19 Mayıs tarihinde gösterime giren “Genç Karl Marx” filmi ile birlikte yılların “günah keçiliği” olan bilimsel sosyalizmin öncüsünün yaşamı Türkiye’de ilk defa izleyici ile buluşmuş oldu.
Film, Karl Marx’ın henüz bilimsel sosyalizm üzerine görüşlerini belirginleştirmeye başladığı 1843 yılından, Komünist Manifesto’nun yayınlandığı 1848 yılına kadar olan süreci ele almakta. Komünizm önyargısı ile doldurulmuş toplumlara yaşamının hangi dönemi ile tanıtılmasını isterdin sorusunu Marx’a sorma şansımız olsaydı, sanırız “önce gençlik yıllarım olmasın” diyebileceğini düşünüyoruz. Öte yandan her zamanki alçak gönüllülüğü ile şunu da ekleyecektir: “Söz konusu olan benim gençliğim değil, uluslararası proletarya hareketinin doğuşudur.” Hiç kuşkusuz, kendisi adı ile çekilen biyografiye ilk kendisi itiraz edecektir.
Bunu söylemimizin nedeni, Marx’ın yaşamının bu yıllarında görüşlerinin henüz oturmuş olmamasından duyulan kaygı değil. Kaygının daha büyüğü, Marx’ın görüşünün tamamının, film şeridi yetmezliğine uğramadan, bütünü halinde sunulmasıdır. Çünkü bilimsel sosyalizmin doğuşu ve gelişimi, sürekli değişim içinde olan ve değişime ayak uyduran bir yapıdır ve Marx’ı ilk defa tanıması olası kişinin bu olguyu kavraması, sanırız Marx’a da uygun olurdu.
Toplumsal gerçekçi bakış açımız ile ne yapacağımızı belirttikten sonra, olana bakalım. Öncelikle filmde bilimsel sosyalizmin sanata bakışını bekleyenler olabilir. Filmde aradıkları doğal olarak ki yok, çünkü film uluslararası Finans-Kapital’in destekleri ile çekilmiş. Filmin destekçileri arasında, adları buraya sığmayacak kadar fazla emperyalist kurum bulunmakta.
Özellikle sponsorlar arasında, Türkiye’de de emekçi kıyımına girişen ING Bank’ın olması dikkati çekiyor. Bir banka ne diye Karl Marx’ın yaşamını çeker? Neden emperyalist Avrupa Birliği ve Almanya, Belçika, Hollanda ve hatta Fransa bu filme para harcar?
Bizce şundan; çok defa söylendiği gibi, emperyalizm hiçbir zaman şovenizm atına oynamaz. Dünya üzerinde kendisine “komünist” adı veren ancak emperyalizme üstün hizmetlerini sunan çok sayıda grup mevcuttur. Tam da Ekim Devrimi’nin 100. yılında, komünist önderlere olan bu ilginin altında bir neden aramak gereklidir.
O zaman filmde seçilen zaman aralığına ve günümüz gündemine bakmak faydalı olacaktır.
Filmde seçilen zaman aralığı, anti-sovyet post-Marksistlerin çok sevdiği bir zaman aralığıdır. Frankfurt Okulu takipçilerinden, kendilerine otonom Marksist adı veren sol komünistlere kadar, Leninist deneyimin üstünden atlayarak Marx’ı yeniden yorumlayan ekipler, Marx ve Engels’in Komünist Manifesto sonrası birikimlerini pas geçerek, 1848 öncesi gelişiminden başlatarak yeniden tezler öne sürerler.
Marx’ın bu dönemden sonra gerek Paris Komünü ile ortaya koyduğu proletarya diktatörlüğü (siz ona proletarya demokrasisi de diyebilirsiniz) olsun, Kapital kitabında geniş biçimde değerlendirmeleri olsun, bu önemli değişikliklere cesaret bulamayanlar, sürekli geriye dönerler ve eleştirel olmak, “yenilikçi” olmak adına bunları Karl Marx’ın düşüncelerinin henüz geliştiği dönemden başlayarak yeniden teoriler üretirler.
Bugün emperyalizm krizini sonucu ülkesi mültecilerle (siz onu ucuz iş gücü olarak okuyun) dolan 4 ülke, kendi Karl Marx’ını yaratmak istiyor bu filmde. Kendi makbul, kabul edilebilir Marx’ını yaratarak, olumlu ve olumsuz iki noktayı yaratmış oluyor.
1- Bilimsel sosyalizmin gelişimi üzerine merakı törpülemiş oluyorlar. Günümüzde maalesef görsel, zahmetle okunanın önüne geçmiş durumda. Dolayısıyla oluştuğunu hissettikleri merakı bu şekilde önlemek istiyorlar. Ayrıca mülteci sorununda anti-şovenist seçeneği düşünecek olan kitlelerin gözüne kül serpmeyi ihmal etmiyorlar. Bu sorun konusunda makul bir seçenek yaratmak için kendi “genç Marx”larını referans alıyorlar. Bugün AB’de yaşayan halklar, şunu bilinçlerine çıkardıklarında, mevcut parababaları hükümetleri kaçacak delik arayacaklardır: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki savaşları başlatanlar bizzat kendi emperyalist ülkeleridir.
2- Olumlu yan ise tabii ki Karl Marx’a olan ilginin artmasıdır. Her ne kadar Marx’ın incelikli düşünülmüş düşüncelerini kaba bir şekilde sunsalar da, insanların kafasında sorgulamaya yol açacak ve gerçeğe kapı açacaktır. Ülkemizde bir dönem liberaller, AKP koalisyonları sırasında kendi Deniz Gezmişlerini, kendi Mahir Çayanlarını, kendi Mustafa Kemallerini yaratırken tam da buna yol açmışlardı.
Finans-Kapital, bugün çürümekte olan ve tutar yeri kalmayan sanatında Karl Marx’a yer verecek hale geldiyse, sahneye bilimsel sosyalistlerin çıkma zamanı gelmiştir, anlaşılacak olan budur. Dolayısıyla şu soruyu da sormalıyız kendimize, tüm olanaksızlıklara rağmen, neden bilimsel sosyalizmin doğuşuna yönelik bu eseri biz yaratmadık? Emperyalizm, her türlü alanıyla gerilerken, insanlar kanlı savaşlara yönelik bir çare, bir önderlik ararken, elimiz kolumuz bağlı duracak mıyız?
Tabii ki hayır. Bugün sosyal medya üzerindeki tüm değişiklikler bizim ajitasyon-propaganda-örgütlenme çabamızı kısıtlamaya çalışmaya dursun, bilimsel sosyalistler lehine olacak şekilde burjuva medyası teknik gelişimlere ayak uydurmamak için ayak diretsin, elimizdeki hazineyi değerlendirerek, insanlara kendilerinden bir sanat sunmak görevini gerçekleştireceğiz. Devrim bir güzel sanat ise, güzel sanatı da en yararlı biçimde kullanmaya devam etmeliyiz.
Karl Marx ve Friedrich Engels’in yaşamları üzerine alternatif kaynaklar:
1- Hikmet Kıvılcımlı – Karl Marks’ın Özel Dünyası, Derleniş Yayınları
2- Hikmet Kıvılcımlı – Marks-Engels Hayatları, Derleniş Yayınları
3- Karl Marx Biyografi – Sorun Yayınları, çeviren Ertuğrul Kürkçü
4- Friedrich Engels Biyografi – Sorun Yayınları, çeviren Saliha Nazlı Kaya
5- Marx-Engels Anıları, Evrensel Yayınları, Alaattin Bilgi
6- Karl Marx: 19. Yüzyılda Yaşanmış Bir Hayat, İletişim Yayınları, Jonathan Sperber