Birliğe Varmanın Metot ve Biçimleri – BTDK Konuşmaları (6)

PDF İzle & KaydetYazdır

Birlik Tartışmalarını Düzenleme Kurulu (BTDK), sosya­listler arası birliğin teorik ve tarihsel arka planını, imkân ve şartlarını tartışmak üzere 12, 13 ve 19 Ağustos 1989 günlerinde toplanan 172 sosyalistin son toplantısında kuruldu. Toplantı ‘Temmuz ayı içersinde, çeşitli sosyalist dergilerde Sosyalistlere, başlığıyla yayınlanan deklarasyonu imzalamış olan 18 kişinin çağrısı üzerine yapılmıştı.  Tarihsel Maddecilik Portalı olarak, “Birliğe Varmanın Metot ve Biçimleri başlıklı Devrimci Mücadele Dergisi tebliğini sizlerle paylaşıyoruz.


Birlik Tartışmaları – 6, Birlik Düzenlemeleri ve Parti, Tebliğler, sayfa 44 – 74

Devrimci Mücadele Dergisi Tebliği
Birliğe Varmanın Metot ve Biçimleri

1900 Baharında şöyle yazıyordu Lenin Usta:

“Biz Rus Sosyal Demokratları birleşmeli ve tüm çabamızı, devrimci bir Sosyal Demokrat Program bayrağı altında savaş vermesi, hareketin devamlılığım sağlaması ve sistemli olarak onun örgütlenmesini desteklemesi gereken tek bir kuvvetli parti kurulmasına yöneltmeliyiz.” (Lenin, Iskra’nın Doğuşu, s. 9)

Usta’nın bu satırları, bugün bizler için söylenmiş gibidir. Biz de bugün tüm çabamızı, devrimci bir program zemininde, Marksist-Leninist grupların belirli prensipler çerçevesinde birleşmesini sağlamak ve tek bir kuvvetli parti kurmak için harcamalıyız.

Lenin Usta, yukarıdaki satırları yazdıktan 3 yıl sonra amacına ulaşıyor. Tabiî Rus Marksistleri de. 1903’te, bildiğimiz gibi RSDİP’in II. Kongresi’nde Leninist Parti hayata geçer. Ve dövüşmeye başlar. 14 yıl sonra da, o demir disiplinli Parti ilk Proleter Devrimi zafere ulaştırır.

Bizde ise 60 yıl önce kapanması gereken yuvarlar (gruplar) çağı, bir türlü kapanmaz. Gerçi 1920’lerde kapanır. Partiye varılır. Parti 40 yıl dövüşür. Ama sonunda yitiritir. Kıvılcımlının deyişiyle “40 yılın kazancı partiyi yitirmek” olur. Ve yeniden gruplar çağına dönülür. Dağınıklık ve gruplar anarşisi harekete egemen olur. Gruplar konağı bildiğimiz gibi ilkellik konağıdır. Bu konağı aşamadığımız sürece hareketin istenilen oranda gelişmesi ve güçlenmesi olası değildir. Önümüzde duran siyasi görevlerin üstesinden gelmemiz olası değildir. Ve de yerli-yabancı Parababalarının bizlere kurduğu tuzaklarından sakınmamız olası değildir. Eğer ilkellik konağını aşabilmiş olsaydık, yuvarlar anarşisi batağından kurtulabilmiş olsaydık ve modern savaş organizması olan partimizi yeniden örgütleyebilmiş olsaydık Parababaları 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerini böylesine kolayca göz göre göre tezgâhlayamazlardı. Hatta tezgâhlamaları belki de mümkün olmazdı. Eğer mümkün olsaydı bile, hareketimiz o faşist dönemlerden güçlenerek çıkardı.

Demek, çok derdin tek ilacı Proletarya Partisidir. Bu noktada hemen şu soru gündeme gelir; Nasıl bir parti?

Bu soruya verilebilecek tek doğru yanıt şudur. Gerçek anlamda Marksist-Leninist bir parti. Leninist prensiplere uygun olarak çalışan demir disiplinli bir parti. Proletaryanın öncü birliği olmaya hak kazanacak bir parti… Böyle bir parti her şeyden önce işine yaramayanı atıp, işine yarayanı alarak gittikçe büyüyen ve güçlenen canlı bir savaş organizmasıdır. Çünkü devrim bir savaştır. Devrim güçleriyle karşıdevrim güçleri arasında gerçekleşen bir savaştır. Bu savaşta devrim cephesinin özgücü (temel gücü) İşçi Sınıfıdır. Yedek güçler köylülük ve diğer küçükburjuva tabakalardır. İşte parti bu cephenin genel-kurmayıdır. Devrim savaşında, İşçi Sınıfı ve diğer halk yığınlarından oluşan devrim ordusunu yönetecek olan Kurmay Heyetidir.

Biz proletarya devrimcileri, iktidarı barışçı yollardan almayı kuşkusuz ki tercih ederdik. Ancak bu bize bağlı bir şey değildir. Bize şiddeti dayatan burjuvazidir. Burjuvazi, iyilikle bize iktidarı vermez. O, sömürüsünden ve ayrıcalıklarından isteyerek vazgeçmez. Tarih bize burjuvazinin hep böyle davrandığını göstermektedir. O nedenden, devrimciler her olasılığı hesap ederek örgütlenmek zorundadır, işte bu konuda Lenin Usta’nın uyarısı:

“İşçi Sınıfı, şüphesiz ki iktidarı barışçıl yollardan ele geçirmeyi tercih ederdi (bu iktidarın ancak sınıf mücadelesi okulunda eğitilmiş örgütlü İşçi Sınıfı tarafından gerçekleştirileceğini daha önce belirtmiştik), ancak, iktidarın devrimci yoldan ele geçirilmesini reddetmek proletarya açısından hem teorik hem de pratik-siyasal açıdan ihtiyatsızlık olur ve bu da burjuvazi ve bütün mülk sahibi sınıfların önünde utanç verici bir geri çekilmeden başka bir şey değildir. Çok muhtemeldir -ve hatta en muhtemelidir- ki burjuvazi proletaryaya barışçıl bir taviz vermeyecektir, fakat belirli anda ayrıcalıklarını savunmak için zora başvuracaktır. O zaman da proletaryaya amaçlarını gerçekleştirmek için devrimden başka bir yol kalmayacaktır.” (Lenin, Proletarya Partisi Üzerine, s. 22)

Lenin bu satırları 1899 sonunda yazmıştı. Usta’nın bu dâhice öngörüsü, geçen 90 yıllık süre içinde gerçekleşen devrimler tarafından tekrar tekrar doğrulanmıştır. Burjuvazi bu süre içinde gerçekleşen onlarca devrimde hep zora başvurmuştur. Ayrıcalıklarını şiddet kullanarak korumak istemiştir. Proletaryaya hep şiddeti dayatmıştır. Proletarya için bu durumda burjuvazinin şiddetine karşı misliyle karşılık vermekten başka bir çıkar yol kalmamıştır. Yani Proletaryayı bu yola girmeye burjuvazi zorlamıştır.

Teorik öngörüyle birlikte bu tarihsel gerçekleri de göz önünde bulundurmak durumunda olan biz devrimciler partinin bir savaş örgütü olması konusunda -her türlü mücadeleyi bile verecek bir yapıya sahip olunması konusunda- elbette titiz davranmak zorundayız.

Lenin yine 1915’te bu konuda şu net uyarıyı yapar:

“Sosyalist Partiler tartışma kulüpleri olmayıp savaşan proletaryanın örgütleridir (…).” (agy., s. 70)

Parti bir savaş örgütü olunca, orada askeri disipline pek benzeyen, proletaryanın demir disiplini geçerli olmalıdır. Yoksa sürdürülen savaş zaferle sonuçlandırılamaz.

Lenin Usta, 1920 Nisan-Mayıs’ında, “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” adlı eserinde bu konuda şunları yazıyordu;

“Kuşkusuz şimdi hemen herkes anladı ki partimiz içinde en sert ve gerçekten demir gibi bir disiplin üstün gelmeseydi ve partimize bütün İşçi Sınıfı kitlesinin, yani onun geri tabakalarına önderlik edip bu tabakaları yanında sürükleyebilen düşünen, dürüst, kendini feda eden ve etkili elemanlarının, tam ve karşılıksız desteği olmasaydı, Bolşevikler bırakınız ikibuçuk yıl, iki buçuk ay bile iktidarda kalamazdı.” (agy., s. 69)

Demek bize gerekli olan bir reformist düzen örgütü değil, bir devrimci savaş örgütüdür. Bildiğimiz gibi şu sıralar her türden reformistler geniş, birleşik, federatif ve demokratik bir parti ya da partiler kurmayı düşlüyorlar.

Lenin, 1903 yılında, bunların benzerlerini, şöyle teşhir ve mahkûm ediyordu:

“Reform ve sınıflar arası işbirliği yolunu barış içinde izleyecek büyük bir birleşik demokratik parti düşleyen oportünizm ve revizyonizm- işte bu en yeni burjuva demokrasisi çeşidinin şeylere bakış biçimi.” (agy., s. 62)

Lenin, yukarıdaki satırları, sanki bizim reformist ve revizyonistler için yazmış değil mi?

Şimdi, gelelim, gerçek devrimci Proletarya Partisinin “demir disiplini”nin pratikte nasıl sağlanacağına… Yani bu disiplinin pratikte hangi biçimler içinde gerçekleşeceğine…

Bu konuyu en Özet biçimde H. Kıvılcımlı’nın aşağıdaki satırlarından öğrenebiliriz:

“(…) sosyalist otorite denilen bilinçli proleter disiplini kurmak, ancak, Örgütçül pratiğe ve gerçek Teori anlayışına dayanmakla gerçekleşebilir.

Sosyalist Örgüt Pratiği: Matematik kuralı kadar kesin prensiplere uyar. Örgüt pratiği, Proletaryanın Politik Partisini çelik çekirdek yapmadıkça gerçekleşemez. Proletarya Partisi, Tüzük gücü ile yürür. Tüzük, Amaç maddesiyle bütün Programı özetledikten sonra, en çok Üye olmak bölümünde açık ve kesin olur. Programı iyice bilmek ve yaymak, hatta aidatını düzenlice ödemek, Parti üyesi için değil, Parti sempatizanı için bile yeterli olamaz.

“Parti üyesi her şeyden önce bir Parti Organı içinde canlı ve disiplinli düşünüp davranan kişidir.

Organ: Belirli gün, belirli gündemle toplanan, belirli işbölümü yaparak, disiplinli tartışma sonucu çoğunlukla alınmış kararı mutlak uygulayan; ve bu canlı düşünce-davranışı hem yerce, hem zamanca, bir saat düzenliliği ile sürdüren; yukarıya ve aşağıya bağımlılığı bağımsızlığı ile yarışan bir bilinçli örgüt bölümüdür. Canlılığı: Parti içinde olduğu denli, Yığın içinde de bilimcil düşünce ve davranışta öncülüğü ile ölçülür.

Disiplin: Her şeyden önce, girişim (inisiyatif: teşebbüs kaabiliyeti) temeline dayanır. Girişim gücünü körelten her kural, proletarya disiplini değil, “körü körüne itaat” isteyen, Partiyi inmelendiren burjuva otomatlığıdır. Girişim ışığı altında proletarya disiplinin başlıca 4 ayağı şunlardır:

“l- Organda eleştiri hakkı sınırsız, oy hakkı her kişiye bir tektir.
“2- Yetki ve sorumluluk: (Sınam +Bilgi+Enerji)ye, yalnız kararla verilir ve alınır.
“3- Tartışma: mutlak organ içinde, şahsiyata dökülmeden, prensipcil ve yapıcı, pratik, somut, ilerletici, karara dek yapılır.
“4- Karar: gelecek karara dek ilgililer için mutlak uygulanan kanundur.

“Partiden çıkarılma başlıca 4 nedene dayanır:
“l- Karyerizm (mevki hırsı),
“2- Organ dışı eleştiri,
“3- Karara uymamak,
“4- Program ve Tüzük dışılık ve Provokasyon.

“Bu en ilkel prensipleri göz önüne almayanın, bir proletarya partisinden söz etmesi veya proletarya partisine girmesi, eğer provokasyon ve bozgunculuk değilse, düpedüz anarşistliktir.” (Kıvılcımlı, Devrim Zorlaması…, s. 440-442)

Proletarya Partisinde “demir disiplini” sağlayan Leninist kurallar bu yalın, açık ve kesin kurallardır işte.

PARTİ VE TEORİ

Her gerçek devrimci parti elbette ki devrimci bir teoriye dayanacaktır. Ya da devrimci teori ile silahlanacaktır. Başka türlü söylersek devrimci teorinin ışığında yol yürüyecektir. Bu teori Marksizm-Leninizmdir. Marksist-Leninist ideolojiyle donanımlı olmayan bîr parti doğru bir önderlik yapamaz. Sınıfını iktidara getiremez, iktidara gelmiş partiler bile bu teoriden uzaklaştıkları anda hatalar yapmaktan ve giderek kitlelerden kopmaktan kendilerini kurtaramazlar. Kitleler üzerindeki saygınlıklarını, güvenilirliklerini ve etkinliklerini yitirirler. Ve giderek bir hiç olurlar. Doğu Avrupa’da ve Sovyetler Birliği’nde yaşanan olaylar bunun kanıtıdır.

Burada Lenin’in “Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olamaz” (Ne Yapmalı?) tezini hatırlamadan geçmemeliyiz.

Yine Lenin, aynı ünlü eserinde; “(…) sadece, öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teoriyi kendine kılavuz edinmiş olan bu parti tarafından yerine getirilebileceğini” söyler.

Teorik boşluk, teorik kofluk ve teorik iflas bir hareketin var olma hakkını ortadan kaldırır. Yanlış bir teorik çizgi izleyen partiler (hareketler) eninde sonunda yenilmeye, dağılmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar. Bu, kesin bir gerçekliktir.

Bütün bu saydıklarımızı Özetlersek: Devrim yapan ya da devrimci hareketi zafere götüren biricik doğru teori Marksizm-Leninizmdir. Öyleyse devrimci partiler yollarını şaşırmamak ve siyasi önderlik rollerini başarıyla gerçekleştirebilmek için bu teoriyi kendilerine rehber edinmelidirler.

Şimdi, bu konuda, Kıvılcımlı’nın aşağıdaki satırlarının okunmasında yarar görüyoruz:

Örgüt, Teorinin Pratiğe uygulanmasıdır. Örgütsüz teori havada asılı kalır. Teorisiz Örgüt, havasız yaşamak isteyen canlıya benzer. Örgüt bir lamba ise, Teori onun yağıdır. Ne yağsız lamba ışık verir, ne de lambasız yağ ortalığı aydınlatır. Örgüt ampule, Teori elektrik akımına benzer. Ampulden geçmeyen elektrik de, elektriksiz ampul de ne ışık, ne ses, ne ısı, ne hareket vermeye yeterli olamaz.

“Ancak, biliyoruz: bütün elektrik aletleri, cihazları, elektrik enerjisinin keşfinden sonra İcat edilmişlerdir. Onun gibi, en iyi örgütler de ancak, en doğru teoriden sonra kurulabilmişlerdir. Teori ile Örgüt’ün karşılıklı etki-tepki diyalektiği ne olursa olsun, insan denilen makinenin etken verimliliğinde öncelik, her zaman Teoriye düşer. Çünkü insan, Engels’in dediği gibi: yerken içerken bile, önce o işlemin düşüncesini kafasında tasarlar,

‘Türkiye’de sosyalizmi bir sürü Derebeyi, Burjuva ve Küçükburjuva anarşistlerinin türlü sapıklıklarından kurtaracak örgüt için de, birinci adım, önce kafa disiplini ve düşünce otoritesi yaratacak olan doğru ve sağlam Teori ile atılabilir. Türkiye’nin Sosyal Devrimler alanına en geç gelmesi, dünya ölçüsünde sınanmışları bir daha sınamasını olasılaştırabilir. Yeter ki, Teori’nin ne olduğunda yanılınmasın.

“İnsanı bütün öteki hayvanlardan ayıran yanı, Sosyal-Teorik bir yaratık olmasıdır. Bunu Tarihin her aşamasında görmemek elden gelmez. Teori ile en az başı hoş olan Barbarlığın en etken olduğu çağlara dikkat edelim. O insanlığın en kargaşalı (en anarşik) ve en karanlık (en bilinçsiz) bulunduğu çağlarda, en çimçiy ham güce dayanan Pratik Otoriteler (Derebeyilik Uluları) yalnız ve ancak Teorik Otoriteye (örneğin: Krallar Hıristiyanlık Kilisesine, Padişahlar İslamlık Şeriatına) yaslanabildikleri ölçüde Gerçek Otorite (Kral veya Şah) olabilmişlerdir.

“Onun için, Derebeyi artığı Türkiye’de (olmaz öyle şey ama) Sosyalizme Kral veya Padişah mı olunmak isteniyor? Görünen budur. Her köşe başında Sosyalizmin Kralı yahut Padişahı olmak isteyenlerin kulakları yahut kuyrukları titreşip duruyor. Bu gibilerin, kendilerini değilse bile, çevrelerini hastalığa bulaşmaktan kurtarmanın birinci İlacı şu gerçeklikte toplanır: Zamanı için ve kendine göre az çok oturaklı ve tutarlı bir Teorik Taban bulunmadıkça, insanoğlu, hiçbir yerde, hiçbir zaman oturaklı ve tutarlı bir Pratik Otorite kuramamış, hele hiç sürdürememiştir.

“İnsancıl her alan için doğru olan bu kuralın, Özellikle Proletarya Sosyalizmi için en büyük yamanlığı ve keskinliği büsbütün doğrudur. Sosyalizmde Türkiye’nin otoritesi olmak isteyenlerin çoğu o doğruyu genel ve soyut olarak az çok biliyorlar. Onun için hemen hepsi “Teori” adına konuşuyorlar. Bir eksikleri var: Teoriyi, herkesten iyi kavradıklarını sandıkları için, bilmiyorlar. Bilmemekten de kötü olarak, teoriyi metafizik ve skolâstik biçime sokuyorlar.

“Dünya ölçüsünde otorite olmuş düşünür ve davranırların teorik yazılarını ne denli çok iyi ezberler, hele tekrarlarlarsa, Türkiye ölçüsünde o denli büyük, yanılmaz teorici olabileceklerini umuyorlar. Aldanıyorlar. Yalnız kendileri aldanmakla kalsalar, “Yanılmaz Papa”lıkları onlara helal edilebilirdi. Ne yazık ki, o skolâstiği çevrelerine de yayarak, şimdiye kadarki kuşakların düştükleri çukura yeni kuşaklan da düşürme istidadını körüklüyorlar. Bu kadarı “ağın” oluyor.

“Bilimcil Sosyalizm için, Teori, her şeyden önce Derebeyi Skolâstiği ile Burjuva Metafiziğini yok etmektir. Teori, her şeyden daha keskin Diyalektik metot ve mantıktır. Teorinin diyalektiği: elbet uluslararası bir değer olmaktır. Ama, uluslararası bir değer olmanın tek yolu da, her şeyden önce ulusal bir değer yaratmaktır. Kapitalizmde insanlık eşitsiz gelişim kanunu ile, ayrı ulus gerçekliklerine parçalanmıştır. Onun için, her ülke, ötekilerinin yarattığı bütün teorik değerleri iyice sindirecektir. Ama bu, uluslararası teoriyi sindirim, Teori’nin yalnız bir kanadıdır, öbür kanat, her ülkenin kendi sosyal orijinalitesi’nde yatar.

“Bizde, bütün sosyalistlerimizin basamak basamak kendi çaplarında boyuna anarşistleşmeleri (otorite kırıcı megaloman disiplinsizlikleri) hep, yalnız derme çatma, çıraklıkta pişmemiş, uluslararası “teori” tek kanadı ile şahane uçuşlar yapmıya kalkışan acayip kuşlar oluşlarından ileri geliyor. Oysa, bu aşama, kırk yıl öncede kalmalıydı. “Cin olmadan adam çarpmak” modası artık geçmelidir. Yeraltı, dünyadan başka yıldız değildir.” (Kıvılcımlı. Devrim Zorlaması s. 442-444)

Şimdi gelelim bu partinin nasıl örgütleneceği sorununa. Başta da söylediğimiz gibi Parti kurulmuş, 40 yıl dövüşmüş ve 1957’de dağılışa uğramıştır. Dolayısıyla bugün yapılması gereken bir reorganizasyondur.

Peki bu iş nasıl başarılacak? Bunun yolu yöntemi, biçimi nedir?

Bu sorunun cevabını da Kıvılcımlı bundan 20 sene önce vermiştir. “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” adlı kitapçığında Türkiye devrimcilerine, mümkün olan en açık biçimde bu görevin nasıl başarılacağını anlatmıştır, Kıvılcımlı. O zamanlar Türkiye devrimcileri, bu çağrıya kulaklarını tıkamışlardır. Ve çağrı gereken ilgiyi görmemiştir. Bunun nedeni, devrimci hareketin, küçükburjuva aydınlar ortamının dışına çıkamamış, İşçi Sınıfı saflarına girememiş olmasıydı.

Devrimciler, aradan 20 yıl geçmiş olmasına ve bu sürede iki kez faşizm cehennemi içine yuvarlanmış bulunmalarına rağmen, hâlâ gerekli dersleri çıkarabilmiş ve istenilen olgunluğa ulaşmış değildirler. Bu nedenle de söz konusu broşür, Kıvılcımlı’nın diğer tezleri gibi layık oldukları ilgiyi ve saygıyı görmemiştir. Çünkü, hareket yine Babil artığı küçükburjuva aydınlarımız ortamındadır. İşçi Sınıfının sosyalist harekete geniş bir katkısı henüz söz konusu değildir. Ama yavaş da olsa İşçi Sınıfımız sosyalizme ilgi duymaya başlamıştır. Artık, tek tek de olsa İşçi Sınıfı saflarından, devrimci harekete gönül veren insanlarımız çıkmaktadır. Sayıları henüz çok küçük bir azınlık da olsa proletarya saflarından çıkmış ve kendini devrime adamış insanlarımız vardır artık. Bu insanların sayılarının artması, doğru teorinin üste çıkmasında belirleyici etken olacaktır. Çünkü küçükburjuvazi hava adamıdır, İşçi Sınıfından çıkan devrimcilerin sayısı artınca, küçükburjuvazi de bu durumdan etkilenir. Proletarya saflarından gelen devrimcilerin yarattığı olumlu havanın etkisine girer. Yani o havaya kapılır, İşçi Sınıfımızdan gelme devrimcilerinse, doğru devrimci teoriyi bulmada olağanüstü yetenekleri vardır. O nedenden devrimci saflardaki proleterlerin sayısı arttıkça, Kıvılcımlı’nın tezlerine olan ilgi ve saygı da artacaktır. Bundan asla kuşkumuz yoktur.

Artık Kıvılcımlı’nın, Türkiye’deki Marksist-Leninst grupların hangi metot ve biçimlerle birleşebileceğini açıkça ve kesince ortaya koyan söz konusu broşürünü okuyabiliriz.

“ÇAĞRININ YANKILARI

“Yankılarım şu bölümlerde özetlenebilir:

“I. Sosyal gerçekliğimiz;
“II. Örgüt anlamı;
“III. Örgüt tabanı ve çatısı;
“IV. Örgüt güdümü;
“V. Dağınıklığa derlenildik;
“VI. Özel bir Eleştiri;
“VII. Parola: Anarşi yok!.. Büyük Derleniş!..

1. SOSYAL GERÇEKLİĞİMİZ

“Üç noktada toplanıyor.

“l- Egemen Sınıflar:

“20’nci Yüzyıl Türkiye’sinde 2 gerici sömürgen sınıf vardır. Biri, Batı’daki egemen sınıfların (Finans-Kapitalin) aynıdır. Ötekisi: (Tefeci-Bezirgân Sermaye) bize mahsustur.

“a) Modern Finans-Kapital Zümresi (Batı’da tek başına mutlak egemen sınıf), Türkiye’de 5-10 büyük Merkez’in, 30-40 Şirketi içinde yuvalanmıştır. Birkaç 100 kişidir. Gerici sömürgenliğin Özgücü olur.

“b) Antika Tefeci-Bezirgân Sınıf (Batı’da kökü kazınmış sınıf), Türkiye’de 5-6 yüz Kasaba’da çöreklenmiştir. Eşraf ve Agavat adlı birkaç 1000 kişidir. Gerici sömürgenliğin Yedek Gücü olur.

2. Egemen Politika ve Örgüt:

Türkiye’de tüm egemen gerici sömürgenlerin rakamla sayıları, son istatistiklere göre, 2 bin 500 kişiyi geçmez.

“a) Nasıl oluyor da 70.000 kişide l kişi olan Finans-Kapitalistler çetesi, 16.000 kişide l kişiyi geçmeyen Tefeci-Bezirgânlık şebekesi ile kenetleşince: Bütün Memleket imiş gibi görünebiliyor.

“b) Şunun için ki, gerici sömürgenler, Tabanda Üretici güçlerini, Üstyapıda Devlet güçlerini (ikide bir böbürlendikleri gibi) Anayasa ve ‘‘Meşru” Kanunlarla değil, domuzuna Örgütlü ve domuzuna Gizli çalışan telli kurşun ve yalın süngü gücüne dayandırılmış Kanunsuzluklarla Tekelinde tutuyor ve Tahakkümü sürdürüyor.

3. Egemen Metot ve Örgüt:

“Finans-Kapital Loca-çetesi, Tefeci-Bezirgân Lonca-Tarikat ağalarıyla avladığı 35 milyonluk Türkiye Halkını Oy Davarı gibi kullanabiliyor. Niçin?

“a)  Çünkü: 3 milyonu aşkın İşçi Sınıfımızın bir buçuk milyonunu, Gizli CIA ajanı Sendika Gangsterlerine tutsak ve sağmal etmiştir.

“b) Çünkü: 3 milyonu aşkın Üretmen Köylülüğümüzü, Gizli CIA ajanı Tarikat Yobazlarına kıskıvrak bağlatıp yeyim etmiştir.

“Demek, gerici sömürgenler, Türkiye Yığınlarını da, (ikide bir böbürlendikleri gibi) “Hür seçimler” ve “Milli irade” ile değil, en domuzuna Örgütlü ve en domuzuna Gizli acı kurşun ve zağlı süngü gücüne dayanan Kanunsuz vurgunlar, çapullar mekanizması ile Tekelinde tutuyor ve Tahakkümünü sürdürüyor.

II. ÖRGÜT ANLAMI

“Üç noktada odaklaşıyor.

4- Ağır basan sonuçlar:

“Egemen Sosyal Gerçekliğimizin, kaçınılmazca dayattığı ortak sonuçlar açıktır.

“Sosyal Gerçekliğimizi nasılsa öylece, zerresini maskelemeksizin, tümüyle ve dupduruca kavramayan herhangi düşünce ve davranış, uykudagezer ajitasyonundan öteye geçemez.

Yerli-Milli Finans-Kapital, ne denli yabancı Masonik Milletlerarası Finans-Kapitalin ve CIA Enternasyonalizminin Kozmopolit (Millet+Vatan) satıcı gizli çetesi gibi çalışıyorsa; Türkiye Sosyalizmi de en az o denli (Millet+Vatan) savunucusu olarak, yerli yabancı gizli ajanların maskelerini düşürüp kendilerini tecrit etmek kutsal görevi ile Ordulaşmalıdır.

“Ordulaşma tekniğinde ister “Devrimci”, ister “Sosyalist” olsun hiçbir ciddi eğilim, ancak ve yalnız: “Çivinin çivi ile sökülebileceğinde” en ufak bir hayale kapılmamalıdır.

5- Çok Derdin tek İlacı:

“Çağrının otokritik biçimli (olumsuz) itiraflar bilânçosu 8 maddeye sığdırılabilir,

“a) Yapı olumsuzlukları:

“1- Teorice: eğitim “doyurmaz”;

“2- Kadro; “önemle yetersiz”;

“3- Disiplin (Birlik -Dayanışma): “yok”.

“b) Eylem olumsuzlukları:

“4 – Propaganda (Aydınlık) “Kadroyla bağları çürük”;

“5- Ajitasyon (Kurtuluş): “Ekip çalışmasız”;

“6- Hareket Kolları: “Bağsız”.

“c) Etki olumsuzlukları:

“7- TİP içinde çalışmalarda “olumsuz etkiler”;

“8- İşçi-Köylü arasında “olumsuz etkiler”;

Bütün bu 8 başlı olumsuzluklar hastalığının tek ilacı: Proletarya Partisi içinde örgütlenmektir.

6. Proletarya Partisi:

“Çocuk 50 yıldan beri doğmuş, adı konulmuştur.

“a) Ona hâlâ “Aydınlık Merkezi İrtibat Kurulu” gibi bölük pörçük adlar takmak: “Mujiğin çakmaklı tüfekle savaşa gitmesi”ni ebedileştirmek, 40 yıl önce mahkûm edilmiş Primitivizmden (ilkellikten) kurtulamamaktır. Ne isteniyor? Ne zannediliyor? Bineni hemen iktidara, hiç değilse ün doruğuna çıkaracak Tahtırevan mı? Öylesi, Finans-Kapitalin el altından beslemesi olur. Elbet gerçek Proletarya Particiliği nankör iştir.

“b) Proletarya Partisi: her şeyden önce kişicil hesaplar, tarikatçıl keyif ve keramet ötesi, en sıkı bilimcil determinizm ve feragat ister; Minima-Maksima Programda ve kılıçtan keskin Tüzükte determinizm; üye Seçiminde-Kontrolünde determinizm; saati, yeri belli Toplantısında (gündeminde-tartışmasında-çoğunlukla kararında-toptan aksiyo­nunda) en sistemli determinizm…

“c) Proletarya Partisi: Her gün yeni bir “iskizogoni” ile ortasından çatlaya çatlaya parçalanarak çoğalan tekil hücre değildir. İçine yarayanı alıp, yaramayanı atarak büyüyen bütünlemesine canlı savaş organizmasıdır.

III. ÖRGÜT TABANI ve ÇATISI

“İki noktada derinleşiyor.

7- Yığın Örgütlenmesine Taban:

“Gerek askercil, gerek sosyal savaşta, örgütlü l kişi her zaman en az 10 kişiyi sürükler. Onun için, her örgütlenmede “onbaşılık” mekanizması biçimleyici rol oynar.

“a) 10 Türkiye yurttaşından l’i Çalışan İşçi, l’i Üretmen Köylü, 3’ü İşçi ailesi, 4’ü Köylü ailesi’dir. İşçi-Köylü ittifakından örgütlü l işçi, 10 üretmen köylüyü rahatlıkla Yedek güç
edinebilir.

“b) Demek, 300.000 örgütlü işçi 3 milyon üretmen köylülüğümüzü en demokratik ölçüde örgütleyip Devrimci sürece gönüllü olarak katmaya yetebilir.

“c) Objektif sınıflar potansiyelinin ne denli somut bir gerçeklik yaşadığı: beğenmediğimiz DİSK çatısı altında bile 300.000 işçi bulunuşundan anlaşılabilir.

“Bu durum yığın örgütlenmesinde nerelere nasıl emek verileceğini duruca açıklar.

8- Öncü Örgütlenmesinde Çatı:

“Aynı rakamlara vurulabilir,

“a) Birinci Milli Kurtuluş hareketinin 30 Ağustos zaferini, 3-7 Paşa, 16 Albay, 16 Yarbay, l Binbaşı: topu 35-40 (Bilimli+Bilinçli + Kararlı) savaşçı örgütleyip güderek Millete kazandırmıştır.

“b) İkinci Milli Kurtuluş hareketi için en baş örgüt hedefi şudur: Teori ve Pratikte (Bilimli+Bilinçli+ Kararlı) 30 İşçi-Köylü gönüllüsüne bağlanacak 300 kişilik aparey (avadanlık) kadro çevresinde, 3000 üyeli Proletarya Partisini, saniye geçirmeksizin yaratma savaşı göze alınmalıdır.

“c) Böyle bir çelik çekirdek Parti, 30.000 gerçek demokrasi özlemcilerinin yan örgütlü aracılığı ile, 300,000 Sosyal sempatizanı örgütleyip harekete geçirdiği gün: 35 milyon Türkiye Yurttaşını kurtuluşa ulaştıracak siyasi gücü olgunlaştırır ve zalim bir zümrenin öteki sınıf ve tabakalar üzerindeki tahakkümüne son verir.

IV. ÖRGÜT GÜDÜMÜ

“İki noktada göze batırılmalıdır.

9- Örgüt ve Taktik:

“Proletarya Partisinin Stratejisi 50 yıldan beri “doğru” çizilmiştir: Minima Programlı Demokratik Devrim Stratejisidir. Bütün çetin problem, o az çok soyut strateji şemasının kanevası içine somut Sınıflar Mücadelesi Taktiğini bütün zengin ayrıntılarıyla işletmekte toplanır.

“a) Taktik olumsuzlukların belli başlı kökü: ateşli “Fransızca konuşma”yı bile bir aydınlar ajitasyonu biçiminde kardırmakla beliriyor. Başlangıç uyansı olarak önüne geçilemez olan bu yolda deneyler birikti. Artık, soğukkanlı, sabırlı, sebatlı, az gösterişli proletaryacı “Almanca konuşma”nın zamanı çoktan gelmiş, geçmek üzeredir.

“Politikada iyi Almanca öğrenmeden iyi Fransızca konuşulamaz.

“b) Büyük, Küçük Saldırı (Taarruz) Taktiği (Sayı yahut Saf-Savaş birliği) üstünlük gösterirse, kesin zafer uğruna gözükara atılışla uygulanır… Devrimci Güçlerimiz 1961’denberi Savunma geçidindedirler: az kayıpla gericiliği geciktirmek ve istenen yere çekip mevzilenmek gerekti.

“c) Her ne pahasına olursa olsun, gelişi güzel Saldırı taktiğine saplanmak, israf ve yorgunluk getirmekle kalmaz, Provokasyon ve Panik tehlikelerini de artırır. Gerekince dövüşmeden belirsiz yere, yahut dövüşerek belirli yere çekilmeyle düzenlice gerileme taktiğini becermek de hünerdir.

“Günün konusu: Stratejik güçlerle kopuşmaksızm Savunma geçidinin yollarını planlamaktır.

10- Savaş Güzelsanatı:

“Sınıflar Savaşı militanlarının en büyük iki iç düşmanından birincisi: hareketi içkili ahbap çavuşlar meclisine çevirip, safa pezevenkliğinin sarhoşluğuna düşmektir; ikinci düşman: yanlışları, kedi pisliğini örterce, peçelemekle davranışta kararlı ve azimli olmayı birbirine karıştırmaktır.

“a) Seçkin üyelerin elbet “100 budaladansa l zeki” olması aranır. O zaman dahi, ruhça olduğu kadar bedence de aşınmaz statik karakter ve eyleminde hür yaratıcı, girişkin (teşebbüs kabiliyetli), kararlı dinamik karakter başta gelmelidir.

“b) Seçkin üyelerin kişilikleri: uzun eğitim, gücü yerinde harcayış ve sistematik aksiyonla (eylemle) geliştirilir.

“Üyelik Bilinci’nin temeli: (Bilgi+Görgü+Anlayış+Moral+Direnç+Yiğitlik) çabalarıyla atılır.

“c) Her üye bir halk şefi olur. Şef: en kritik anda, en güç işi omuzlayıp, en başarı ile yerine getirendir.

Sübjektif Şef Kalitesi: önceden görü, bağımsızca sağlam karar alış, azim ve enerji ile yürürlüğe koyuş gücünü, organ kararı ile bağdaştırmaktır.

Objektif Şef Kalitesi: bilinçli disiplini yaratabilmek için: insanı tanıyış, ilişkilerinde dürüst ve hak yemez oluş, her işte örnek tutulacak davranış ve hepsinin üstünde Karşılıklı güvenç yaratış kabiliyetidir.

V. DAĞINIKLIK-DERLENİ

“Herkes dağınıklıktan yakınıyor. Nedeni ve çözümü üzerine çok tartışılmalıdır.

11- Biricik Cephe Yokluğu:

“Türkiye, geri dönülemez İkinci Milli Kurtuluş savaşına 15 yıldan beri girmiş bulunuyor. Finans-Kapitalin Biricik Saldırı Cephesi önünde: peynir ekmek kadar şiddetle ihtiyaç duyulan iki şeyden birincisi: olabildiğince Darlığına-Homojen bir Çelik Çekirdek (Proletarya Partisi) kurmaktır; ikincisi: olabildiğine Genişliğine-Heterojen Biricik Devrimci Güçler Cephesi kurmaktır… Bir türlü kurulamıyorlar. Çünkü bu iki şey, boyuna, birbirinden ayrı olabilirmiş gibi konuluyor. İki şeyin zıt karakteri skolâstik kafaları karıştırıyor.

“a) “Dağınıklık” ve “Anarşi”nin iki nedeni herkesçe biliniyor. Birinci neden: Finans-Kapitalin uçsuz bucaksız araç gereçleriyle her gün sol cephe içine sinsice sızdırdığı sayısız ajanları ve gizli servisleridir.

“İkinci neden: “Babil artığı” Küçükburjuva ortamımızın ve eğilimlerimizin iliklerimize dek işlemiş bulunmasıdır.

“b) Bu Modern ve Antika Mahşer ortasında katalizör-maya rolü oynayacak olan sosyalistlerinse, “kendileri muhtac’ı himmet bir dede”… Sosyalistler, sözde prensip keskinliklerinden, Finans-Kapitale keyfinden göbek attıracak bir kaygısız abdallıkla, insanlarımızın dağınıklık yangınını körüklemekten kurtulamıyorlar.

“Çoğu yapma soyut kavram kavgası ortalığı kırıp geçiriyor. İşçiyi, köylüyü, aydını, genci: bilimcil eleştiri ve yoldaş topluluğu ile ikna yolu dururken: “Dayak atarak kazanmak” metodu ciddi ciddi uygulanıyor. Şaşkınlık ve panik derinleşiyor. Gene de dayakla boyun eğecek kimsenin: ya kişiliksiz bir karakter yoksulundan yahut hesaplı bir ajan provokatörden başka bir şey olamayacağı bir türlü düşünülemiyor. Başına bir “Efendi” koyacak ödleğin, züğürt sosyaliste kul olmaktansa, Finans-Kapitale kendisini satabileceği akıl edilemiyor.

“c) Her biri dikenli kabuğu içinde kirpileşmiş Yuvarcıklar (Mahfiller) ne aralarında, ne içlerinde ülkücü sosyalizm kardeşliği havasını, yaratamıyorlar, Osmanlı Terbiye Sistemi “Dayakla adam etme” orijinalitesiyle, Marksizme “Katkıda” bulunanların hotzotçu Otzovizmleri: Sekter düşmanlık kiniyle kan davası güdüyor. “Bıyığını takan” kendisini Stalin, karşısındakini yenik bir hain Trotski saydıkça, ortalarda değme bostan korkuluklarından geçilmez oluyor.

12- Pratik Derleni Örneği:

“Sosyalist Çelik Çekirdek hangi biçimi alacak? Proletarya Partisi biçimini. Parti nasıl bir Tüzük ve Programı örnekleyecek?.. Emekçi Partisi hüküm giymiş, diyelim. Ağır cezada beraat edip, “muhkem kaziye” ile 2 yıl boyu işkenceden sağ çıkmış bir Vatan Partisi var.

“a) Salon çelebiliği bir yana. Vatan Partisini olağanüstü eşşekçe küçümseyişler ve susuş konspirasyonuna uğratışlar, sürü sürü katırlıklara ve yozluklara kapı açtı. Açacağa da benziyor. Harekette tarihcil sürekliliği, tutarlılığı yitiriyor. Türkiye Sosyalizminin 50 yıllık iyi kötü birikiminden eleştiri şartıyla yararlanmayı yasaklıyor. Deneylere yan çiziş bocalamaları azıttırıyor.

“b) Vatan Partisi’nin Tüzüğü, Programı, Gerekçesi, Yayınları ve Seçim Kampanyaları şu amacı güder: Halk bu gece İktidara gelse ertesi sabah, hiç tereddüt etmeksizin halkın yapabileceği her şeyi açıkça belirtmek… Onun için, Proletarya Partisinin gerek Tüzüğü, gerekse Programı için Vatan Partisi literatürünü salık veriyoruz.

“c) Vatan Partisi Tüzüğü, avukat kırkambarı değil, hareket kuralıdır. Vatan Partisi Programı, basma kalıp veya türcüme kokan spekülasyon teşbihleri yerine, İşsizlik ve Pahalılık maddesinden yola çıkar. Başlıca iki bölümdür: Hürriyet ve Ekonomi, elle tutulur eylem karşılıklarıyla konulur. Birinci maddesinden sonuncu maddesine dek, içinden bir zerre dahi ayrılamazca zincirleme gelişir. En kaba işçi ile en cahil köylünün kolayca anlayıp hemen uygulamaya geçebileceği pratik ve som teklifleri yapılaştırır.

“Türkiye’nin Proletarya Partisi, Minima Programını işler ve Maksima Programına geçerken o yapıdan ve yapı taşlarından yararlanabilir.

VI. ÖZEL BİR ELEŞTİRİ

“Çağrı söze başlarken, “Aydınlık Komitesi” olarak diyor ki:

“Yaşadığımız dönem”de, “Proleter Devrimci hareket, ayağı Türkiye toprağına basan bir hareket olmuştur.”

“a) Acep, yerin üstü gibi yeraltının da “Türkiye toprağı” olmadığını mı, yoksa yeraltının ayak basmamış bulutlar arası olduğunu mu sanıyor?

“O nedenle belki: “Sıkıyönetim dahil, bütün baskı olanaklarını” yeni Aydınlıklar kadar pek yeni bir şey sayıyor. Oysa, onların hepsi en az 50 yıllık “Olanaklar-Bulanaklar”dır. Ve: “Siyasî hareketimizi İĞRİ olarak saptayabildiğimiz için” giyotinleştirilmemişlerdi.

“b) O alaturka ağız kabadayılıklarını erbabına bırakalım. Aynı “terminoloji”leri TİP’in Antep kebapçısı kadar “meşhur” ABA’cıları (‘Aybar-Boran-Aren’leri) de sınadılar; DİSK, hatta Türk-İş gangsterleri de geveliyorlar.

“Militanlarımızın çetin mücadelesi ve devrimci katkıları” o denli yüzeyde, tarihsiz ve köksüz görülmemeli ve gösterilmemelidir. Öfori (keyifli böbürlenme) vermenin de ölçülüsü denenmeli.

“c) İşçi Sınıfımızın 16 Haziran tokadı yenildikten sonra olsun:

“Proletarya hareketi, bütün Küçükburjuva devrimcilerini suçüstü yakaladı”, denilseydi, kuşkusuz, en doğrusu söylenmiş bulunurdu.

VII. PAROLA: ANARŞİ YOK! BÜYÜK DERLENİŞ! (ittifak)

“Son kerteye dok kritik durumdayız. Solu sola, devrimciyi devrimciye, işçiyi işçiye, köylüyü köylüye kırdırıyorlar: Bu kargaşalıkta: herkesin payı büyük. Suç tekyanlı değil. Bir elin sesi çıkmaz. Finans-Kapital önünde sol devrimcilerimiz: İsrail önünde Arap Devletlerine döndüler. Yuvarcık’ların (Mahfillerin) yağdırdıkları suçlamalar: Kin’den Dağınıklık’tan, Bozgun’dan başka bir şey getirmez oldu.

“Tartışmalar yavuz hırsızlığa kardı. Bastığı yerde ot bitirmemek Cengizliği, yavrularını koruma telaşıyla çiğneyip öldüren şaşkın ördek kuluçkalığı aldı yürüdü. Nedir o Beyazıt kulesine çıkmış kundakçılıklar; yahut bin kilometre uzaktan yıldırımlamalar? Herkes yanıldığını illa faşizmin zindanında mı öğrenecek?

“Türkiye’nin Sol cephesinde bir Uyanış İhtilali, “dehşetli bir Devrim lazım”. Bir Derleniş İhtilali gerek. Uyanış-Derleniş-Birleşi için bir yol ve bir de biçim teklif ediyoruz.

l- Birleşi Yolu (Metodu)

“Üç noktada toplanır.

a) Teorik Savaş: en çok yaylım ateş edilen şey Oportünizm’dir. Köylümüzün dediği gibi: “Bir kayanın üstüne kırk tilki oturmuş, kırkının da kuyrukları birbirine değmez” ise, oportünizm nasıl yenilir?  Oportünizmi suçlamak,  hatta kurşunlamak da yetmez. Oportünizm devrimciler forumunda, halkın gönlünde ideolojik ve teorik anlamıyla yenilgiye uğratılmalıdır. Yoksa o, yedi başlı masal ejderhası gibi, her kesildikçe yeniden hortlayabilir.

b) Hareketi İşçileştirip Köylüleştirelim: Aydınlar hamamında okunan her gazel, en çok okuyanın hoşuna gider. Ve Finans-Kapital tilkisi o çeşit karga derneklerinde, boyuna peyniri kapıp yer. Herkes, işçiler-köylüler forumunda eleştirmeyi ve eleştirilmeyi göze almalıdır. İşçiler hakem olmalı; boşuna kafa çatlatıldı ise, isçilerden af dilenmelidir. Yoksa aydın hafızaların kubbe çatlatan çığlıkları, şimdiki gibi sol sırça sarayları Babil kulesine çevirir, durur. Pratik yanlış düzeltme İşçi Sınıfı ile olur.

c) Zartzurta Paydos: Uyanış ve Derleniş bir Ulu Cihad’tır. Cihatların en ulusu, İslamlığın dediği gibi: “Nefisle mücadele”dir. Eleştiri ve Tartışılarda: eski kan davaları artık durmalı. Hesaplaşmalar yalnız ülkenin ve halkın objektif somut konularında mihenk taşına vurulmalıdır.

“Kimse sosyalizm “Allahının yeryüzündeki gölgesi” pozuna özenmemeli. Kimse ne Sultanlığa, ne Kapıkulluğuna dayanamaz. Herkes “Unutkanlıklar ve yanlışlar karmaşası insan” olduğunu unutmamalıdır. Bütün dünya sosyalizmi, artık Köle huyundan ve Kör itaatten tiksiniyor.

2- Birleşi Biçimi:

“Üç noktada toplanabilir.

“a) Tolerans: Her devrimci grup, günahları ve sevapları ile, çil yavrusuna çevrilen geri ülkemiz halkının bağrından kopmuş bir örnektir. Hepsini mahkûm etmek kolaydır. Hepsinden yararlanmayı bilmek güçtür. İkilem ortadadır: Türkiye içinde ve dışında kurulmuş kurulacak bütün devrimci Yuvarcıklar (yahut adı başka örgütler ve eğilimler) ya anlayışla dayanışacaklardır; yahut Finans-Kapitalin Sırat Köprüsü üstünde boynuzlaşan beyinsiz keçiler gibi Faşizm Cehennemi içine yuvarlanıp yanacaklardır. O zaman, birbirine sarılınsa da iş işten geçmiş bulunur.

“Ya sapıklar? Ya provokatörler? denecek. Sapıtmalara ve provokasyonlara en elverişli ortam horoz dövüşleriyle hazırlanır. Önce bir harman olalım: Türkiye ölçüsünde baskı ve oyunlara karşı her devrimci eğilimin ve sosyalizmin sözcüleri bir araya gelmeyi öğrensinler… O zaman, “Karamıkla buğdayı ayırt etmek” şimdikinden daha olasılaşır. Yeter ki, Birleşi yolunu bilinçlice seçmiş bulunalım.

“b) Primitivizme Paydos: Yuvarcıklar (Mahfiller) anarşisinin kalkması ile olur. Dünyanın her başarılı devrimci çelik çekirdeği, Yuvarcıkların belirli prensipler çerçevesinde birleşmelerinden doğmuştur. 50 yıl sonra olsun, Türkiye’de: Yuvarcıkların
kapalı kastları içine saplanıp, Proletarya hareketini kakırdatmaya kimsenin hakkı yoktur ve olmamalıdır.

“Bir sekt’in (tarikatın) devrimci antuzyazmı ne denli keskin, hatta haklı bulunursa bulunsun, Yuvarcık durumu sürüp giderse:

“1- Hem oportünizme, hem gericiliğe karşı yalnız kalacaktır.

“2- En sinsi ajanları, en kötü provokatörleri içine sızdıracaktır.

“3- Kaçınılmaz olan devrimci yanılgılarını ve saçmalamalarım ebediyen ölümsüzleştirecektir.

“Ufak Yuvarcıkların, cephe gerisinde iktidar yırtınmaları, Finans-Kapitalin oyununa çanak açmak olur. Kim, Türkiye’nin çeşitli devrimci elemanlarını bezdirip kaçırtıyorsa, o, gericilikle ittifak kurmuş, derlenişi baltalamış olur.

“c) Biçimler: “Aydınlık Merkez irtibat Komitesi” fazla Yuvarcık kokuyor. “Merkezi Devrimci Derleniş Komitesi” kurulmalıdır. Bir tek Yuvarcık değil, bütün devrimci gruplar
hemen “Devrimci Derleniş Komiteleri” kurabilmeli, belirli kontenjanlarla temsilcilerini demokratikman seçip göndermelidirler. Her Komite, koordine edilecek “Halk Uyanış
Güçleri”
yahut “Milli Kurtuluş Kuvvetleri” örgütlemelidir.”

GERÇEK PROLETARYA PARTİSİ VE
UYDURUK GRUP PARTİLERİ

Bazı arkadaşların aklına şöyle bir soru gelebilir: Bugün kendine sosyalist hatta komünist diyen bir yığın “parti” var ortalıkta. Bunlar gerçekten “parti” midir? Evet “parti”dir bunlar, ama birer grup partisidir. Gerçek anlamda Proletarya Partisi değildir. Çünkü o “parti”ler sol grupların kendilerine “parti” adı vermeleriyle oluşmuş bir tekke partisidir. Gerçek parti Marksist-Leninist grupların belirli prensipler çerçevesinde birleşmesinden oluşur. Dünyanın ilk proleter devrimini yöneten Lenin’in partisi de böyle oluşmuştur bildiğimiz gibi. 1898’de toplanan ilk kongreye (Kuruluş Kongresi) 9 delege, 9 ayrı grubu temsilen katılmıştır. Fakat bu kongreden gerçek anlamda örgütlenmiş bir parti çıkmamıştır. Bir program ve tüzük oluşmamıştır bu kongrede. Bu kongreyle kurulan parti yalnızca ayrı ayrı grupların bir toplamından ibaret olan partidir. Grupların birleşip kaynaşması henüz söz konusu değildir. O nedenden de merkezi, birleşik bir parti değildir bu kongreyle oluşan parti. Ayrı ayrı grupların toplamından oluşan parçalı bir partidir bu.

Bu dönemde ideolojik bir birlik söz konusu değildir. Lenin ideolojik birliği, buna bağlı olarak da gerçek örgütsel birliği sağlamak için bir plan önerir: “Birleşmeden önce ve birleşebilmek için aramızdaki ayrılıklara önce kesin ve belirli bir sınır çekmek zorunludur.” der. Ve tüm oportünizmlere karşı ideolojik bir savaş başlatır. “Ne Yapmalı?” adlı ünlü eserinde ve Iskra gazetesinde yürütür bu savaşı. Bu savaş sonunda devrimci harekete Marksist Teorinin doğru yorumu (yani Leninizm) egemen olur. Oportünizmler yenilgiye uğratılır. Lenin’in önderliğindeki Iskra Grubu birliği sağlayacak öncü grup niteliğini kazanır. Ondan sonra da 1903 yılında gerçek birleşik partiyi oluşturacak olan ikinci kongreye gidilir. Leninci Parti, Bolşevik Partisi bu kongrede oluşur. Bildiğimiz gibi bu kongrede 4 grup birleşir. Bolşevik Partisi 4 grubun birleşmesinden oluşur.

Lenin bu kongreden sonra, kongreyi değerlendiren, “Bir Adım ileri iki Adım Geri” adlı ünlü eserinde şunları yazar:

“Önceleri bizim Partimizin resmen örgütlenmiş bir bütün olmadığını, sadece ayrı gruplar toplamı olduğunu ve bu yüzden, bu gruplar arasında, ideolojik etki ilişkileri dışında herhangi bir başka ilişkinin mümkün olmadığını unutmuşlardır. Ama şimdi örgütlenmiş bir parti haline geldik, bu bir otoritenin kurulmasını gerektirir, fikir gücünün otorite gücüne dönüşmesini gerektirir, alt parti kurullarının üst kurullara itaatini gerektirir.” (agy., s. 198)

Vietnam Komünist Partisi’nin tarihini incelersek, onun da üç devrimci grubun birleşmesinden doğduğunu görürüz. “Vietnam İşçi Partisi (Komünist Partisi) Tarihi” adlı eserde (Parti Merkez Komitesince oluşturulan bir kurul tarafından hazırlanmıştır) bu konu şöyle anlatılır:

“Kitle mücadelesinin ülke çapında kabarması karşısında, Vietnam Devrimci Gençlik Birliği artık devrimi yönetemez hale geldi.

“Vietnam devrimini daha da ileriye götürmek için artık İşçi Sınıfının gerçek partisinin, Komünist partisinin kurulması zamanı gelmişti. Birlik içindeki ileri unsurlar bu objektif gerekliliği kavramışlardı, fakat bu birlik, önderleri tarafından ve diğer herkes tarafından henüz kavranmamış ti. Bu nedenle ilk günlerde tek bir komünist parti kurulamadı: Bunun yerine Birliğin bünyesinden iki komünist Örgüt doğdu. Hindiçini Komünist Partisi ve Annamlılar Komünist Partisi bunun sonucu ilerici bir eğilime sahip olan yurtsever örgüt Yeni Vietnam Devrimci Partisi kuruldu. Bu parti daha sonra Hindicini Komünist Birliği oldu. Böylece 1929’dan sonra Vietnam’da üç komünist örgüt vardı. Fakat bu durum uzun sürmedi. Çünkü Marksizm-Leninizm bayrağı altında Vietnamlı yurtsever güçleri özellikle işçilerin ve köylülerin mücadeleleri, kısa zamanda tek bir komünist partisinin önderliğini gerektiren güçlü bir ulusal ve demokratik yükseliş içinde birleşti. Bu şartlar altında Ho Chi Minh yoldaş Komünist Enternasyonalin bir temsilcisi sıfatıyla 3 Şubat 1930’da Hong Kong yakınındaki Kowloon’da Vietnam’daki komünist güçleri tek bir Vietnam Komünist Partisi içerisinde birleştirmek meselesini çözümlemek için değişik komünist grupların temsilcilerini toplantıya çağırdı.

“Bu konferans bir kongre kadar önemliydi. Ho Chi Minh yoldaş tarafından yazılan Siyasi Program ve Kısaltılmış Strateji kabul edildi. Bu ilk belgeler henüz belli bir olgunluğa erişmemiş olmasına rağmen Vietnam devriminin esas olarak doğru siyasi çizgisini ortaya koyuyordu. Daha sonra parti merkez komitesinin siyasi görüşünün oluşmasına temel teşkil etti. Bu siyasi çizgi; toprak devrimini de içeren burjuva demokratik devrimini uygulamak, Fransız emperyalistlerini ve feodal yöneticileri alaşağı etmek için tam bir bağımsızlık kazanmak ve Vietnam’ı sosyalizme ve komünizme ulaştırmak şeklindeydi. Bu siyasi çizginin başarısını teminat altına almak için, bir İşçi Sınıfı partisi inşa etmek, işçi-köylü ordusunu kurmak, işçi-köylü ittifakını gerçekleştirmek, ulusal birleşik cepheyi örgütlemek ve Vietnam devrimi ile dünya devrimci hareketi arasındaki dayanışmayı sağlamak gerekiyordu. Konferans, Vietnam’da Kızıl işçiler Birliği, Kızıl Köylüler Birliği, Komünist Gençlik Birliği, Kurtuluş İçin Kadınlar Birliği, Kızıl Kurtarma Birliği, Antiemperyalist Ulusal Birleşik Cephe gibi kitle örgütlerinin kurulmasını kararlaştırdı.

“Vietnam Komünist Partisinin kuruluşu Vietnam Devrimi Tarihinde önemli bir dönüm noktasıydı ve bu yeni bir çağ, İşçi Sınıfı ve onun öncü birliği Marksist-Leninist parti önderliğindeki Vietnam Devrimi çağını açtı.” (Vietnam İşçi Partisi Tarihi, s. 12-14)

Bulgaristan Komünist Partisi Tarihini incelersek, onun da üç ana devrimci grubun birleşmesinden doğduğunu görürüz.

Zaten dünyada başarılı olmuş her devrimci parti Marksist grupların belirli prensipler çerçevesinde birleşmesinden doğmuştur. O nedenden bizde de başka türlü olması düşünülemez. Bu konudaki bir ikircilik ve kararsızlık, bizi Marksist-Leninist teoriden ve tarihcil deneylerin öğretici derslerinden uzaklaştıracaktır. Tabiî gerçek Proletarya Partisine varmamızı da geciktirecektir. Bir sürü zamanımızın ve enerjimizin boşa gitmesine yol açacaktır. Böyle bir hataya düşmemek için gerçek birlik yolu olan Derleniş Yoluna bir an önce girmeliyiz.

TROTSKİST PARTİ,
LENİNCİ PARTİNİN KARŞITIDIR

Trotskistlerin bu konudaki bazı demagojilerinin üzerinde durmadan geçmek konuyu eksik bırakmak olur. Özellikle Trotskistlerin, Türkiye Sol ortamında söz söylebilme cesareti buldukları bugünlerde… Daha önce de değindiğimiz gibi, onlara, bu cesareti; birinci olarak, 12 Eylül’ün Marksist-Leninist gruplar üzerinde aralıksız sürdürdüğü faşist terörle o grupları ezmesi (büyük ölçüde güç kaybına uğratması) böylece de meydanın kendilerine kalmış olması, ikinci olarak da rahmetli “Kurtuluş Sosyalist Dergi”nin mirasına konan “Yeni Öncü’nün büyük oranda Trotskizme kayması vermiştir.

Bazı Trotskist çevreler, bildiğimiz gibi, Leninist Parti anlayışını savunduklarını iddia ederler. Ve Leninist partiye sözde sahip çıkarlar. Bu, basit ve saçma bir demagojidir. Trotskizmin sinik, ikiyüzlü, düzenbaz karakterine çok uygun düşen bir demagojidir bu. Çünkü Trotski Bolşevik değil, Menşeviktir. Hiçbir zaman da Bolşevik olmamıştır. Lenin’in “vasiyeti” olarak da anılan, SBKP (B) 13. Kongresine gönderdiği mektubunda Lenin, Trotski’nin Bolşevik olmadığını son bir kez daha belirtmekten ve vurgulamaktan kaçınmaz. Ömrü boyunca Bolşevik yani Leninist olmamış olan Trotski nasıl olur da Leninist örgüt öğretisini benimseyebilir? Buna hiç olanak var mı?

Trotski, bildiğimiz gibi, RSDİP(B)’nin İkinci Kongresinde Menşevik olmuştur. Ve o tarihten itibaren de sürekli Lenin’le ve Bolşeviklerle savaşmıştır. Trotski, İkinci Kongre sonrasında, Lenin’in, Leninist Parti prensiplerinin kapsamlı biçimde ilk kez işlendiği “Bir Adım ileri iki Adım Geri” adlı ünlü eserine nazire olarak, “Politik Görevlerimiz” adlı broşüründe, Leninist Parti öğretisine aşağılık bir şekilde saldırır. Lenin’i diktatörlük kurmakla suçlar. Ve Lenin’i Maksimillen Robespierre benzeterek, Lenin’den hep “Maksimillen Lenin” diye söz eder. Böylece Lenin’in başka türden bir diktatör olduğunu ima etmiş olur.

Ve bu broşüründe, parti kararlarına, bu kararlara uyması istenenlerin istekleri ve görüşleri ile çelişmediği ölçüde uyulması gerektiğini öne sürer. Yani buna göre. Partinin aldığı karara, o kararı benimseyen uyar, benimsemeyen uymaz der. Bu apaçık Menşevik bir görüştür. Bu anlayışta disiplinin zerresi yoktur. Böyle bir parti devrim yapmak şöyle dursun, en basit bir eylemi bile yönetemez.

Trotski, bu anlayışını, Ekim Devrimi günlerinde Bolşevik Partisi içinde yer aldığı zaman bile terk etmemiştir. Brest-Litovsk Barış Antlaşması sırasında bile Partinin ve Lenin’in kararlarını dinlememiştir. Almanlarla Antlaşmayı imzalamak için gönderildiği Brest Barış Konferansında antlaşmayı imzalamamış, üstelik de Ordu Komutanlığına emir göndererek; Almanlarla savaşa son verildiğini ve bütün orduların terhis edilmesi gerektiğini bildirmiştir. Ordu Komutanlığı da, Trotski’nin bu emri üzerine, bütün birlik komutanlıklarına tel çekerek, birliklerin terhis edilmesini istemiştir. Merkez Komite ve Lenin, bu, saçma olduğu ölçüde tehlikeli, de olan girişimi, haber alır almaz, hemen harekete geçmiş ve Lenin’in imzasını taşıyan telgraflarla, Trotski’nin emrinin iptalini istemiştir Ordu Komutanlığından.

Trotski, bu son derece önemli olayda bile partinin değil, kendinin görüşünü uygulamak istemiştir. Yani parti kararını hiçe saymıştır. Bu davranış hep Menşevik örgüt (parti) anlayışından kaynaklanmıştır.

Trotski, Lenin’le, hayatta iken sürekli mücadele etmesine karşın, ölümünden sonra hemen taktik değiştirmiştir. Lenin’in safına geçer görünmüştür. Daha doğrusu Lenin’i, arkasına saklanarak, bir kalkan gibi kullanmak istemiştir. Çünkü, Lenin’in ölümünden sonra, partiyi ele geçirme kavgasına girişmiştir Trotski. Onun zaten bütün ömrü boyunca güttüğü tek amacı bu olmuştur. O, bu kavgasında, Lenin’den yararlanmak, Lenin’i bir araç olarak kullanmak istemiştir. O nedenden 1925’lerden sonra Leninci partiyi savunur görünme çabasına girmiştir, Trotski ve yandaşları. Ancak onlar bu davranışlarıyla, Lenin’e ve Leninizme iğrenç bir saldırıda bulunmuş olmaktadırlar. Çünkü kendi Menşevik örgüt anlayışlarım Lenin’e aitmiş gibi göstermektedirler.

İşte, bizim BTDK’lı Trotskistlerin ideolojik besi kaynaklarından olan P. Peterson imzalı, “Demokratik Merkeziyetçilik Üzerine” adlı kitapta şöyle yazmaktadır:

“Trotskistlerin Leninist örgüt anlayışlarının bazı ayırt edici özellikleri üzerinde durmak gerekir, (…)

“ a- Eğilim hakkı

“Bu konuda Trotskist anlayışıyla Leninist olduğunu iddia eden bütün diğer kayda değer hareketlerinki arasında açık bir fark vardır. Parti içinde değişik politik değerlendirmeler çevresinde eğilim kurma hakkı sadece Troskist harekette vardır.” (agy., s. 35)

Gördüğümüz gibi Trotskist baylar kendi Menşevik, federatif parti anlayışlarını Lenin’e ve Leninizme mal etmektedirler. Ve kendi saçma görüşlerini Leninist Parti anlayışının bir yorumu gibi sunmaktadırlar.

Trotskist yazar zırva görüşünü şöyle sürdürür:

“Rus Komünist Partisinin 10. Kongresinde, olağanüstü bir durumda ve ülkedeki sınıf bileşiminin (köylülüğün sosyal ağırlığı) parti içinde ciddi bölünmeye güçlü bir nesnel temel oluşturduğu bir ortamda, hiziplerin yasaklanması için geçici olarak ve üstelik isteksiz bir biçimde alınan karar, bütün diğer sol örgütlerce kalıcı ve temel bir örgütsel özelliğe dönüştürülmüştür.” (agy., ss 35-36)

Görüldüğü gibi düzenbaz yazar, Lenin ve Partisinin 10. Kongrede aldığı hiziplerin yasaklanması ve ortadan kaldırılması yolundaki kararına demagojik gerekçelerle, karşıdan değil ama yandan saldırmaktadır. Kararın, köylülüğün etkisinden dolayı alındığını, isteksizce alındığını ve geçici olduğunu ileri sürmektedir. Oysa bu iddiaların tümü saçmadır ve ciddiyetten yoksundur. Karar, Leninist örgüt anlayışının gelişim süreci içinde vardığı bir doruktur.

Lenin, tarafından yazılmış olan 10. Kongre kararında açıkça şöyle denir:

“Kongre, şu ya da bu platform temeli üzerine oturtulmuş bütün grupların, istisnasız derhal dağıtılmasını emreder.”, “Kongrenin bu kararına uyulmaması, partiden derhal ve kesin ihracı gerektirir.”

Karar açık ve kesindir. Ne “isteksizce” alınmıştır, ne de geçicidir.

Hiziplere (fraksiyonlara) bölünmüş partide proletaryanın demir disiplini ortadan kalkar. Partinin birliği ve merkeziliği ortadan kalkar. Merkeziyetçilikten eser kalmaz partide. Çünkü her fraksiyon ayrı bir parti durumuna dönüşür. Birçok kurmay heyeti olan bir ordu zafer kazanamaz. Kazanılmış bir zaferi koruyamaz. Her ordu gibi devrim ordusunun da bir tek kurmay heyeti olmalıdır. Daha fazla değil.

Merkezilik ve demir disiplin, Leninist Partide eleştiri-özeleştiri olanağının bulunmadığı anlamına gelmez. Tersine bu olanak en mükemmel biçimiyle Leninist Partide bulunur. Yukarıda bunun nasıl işlediğini gördük.

Partide, her üyenin eleştiri hakkı sonsuz ama oy hakkı bir tektir. Her üye istediği eleştiriyi yapabilir. (Tabiî tüzük ve programa ters düşmemek koşuluyla.) Ama eleştiriler tükenip de bir karara varılınca o karar, artık her üye için en kesin kanun şekline dönüşür.

Leninist Partide, organlar içinde azınlık çoğunluğa, alt organlar üst organlara, tüm organlar da Merkez Komiteye en kesin biçimde uymak zorundadırlar. Burada “uymak” derken kastedilen, “kararlara” uymaktır.

Leninist Partide iflah olmaz revizyonist ve oportünistlere yer yoktur. Bu tür kişi ve gruplar partiden atılmalıdır. Parti bu tür pislikleri atmadıkça gelişemez, güçlenemez, doğal olarak da devrimci görevlerinin üstesinden gelemez. Ve de, kendisi için hayati öneme sahip olan demir disiplinini koruyamaz.

“Saflarımızda reformistler ve Menşevikler oldukça proleter devriminde zafer olanaksızdır; onu savunmak olanaksızdır. Bu ilke olarak besbellidir.” der Lenin Usta.

Günümüzün en yakıcı görevi devrimci teori ile silahlanmış böyle bir partiyi hayata geçirmektir işte.

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir