aktaran: Stalin, Leninizmin İlkeleri s. 120-121)

1905 yılında böyle diyordu Usta. Bundan 16 yıl sonra, Proletaryanın iktidarı alışından dört yıl sonra, 1921 Ekiminde ise bu konuda şunları yazıyordu:

“Kautsky’ler, Hilferding’ler, Martov’lar, Çernov’lar,  Hilkit’ler, Lange’ler, MacDonald’lar, Turati’ler ve Marksizmin öbür “2 l/2”luk kodamanları burjuva demokratik devrimi ile proleter sosyalist devrimi arasındaki ilişkiyi anlayamadılar. Birincisi ikincisine dönüşür, ikincisi birincinin sorunları geçerken çözülür, ikincisi birincisinin eserini pekiştirir, ikincinin birinciyi ne derece geçebileceğini karara bağlayan şey, mücadeledir ve sadece mücadeledir.” (Ekim Devriminin Dördüncü Yıl Dönümü için. C. XXVII, s. 26 Aktaran: Stalin, agy. s. 121)

Lenin Usta, Demokratik Devrimle Sosyalist Devrim arasındaki diyalektik ilişkiyi son derece veciz bir biçimde anlattığı bu satırları, Ekim Devriminin dördüncü yıldönümü için kaleme almıştır. Yani bu satırlar, bizim Trotskist bay ve bayanların yorumlayarak, kendi saçma tezlerine dayanak yapmaya çalıştıkları, Komüntern’in 3. Kongresi’nin 1921 Temmuzunda aldığı karardan üç ay sonra kaleme alınmıştır.

Gördüğümüz gibi Lenin Usta iki basamaklı devrim teorisini ömrünün sonuna kadar savunmuştur. Zaten başka türlüsü de düşünülemezdi. Tabiî akıl ve mantık sahipleri için… Ve Komüntern’in söz konusu kararlarının, Lenin Usta’nın iki basamaklı devrim teorisiyle çelişmesi gibi bir durum yoktur. Bizim Trotskistler söz konusu kararları tahrif ediyorlar. Onların yaptığı sadece bir aldatmacadır.

Kaldı ki Komüntern’in V. Kongresi Trotskizmi yukarıda da söylediğimiz gibi “bir küçükburjuva sapıtması” olarak değerlendirir. Bizim Trotskistler, bu noktaya hiç yanaşmamaktadırlar. Trotski’nin tüm antileninist ve safsatadan ibaret olan tezlerini tümüyle mahkûm eden III. Enternasyonal Programı’ndan hiç söz etmemektedirler. O program’ın, “Dünya Proletarya Diktatörlüğü için Mücadele ve Devrimlerin Ana Tipleri” başlığı altında, bu konuda şunlar yazılmaktadır:

“Proletaryanın uluslararası devrimi aynı zamanda ve aynı türde olmayan bir dizi süreçten meydana gelir. Saf proleter devrimler; proletarya devrimine dönüşen burjuva-demokratik tipte devrimler; ulusal kurtuluş savaşları; sömürge devrimleri. Bu devrimci süreç ancak gelişimini tamamlayınca dünya proletarya diktatörlüğüne varır.

“Kapitalizmin emperyalizm döneminde daha da artan eşitsiz gelişimi, birbirinden daha büyük farklılıklar gösteren kapitalizm tiplerinin ortaya çıkmasına, olgunluk derecesinde farklılıkların doğmasına ve devrim sürecinin tek tek ülkelerde çok çeşitli, özel koşullara sahip olmasına yol açmıştır. Bu koşulların tarihi bakımdan kaçınılmaz ve zorunlu sonuçları ise, bir dizi ülkede proletarya diktatörlüğüne geçişte bazı ara-evrelerin kaçınılmaz olması yanında, proletaryanın iktidarı ele geçiriş yollarının çeşitliliği ve temposunun değişik olmasıdır. Bunların sonucu olarak, tek tek ülkelerde sosyalizmin inşası da değişik biçimler alır.

‘Tek tek ülkelerde proletarya diktatörlüğüne geçişin çok çeşitli koşul ve yolları vardır, bunlar şematik olarak aşağıdaki üç tip altında toplanabilir:

“Muazzam, gelişkin üretici güçleri, geniş ölçüde merkezileşmiş üretimler, küçük işletmelerin nispeten küçük özgül ağırlığı ve uzun zamandır var olan burjuva-demokratik siyasal rejimleriyle çok gelişmiş kapitalist ülkeler (Birleşik Devletler, Almanya, İngiltere, vb.). Bu ülkelerde programın temel siyasal talebi, doğrudan doğruya proletarya diktatörlüğüne geçilmesidir. Ekonomik alandaki temel talepler: Belli başlı büyük işletmelere el konulması, hatırı sayılır sayıda devlete ait sovyet çiftliklerinin oluşturulması, toprağın ancak nispeten önemsiz bir bölümünün köylülere dağıtılması; temel, pazar ilişkilerinin nispeten küçük çapta olması; genelde hızlı sosyalist gelişme ve özellikle köylü ekonomisinin hızlı kollektifleştirilmesi.

“Tarımda yarı-feodal ilişkilerin önemli kalıntıları bulunan, sosyalizmin inşası için gereken maddi önkoşullara belirli minimum bir düzeyde sahip olan kapitalizmin orta düzeyde gelişmiş bulunduğa ülkeler (ispanya Portekiz, Polonya, Macaristan, Balkan ülkeleri, vb.), burjuva-demokratik devrimin henüz tamamlanmamış olduğu ülkeler. Bu ülkelerin bazılarında burjuva-demokratik devriminin şu ya da bu hızla sosyalist devrime dönüştürülmesi, başka bazılarında ise burjuva-demokratik nitelikte geniş kapsamlı görevler üstlenen proletarya devrimi tipleri mümkündür. Bu nedenle ilk durumda, proletarya diktatörlüğünün doğrudan doğruya değil, proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğünden proletaryanın sosyalist diktatörlüğüne geçiş sırasında kurulması mümkündür, devrimin doğrudan doğruya proleter nitelikte geliştiği öteki durumda ise, proletaryanın önderliğinde geniş bir tarım ve köylü hareketi önkoşuldur; tarım devrimi muazzam, bazen belirleyici bir rol oynar; büyük toprak sahiplerinin mülksüzleştirilmesi sırasında istimlâk edilen toprak ve arazinin önemli bir bölümü köylülüğün eline geçer; pazar ilişkilerinin önemi proletaryanın zaferinden sonra da büyüktür; köylülüğün kooperatifler halinde birleşmesi ve büyük üretim birimlerinde toplanması sosyalist inşanın değişik görevleri çerçevesinde son derece büyük önem kazanır. Sosyalizmin inşasında tempo nispeten düşüktür.

“Birtakım sanayi öğelerine, hattâ bazen hatırı sayılır oranda, fakat bağımsız bir sosyalizm inşası için yetersiz düzeyde gelişmiş bir sanayie sahip bulunan; hem ekonomide hem de siyasal üstyapıda feodal-Ortaçağ ya da “Asya üretim tarzı” ilişkilerinin egemen olduğu; nihayet tayin edici sanayi, ticaret ve banka girişimlerinin, en önemli ulaşım araçlarının, latifundiaların, sömürge çiftliklerinin vb. yabancı emperyalist grupların elinde yoğunlaşmış olduğu sömürge ve yarısömürge ülkeler (Çin, Hindistan, vb.) ve bağımlı ülkeler (Arjantin, Brezilya, vb.). Bu ülkelerde, feodalizme karşı, sömürünün kapitalizm-öncesi biçimlerine karşı verilen mücadele ve köylülüğün tutarlı bir tarım devrimini gerçekleştirmesi ve yabancı emperyalizme karşı ve ulusal bağımsızlık için mücadele verilmesi belirleyici bir önem taşımaktadır. Burada kural olarak, proletarya diktatörlüğüne geçiş ancak bir dizi hazırlık basamağından geçmekle, ancak burjuva-demokratik devrimin sosyalist devrime dönüştüğü bütün bir dönemin sonucu olarak mümkün hale gelir. Bu ülkelerin çoğunluğunda, sosyalizmin başarılı biçimde inşası ancak proletarya diktatörlüğünün gerçekleşmiş bulunduğu ülkelerin doğrudan desteğiyle mümkündür.

“Ücretli işçinin hemen hemen hiç bulunmadığı, nüfusun çoğunluğunun kabile koşulları içinde yaşadığı ve eski klan düzeni (Gentilordnung) kalıntılarının varlığını korumakta olduğu, ulusal burjuvazinin nerdeyse hiç bulunmadığı ve yabancı emperyalizmin ilk planda topraklara el koyan silahlı fatih görünümünde ortaya çıktığı daha geri ülkeler (örneğin Afrika’nın bazı bölgelerinde) -bu ülkelerde temel sorun ulusal kurtuluş mücadelesidir. Eğer proletarya diktatörlüğünün var olduğu ülkeler onlara fiili destek sağlarsa, bu ülkelerde (patlak veren) ulusal ayaklanan ve zafere ulaşması, kapitalist aşamayı atlayarak sosyalizme giden yolu açabilir.

“En ileri kapitalist ülkelerde iktidarın proletarya tarafından alınmasının gündeme gelmiş bulunduğu ve Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün var olduğu ve dünya çapında önemli olan bir etmen oluşturduğu bir dönemde, dünya kapitalizminin girişi sonucu sömürge ve yarısömürge ülkelerde ortaya çıkan kurtuluş hareketleri, -bu ülkelerdeki toplumsal ilişkilerin olgunlaşmamışlığına rağmen, soyutlanarak ele alınırsa- proletarya diktatörlüğünün ve genelde uluslararası proletarya hareketinin yardım ve desteğiyle sosyalizme doğru gelişme çizgisine girebilir.” (III. Enternasyonal, Belge Yayınları, s. 168-171)

Hayat da burada konan, Leninist devrim teorisini doğrulamıştır.

Bu konuda en öğretici örneklerden biri de Çin devrimidir. Çin Devriminin önderi Mao da, Lenin’in “İki Taktik”te yaptığı formülasyonu Çin koşullarına uygulamış ve Çin Devrimini zafere götüren strateji belirlemiştir. Ve devrim, o stratejiye uygun bir biçimde sonuçlanmıştır. O stratejinin konulduğu Mao’nun “Yeni Demokrasi” adlı eserinden bir paragraf aktarmak istiyoruz:

“Çin Proletaryasının güttüğü bütün devrimci sınıfların ortak idaresi altında yeni bir Demokratik Toplum’un kurulmasına varılacaktır. O zaman Çin’de Sosyalist bir Toplum kurulabilmesi için Devrim gelişerek ikinci aşamasına geçecektir.” (agy., s. 17, Aktaran: H. Kıvılcımlı, Halk Savaşının Planları, s. 197)

Kıvılcımlı Mao’dan yukarıdaki aktarmayı yaptıktan sonra şu satırları yazar:

“Böylece, ilk defa Lenin’in “İki Taktik” araştırmasında ayrıntıları ile işlediği Devrim Stratejisinin iki basamağı, ana çizgisiyle Çin Sosyal Devriminde kendisini bilinçlere dayatmıştı. Mili Demokratik Devrim ile Sosyalist Devrim birbirinden kaçgöç eder biçiminde konmuyordu. Eğer Sosyal Devrim “başta İşçi Sınıfı gelmek üzere” yürüyecekse ve buna içten inanılırsa, Sosyalist Devrim, “Milli” olduğu ölçüde, Demokratik Devrime “Nâmehrem” kalamazdı.

“Genel Devrim Stratejisi, dünyanın her geri yerinde olduğu için, Çin’de de konulmuştur. Yalnız ayrıntıları, Çin gelişiminin tâ kendisinden başka şeyle, keramet taslayıcı atmasyonlara bırakılmadı.” (Kıvılcımlı, agy., s. 197)

Marksist-Leninistler, bu biricik doğru teoriyi kendi ülke koşullarına uygulayarak ardı ardına devrimler yapıyordu.

Peki ya Trotski ve avenesi?

Onlar da, 1930’lardan itibaren Leninizme ve o teoriyle silahlanmış III. Enternasyonal’e ve Sosyalist Ülkelere küfürler yağdırmakla geçiriyorlardı günlerini. Bu gerici, karşıdevrimci tutumları, onların uluslararası proletarya hareketinden tecrit olmalarına yol açmıştı. Onlar için artık biricik iş, uluslararası devrimci harekete ve Sosyalist Ülkelere karşı bir savaş yürütmekti. Onlar işte 1930’lardan beri bu işi yapmaktadırlar. Tabiî onları bu işinde burjuvazi yalnız ve desteksiz bırakamazdı. Nitekim bırakmadı da. Hemen himayesine aldı onları. Protokolüne soktu. Üniversite hocalıkları gibi, danışmanlıklar gibi arpalıklar sağladı onlara. Çünkü burjuvazinin işi de Marksizm-Leninizme ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere Sosyalist Ülkelere karşı amansız bir savaş yürütmekti. Burjuvaziyi bu savaşa kendi sınıf çıkarları zorluyordu. Diyeceğimiz Trotskistler 1930’lardan beri burjuvazinin müttefikidirler.

Marksist-Leninistler Devrim Savaşı yürütürlerken ve devrimler yaparlarken, Trotski şöyle zırvalamalar üretmekte uğraşıyordu, 1930’larda:

“Dünyayı kucaklayan işbölümü, Sovyet sanayiinin yabancı tekniğe bağımlılığı, ileri Avrupa Ülkelerindeki üretici güçlerin Asya’nın hammaddelerine bağımlılığı, vb. dünyanın hiçbir ülkesinde, bağımsız ulusal bir sosyalist toplumun inşasını mümkün kılmıyor.” (Trotski, “Tek Ülkede Sosyalizme Karşı “Sürekli Devrim”, Aktaran: III. Enternasyonal, Belge Yayınları, s. 2O2)

Tarih ya da hayat, Trotski’nin bu görüşünü acımasızca çürütmüştür bildiğimiz gibi. Bugün birçok “bağımsız ulusal sosyalist toplum” vardır dünyada. Yalnız bu gerçeklik bile Trotskizm adındaki küçükburjuva ideolojisinin ne denli kof ne denli boş ve bilimsellikten uzak olduğunu göstermeye yeter de artar bile…

TROTSKİ HİZİPÇİ ve BÖLÜCÜDÜR

Trotski, 1905 devriminin yenilgiyle sonuçlanması üzerine, yaşanan gericilik yıllarında ortaya çıkan tasfiyecilerin safındadır artık. Bu dönemde partiyi bölmek, partinin illegal yapısını ortadan kaldırmak onu reformist bir partiye dönüştürmek isteyen Menşevik tasfiyeci hizipçilerin en sadık adamıdır Trotski, 1907 ve 1914 yılları arasında Trotski ve yandaşları, hep bu bölücü hizipçilerin müttefikidir. Amacı yine aynıdır: Partinin parçalanması, Leninizmin yenilgiye uğratılması dolayısıyla da Trotski’ye bir külah kapma fırsatının doğması. Trotski tekrar tekrar söylediğimiz gibi tipik bir küçükburjuva kariyeristidir. Onun için biricik amaç, yüksekçe bir makam ele geçirmektir. Lenin, 1908’de Zinovyev’e yazdığı bir mektupta bu konuda şöyle der:

“Pravda” hakkında Trotski’nin İnok’a yazdığı mektubu okudunuz mu? Okuduysanız, Trotski’nin Riyazanov ve Şürekâsı tipinden en alçak, en adi bir kariyerist ve bölücü olarak hareket ettiğine de kanaat getirmişsinizdir, kuvvetle ümit ederim. Ya yazı kurulunda eşitlik. Merkez Komitesine itaat ve Paris’e Trotski’den başka kimsenin taşınmaması (“Pravda”daki bütün hempalarını bizim hesabımıza “yerleştirecekmiş” bu hinoğluhin) ya da bu hergele ile bütün bağların koparılması ve Merkez Organın önünde herifin suratından maskenin indirilmesi. Partiden dem vuruyor, tutumu ise bütün hizipçilerden daha berbat.” (Lenin, Leninizmin Düşmanı Trotskizm, s. 56-57)

Trotski’nin yaptığı düzenbazlıklar, Lenin Usta’yı bu denli kızdırıyordu işte.

Trotski, bu dönemde sürekli bölücü tasfiyecilerin safında bulunmasına karşılık, bazen uzlaştırıcı, hizipler üstü baba rollerine de soyunmayı ihmal etmiyordu. Zaten, onun istediği, demir disiplinli birleşik, çelikleşmiş bir parti değildi. O böyle partinin düşmanıydı. O, hiziplerden oluşan parçalı federatif bir parti anlayışına sahipti. Lenin onun bu yaklaşımını şöyle yeriyordu:

“Bund’cu ve Trotski burada bir çöpçatan karı rolünü oynayacaktı, çöpçatan karı ise, bir taraftan tasfiyecilikten artık temelli bir şekilde vazgeçsin geçmesin, “mevcut kişi grup ve kurulları” dünya evine sokmak için “desti izdivaç” teklif edecekti.

“İşte Trotski ile Yonov’un uzlaştırıcılığının bütün ideolojik temeli bu çöpçatan karı görüşünden ibarettir. Birleşme meydana gelmediğinden yakınarak ah ile vah ile gözyaşları döküyorlarsa, bunu cum grano salis (yani büyük bir ihtiraz kaydıyla) anlamak gerekiyor.” (agy., s. 64)

Lenin, 1910’da yazdığı bir mektupta Kautski’nin yalan ve iftira dolu yazıları hakkında şöyle diyordu:

“Kautski Und Wurm (Kautsky ile Wurm)”un bile, Martov ile Trotski’nin yazıları gibi yazılarda hiç bir adilik, bayağılık görmediklerine yazık, hem de çok yazık. (….) Martov ile Trotski’nin sen misin demeden, hiçbir ceza görmeden “bilimsel” yazıcıklar düşürüyormuş gibi yalan söyleyip iftiraname yazmaları düpedüz bir rezalettir!” (agy., s. 74)

Lenin yine 1910 yılı M. Gorki’ye yazdığı bir mektupta, Trotski’nin yazıları hakkında şunları söyler:

“Trotski’nin ipiyle kuyuya inilmez. Trotski’nin “Worwarts”teki bayağının bayağısı yazısını protesto etmiştik biz Plehanov’la Kepenhag’da. Hele Rusya sosyal-demokratları arasındaki mücadelenin özü hakkında “Neue Zeit” dergisinde yayınladığı pisliği bir bilseniz!” (agy., s. 75)

“Rusya’da Parti içi Mücadelenin Tarihi Anlamı

“Trotski ve Martov’un “Neue Zeit” dergisinin 50. ve 51.ci sayılarında yayınlanan yazıları başlıkta gösterilen konuya değinmektedir, Martov Menşevizmin görüş açılarını açıklıyor. Trotski ise olağanüstü parlak laflarla Menşevizmin peşinden sürüklenip gidiyor. (…)

“(…) Martov ile Trotski Alman arkadaşlara üstünkörü Marksist rengine boyanmış liberal görüşlerini sunuyorlar.

“(…)

“Menşevizm ile Bolşevizmin, proletaryanın derinliğine kadar inebilecek kökler saldığını düşünmek boş hayallere kapılmak demektir” diyor Trotski. Bu laflar, bizim şu Trotski’mizin büyük ustası olduğu, borazan gibi öten, ama içi kof laflardan bir örnektir.” (agy., s. 78-79)

Gördüğümüz gibi Trostki, partiyi ve proletaryayı küçümsüyor. O parti ve o proletarya ki 1905 devrimini yapmıştır ve yedi yıl sonra 1917 devrimlerini gerçekleştirecektir. Demek ki Trotski, Rus proletaryası için, “Politik bakımdan henüz olgun olmayan” (Bakınız: agy., s. 78) nitelemesini yaparken büyük bir yanılgı içindedir, “(…) Bolşevizmin, proletaryanın derinliğine inebilecek kökler saldığını düşünmek boş hayallere kapılmak demektir” derken “boş hayaller” gören yalnızca kendisidir.

Bu değerlendirmeler onun proletaryaya ve devrime inançsızlığını göstermektedir.

Oysa aynı yazıda Lenin, “elbette, Rusya proletaryası Batı Avrupa proletaryasından çok daha olgundur. Rusya toplumunun tüm sınıfları arasında 1905-1907 yıllarında en büyük politik olgunluğu gösteren proletaryanın ta kendisidir, bir başkası değil.” diyerek İşçi Sınıfına ve devrime olan sarsılmaz inancını tekrar tekrar vurguluyordu.

Trotski, kendisini Alman devrimcilerine büyük göstermek İçin RSDİP (B)’ni küçümsüyordu. Partiyi etkisiz gösteriyordu. Böylece de aşağılık yalan ve iftiralarından birini daha yapıyordu. Lenin şöyle yazıyordu bu konuda:

“Trotski’nin partiyi küçük düşürmek ve kendini Almanların gözünde yükseltmek arzusunun ne gibi utanmazlıklara kadar varabildiğini şu örnek açıkça göstermektedir: Trotski Rusya’daki “işçi kitlelerinin” kendilerini “sosyal-demokrat partinin dışında (bunlarTrotski’nin kendi italik yazılarıdır) saydıklarını yazıp, sosyal demokrasi mevcut olmadan sosyal demokrat geçinen kimselerden” dem vuruyor.”

“(…) Alman okurları bu yorumun ne kadar ince bir hile ve hainlikle dolup taştığını akıllarından bile geçirmezler.” (agy., s. 86-89)

Lenin Usta, Trotski’nin bütün bu yazılarıyla Bolşevizmi tahrif ettiğini söylüyordu:

“Trotski Bolşevizmi tahrif ediyor, çünkü Trotski hiçbir zaman proletaryanın Rusya burjuva tarihindeki rolü hakkında az çok tutarlı sayılabilecek bir görüşe sahip olmamıştır.

“Ama devrimin tarihini tahrif etmek kat kat daha kötüdür.” (agy., s. 83)

Trotski o zamanki yazılarında devrim tarihini de tahrif ediyordu.

Lenin 1910’larda Trotski’nin bu parti düşmanı davranışlarıyla mücadele edilmesi gerektiğini belirtiyordu. Şöyle diyordu:

“(…) Trotski’nin bu parti düşmanı hareketlerini sadece meydana çıkarmakla yetinmemeli bunlarla mücadele de edilmelidir. Parti ve partinin yeniden örgütlenmesi davasına değer veren arkadaşlar en kesin bir biçimde, sırf fraksiyoncu ve dernekçi düşüncelerinden ve kendi çıkarlarından dolayı partiyi yıkmaya yeltenenlere karşı ne yapılmasını istedikleri yolundaki düşüncelerini açıklamalıdır.” (agy., s. 100-101)

Lenin Usta, yalancı, iftiracı, ikiyüzlü Trostki’nin tasfiyecilerden bile daha zararlı olduğunu söylüyordu:

“(…) Trotski ve kendisine benzer “Trotskistler ve uzlaştırıcılar”, tasfiyecilerden çok daha zararlıdır, çünkü hiç değilse kendi fikirlerine tam inanan tasfiyeciler bu görüşlerini düpedüz açıklar, işçiler ise yanılmalarım kolayca seçip fark edebilir, halbuki Trotski gibi beyler işçileri aldatıyorlar, kötü olanı örtbas etmeye çalışıyorlar, böylece hastalığın ortaya çıkmasına ve şifaya kavuşmasına olanak bırakmıyorlar. Trotski’nin grupçuğunu destekleyen herkes yalan ve işçileri aldatma politikasını, tasfiyecilik politikasını desteklemiş oluyor. Rusya’da bay Potresov ve şürekasının diledikleri gibi serbest davranmalarına göz yumma ve yaptıklarını yabancı ülkelerde bir takım “devrimci laflarla gizlemeye çalışma -işte “Trotskizm” politikasının özü budur. (…) Rusya’da ise legal olmayan faaliyete katılmak şöyle dursun, bu faaliyetle alay eden illegal partiyi yıkmaya çalışan bay Potresov’lar, Larin ve Levitski’ye yardım etmek, işte onların politikaları bu.

“Bugün Trotski, bay Lieber tipinden Bund’cularla (refarandumlarda bay Potresov’u resmen savunan, şimdi ise bu gerçeği unutturmak için kavga ve gürültüyü körükleyen aşırı tasfiyeci Lieber) Schwartz tipinden Litvanyalılar, Golos’çular ve başkalarıyla birlikte tıpkı böyle bir “anlaşmayı” tezgahlıyor. Bu konuda kimsenin kuşkusu kalmasın: Anlaşmalarının konusu, tasfiyecilerin himaye altına alınmasından başka bir şey olmayacaktır.

“Not: Bu satırlar artık dizilmişken, basında, Golos’çularm Trotski, Bund’cular ve Litvanyalı tasfiyeci ile “anlaşması” haberi çıkmıştır. Böylece söylediklerimizin doğruluğu ispatlanmış oldu. Bu anlaşma, Rusya’daki tasfiyecilerin himaye altına alınması hakkındadır, yani bay Potresov ve şürekası uşaklarının ve yardakçılarının anlaşmasından başka bir şey değildir.” (agy., s. 116-118)

Görüldüğü gibi, Trotski, her türden parti düşmanı ile rahatça anlaşabilmektedir. Dedik ya onun düşmanı Lenin ve Bolşeviklerdir.

Lenin, “Trotski devrimci lafları, tasfiyeciliğin, sahtekârlığını örtbas temek ve haklı çıkarmak için kullanıyor.” (agy., s. 120) derken son derece haklıydı.

Tasfiyeciler bildiğimiz gibi illegal partiyi tasfiye edelim. Onun yerine burjuvazinin de hoş göreceği legal bir reformist parti kuralım tezini savunuyorlardı.

Trotski de işte bu parti düşmanlarıyla birlikler kuruyor ve onları savunuyordu. Yine Lenin’i dinleyelim:

“Trotski ise tersine tasfiyecilerin legal yayın organlarında “ittifak kurma özgürlüğü” sloganının, illegal partiyi alaşağı edelim, Cumhuriyet için mücadeleye paydos sloganlarıyla birleştiklerini çok iyi biliyor. Trotski’nin zaten görevi bu: tasfiyeciliği örtbas etmek için, işçilerin gözlerine biraz kül serpmek.

“Trotski ile aslında hiç tartışılmaz, çünkü bu adam hiçbir görüşe sahip değildir, inanmış tasfiyecilerle ve geri-çağırıcılarla tartışmaya girişilebilir ve de girişilmelidir. Fakat hem bunların hem şunların hatalarını örtbas etme oyunu oynayan bir insanla hiç konuşulmaz: Bu gibilerin suratlarından sadece şu adi, yüzeysel diplomat maskesi koparılır, o kadar.” (agy., s. 122)

“Trotski’nin ise hiçbir zaman ve hiçbir şekilde herhangi bir “yüzü” olmuş değildir, topu topu liberallerden Marksistlere uçuşları, bir oyana bir buyana atılmaları, şuradan buradan birer kol koparırcasına kopardığı arkası gelmeyen laflar ve tok sesiyle ortaya atılan cümlecikler var, hepsi bu.” (agy., s. 141)

“Aslında özellikle tumturaklı, boş, bulanık cümlelerin kamuflajı arkasında, Trotski bilinçli olmayan işçileri büsbütün şaşırtarak, yeraltı konusuna değinmemekle, bizde liberal işçi politikasının olmadığı yolundaki iddiaları ile tasfiyecileri korumak istiyor.

“Başlarında Çheidze olan milletvekillerinin yedisine Trotski özellikle uzun uzun öğütler veriyor, parti ve yeraltı faaliyetinin en kurnaz bir biçimde nasıl inkar edilmesinin gerektiğini öğretiyor.” (agy., s. 142)

“Ve bu gerçek gösteriyor ki Trotski’den söz edilirken, ona “fraksiyonculuğun en kötü kalıntılarının temsilcisi” adını vermekte pek de haksız değiliz.” (agy., s. 153)

“Trotski’de ise hiçbir ideolojik-politik kesinlik yoktur, çünkü “fraksiyonen olmayışının” patenti sadece (aşağıda göreceğimiz gibi) bir fraksiyondan öbürüne ve tekrar gerisin geriye uçup buyana aktarma olma özgürlüğü anlamına gelir…

“Her parlayan şey altın değildir, diye bir deyim vardır. Trotski’nin laflarında parlaklık, gümbürtü çok, ama bunlar içerikten yoksundur.” (agy., s. 154-55)

Savunduğu, “aşırı sol sürekli devrim” teorisiyle köylülüğün devrimdeki rolü ve önemini görmezlikten gelen Trotski, aslında bilinçli işçilerin de düşmanıdır. Bilinçli işçilere de, savunduğu saçma görüşleri benimsemedikleri için hakaretler yağdırır Trotski. Lenin Usta, bu konuda şunları söyler:

“Trotski’nin kabul ettiği gibi, ilerici işçilerin, hem de birçok işçinin “Pravda” taraftarı olmaları gibi elim bir olayın sebebi nedir?

“Trotski’nin cevabı hazır: bu ilerici işçilerin “tam anlamıyla politik şaşkınlıkları” yüzünden.

“Bu  açıklamaya,   hiçbir diyeceğimiz yok,  Trotski için,   şu bütün beş yurtdışındaki fraksiyon ve tasfiyeciler için pek pohpohlayıcıdır. Trotski’nin en çok bayıldığı şeylerden biri, kendisi için okşayıcı olan, tumturaklı, atıp tutmalı cümlelerle, “Üstat tavırları takınarak”, tarihi olaylar hakkında açıklamalarda bulunmaktır. “Fazla sayıda ilerici işçi” Trotski çizgisiyle bağdaşmayan bir politik ve partili çizginin “faal ajanları” haline geliyorsa, Trotski bu sorunu çekinmeden, hemen ve düpedüz bir biçimde çözümlüyor: ne olacak, bu İlerici işçiler “politik şaşkınlık içindedir” oysaki o, Trotski herhalde “tam anlamıyla politik azim, açıklık içinde ve doğru çizgi üzerindedir!” Bu ne acayip iştir ki gene bu Trotski, göğsünü yumruklayarak, fraksiyonculuğu, dernekçiliği, aydınların kendi isteklerini işçilere zorla kabul ettirmek istemelerini yeriyor, bunları alaşağı etmek istiyor!..

“Gerçekten, bu gibi şeyleri okurken, insan ister istemez kendi kendine bu seslerin acaba hangi tımarhaneden geldiğini soruyor?

“ilerici işçilerin” önüne parti tarafından daha 1908 yılında tasfiyecilik ve tasfiyeciliğin eleştirilmesi konusu sürülmüştür. “Hizipçiliğin ne olduğu” ve tasfiyecilerin kimler oldukları, grupları ayrıntılı bir biçimde açıklanarak (“Naşa Zarya” grubu), partinin kuruluşunun ancak bu grup olmadan ve bu gruba karşı mücadele edilerek mümkün olabileceği konusu ancak Ocak 1912 tarihinde ele alınmıştı, yani iki yıldan fazla zaman önce. İlerici işçiler “ezici çoğunluklarıyla”, bu Ocak (1912) çizgisi taraftarı olduklarını açıklayıp onu desteklediler. Bu gerçeği Trotski kendisi, “elde etme” ve “çok sayıda ilerici işçi” sözleriyle kabul etmiş oluyor. Şimdi de işin içinden çıkmak için bu ilerici işçileri suçlayıp, onlar için “hizipçiler” ve “politik şaşkınlık içinde bocalayanlar” gibi küçük düşürücü sözler harcıyor.

“Henüz aklı yerinde olan insanlar bu gerçeklerden başka bir sonuç çıkaracaktır. Bilinçli işçilerin çoğunluğunun kesin ve belirli kararlar etrafında toplandığı yerde, fikir ve eylem birliği vardır, hem particilik hem de partinin ta kendisi de vardır.

“Ama işçiler tarafından “görevlerinden alınan” tasfiyecilerin, veya iki yıldan beri hiçbir şeyle Rusya’nın kitle işçi hareketinde bağlılığını ya da onunla ilişkisini ispatlayamayan, altı yedi kadar yurtdışındaki grubun olduğu yerde, evet tam böyle bir yerde hem şaşkınlık hem de hizipçilik vardır, şimdi, Pravdacı Marksistlerin kabul ettiği o “bütünün” kararlarını yerine getirmemeleri için işçileri kandırmaya kalkışan Trotski, işçi hareketinin örgütlenmesini bozmaya, karışıklık ve hizipçilik yaratmaya çalışıyor.” (agy., s. 158-160)

“Trotski’nin “fraksiyonculuğa karşı” oluşu, işçi çoğunluğunun iradesine karşı gelme, hem de en utanmaz bir biçimde karşı gelme bakımından hizipçilikten başka bir şey değildir.” (agy., s. 162)

1912’lerde, Rusya’daki bilinçli işçilerin ezici çoğunluğunun Bolşevikler ve Lenin’in etrafında toplanması, Trotski ve diğer tasfiyecilerin öfkelenmelerine ve bu işçi çoğunluğuna atıp tutmalarına neden oluyordu. Onlar kendilerini suçlayacak yerde, sınıf bilinçli işçileri suçluyorlardı.

Lenin Usta, Trotski’nin bu bitmek bilmeyen yalan ve iftira dolu gerici saldırıları karşısında, onu kulağından tutup, İşçi Sınıfına şöyle teşhir etmek zorunda kalıyordu:

“Yalnız bütün bunlar fazla ucuz değil mi? Bu silahlar sakın, Trotski’nin liseli öğrenciler önünde parladığı günlerden kalma bir cephaneden alınmış olmasın?

“Trotski’nin dargın olduğu şu “ilerici işçiler” ne de olsa kendilerine apaçık söylemesini isteyecekler: somut politik kampanyanın yukarıda aktarmış olduğumuz değerlendirilmesinde ifade edilen şu “mücadele ve kalkınma yöntemini” siz kendiniz uygun buluyor musunuz? Evet mi, hayır mı? Evet ise, o halde bu liberal işçi politikasıdır, bu Marksizme ve partiye ihanettir ve böyle bir politika varken “barış” veya “birleşme”yi, bu politikayı güden gruplarla tartışmaya kalkışmak, kendini ve başkalarını aldatmaktan başka bir şey değildir.

“Hayır mı? Öyleyse bunu da düpedüz söyleyebilirsiniz. Yoksa bugünkü işçiler artık boş laflardan korkmaz, bunlara şaşmaz, bunlarla yetinmez de.

“Söz buraya değinmişken bir de şunu söyleyelim: aktarılan bu laflarla tasfiyeciler tarafından vaaz olunan politika, liberal açıdan bile aptalcadır, çünkü Duma’da bir kanun tasarısının kabulü, komisyonda kâğıtlarını açmış Bennigsen tipinden “yerel yöneticiler-oktoberciler”e bağlıdır,

“Rusya’da eski Marksist harekete katılanlar bilirler, onlara bunu bir daha anlatmak gerekmez. Ama genç işçi kuşağı onu bilmez, bunun için ister istemez onlara Trotski’yi tanıtmamız gerekiyor, çünkü bu adam, aslında yine tasfiyecilerle parti arasında kararsız halde bulunan beş yurtdışındaki grupçuğun hepsi için de tipik bir kişidir.

“Eski “Iskra” zamanında (1901-1903), bu kararsızlara, “ekonomistlerden” “Iskracılara” ve tekrar gerisin geriye boyuna gidip gelenlere bir ad veriliyordu: ‘Tuşinski geçişi” (Eski Rusya’da, kargaşalıklar zamanında, bir cepheden başka bir cepheye kaçan savaşçılara “Tuşinski uçuşu” denilmekteydi).

“Biz tasfiyecilikten söz ederken, belirli ideolojik bir akımı kastediyoruz, bu akım yıllar boyunca giderek büyümüş, Marksizmin 20 yıllık tarihi süresince “Menşevizm” ile “ekonomizme” köklü olarak bağlı, belirli bir sınıfın politikası ve ideolojisine, liberal burjuvaziye bağlı bir fikir akımıdır.

“Tuşinski geçişleri” kendilerini bütün fraksiyonlardan üstün bilirler ve böyle ilan ederler, bunun tek sebebi bugün bir fraksiyonun yarın da başka bir fraksiyonun fikirlerini “benimsemeleri”dir. Trotski vaktiyle, 1901-1903 yıllarında inanmış bir “Iskracı” idi, Riyazanov da 1903 yılı kongresinde onun rolüne “Lenin’in sopası” demişti. 1903 yılı sonlarında Trotski -azgın bir Menşeviktir artık, yani Iskracılardan “ekonomistlere” geçmiştir; “eski ve yeni Iskra arasında bir uçurum vardır” diye bildiriler yayıp duruyor. 1904-1905 yılında Menşevikleri terk ediyor ve kararsız kalıyor, kâh “ekonomist” olan Martinov’la işbirliği yapıyor, kâh akla mantığa sığmayacak kadar sol olan “sürekli devrim”i ilan ediyor. 1906-1907’de Bolşeviklere yanaşıyor ve 1907 yılı baharında Rosa Luxemburg’la aynı çizgide olduğunu ilan ediyor.

“Bölünme döneminde, uzun, “fraksiyoncu olmayan” kararsızlıklardan sonra, gene sağa doğru sapıyor ve Ağustos 1912 yılında tasfiyecilerle bir blok kurmak istiyor. Şimdi gene onlardan uzaklaşıyor ama tekrar edip gevelediği fikirleri işin özüne bakılırsa, onların fikircikleridir.

“Bu tipler, Rusya’nın kitle halindeki işçi eylemi daha hızını kaybetmediği zamanlarda, her ufak grupçuk bir akım, bir grup, bir fraksiyon pozuna bürünebilecek kadar bol meydanın mevcut olduğu, yani her grupçuğun başkaları ile birleşmek istediğini söyleyen bir “devlet” rolünü takındığı zamanların, dünkü tarihi kuruluş ve oluşumların yıkıntısı, parçaları olarak kendine özgü bir nitelik taşımaktadır.

“Genç kuşakların, ne parti kararlarını hesaba katmak isteyen (bu kararlar 1908 yılından beri tasfiyeciliğe karşı olan tutumu kesinlikle tayin ettikleri halde), ne Rusya’daki çağdaş işçi eyleminin deneyine, (bu deney fiilen yukarıdaki kararlara dayanarak çoğunluğun birliğini meydan getirdiği halde) saygı gösteren, akıl almayacak bir takım iddialarla bir takım çıkışlarda bulunan insanlarla karşılaştıkları zaman, bunların aslında kimler olduklarım bilmeleri gerekiyor.” (agy., s. 177-179)

Yıl 1914. Trotski yine Lenin’e ve partisine karşı düşmanca tutumundan vazgeçmemiştir. Bu yıl yazdığı satırlarda Lenin bu konuda şunları yazıyor:

“Dost görünüşlü Trotski, düşmandan daha tehlikelidir.” (…)

“Trotski’nin bugüne kadar Marksizmle ilgili herhangi bir sorunla kesin ve sağlam bir görüşü olmamıştır. O, her zaman, şu ya da bu görüş ayrılığının yarattığı “yarıktan sızma” yolunu bulur ve ikide-bir taraf değiştirir. Şu anda Bundçuların ve Likidatörlerin dostudur. Ve bu bayların partiye karşı tutumları hiç de olumlu bir tutum değildir.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, s. 115-116}

TROTSKİ KAUTSKYCİDİR

Birinci Emperyalist Evren Savaşı Trotski’ye yeni oportünist dostlar kazandıracaktır. Bu dönemde Trotski, sosyal şoven ve sosyal emperyalisttir. Tabiî aynı zamanda da Kautskycidir. Çünkü 1914’lerde bu tezlerin patenti Kautski’ye aittir. Lenin Usta’yı izleyelim:

“Zürih’te aralık ayında başlamak üzere “Otklki” (Yankılar) adlı bir gazetenin çıkarılacağı vaat ediliyor (muhakkak ki tasfiyeciler artı Trotski olacak). Paris’te günlük S-r (Sosyalist-Devrimciler) gazetesi “Misi”  (Fikir)  çıkmaya başladı. (Lafı-güzaf hem de süper-adi takımında). Gazete bolluğu, aydınların cm çın öten cümleleri, bugün devrrrrrrimci, yarın ne olacakları belli değil (ne olacak, yarın  Kautski’yle  barışmaya  kalkışacaktır,   Plehanov’la  Rusya’daki  tasfiyeci “patriyot-şovenist-oportünist aydınlarla”da…)

“Rusya’da İşçi Sınıfında hiçbir şeyleri yoktur ve halen de yok. Onlara bir metelik için olsun inanılmaz.” (Leninizmin Düşmanı Trotskizm, s. 187)

Lenin Usta’nın dediği gibi, bu oportünist bayların Rusya’daki İşçi Sınıfı hareketiyle az da olsa bir bağları yoktur. Çünkü o dönemde (1914 sonlarında) Rusya’daki devrimci işçilerin beşte dördü Bolşeviklerin saflarında birleşmiş idi. Bu gerçekliği Lenin şu şekilde dile getiriyordu:

“Daha önce de söylediğimiz gibi, ne tasfiyeciler ne bir sürü yalancı grup (Plehanov, Aleksinski, Trotski ve başkaları), ne de sözüm ona “Milliyetlerden” (yani Rus   olmayan   azınlıklardan)   sosyal-demokratlar   bizim Ocak 1912 kongremizi tanımadılar.  Bize yağdırdıkları çeşitli küfürler arasında en sık tekrarlananı “Zorbalar” ve “Hizipçiler”di. Buna karşı bizim cevabımız gayet doğru olan ve objektif kontrolü mümkün kılan verilerin açıklanması olmuştu, bu veriler partimizin Rusya’nın bilinçli işçilerinin 4/5’ünü birleştirdiğini ispatlıyor. Karşıdevrim döneminde illegal çalışmaların bütün zorlukları karşısında bu oran az sayılmaz.” (agy., s. 194)

Lenin Usta, 1916 Martında yazdığı bir mektubunda Trotski’nin Kautsky’ci olduğunu tekrar vurgular:

“Trotski ile fikir ayrılıklarımız ne mi? Herhalde ilgilendiğiniz konu bu. Bir iki sözcükle anlatmaya çalışalım: Trotski Kautsky’cidir, yani Enternasyonal içinde Kautsky’cilerle, Rusya’da ise Çheidze fraksiyonu ile birleşmek isteyenlerden. Biz böyle bir birleşmenin şiddetle aleyhindeyiz.” (agy., s. 200)

Trotski’nin her türden, parti düşmanı sağcılarla bloklar kurduğunu Lenin Usta 1917’de Kollantay’a yazdığı bir mektupta yine şöyle dile getiriyordu:

“Noviy Mir”‘de, N.IV. ile Pavlov’ların zafer haberine ne kadar sevindikse (…), Trotski’nin N. İvi’e karşı açtığı mücadele için sağcılarla blok kurduğu haberine bir o kadar üzüldük. Ne domuz heriftir, bu Trotski, bir takım solcu lafı-güzaf, sonra tut da, Zimmerwald Solcularına karşı sağcılarla blok kur!! Bunu (sizin) hiç değilse “sosyal-demokrat’a” yazdığınız kısa bir mektupla kamuoyuna açıklamalı.” (agy., s. 205)

Usta, I. F. Armand’a yazdığı mektupta yine aynı konuda söyle diyordu:

“Trotski gelmiş ve bu aşağılık herif hemen sağ kanatla koklaşıp anlaşmış, yani “Novi Mir”in sağ kanadını Sol Zimmerwald’cılara karşı kışkırtmış!! Buna ne buyrulur?! Bak şu Trotski’ye hele!! Hiçbir yerde kendi biçimini bozmuyor. Kuyruk sallıyor, sağa sola, madrabazlık, sahtekârlık yapıyor, solcu pozlarına bürünüp, daha vakit varken sağcılara yardım ediyor…” (agy., s. 206-207)

Sanırız yukarıdaki satırlar Trotski’nin 1917’ye kadar nasıl oportünist bir çizgi izlediğini ortaya koymaya yeterlidir.

EKİM DEVRİMİ VE TROTSKİ

1917 Şubat devriminden sonra Trotski, Bolşeviklerle Lenin’e yaklaşmıştır. Ve Ekim devrimine Lenin’le birlikte isteyerek gitmiştir. Ama o dönemde bile Trotski, Leninizmle mücadeleyi bırakmamış, kendi oportünist tezlerini savunmaktan geri durmamıştır. Yani bir yandan Leninizmin çizdiği devrim planına uygun biçimde devrim yolundan yürümüş, bir yandan da “hem ağlarım hem giderim” biçimindeki gelinin türküsünü çağırmaktan kendini alamamıştır. Hem Leninizmin yolunda yürümüş hem de Leninizme sataşmayı, saldırmayı ihmal etmemiştir. Bu konuda, Stalin’in 1927 sonlarında kaleme aldığı aşağıdaki satırlarını okumamız aydınlatıcı olacaktır:

“Muhalefetin ülkemizde sosyalizmin zaferle kurulması olanağını yadsıdığı herkesçe bilinmektedir. Oysa muhalefet bu olanağı yadsımakla doğrudan doğruya ve açıkça Menşeviklerin konumuna kaymaktadır.

“Muhalefetin bu sorunla ilgili çizgisi onun mevcut liderleri için yeni bir çizgi değildir. Bu çizgi Kamenev ve Zinovyev’in ekim ayaklanmasına gitmeyi reddettikleri zaman izledikleri çizgidir. O zamanlar bir ayaklanma yapmakla yıkıma doğru gittiğimizi, Kurucu Meclisi beklememiz gerektiğini, sosyalizmin koşullarının olgunlaşmadığını ve kısa zamanda olgunlaşmayacağını açıkça belirtmişlerdi.

“Trotski de ayaklanmaya doğru giderken bu aynı çizgiyi benimsedi; çünkü Batıdaki muzaffer bir proletarya devrimi, az ya da çok yakın bir gelecekte, gereken zamanda yardım sağlamazsa devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında dayanabileceğini düşünmenin aptalca olacağını açıkça söylemişti.

“Gerçekten de, bir yanda Kamenev ve Zinovyev, öte yanda Trotski ve üçüncü safta Lenin ve parti, ayaklanmaya nasıl gittiler? Bu, hakkında birkaç söz söylemeye değecek çok ilginç bir sorudur yoldaşlar.

“Kamenev ve Zinovyev’in ayaklanmaya karşı ellerinde bir sopayla gittiklerini biliyorsunuz. Lenin ise, onları, partiden atmakla tehdit ederek sopayla kovaladı [gülüşmeler, alkışlar]; onlar da ayaklanmaya sürüklenmek zorunda kaldılar. [Gülüşmeler, alkışlar.]

“Trotski ayaklanmaya isteyerek gitti. Ama, içtenlikle değil, daha o zamanlar bile onu Kamenev ve Zinovyev’e yaklaştıran ufak bir koşul koyarak gitti. Trotski’nin, tam da Ekim Devriminden önce, Haziran 1917’de sanki ayaklanmaya kendi bayrağı altında gittiğini göstermek istermişçesine, eski broşürü “Bir Barış Programı”nın yeni bir baskısını Petrograd’da yayınlamayı uygun görmesi ilginç bir olgudur. Bu broşürde neden söz etmektedir? Tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanağı sorunu üzerinde Lenin’le polemiğe girişmekte, Lenin’in bu fikrini yanlış saymakta ve iktidarı almak zorunda olduğumuzu, ama muzaffer Batı Avrupa İşçilerinden zamanında yardım gelmezse devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında dayanabileceğini düşünmenin ümitsiz olduğunu iddia etmektedir ve her kim Trotski’nin eleştirisine katılmazsa ulusal darkafalılığa düşmüş olmaktadır.

“işte Trotski’nin o zamanki broşüründen bir parça;

“Başkalarını beklemeden, inisiyatifimizin öteki ülkelerdeki mücadeleye hız vereceğine tam olarak güvenerek, ulusal olarak mücadeleye başlıyor ve devam ediyoruz; ama bu gerçekleşmezse, -tarihsel deneylerin ve teorik görüşlerin tanıtladığı gibi- örneğin devrimci bir Rusya’nın tutucu bir Avrupa karşısında dayanabileceğini düşünmek ümitsiz olacaktır.” (…) “Ulusal sınırlar içinde bir sosyal devrim perspektifini kabul etmek sosyal-yurtseverliğin özünü oluşturan ulusal darkafalılığın tuzağına düşmektir.” (Trotski, 1917 Yılı, c. III, Kısım l, s. 90)

“işte yoldaşlar, Trotski’nin, Kamenev ve Zinovyev’le bugünkü bloğunun köklerini ve perde arkasını bize açıklamakta çok yararlı olan ufak koşulu buydu.

“Oysa Lenin ve parti ayaklanmaya nasıl gitti? Onlar da ufak bir koşul koyarak mı gittiler? Hayır, Lenin ve partisi ayaklanmaya hiç bir koşul koymaksızın gitti. İşte Lenin’in mükemmel makalelerinden, 1917 Eylülünde dışarıda yayınlanmış olan, “Proletarya Devriminin Askeri Programı” başlıklı makalesinden bir parça:

‘Tek ülkede sosyalizmin zaferi, bir darbede bütün savaşları tümüyle ortadan kaldırmaz. Tersine, savaşları öngörür. Kapitalizmin gelişmesi çeşitli ülkelerde son derece eşitsiz bir biçimde ilerler. Meta üretimi altında başka türlü olamaz. Bundan, çürütülmez olarak, sosyalizmin bütün ülkelerde aynı zamanda zafere ulaşamayacağı sonucu çıkar, öteki ülkeler bir süre için burjuva ya da burjuva-öncesi kalırlarken, sosyalizm, önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşacaktır. Bu, yalnızca anlaşmazlıklar değil, öteki ülkelerin burjuvazisinin, sosyalist devletin muzaffer proletaryasını ezmek için doğrudan doğruya bir çaba harcamasını yaratmak zorundadır. Böyle durumlarda bizim açımızdan bir savaş, meşru ve haklı bir savaş olacaktır. Bu, sosyalizm uğruna, öteki halkların burjuvaziden kurtulmaları uğruna bir savaş olacaktır.” (Lenin, “Proletarya Devriminin Askeri Programı,” Lenin Enstitüsünün Notları, Kısım 2, s. 7, 84)

“Görüyorsunuz ki, burada tamamen farklı bir çizgiyle karşı karşıyayız. Trotski, kendi başına ele alındığında, eğer dışardan vaktinde yardım gelmezse, proletarya iktidarının çok fazla bir şey ifade etmeyeceğini iddia ederek, onu Kamenev ve Zinovyev’e yaklaştıran ufak bir koşulla ayaklanmaya gittiği halde, Lenin, tersine, ülkemizdeki proletarya İktidarının öteki ülkelerin proleterlerinin kendilerini burjuvazinin boyunduruğundan kurtarmalarına yardım etmekte bir temel görevi yapması gerektiğini iddia ederek ayaklanmaya hiç bir koşul koymadan gitti.

“işte Bolşevikler, ekim ayaklanmasına böyle gittiler ve işte Ekim Devriminin onuncu yılında Trotski ile Kamenev ve Zinovyev, bunun için ortak zemin buldular.” (Stalin, Leninizm mi? Trostkizm mi?, s. 434-437)

BREST-LİTOVKS BARIŞ ANTLAŞMASI

DÖNEMİNDE TROTSKİ’NİN HATALARI

Bu dönemde bildiğimiz gibi Lenin, mümkün olan en kısa süre içinde Almanlarla bir barış antlaşmasının yapılmasından yanaydı. Çünkü, ordu onyıllardır süren savaşlardan artık bıkmış ve yorgun düşmüştü. Ordunun geniş tabanını oluşturan köylüler artık savaşmak istemiyordu. Savaşın kaçınılmaz bir biçimde bozguna yol açacağı apaçık görülüyordu. Lenin bu durumda savaşın sürdürülmesinin devrimin mahvına yol açacağını kesin bir biçimde görüyor ve göstermeye çalışıyordu. O dönemde yapılacak biricik doğru devrimci davranış Lenin’in işaret ettiği gibi Almanlarla barış yapmak ve içeride devrimin temellerinin güçlendirilmesini sağlamaktı. Şöyle diyordu Usta bu konuda:

“Sosyalist cumhuriyetin olağanüstü güçlü uluslararası emperyalizmden korunması gerekiyor. Bütün mesele, anayurdumuzu-sosyalist cumhuriyetimizi nasıl koruyacağımızdadır. Ordu savaştan son derece yorgun düşmüştür; at mevcudumuz öylesine tükenmiştir ki saldırı başladığında topçu donatımını taşıyamayız; Almanların Baltık Denizi adalarındaki durumu öylesine güçlü ki, hücuma kalktıkları takdirde, Revel ile Petrograd’ı silahsız da ele geçirebilirler. Böyle şartlarda savaşa devam edersek, kendimiz Alman Emperyalizmini olağanüstü derecede güçlendirmiş oluruz, barış antlaşmasını ister istemez imza etmek zorunda kalırız, ama o zaman da barış antlaşmasının şartları çok daha ağır olacaktır, çünkü bunu dikte edecek taraf biz olmayacağız. Hiç kuşkusuz hemen şimdi imzalamak zorunda olduğumuz barış, rezilce bir barış olacaktır, ama savaş başlarsa, hükümetimiz silinip süpürülecek ve barış antlaşmasını başka bir hükümet imzalayacaktır. Bugünlerde biz yalnız proletaryadan destek görmüyoruz, bizi destekleyen bir de en yoksul köylülük var, bu köylülük, savaşa devam edildiği taktirde, bize sırt çevirecektir.” (Leninizmin Düşmanı Trotskizm, s. 211-212)

Trotski ise bu dönemde saçma ve o ölçüde de tehlikeli sonuçlara yol açacak bir görüş savunuyordu. Trotski, orduyu terhis edelim ama barış antlaşmasını imzalamayalım, diyordu. Bu tez hiçbir mantığa sığmayacak denli tutarsız ve zırva idi. Bu, apaçık emperyalistlere teslim olmak sonucunu doğururdu. Barış antlaşması imzalamadan, ordunun dağıtılması başka ne anlama gelebilirdi. Lenin bu görüşü şöyle eleştiriyordu:

“Ama Trotski’nin teklif ettiği şey -savaşın bitirilmesi, barış antlaşmasının imzalanmaması ve ordunun terhisi- uluslararası politik bir gösteriden başka bir şey değildir. Ordularımızı geri çekersek Almanlara Estland Sosyalist Cumhuriyetini terk etmiş olacağız.” (agy., s. 213)

Trotski, bu son derece yanlış düşüncelerini yalnız savunmakla yetinmez, parti kararlarını çiğneyerek pratiğe de geçirmeye çalışır. 28 Ocak 1918’de Berst-Litovks’taki barış konferansı sırasında, Lenin’in kesin direktiflerine rağmen, barış antlaşması imzalamaya yanaşmaz. Tersine, kendi görüşü doğrultusunda davranır. Sovyet Hükümeti’nin, Almanya’nın ileri sürdüğü şartlarla bir barış antlaşması imzalayamayacağını, onlarla savaşı bitmiş sayarak ordularını terhis ettiğini açıklar. Aynı gün Trotski, merkez komitesine haber vermeden, Almanlarda 29 Ocaktan itibaren, savaş durumuna son verildiğini ve Rus ordularının terhis edildiklerini bildiren bir telgrafı, başkomutanlığa gönderir. Burada Trotski bir hile yapar. Ustası olduğu oyunlardan birini daha oynar: Barış antlaşmasının, imzalanmadığından hiç söz etmez. Yalnızca, Almanya ve müttefikleriyle savaş durumuna son verildiğini ve ordunun terhis edildiğini söyler. Bu satırlardan da, başkomutanlık -haklı olarak- barışın imzalandığı anlamını çıkarır ve emre uyarak, orduyu terhis etmeye başlar. 29 Ocak sabahı başkomutan Krilenko, emrindeki tüm birliklere, “barış antlaşmasının imzalandığını ve bütün cephelerde askeri harekâtın durdurularak orduların terhis edilmesini” bildiren bir telgraf çıkarır.

Lenin ve Merkez Komite bunun üzerine durumu öğrenir ve hemen davranışa geçer. Trotski’nin emrinin yerine getirilmemesi yani yok (iptal) edilmesi için aynı gün Lenin imzalı şu telgraf çekilir:

“Yüksek Başkomutanlık Karargâhına Telgraf

“Bugünkü tarihli düzenlenen barış ve bütün cephelerde ordunun terhis edilmesi konusundaki telgrafın elinizde mevcut bütün olanaklar kullanılarak hükümsüz bırakılması. Lenin’in emri.” (agy., s. 216)

Lenin yukarıdaki uyarı ile yetinmez. Aşağıdaki telgrafı da çeker:

Yüksek Başkomutanlık Karargâhına Telgraf

“Bütün ordu komiserlerine ve Bonç-Bruyeviç’e, ordu formasyonlarının çözülmesi ile ilgili Trotski ve Krilenko imzalı telgrafların alıkonulması emrini veriniz. Barış şartlarını henüz bildiremiyoruz, çünkü barış antlaşması fiilen imzalanmış değildir, özel bir izin verilinceye kadar barış konusunda gönderilen bütün telgrafları alıkoymanızı rica ederim.” (agy., s. 216)

Trotski’nin yaptığı bu provokasyon, Lenin ve onunla birlikte olan merkez komite tarafından anında müdahale edilerek etkisiz kılınmış olur. Ve bu olay, Lenin’in “Trotski düşmandan daha tehlikelidir” şeklindeki yıllar önce yapmış olduğu değerlendirmeyi bir kez daha doğrulamış (kanıtlamış) olur.

SENDİKALAR KONUSUNDA

TROTSKİ’NİN HATALI TAVRI

Trotski, hemen her temel konuda Leninizme karşı çıkmış ve yanlış tezler öne sürmüş bir kişidir. Ama bu tezlerinin hiçbiri bilimsel bir öz, devrimci bir öz taşımamıştır. Trotski Marksizmin devrimci ruhunu asla anlayamamıştır. Küçükburjuva anarşist (kariyerist) ruhu, onu hatadan hataya sürüklemiştir. Ve Trotski’nin, Leninizme karşı giriştiği her savaşı yenilgiyle noktalanmıştır. Fakat yenilgiler, onu yıldırmamış, Leninizmle savaşmaktan vazgeçmeye götürmemiştir. Kariyerist hasta ruhu, onu her dönemde Leninizmin karşısına dikmiştir. Trotski, bu tavrıyla, Lenin’in sonsuz hoşgörüsünü ve alçakgönüllülüğünü kötüye kullanmıştır. Lenin’in de, Parti’nin de zamanının ve enerjisinin boş yere ziyan olmasına yol açmıştır. Lenin’in, Trotski üzerine yazdıkları, daha doğrusu Trotski’yi eleştiren yazıları ortalama beş yüz sayfayı bulur. Lenin sonsuz hoşgörüsüne rağmen, bazen bu konuda şöyle acı acı yakınmaktan kendini alamamıştır:

“Yoldaş, Trotski’nin bütün savları, bütün broşür-platformları öyle bir nitelik taşıyor ki, hatalarıyla partinin dikkatini ve gücünü ciddi ve “üretici” işlerden çekip dağıtıyor ve boş, kof bir lafebeliğine çekiyor.” (agy., s.  317)

Sendikaların sosyalist toplumdaki görevlerini hiç anlamayan Trotski, şöyle antimarksist tezler ileri sürmekten çekinmemektedir:

“(…) Sendikal, birliklerinin yeniden örgütlenmesine hemen şimdi geçmeliyiz, yani her şeyden önce bu görüş açısından uygun yönetim personelini seçmeli ve yerlerine atamalıyız.” (agy., s. 263)

Sendikaların rolünü bilmediği gibi, kuruluş ve çalışma prensiplerini de bilmeyen Trotski’nin bu hatalı tezini Lenin Usta şöyle eleştirir:

“Buyurun, işte size su katılmamış bürokratizm! Trotski ile Krestinski sendikalara “yönetici personel seçeceklermiş!” (agy., s. 263)

“Sonuç: Trotski ve Buharin’in tezlerinde pek çok teorik hata vardır, pek çok prensip olarak yanıltıcı şey. Politik yönden bu işin böyle bir biçimde ele alınması bir nezaketsizlikten başka bir şey değildir.

“Yoldaş Trotski’nin “tezleri” politik yönden zararlı şeylerdir. Politikası, sonuç olarak sendikaların bürokratça tartaklanmasından başka bir şey değildir. Hiç kuşku yok ki, parti kongremiz bu politikayı yerecek ve reddedecektir.” (agy., s. 264-265)

Lenin’in, sendikaların görevi konusundaki görüşlerini, “Sosyalist Demokrasi” başlıklı tebliğimizde incelemiştik. O nedenden burada tekrar ele almayacağız, Trotski ise, yukarıda da söylediğimiz gibi, âdeti olduğu üzere, bu konuda da “boş ve kof” laflardan başka bir şey ortaya koyamıyor.

TROTSKİZM, MENŞEVİK PARTİ

ANLAYIŞINI SAVUNUR

Trotski’nin, 1903’ten 1917’ye kadar Menşeviklerle birlik olduğuna daha önce değinmiştik. Trotski, 14 yıl sürekli Menşevik örgüt anlayışını savunmuştur, 1917 Ekiminden sonra Bolşeviklere yanaşan Trotski, eski Menşevik görüşlerini bir türlü terk edememiştir. Çünkü Leninist örgütlenme anlayışı, onun küçükburjuva ruh yapısıyla çelişmektedir. Küçükburjuvazi bireycil davranışı özgürlük sanır. Kollektif davranışa gelemez. Kollektif bir otoriteye boyun eğemez. Oysa Leninizm kollektif düşünce, kollektif davranış demektir. Bu nedenden, Trotski hiç bir zaman Bolşevik olmamıştır, olamamıştır. Lenin, SBKP(B)’nin 13. Kongresi’ne yazdığı ve “Lenin’in vasiyeti” şeklinde adlandırılan mektubunda, Trotski’nin Bolşevik olmadığını bir kez daha vurgular.

Leninist parti, bildiğimiz gibi bir savaş örgütüdür. O nedenden Leninist partide, askeri disipline pek benzeyen demir disiplin vardır. Çünkü, parti ancak böyle bir disiplinle çalışırsa sınıfına ve diğer emekçi kitlelere önderlik edebilir. Üzerine düşen tarihî görevi ancak böyle bir disipline sahip olursa başarı ile gerçekleştirebilir.

Bu disiplinin özü, körü körüne itaat değildir. Bu konu yanlış anlaşılmasın. Partide, her üyenin parti politikasına ilişkin konularda söz ve eleştiri hakkı sonsuzdur. Fakat eleştiriler tükenip, kollektif bir karara varılınca, o karar artık, karar alan parti organının bünyesinde bulunan tüm üyeler için en kesin kanun olur. Hiçbir üye o karara uyma konusunda en küçük bir ikircilik geçiremez. Geçiren partiye karşı gelmiş olur. Ve parti dışına düşer. Parti organlarında azınlık çoğunluğa, alt organlar da üst organlara uymak zorundadır. Demir disiplin bu şekilde sağlanır ve uygulanır. Ancak böyle bir parti devrim yapabilir ve iktidara geldikten sonra sosyalizmi başarıyla kurabilir.

Trotskizm ise bu anlayışa tahammül edemez. Trotskizm küçükburjuvazinin otorite düşmanı (anarşist) ruh halini yansıtır, parti anlayışında. Trotskizme göre parti ayrı hiziplerden, bloklardan yani ayrı merkezlerden oluşmalıdır. Leninizm, tek merkezli yekpare partiyi savunur. Trotskizm ise çok merkezli, parçalı federatif partiyi savunur.

Leninizme göre her üye bağlı olduğu organın çoğunlukla aldığı her karara hayatı pahasına da olsa hiç duraksamadan uymak zorundadır.

Trotskizme göre ise, parti üyeleri, parti organlarının aldığı kararlara, ancak o kararları benimserlerse uymalıdır. Kararı benimsemeyen üyenin, o karara uyma zorunluluğu yoktur.

Trotskist parti, bir savaş örgütü değil, bir laklakıyat örgütüdür. Ya da bir münazara derneğidir. Bu anlayışla, Trotskist partiler halkı belirli bir amaç için doğrular etrafında birleştiremez. Harekete geçiremez. Çünkü kendisi tek merkeze, tek iradeye sahip değildir. Bu partilerde disiplinden eser bulunmaz. Zaten bu partilerin devrim yapmak diye, devrimci kavga diye bir derdi yoktur. Küçükburjuva aydınların gelip, yoruluncaya kadar çene çalıp sonra çekip gideceği yerlerdir Trotskist örgütler. Bu sakat anlayıştan dolayı da Trotskist hareket dünyanın hiçbir yerinde etkin bir örgütlü güç durumuna gelememiştir.

Bu bölümü bitirmeden önce, Leninizmin, partinin birleşik, yekpare, tek merkezli, tek iradeli olması ve hiziplere, hizip merkezlerine sahip olmaması gerektiğini kesin bir biçimde belirten, SBKP(B) Onuncu Kongre’sinin bu konuya ilişkin iki kararını anmakta yarar görüyoruz. Kararlar, Lenin tarafından hazırlanmıştır:

Kararın 6. ve 7. maddeleri şöyledir:

“Madde 6: “Kongre, şu ya da bu platforma dayanarak kurulmuş olan bütün grupların, istinasız, derhal dağıtılmasını emreder ve tüm örgütlerin her türden hizipsel açıklamaların olmamasını kesinlikle sağlamalarını buyurur. Kongrenin bu kararına uyulmaması partiden kesin ve derhal ihracı gerektirecektir.”

“Madde 7: “Parti içinde ve bütün sovyet çalışmalarında sıkı disiplin sağlamak ve tüm hizipçiliği ortadan kaldırarak azami görüş birliği elde etmek için, kongre, Merkez Komitesini, disiplinin ihlali ya da hizipçiliğin canlanması ya da hoş görülmesi durumunda (durumlarında), partiden ihraca ve ihraç da dahil olmak üzere tüm parti cezalarını uygulamakta ve Merkez Komitesi üyelerine ilişkin olarak, onları aday üye statüsüne indirmekte ve en son önlem olarak onları partiden atmakta yetkili kılar. (….)” (Aktaran: Stalin, Trotskizm mi, Leninizm mi?, s. 384)

Görüldüğü gibi Leninist Parti öğretisiyle Trotskist parti anlayışı akla kara gibi birbirine zıttır.

ENTERNASYONALİZM NEDİR?

Proletaryanın kurtuluş davası (kurtuluş hareketi) elbette uluslararası bir harekettir. Tek tek ülkelerdeki hareketler, o genel hareketin bir parçasıdır. Marksist-Leninistler bu gerçeği asla göz ardı etmezler. Tek tek ülkelerde zafere ulaşan proletarya hareketleri, emperyalist zincirin zayıf olduğu yerlerinden kırılmasıdır. Buralarda iktidara gelen proletarya, Lenin Usta’nın dediği gibi, “Devrimin bütün ülkelerde gelişmesi, desteklenmesi, uyanması için tekbir ülkede yapılabilecek olanın en çoğunu yapmalıdır.” (Proletarya ihtilali ve Dönek Kautsky, Aktaran: Stalin, s. 75)

Yani devrimin zaferini pekiştirmeli ve devrimin etkinliğini tüm topluma yaymalıdır. Bu da sosyalist üretimin örgütlenmesi ile gerçekleşir.

Tek tek ülkelerde iktidara gelen proletarya, ülkesinde sosyalist üretim ilişkilerini kurduktan sonra (yani sosyalizmi kurduktan sonra) benim görevim tamamlandı diyerek oturup beklemeye, istirahata çekilmeye kalkışmamalıdır. Dünyanın diğer bölgelerindeki devrimci kavgaları, kendi kavgası belleyip o kavgaların, içinde en aktif bir biçimde yer almalıdır. Yine Lenin Usta’yı dinleyelim:

“Tek tek ülkelerin; “zafere erişmiş proletaryası”, “kendi ülkesinde kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, diğer ülkelerin ezilmiş sınıflarını kendine çekerek, onları, sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı, (….) kapitalistlere karşı ayaklanmaya iterek, kapitalist dünyanın geri kalanının karşısına çıkmalıdır.” (Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine, Aktaran: Stalin, agy., s. 76)

Demek hem kendi ülkemizde sosyalizmi kuracağız hem de kendi devrimimizin dünya devriminin bir parçası olduğunu unutmayacağız.

Kendi ülkesinde sosyalizmi kurmakla, dünya devrimini tutmak Marksizm-Leninizme göre diyalektik bir bağla birbirine ayrılmaz bir biçimde bağlıdır. Bunu ayırmaya yeltendiğimiz anda hayatın ve bilimin dışına düşeriz. Demek, devrimci hareketin uluslararası niteliğini gözden kaçıran görüş ne denli saçma ve bilimsellikten uzaksa; tek ülkede sosyalizm kurulamaz diyen görüş de o denli saçma ve bilimsellikten uzaktır.

Uluslararası Proletaryaya kurtuluş davasında (savaşında) yol gösterecek olan biricik doğru teori, Marksizm-Leninizmdir. Bu gerçeklik iki artı iki eşittir dört ederce kesindir.


[1] Bkz: MK’nin Parti Toplantılarında, Parti Kongrelerinde ve Plenumlarındaki Sonuç ve Kararlarda SBKP(B), Bölüm II. 1941 s. 25-31, Kuşça, -Ed.

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir