Bir tartışma üzerinden, tabakalar, zümreler ve sosyal sınıflar (İstanbul Direniyor)

PDF İzle & KaydetYazdır

Sosyal sınıflar, zümreler ve tabakalar arasındaki fark konusu, Türkiye’de çoğu “sosyalist” partinin bihaber olduğu bir konudur. Marx’ı hakkı ile anlamayanlar, iki modern sosyal sınıf arasında kalan tabaka ve zümreleri ısrarla bir sınıfa dahil etme çabası içine girerler. Bunun tipik örneği, SİP gelenekli ve Trotkist partilerin Marksizm-Leninizm’i açıkça tahrif eden görüşleridir.

Aslında ülkemizde bu konuda yönelik zihin açıcı iki broşür mevcut [1], hangi yaştan olursa olsun okuyanın kolaylıkla anlayacağı bu broşürler, doğal olarak, okunmadığı için, hala tabakaların sosyal sınıflara dahil edilmesine şahit olabiliyoruz.

DOKTORLAR İŞÇİ OLARAK TANIMLANABİLİR Mİ?

Bahsedeceğimiz konu bir tartışmanın ürünü olup, doktorların işçi olabileceğini iddia edilmesi üzerine gelişti. Doktorları ve benzer meslekleri hangi sınıfta tanımlamalıyız konusu dolayısıyla tartışmanın temeli oldu.

Bu konuda Burjuva Sosyalizmi’nin çok sevdiği yazarlardan biri olan İlker Belek, bir makalesinde şöyle demekte:

“Geçim sıkıntısı, hekimleri, halkın sağlık gereksinimlerini finanse edecek oluşumları yaratmaya, desteklemeye yöneltti. Ancak bu dönemde hekimlerin tipik bir ara sınıf konumunda olduklarını kabul etmek gerekir. Nitekim Marks Kapital’de bu saptamayı yapmış ve hekimleri, avukatlar, vb ile birlikte işçi sınıfı (üretim araçlarına sahip olmayıp, burjuvalara emek güçlerini satanlar) ile burjuvazi (üretim araçlarının sahipleri) arasına yerleştirmişti. Bunun nedeni, hekimlerin kendi başlarına geçinmelerinin olanaklı olması, yani emek güçlerini burjuvalara satma zorunluluklarının bulunmamasıydı. Hekimlerin ellerindeki en önemli sermaye, sağlık alanındaki bilgi ve becerileri ile bu ikisinin çağlar boyunca hekimlere kazandırdığı yarı tanrısal-kurtarıcı kimlikti.” [2]

Marks, işçi sınıfının ne olduğunu ve doktorların ne olduğunu çok güzel bir biçimde anlatıyor aslında. Emperyalizm çağında gittikçe şiddetlenen proleterleşmeye rağmen, içinde bulunduğumuz gericilik yıllarında sınıflar içinde tabaka ve zümreler de arttırdı ve bunun kavranışı yerine ısrarla o tabaka ve sınıflar, bir sınıf içine dahil edilmeye çalışılmakta.

Sınıf, tabaka ve zümre ayrımının kavranmaması dolayısıyla doktorluk ile geçimini sağlayanların hangi sınıfta olduğuna dair görüşler de olguyu kavramaktan uzaklaşmakta. Doktorları, üretim ile ilişkileri üzerinden iki temel gruba ayırabiliriz.

1- Özel hastanede ya da kamuda olması fark etmez, emekgücünü ücret karşılığında satarak üretim ilişkilerine dolaylı katkıda bulunanlar.

2- Elinde sermaye birikimi olup olmaması fark etmeden, işveren konumuyla sağlık üzerinden üretim ilişkilerine dahil olanlar. Bunlar tıpkı burjuvalar gibi sermayesinden çeşitli harcamalar yapan (ücret, faiz, kira, alet) ve karşılığında ortaya çıkan artı-değere el koyan konuma gelebilmektedir.

Doktor, hiçbir zaman emekgücünü ücret karşılığında satan, hiçbir şekilde üretim aracı mülkiyeti olmayan ve üretime direkt (ve modern anlamda) müdahalede bulunan kişi (proleter) değildir.

Öncelikle bir doktor, bilişsel emekgücüne sahiptir ve sahip olduğu bu gücün metalaşması sonucunda yaratacağı değer, kol emekgücüne göre yüksektir. Dolayısıyla servet (mülk yığma, artı-değere el koyma) yaratabilecek bir olanağa sahiptir ancak bir burjuvanın aksine, bunu birilerinin işgücünü satın alarak değil, kendi emekgücünü ücret karşılığında satarak da gerçekleştirebilir. Gelirini isterse kamunun ödediği vergilerden aldığı payla, isterse kendi girişimi dolayısıyla kazansın, karşımızda küçükburjuva tabakalar arasında yer alan AYDIN tabakanın en duru örneklerinden biri çıkar. Başka bir yönden bakarsak, doktorlar, tekel haline gelmiş hastane şirketleri kurmak, yani zümre haline gelmek dahil, doktorluk ile geçimini sürece burjuva sınıfının tüm basamaklarına ulaşma imkanı olan bir tabakadır. Yine elde ettiği gelirle, bir burjuva gibi kredi alıp, işçi/stajer çalıştırıp, iş yeri açıp, tedaviye yönelik araçlar alabilir.

İkinci olarak, bir doktor modern üretime yani kapitalizme dolaylı katkı sunan bir yapıdadır. İnsan sağlığını koruduğu ve tekrar kullanılabilir hale getirdiğinden, yani emekgücünü kullanılabilir halde tuttuğu dolaylı bir katkısı vardır. Yine tarihsel konumuna baktığımızda, antika tarihten kök alan, yani kapitalizm öncesi bir meslek olduğunu söyleyebiliriz. Hangi açıdan bakarsak bakalım, karşımızda az önce tanımladığımız küçükburjuvanın tanımından başka bir şey çıkmamakta. Her şartta bu aydınlar, 4-5 sene boyunca üniversitelerde üretime direkt katkıdan uzaklaşarak, kendilerine değer yaratabilecek bir uzmanlık, bir güç sağlanmakta. Aslında bu güç, burjuva devletin kendi çıkarını koruması adına kendisine bağışlanmakta (ki farklı şekillerde de kullanılabilir). Bu çıkarları en güzel şekilde koruyan, kollayan doktor, pastadan yüksek pay almakta. Fakat bu çıkarları korumak için yeterlilik göstermeyen doktorlar ise düşük ücretlerle, sadece yaşamlarını devam ettirmek için ücret almakta. Doktorun sadece yaşamını devam ettirebilecek bir ücret alması ya da yüksek kazançlar elde etmesi, o doktorun sınıfsal tanımında bir neden oluşturmamakta, sınıfsal ilişkileri dolayısıyla yaşanan sonucu ifade etmektedir. Fakat şu durum mutlaktır. Doktorlar, kapitalizm şartları içinde her zaman iki sınıf arasında kalmış bir tabaka olarak kalacaktır.

Peki, burjuva sosyalizmi SİP, hangi kaynaktan suyu içiyor? Kendileri hakkında “utangaç Trotkistler” olduğu sık sık söylenir, ne tesadüf ki Trotkist Marksist Tutum grubu da kendilerinin altına imza atacağı bir görüş belirtiyor.

“İşçi sınıfının çok daha düşük ücret düzeyiyle yaşamını sürdüren kesimlerine oranla, görece daha fazla ücret elde eden ve daha çok tüketen kesimlerinin “orta sınıf” diye bir kategori içine sokuşturulmasının da Marksist açıdan hiçbir doğruluk payı yoktur. Burjuva ideolojisinin etkisini yansıtan bu türden yanlış görüşler, bir yandan muazzam proleterleşme gerçeğini gözlerden gizlemeye hizmet ederken, diğer yandan bu türden palavralara kanan bir kısım işçilerin kendilerini “orta sınıf”tan hissetmeleri sonucunu doğurmuştur. Böylece, beyaz yakalı işçilerin (örneğin mühendisler, öğretmenler, doktorlar, hemşireler, memur statüsünde çalıştırılan kamu emekçileri, büro elemanları vb.) bir kısmı, kendilerini aslında ait oldukları işçi sınıfının genel mücadelesinden soyutlamışlardır. Bilinci çarpılmış bu tür işçiler, işçi sendikalarında örgütlenmekten uzak durmayı, toplumsal yaşamda daha yüksek bir statü sahibi olmanın bir göstergesi olarak benimseyebilmişlerdir.

Kapitalist düzen içinde kendi konumları hakkında yanılan ve yaşam tarzı itibarıyla gözü biraz yükseklerde olan işçileri küçük-burjuva olarak nitelemek siyasal açıdan bir şey ifade etse de, böyle bir niteleme onların sosyal ve sınıfsal açıdan işçi sınıfının parçası oldukları gerçeğini değiştirmez. Bir de unutulmamalı ki, gerçekler acımasızdır. Kapitalizmin gerçek yüzü krizlerle, işçilerin düşen yaşam standartlarıyla ve kaybolan sosyal haklarla vb. kendini açığa vurdukça, acı ilacı yutan daha pek çok işçinin aklı başına gelecektir. Bu yüzden asıl üzerinde durulması gereken nokta, çarpılmış bilinçleri düzeltmek ve işçi sınıfının tüm kesimlerini kapitalizme karşı ortak kitlesel mücadeleye seferber edebilmektir. Günümüzde sınıf devrimcileri için önemli olan hususlardan biri, sınıfın genç ve yeni kesimlerini, modern kent toplumunun eğitimli proletaryasını burjuva düzenin ideolojik etkisinden kurtararak devrimci mücadele saflarına kazanmaktır.” [3]

Alıntımızın birinci bölümündeki “orta sınıf” konusuna da yeri gelmişken açıklama getirmek isteriz. Her ne kadar Marksizm-Leninizm öncesi “orta sınıf” kavramı sık sık kullanılsa da ve bugün ısıtılmaya çalışılsa da, olguyu tam olarak yansıtmadığını ortaya koymalıyız. Bugün iki sınıf arasında kalan tabakalar olduğunu, günümüzde sadece iki sosyal sınıf olduğunu tekrardan belirtmek durumundayız. Dikkat çekmek istediğimiz nokta, özellikle ikinci paragrafta netçe gördüğümüz genellemedir. Sanılıyor ki, biz küçük burjuvaziye “işçi” demediğimiz için onları kaybettik. Bu iddianın olguyla en ufak bir bağlantısı yoktur. Asıl problem, küçük burjuvazinin bulunduğu durumu bilince çıkaracak bir yöntem tutmamak ve hastalığı hatalı tespit etmektir (ki bugün “Orta Sınıf” kavramını kullananlar da hastalığı doğru tespit etmemektedir).

BİLİŞSEL EMEKGÜCÜ İÇİN BİR TANIM

Bu noktada, bilişsel emekgücü kavramı üzerine ufak bir açıklama yaparak devam edelim. Burjuva sosyalizmi temsilcisi, bilişsel emekgücü konusunda ortaya koyduğumuz çerçeveye yönelik, bu görüşün Adam Smith’e ait olması dolayısıyla itiraz ediyor. Claudia Goldin (Havard Üniversitesi), bu konuyu şöyle aktarıyor:

“…ama insan sermayesi kavramı en azından Adam Smith’e dayanıyor. Dördüncü sermaye tanımında şunları kaydetmekte: “Eğitim, öğrenim veya çıraklık sırasında … yeteneklerin kazanılması, bir insanın sermayesi olan gerçek bir masrafa mal olur. Bu yetenekler servetinin bir parçası ve aynı şekilde topluma aittir.”

Burjuva sosyalizminin düz mantığına göre Adam Smith’in her söylediği her şey derhal reddedile (Çünkü o iflah olmaz bir şeytan)! Oysa Adam Smith (ve Ricardo), Karl Marx yoldaşa önemli bilgi yığınları sunan önemli bir ekonomist. Marx, Smith’in emeğe yüklediği “mistik” önemi ayakları üstüne koyarak komünist ekonomi-politiği ortaya koymuştur. Özellikle pankartlarda sık sık gördüğümüz bir söz var, “emek, en yüce değerdir”. Yine başka bir örnek de verelim “Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, herşey emeğin olacak (ki bu slogan SİP tarafından da kullanılmaktadır)”. Bu iki slogana göre kritstalize emek anlamına gelen sermaye, en yüce değerdir ya da herşey sermayenin olacak. Engels’in belirttiği gibi [4], teorik olarak hatalı olan bu parolalar, hala burjuva sosyalizmi ve hatta Finans-Kapital partileri tarafından kullanılmaya devam ediliyor. Dolayısıyla burjuva sosyalizmimiz, hem Adam Smith’i Marksizme katkı yaptığı noktada inkar ederken, diğer yandan da Adam Smith’in çoktan aşılmış olan görüşünü benimseyerek, “emeği kutsuyor”. Nereden bakarsanız bakın, ortaya iki defa anti-diyalektik materyalizm çıkıyor ortaya. Dolayısıyla düz mantıklarının yarattığı ithamı kendilerine iade ediyoruz.

Bilişsel emekgücü (ya da Türkçe çevirilerde sık sık görebileceğiniz gibi Kafa Emeği, Zihin Emeği), yarattığı değeri aşırı olan bir sermaye biriktiricisi olarak karşımıza çıkmakta. Şekil olarak, bir üretim sonucunda ortaya çıkan değeri ödememe, yani artı-değere el koyma biçiminde gözükmese de, aslında onun da yanında artı-değerin ödenen kısmına da el koyma şeklinde üretilen bir servet yaratma biçimidir. Doktorlar tabakasının arasında, sermayesini oluşturma ve sonradan yanında çalışabilecek işgücü satın alacak kadar büyüyenlerin gelişimi, bu yoldan geçmektedir.

NE? İŞÇİ AVUKAT MI?

Tartışmanın bir diğer bölümünde, konu “işçi avukatlar” kavramıydı. Peki bu işçi avukatlar, bilişsel emekgücüne sahip değiller midir? Öylelerdir de, onlara göre avukatlar da proletaryadır.

Oysa avukatlar da, üniversitelerde aydınlaşarak üretime dolaylı katkıda bulunan, bilişsel emekgücüne sahip bir meslek grubu… Doktorlardan farklı olarak, kapitalizm içinde doğan, modern çağa ait bir tabaka olarak tanımlanabilir. Son senelerde, avukat fazlalığından dolayı ücretlerin düşmesi üzerine, “işçi avukatlar” kavramı ortaya atıldı bu gruplar tarafından.

Avukatlık, burjuva devletinin çıkarları üzerine kurulmuş adalet sistemi içindeki varlık bulduğundan, o sistemin tüm kabulleri üzerinden (yasalar) hareket etmek zorundadır. Bazı avukatlar o kabulleri, o çıkarları burjuva adaletini eğip, bükerek savunmazsa/savunamazsa, kazanç elde edemeyecektir. Dolayısıyla bir “patron” avukatın emrinde düşük ücretlerle çalışmaya mahkum olacaktır. Fakat, sınıfsal ilişki açısından işçileşmiş olmayacaktır. Bir avukatın büroda evrak taşıyıcılığı yapması, çay getirip götürmesi, yani çok özür dileyerek söylersek, ayak işlerini yapması dahil, avukatın bu konumunu değiştirmeyecektir.

Burada şu nokta karıştırılmasın, işçi sınıfı aydını olan avukatlar mevcuttur ve bunlar “devrimci avukatlık” olarak nitelendirdiğimiz mücadeleyi, işçi sınıfının çıkarlarını savunan avukatlığı gerçekleştirmektedir. Ancak bu yoldaşlar da işçi sınıfı içinde tanımlanamazlar, tekrar etmek gerekirse, o sınıf içinde olmamaları da bir “kötücül” bir anlam taşımaz. Avukat yoldaşlarımız, yoksul olsun, orta gelirli olsun, küçük burjuva tabakasının içinde kabul edilirler.

Devrimci önderlerden örneklersek, Che Guevara, Hikmet Kıvılcımlı ve Şefik Hüsnü doktordur. Lenin ve Ho Chi Minh avukattır. Engels, fabrika sahibidir. Nurullah Ankut, öğretmendir. Komünist önderlerden bir kısmı, geçimlerini küçük burjuva tabakaların arasından gelerek sağlamış durumdadır fakat çıkarlarının işçi sınıfının iktidarında olduğunu görerek, burjuva yaşam biçimini reddederek ve yaşam şartlarını iradi olarak değiştirerek işçi sınıfı aydını haline gelmişlerdir. Bu iki durumun karıştırılmaması için tekrarda fayda gördük.

MÜHENDİSLERİN NİTELİĞİ

Küçük burjuvazinin bir başka özelliği de, çıkarlarını burjuvazinin çıkarları ile buluşturabilmesidir. Böyle olduğunda ise ona yedek güç olması ve onun çıkarını, burjuvadan daha fazla savunmasıdır. Yaşadığım canlı bir olay üzerinden, hem küçük burjuvazinin bu durumunu hem de mühendislerin niteliğini de aktarmış oldum.

2014 yılında gerçekleştirdiğim bir fabrika ziyaretinde görüştüğüm bir mühendis, bu iş yerine bağlı farklı fabrikalarda gerçekleşen grev sonrasında işçileri telafi olarak bayramda bile çalıştırdıklarını, mesai yaptırdıklarını ve asla acımadıklarını belirtti.

Aslında mühendisin varlık sebebi, işgücünün yoğunlaştırması (daha fazla çalıştırması) ve bunun yanında maliyetleri de azaltmasıdır. Bunun karşılığında bir miktar fazla ücret alsa da, şekil olarak baktığımızda her iki çalışan da işgücünü ücret karşılığı satmakta. Her ikisi de sömürülmekte. Her ikisi de kanunen işçi sözleşmesi imzalamakta (yani burjuva kanunu bile onları kendilerinden saymamakta). Ancak işçilerin payına fazla mesai yapmak düşerken, mühendise ise bundan keyifle bahsetmek düşüyor.

Hatta Türkiye’deki sarı sendikalar faciasına örnek olması açısından, sonrasında olanlardan da bahsetmeyi faydalı görmekteyim. Bu fabrikadaki işçiler, bir süre sonra TİS yeterliliği kazandılar ve bunu kazanır kazanmaz, işten kıdem tazminatsız çıkarılma risklerine rağmen greve başlıyorlar. Mühendis ise, sendika üyesi değil ve kendisinin sendikaya üye olabileceği ihtimalini dahi aklına getirmiyor. Fakat grevden kısmi kazanım ile ayrılan işçilerin sayesinde, mühendis de TİS’ten yararlanarak zam alıyor.

O çok bilmiş mühendis, yarın işten çıkarak elde ettiği birikimle girişimde bulunsa, küçük ya da orta ölçekli bir burjuva haline dönebilir mi? Kolaylıkla döner. Üretim aracı mülkiyeti edinebilecek bir artı-değer biriktirebilir mi? Evet, kolaylıkla biriktirir. İşin sonunda yeniden batar ya da büyür, o bambaşka mesele.

Sayıları bir iş yerinde birkaç kişiyi geçmeyen, çıkarlarını burjuvaziden yana belirlemiş “uzman işçiler” için de kullanılan bir ad var: işçi aristokrasisi. Bir zümre olarak, işçi sınıfından zamanla ayrılan bu yapı, özellikle sarı sendikaların başlarını tutarak işçilere patronla beraber kan kustururlar. Ancak bu örneğimizde küçük burjuvanın ta kendisi ile karşı karşıyayız. Bahsettiğimiz bu mühendisi “işçi sınıfından” sayabilir miyiz? Varlık sebebini yerine getiren bir küçük burjuva, şartlar değişmediği sürece, hiçbir zaman işçi sınıfından sayılamaz. Bir küçük burjuva, işyerinde kendisine yüklenen sorumlulukla, yetkiyle işçiden farklılaşır. Aldığı yetki dolayısıyla, işçi üzerinde yoğunlaştırmasını daha fazla yapmak ve tabii ki bir gün proletere dönüşmemesi için daha fazla ücret bahşedilir. Bir işten ayrılsa bile, kendi hesabına bile çalışabilecek ve geçimini sağlayabilecek olanağa sahip olarak ayrılır.

Maalesef, sarı sendikalar da bu konuda açıkça işveren işbirlikçisi bir tutum alarak, üretime dolaylı katkısı olan çalışanların örgütlenmesini “kapsam dışı” denilen bir uzlaşma ile önlüyor. İşveren ise sendikanın gücünü kırmak için, sadece bir kelime oyunu ile statü değiştirerek, “işçilerin” sayısını gittikçe azaltıyor. Oysa küçük burjuva olsa da bu çalışanlar, çıkarlarının işçi sınıfı ile bir olduğunu kavrayarak rahatlıkla işçilerden yana tavır alabilirler. Maalesef sarı sendikacılık, açıkça patronlardan yana tutumu ile bu duruma çanak tutmakta.

Peki, her üniversite diplomalı kişi küçük burjuva mıdır? Burjuva sosyalizmi temsilcileri bunu ima ettiğimi iddia ediyorlar. Tabii ki böyle bir mutlaklık bulunmamaktadır. İster ilkokul mezunu olsun, isterse doktora yapsın, artı-değere el koyma olanağına sahip bir meslek sahibi, şartları özdeş kaldığı sürece tabakalar arasında değerlendirilir. Direkt üretim içindeki bazı uzmanlıklara sahip işçiler, ödenmemiş artı-değerden ufak bir pay alabilir (ki buna sus payı da denmektedir). Bu uzmanın aldığı pay ile küçük burjuvanın kendi uzmanlığı ile elde ettiği payın nitelikçe farkı, küçük burjuvazinin ödenmiş artı-değere dahil el koyabilme olanağı, potansiyelidir. Küçük burjuvazinin kendi ürettiğine yabancılaşması ile bir işçinin kendi ürettiğine yabancılaşması arasındaki fark da buradan kaynaklanmaktadır.

OFİS ÇALIŞANLARININ DURUMU

Ofiste çalışan personeller açısından duruma baktığımızda, aslında yine tabakalaşma olduğunu tespit edebiliriz. Bugün parababaları tarafından “beyaz yakalı” olarak adlandırılan bu kesim, emperyalizmin yarattığı plansızlık karmaşası içinde direkt üretimden çekilerek hizmet ve bürokrasi tarafına itilmekte. Yukarıda verdiğimiz örnekte görüldüğü gibi, fabrikalarda bile bu ikilik yaratılmakta. Dolayısıyla emperyalizmin bilinçli bir tercihi ile hala direkt üretimde katkıda bulunabilecek milyonlarca işçi, tabakalara ayrılarak parçalanmakta.

Bugün ortaya çıkan ofis çalışmalarında yine bilişsel emekgücüne sahip, fakat ürettiği değerden aldığı pay gittikçe azalan, diğer yandan üretimde dijitalleşmenin artması ile üretime katkısı direkt hale gelen bir tabaka mevcut. Yine bu kesimin, işsiz kaldığı süreçte sahip olduğu bilginin artı-değere el koyma gücü, imkansız olmasa da kısıtlanmış durumda. Yine üretim araçları üzerinde karar verici ya da karar ortağı olma olanakları da, yok denecek kadar az haldedir. Ofislerde daha çok operasyon çalışmasında yer alan bu kesim, yine aydın tabakaların özelliklerini taşımakla beraber, işçi sınıfı ile gün geçtikçe daha yaklaşmakta (ki yukarıda saydığımız mesleklerden çok daha önce işçi sınıfına dahilliği tartışılabilir). Türkiye özelinde bakarsak, muhasebeciler, iktisatçılar, operatörler, çağrı merkezi çalışanları, teknisyenler, alt kademe devlet memurları memurlar vb… bu kapsamda anılabilir. Bugün, bu çalışanları “prekarya” olarak adlandırmakta Post-Modern akımlar, onların da anlayışı, burjuva sosyalizminin anlayışı ile doğru orantılı olarak, tabakaları bir sınıf içine dahil etme, hatta yeni bir “öncü sınıf” olarak gösterme çabası ve (bize kalırsa) icadıdır.

Özellikle ofis çalışanları arasında, belirttiğimiz küçük burjuva tabakasının niteliklerini ararsak, yönetici sorumluluğu verilenler arasında bulunan “işveren temsilcisi” olarak da anılan çalışanların bu tabakalara dahil olduğunu görebiliriz. Bu kesim, özellikle burjuvazi adına üretim araçları üzerinde karar verici ya da karar ortağı olduğundan, onların işçi sınıfı içinde olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yine bu kişilerin yabancılaşma biçimi ile, bir işçinin yabancılaşma biçimi arasında dağlar kadar fark olduğunu söyleyebiliriz. Fakat burjuva sosyalizmi temsilcimize göre, onları bir torbaya doldurup aynı ad ile çağırmakta ve yüzeysel biçimde onları bir tutmakta bir sakınca yok. Yani işçi sınıfı için formül ne ise, küçük burjuva da onu kabul eder, ona tabi olur(!)

KÜÇÜK BURJUVADAN İŞÇİ OLUR MU?

Burjuva Sosyalizmimiz, aydın tabakanın daha fazla sömürmesine bakarak, “nasıl olsa onlar da eziliyor, o zaman onlar da işçi sınıfı içinde görülmeli” şeklindeki düz mantıkları ile olaya bakıyorlar, tıpkı Adam Smith’in bir kapitalizm teorisyeni olmasına baktıkları gibi.

Her nedense, küçükburjuva diyince, bu gruplara “küfür ediyor” gibi geliyor. Çünkü işçi sınıfı davasını savunabilmek için illa ki o sınıfın sıfatına sahip olunması gerektiği düşünülüyor. Böylece ortamlarda sevmediklerine “seni küçükburjuva!” diyerek atarlanınca, fiyakaları çizilir diye düşünüyorlar sanırız.

Emperyalizm çağında, özellikle gericilik rüzgarlarının estiği ve politik-sosyal devrimlerin duraksadığı sınıflar arası tabakalaşma artmaktadır ve artacaktır. Tarihsel açıdan baktığımızda, bu tabakaların büyük kısmının ortaya çıkışı, sanayi devrimi öncesinde dayanmaktadır. Yani proletaryanın modern sınıf olarak ortaya çıkmasından çok önce ortaya çıkan bu tabakalar, birer sınıf olarak değerlendirilemez. Sadece, sınıflar arasında birer tabaka ya da sınıflar içinde birer zümre olarak değerlendirilebilirler.

Burjuva sosyalizmi temsilcimizin “Ürettiği artı-değere birisi el koyduğu için bu kişi işçidir” önermesi doğru mudur? Hayır, modern işçi sınıfından olmanın kriteri bu değil. Tıpkı krediler yoluyla, iflas ettirme yoluyla, rekabet yoluyla bir küçük-orta ölçekli işletmecinin başkasından elde ettiği artı-değere daha büyük bir Finans-Kapital şirketi el koyulan ve bu yolla onları “sömürülen” girişimcilere “işçi” diyemediğimiz gibi… Hikmet Kıvılcımlı’nın dediği gibi “Vahşi Kapitalist” yani kapitalizmin gelişim aşamasındaki şekilde davranış gösteren burjuva diyebiliriz bu girişimcilere, onlar da gün geçtikçe küçülmekte ve erimekte. Dolayısıyla, işçiyi işçi yapan sadece ürettiği artı-değere birinin el koyması değil, bunun yanında üretim aracı ile ilişkisizliği, mülksüzlüğüdür. Modernliğini belirleyen koşul ise kapitalizm üretim ilişkilerinde direkt rol almasıdır.

Bir küçük burjuva, bir kişi olarak proletaryaya dahil olabilir mi? Emperyalizm, yani kapitalizmin en çürük, en gerici, en asalak aşamasında nasıl ki tabakalara parçalanma artarsa, aynı şekilde işçi sınıfı da genişlemekte, sınıflar arası çelişkiler örgütsüz de olsa, lümpen de olsa, üretimle direkt ilişkisi kesilse de işçi sınıfı yığınlarını arttırmakta. Örneğin geçmişin “Usta-Çırak” ilişkisinde olduğu gibi, staj adı altında, “yeni mezun” sıfatıyla aydın tabakanın en üretken olabileceği dönemde resmen bu meslek ile bağı koparılarak, birer hizmet işçisi haline getirilebiliyorlar. Bazı aydınlar, kazanç elde etmek için bizzat üretime dahil oluyor ve kendi meslekleri ile geçim şansı sona eriyor. Yani “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri kalmaz” hale geliyor. Fakat o duruma geldiklerinde de artık küçük burjuvalık ile alakaları kalmıyor. Yani Lenin’in meşhur sözüne gönderme yapacak olursak: Eğer bir kişi küçük burjuva ise, modern işçi sınıfının parçası olamaz. Modern işçi sınıfının parçası olduğunda ise küçük burjuva olmayacaktır.

Öznel olarak tek tek değişimler olsa da, yukarı bahsettiğimiz durumun zıttı olarak, bulunduğu mesleğin arzının az ve talebin fazla olduğu noktalarda, rahatça geçimini sağlayarak, bir birikim sağlayabilecek güce sahipse, burada onları işçilerden ayrı bir sınıfta tanımlamak zorunlu hale gelir. Yani nesnel olarak, kaç para kazanırsa kazansın, küçük burjuva o üretim ilişkileri içinde olduğu sürece küçük burjuva olarak kalacaktır.

Küçük burjuvanın, işçi sınıfı üzerindeki kısmi sömürüsü ve farkı ne zaman sona erebilecektir (ya da küçük burjuvazi ne zaman ortadan kalkacaktır)? Tekniğin en üst seviyeye geçişi ve emekgücünün metalaşmasının sona erişiyle (yani şu meşhur kol ve kafa emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasıyla), yani sosyalizmin son aşamasında ortadan kalkacaktır. Aradaki farkı kavramamak neye yol açar? Doktorca söylersek, her hastalığın farklı bir reçetesi vardır. Doğru hastalığa doğru reçete verilemezse, hastalık sona ermez, hatta daha da ilerler. İşçi sınıfı ve tabakalar arasındaki farkı kavramamak da programı (stratejiyi) ve eylemleri (taktiği) sağlıksız hale getirir ve bugün yaşadığımız gibi, devrimi geciktirir.

İstanbul Direniyor’dan Özgür

[1] Hikmet Kıvılcımlı – Genel Olarak Sosyal Sınıflar ve Partiler ve Hikmet Kıvılcımlı – Türkiye’de Sınıflar ve Politika

[2] İlker Belek – Antalya’da Hekimler “Statü ve Sınıf Konumu Açısından Değerlendirme”

[3] Elif Çağlı – Tarih İşçi Sınıfını Göreve Çağırıyor

[4] F.Engels – “Ücretli Emek ve Sermaye” önsözü


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir