
Başlarken şunu belirterek başlayalım, Dağlık Karabağ meselesi, SSCB’den günümüze halen devam eden, tarihsel bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki halkın arasını açan politikaları ve her iki halkın burjuva hükümetlerinin bu sorunu çözmek yerine halklar arasında sürekli nefreti yeniden üretmesi boşuna değildir.
Sorunun neden kaynaklandığını anlamak için, sorunun tarihsel sürecine bakmak lazım gelir.
Dağlık Karabağ Sorunu: 20 Şubat 1988’de, Azerbaycan SSC’ne bağlı bulunan Dağlık Karabağ Otonom Vilâyeti (DKOV) yerel konseyinin 110 üyesinin Ermenistan SSC’ne bağlanması yönünde karar alması ile tetiklenmiştir. 1992’de, tabii ki SSCB’nin de dağılmasının etkisiyle birlikte Azerbaycan ile Ermenistan arasında bu sorundan kaynaklı savaş münasebeti cereyan ediyor. Yani SSCB çöktüğü esnada her iki ülkenin burjuva yönetimleri arasında sürtüşme başlamış oluyor. Ermenistan Burjuvazisi, Dağlık Karabağ’ın da dâhil olduğu Azerbaycan topraklarının yüzde yirmisine tekabül eden bölgeyi işgale başlıyor.
Daha eskiye yani Sovyetler öncesi tarihe baktığımızda da şunları görüyoruz;
1905-1907 yılları arasında Ermeni çeteleri tarafından Azerbaycan Türklerine karşı geniş çaplı kanlı eylemler gerçekleştirilmiş ve bu kanlı saldırılar sürdürülerek, Bakü’de başlayan vahşice eylemler Azerbaycan’ın tüm bölgelerine, Azerbaycan Türklerinin yaşadığı köylere kadar yayılmıştır. Yüzlerce yerleşim birimi yakılıp yıkılarak haritadan silinmiş ve binlerce sivil vahşice katledilmiştir.
Bu durum Ermeni Taşnaklarının (Sosyal Demokratların) 1920’ye dek Azerbaycan halkına yönelik saldırılarına değin sürmüştür. Hatta o dönemde Azerbaycan’a ait olan Şuşa’da yıkımlara sebep olmuştur. Şuşa’da ki yıkımı gösteren fotoğrafı sizlerle paylaşmış olalım:

Tarihe baktığımız esnada, Sosyalizme varana dek Ermenistan’da Taşnak şovenlerinin Azerbaycan halkı üzerinde kanlı eylemlerinin ve saldırılarının bulunduğunu görüyoruz. Sürdürülen bu saldırılar, teröristçe eylemler sürecini takiben Azerbaycan ve Ermenistan, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne katıldılar.
SSCB tarafından 1923’te Dağlık Karabağ, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı otonom bölge statüsüne sahip bir şekilde verildi. Bu durum başlangıç itibariyle aslında kabullenilmiş gibi görünüyordu. Ancak özünde Ermeni Taşnak şovenizmi etkisinde kalanlar tarafından benimsenmeyen bu karar sonrası sorun varlığını korudu. Bu noktadan sonra SSCB’ne rağmen Azerbaycan SSC’ne karşı eylemsellik içerisinde bir faaliyet yürütemeyeceklerini anlayan Ermeni Taşnak şovenizmi geleneği, daha küçük ölçekli saldırılara yöneldi. İncelediğimiz zaman Dağlık Karabağ Sorunu noktasında Sosyalizm doğal olarak Ermenistan Burjuvazisini ve şoven Taşnak çetelerini baskılayarak doğal bir çözüm oluşturmuştur.
Dağlık Karabağ Sorunu’nun tarihsel hukuki sürecini incelediğimiz vakit şunları görüyoruz;
1919 Ocak ayında Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti tarafından kurulan ve Şuşa, Cavanşir, Cabrayıl, Zengezur uyezdlerini (uyezd: Çarlık Rusyasının idari-bölgesel birimi) içeren geçici Karabağ Valiliği, Nisan 1919 tarihinde Müttefik Devletler (temsilen General Thamson) tarafından tanınmıştır. Hosrov Soltanov, Ocak 1919’da Karabağ Gubernatoru (Valisi) olarak atanmıştır. Vali, Şubat 1919’da göreve başlamıştır. Bölgede meskûn Ermeniler, 26 Ağustos 1919’da yapılan Yukarı Karabağ Ermenilerinin 7. Kurultayı sonrasında Azerbaycan Hükümetini tanıdıklarını deklare ettiler. Yani geçmişte de Ermenilerin 7. Kurultayında Ermeniler, Azerbaycan hükümetini tanımış durumdadırlar. Bölgeler üzerindeki Ermeni insanlar, yapılan kurultay sonucunda Azerbaycan hükümetinin otoritesini ve bölgenin hangi tarafın egemenliğinde olacağını kabul etmiş vaziyettedir.
Bir başka önemli detayda aslında SSCB’nin kendi anayasasından kaynaklı durumları içermektedir.
Hemen bakalım…
Ermenistan’ın bir başka hukuki iddiaları arasında Uluslararası hukukun “halkın kendi kaderini tayin hakkı” ilkesi ve 3 Nisan 1990 tarihli “Birlik Cumhuriyetlerinin SSCB’den Ayrılmasına İlişkin Meseleler Hakkında”ki SSCB yasasının ta kendisi mevcuttur. Başlangıçta da belirttiğimiz şekilde 20 Şubat 1988’de, Azerbaycan SSC’ne bağlı bulunan Dağlık Karabağ Otonom Vilâyeti (DKOV) yerel konseyinin 110 üyesinin oyu ile alınan karar; Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden ayrılarak Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile birleşmeye ilişkin bir talep içermekteydi. Ancak, SSCB Yüksek Konseyi ve Başkanlık Divanı, Dağlık Karabağ Otonom Vilâyeti’nin Azerbaycan SSC’den alınıp Ermenistan SSC ile birleştirilmesinin, SSCB Anayasası’nın 78. maddesi ve Azerbaycan SSC Anayasası’nın 70. maddesi uyarınca kabul edilemeyeceğini duyurdu.
SSCB Anayasası’nın 78. maddesine göre, Birlik Cumhuriyetlerinin sınırları, o cumhuriyetin rızası dışında değiştirilemeyeceğini şerh koyuyordu. Birlik Cumhuriyetleri arasındaki sınırların değiştirilmesi ancak söz konusu cumhuriyetlerin rızası ve SSCB’nin onayı ile mümkündür. Bu ilke Azerbaycan SSC ve Ermenistan SSC’nin kendi anayasalarında da kabul ettiği bir durum olarak mevcuttur. Bu sebeple bu anayasa her iki cumhuriyetinde uyması gereken anayasal zorunluluktur.
Bu süreçten sonra, yani Dağlık Karabağ’ın Ermenistan SSC’ye katılamayacağı yönündeki talebin reddedilmesi ile birlikte, DKOV Halkının Yetkili Delegeler Kongresi, Ermenistan SSC’nin girişimleriyle Azerbaycan SSC otonomisini tanımayı reddettiğini duyurdu ve ardından Azerbaycan SSC’nin anayasasının geçersiz sayıldığı bir ‘’Bağımsız Birlik Bölgesi’’ ilan etti. Ermenistan SSC’nin yüksek yasama organının bu arada çıkardığı Anayasaya aykırı birçok karar mevcuttur, fakat bunların en önemlisi 1 Aralık 1989 tarihinde çıkardığı Ermenistan SSC ile Dağlık Karabağ’ın birleştirilmesine ilişkin karardır. Ermenistan’ın bugünkü anayasasının Bağımsızlık Beyannâmesi’nde Türkiye’nin doğudaki altı bölgesinin ‘’Batı Ermenistan’’ olarak söz etmesi; Uluslararası Hukuk, “Savaş hukuku” tanımayan Ermenistan Taşnak şovenizminin bir anlayışın hâlâ devam ettiğinin kanıtı niteliğindedir.
Özetlemek gerekirse; Ermeni Taşnak şovenizmi ve Ermenistan Burjuva Şovenizminin haksız toprak talepleri, bitmez bilmeyen şovenistçe toprak ısrarları Sosyalizm öncesi, Sosyalizm dâhilinde ve SSCB’nin çözülmesinden sonrada devam etmiştir. Bu durum bizlere “Sosyalizm” uygulanmasının doğal barış ortamını her şeye rağmen sağladığını ve doğal çözüm ürettiğini göstermektedir. Ancak bir önemli nokta Ermenistan SSC’nin içerisinde daha halen Ermeni Taşnak şovenizminin kendisini çeşitli şekillerde SSCB Anayasası’na rağmen göstermiş olmasıdır.
SSCB’nin yetkili kurumlarının almış olduğu tüm kararlarda (özellikle 10 Ocak 1990 ve 3 Mart 1990 tarihli kararlar) Azerbaycan SSC ile Ermenistan SSC arasındaki sınırın hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği noktasında açıkça ifade edilmiştir. SSCB dağıldıktan ve Azerbaycan ile Ermenistan SSC’leri tekrardan Burjuva Devlet yapısına gerilediği esnada sorunlar tekrar baş göstermeye başlamıştır. Ancak bu sorun başında Ermenistan Burjuvazisi tarafından “ölü doğmuş” bir haksız talep meselesidir. Bunu gerek Sovyet döneminin Anayasası ve Bolşevik Partinin üst yapısı beyan etmiş olmakla birlikte; Günümüzde BM’de Dağlık Karabağ’ın işgal durumunda olduğunu beyan etmiş ve Ermenistan’a bu noktada yanıt vermiştir. BM Güvenlik Konseyi’nin 7 ayrı kararına rağmen Ermenistan Burjuva Devleti, Karabağ’da ki işgalini zorbalıkla, sivillere yönelik saldırılarla geçekleştirmeye devam etmektedir.
Dağlık Karabağ Otonom Vilâyeti’nin kapsadığı bölgeler Azerbaycan’ın SSCB’nin çözülmesiyle birlikte, Burjuva Devlet yapısı anlamında bağımsızlığını ilan ettiği 26 Kasım 1991 tarihine kadar Azerbaycan’ın bir parçası olarak kalmıştır. SSCB’nin dağılmasının ardından, uluslararası hukukun “toprak bütünlüğüne saygı” ilkesi gereğince, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanı ve uluslararası arenada tanınması ile Dağlık Karabağ ve civar bölgeleri Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları dâhilinde kabul edilmiştir.
Bununla birlikte, Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler Dağlık Karabağ’da azınlıkta iken Sovyet döneminde gerçekleştirdikleri sistematik göçlerle, 1988’de nüfusun yaklaşık yüzde 75’ini oluşturur hâle gelmişlerdir. Yani böylesi bir göç dalgası mevcut. Tabi o dönemde Sovyet Cumhuriyetleri kendi arasında kolayca seyahat edebiliyordu, herhangi bir düşmanlık söz konusu değildir. İnsanlar dilediği ölçüde Sovyet Cumhuriyetleri sınırları içerisinde seyahat edebilme özgürlüğüne sahiptiler.
Ancak, Mihail Gorbaçov’un başlattığı yeniden yapılanma sürecinden Ermeniler’in bilinçlice istifade etmek istemesi durumu söz konusudur. Bunun sonucunda, Sovyetler Birliği içinde Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ’ın Ermeni çoğunluğundaki parlamentosu, 20 Şubat 1988’de 110 üyesinin oyu ile Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile birleşme kararı almıştır. 1989 yılında, Kremlin, Dağlık Karabağ’ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi yeniden Azerbaycan’a bağlamıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı 1991 yılı sonunda, otorite boşluğunu fırsat bilen Ermeni Taşnak şovenizmi bu kez de Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu durum Dağlık Karabağ’da, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki devam eden silahlı çatışmalarında fitilini iyice ateşlemiş oldu.
Yaptığımız tarihsel araştırmalar sonucunda görüyoruz ki; Ermenistan Taşnakları , sürekli değişik biçimlerde toprak talebini en şovenist ısrar ve inatlarla sürdürmüştür. Buna kimi zaman SSCB Anayasası mani olurken, kimi zamanda Sosyalizmin doğal barış durumu çatışmayı önleyici etken olarak rol oynamıştır. Ermeni Taşnak şovenizminin toprak talebi defalarca SSCB yüksek kurullarınca reddedilmiştir.
Bilindiği üzere Dağlık Karabağ Sorunu noktasında ilk defa çatışmalar yaşanmıyor. Taraflar arasında yer yer çatışmaların yaşandığı dönemlerde barış sağlamaya yönelik girişimler de oldu. Bu kapsamda Jeleznovodsk Kommünikesi (Anlaşması), Dağlık Karabağ Sorununda sunulan ilk ateşkes anlaşmasıdır. Nitekim iki taraf yetkilileri, Azerbaycan-Ermenistan sınırındaki İcevan rayonuna (bölgesine) bağlı bir köyde görüşme yapmışlardır. Görüşme sonrasında, “cinayet ve intikama dayanan kısır döngünün durdurulmasının zorunlu olduğu” vurgulanmıştır. Tüm bu barış girişimleri ve verilen vaatler havada kalmış ve taraflar karşılıklı saldırılara devam etmiştir. Azerbaycan tarafı, ateşkese uyulmadığını göstermek üzere Rusya ve Kazakistan’dan bölgeye gözlemciler de getirtmiştir.
20 Kasım 1991’de, Azerbaycan hükümetinin üyelerini (Devlet Sekreteri Tofig İsmayılov, Başbakan Yardımcısı Zülfü Hacıyev, İçişleri Bakanı Mehemmed Esedov, Başsavcı İsmet Qayıbov), adalet ve güvenlik yetkililerini, iki Rus generali, Kazak ve Rus gözlemcileri (Kazakistan İçişleri Bakan Yardımcısı Sanlal Dasumoviç Serikov ve diğerlerini), ayrıca ünlü gazetecileri taşıyan helikopter, Ermenilerin kontrolündeki bölgeden açılan ateş ile düşürülmüştür. Gerçekleştirilen saldırıda 20 kişi hayatını kaybederken barış görüşmeleri ve ateşkes süreci böylelikle yine Ermenistan Burjuvazisinin saldırısı sonucunda yok edilmiş oldu. Düşürülen helikopterin enkazının fotoğrafı şu şekildedir:

Yazımızda bu şekliyle Dağlık Karabağ Sorunu’nun tarihsel sürecinden bahsetmiş olduk. Yakın zamanda da başlayan çatışmalar bu sorunun bir parçasıdır. 27 Eylül 2020’de Ermenistan Burjuva Hükümeti tarafından yeniden Azerbaycan halkına yönelik saldırılar gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarda siviller hedef alınmış ve sabah saatlerinde köyler ve birçok sivil yerleşim yerleri hedef alınarak saldırı altına alınmıştır. Bu saldırıların sonucunda birçok sivil hayat yitip gitmiştir. Kadınlar, çocuklar ve hatta daha henüz yürümesini bilmeyen, kundaktaki bebelerde bu haksız işgal saldırıları sonucunda hayatlarını kaybetmiştir. Bu saldırılar sonucunda Azerbaycan’a ait ve Azerbaycan’ın ikinci en büyük şehri olan Gence’de defalarca Ermenistan Ordusu tarafından saldırılara uğramış ve bu saldırı sonucunda da yine siviller hedef alınmıştır. Saldırılarda Balistik Füzeler de kullanılmıştır.
Bu durum bizlere Uluslararası Hukuka göre de haksız bir işgali devam ettiren Ermenistan Burjuva Devleti’nin “Savaş Suçu” işlediğini göstermektedir. BM’nin 7 ayrı kararına rağmen devam ettirilen saldırıların hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Marksist-Leninist Hukuk anlayışı üzerine bu durumu tartışmaya lüzum bile görmüyoruz. Marksist-Leninist hukuki bakış asla Uluslararası Burjuva Hukuku’nun gerisinde düşünülemez. Bu bir işgaldir, haksızdır ve sivillerin hedef alınması kabul edilemez.
Bu savaş durumunda sivillerin Ermenistan Ordusu tarafından hedef alınmasını, Azerbaycan’a ait toprakların hiçbir hukuki dayanağı olmadan haksız bir şekilde işgal edilmesini ve Azerbaycan topraklarında sivil yerleşim yerlerinin hedef alınmasını kınıyoruz.
Kahraman Gerilla Che Guevara’nın da ifade ettiği üzere Bir başkasına atılan tokadı kendi suratında hissetmeyen devrimci olamaz, diyoruz. Nerede bir haksızlık, bir zulüm varsa hiç kuşkusuz oralı olur yüreğimiz. Çünkü devrimci olmak en nihayetinde gerçek insan olma mücadelesidir. O sebeple devrimciliğimiz bizi bu haksız işgal durumuna ve saldırılara karşı ses çıkarmaya yönlendirir. Bu en nihayetinde gerçek insan olma mücadelesinin esaslarıdır.
Bu sorunun her iki halkın çıkarlarına göre çözümü basittir. Uluslararası Hukuk, BM’nin 7 ayrı kararı ve tüm bunların yanında en önemlisi SSCB Anayasasının bu toprak talebinden doğan sorun karşısındaki tavrı açık ve nettir. Ancak bugün her iki halkta Sosyalizmden mahrum bırakılmıştır. Bu sebeple Sosyalizmden doğan haklarından mahrum kalan Azerbaycan halkı Ermenistan Burjuva Devleti’nin tehditkâr, teröristçe saldırılarına maruz kalmaktadır. İşte sosyalizm böylesine önemli bir insanlık aksiyonu içermektedir. İnsanlığın önündeki en gerçekçi çözümdür. Ne yazık ki sosyalist bir anayasadan uzakta her iki halkta kendi burjuva şovenistlerinin çözümsüzlük batağında acılara uğratılmaktadırlar. Kapitalizmin tekelci aşaması olan Emperyalizm çağında da Rusya ve ABD Emperyalistleri de bölgeye adeta bataklık bulmuş sinekler gibi üşüşmektedir. Onlarda kendi çıkarlarına göre cephelenmeler yaratmakta, halkın çıkarlarına yönelik çözümler yerine kendi çıkarlarına yönelik anlaşmazlıkları kışkırtmaktadırlar.
İşte bakınız defalarca Rusya hakemliğinde ateşkes ilan edildi değil mi? Ateşkes defalarca Ermenistan Ordusu’nun yeni saldırılarıyla bozuldu. Peki, bu ateşkesler ne anlam ifade ediyor bugünkü Emperyalizm çağımızda? Gerçekten çözüm ateşkeste midir?
Hayır arkadaşlar! Çözüm hiçbir zaman Emperyalistlerin hakemliğindeki ateşkeslerde veyahut göstermelik barış ortamlarında sağlanamaz. Dağlık Karabağ Sorunu’nun çözümü basittir. Hakkaniyetli barışın tek uygulanabilir çıkar yolu; Ermenistan Burjuva Devleti’nin tüm bu Uluslararası Hukuka göre de suç teşkil eden saldırılarını sonlandırmasını ve işgal ettiği topraklardan çekilmesini talep etmekle mümkündür. İşte tek hakkaniyetli barış işgalin ve ilhakın son bulmasını istemekle olur. Azerbaycan halkına ait toprakların tekrar Azerbaycan halkına koşulsuz iade edilmesi ile gerçek barış sağlanabilir.
Yoksa AB-D Emperyalistlerinin ve yeni yetme Rus Emperyalizminin dahil olduğu yeni cephelenmelerle ve kendi hakemliklerinde sağladıkları ateşkesler ile bu sorun çözülemez. Hep beraber neden çözülemeyeceğini, bu ateşkeslerin ne anlam ifade ettiğini Devrimler Kartalı Lenin Usta’dan okuyalım;
“Eğer sosyalizm kazanamazsa, kapitalist devletler arasındaki barış yalnızca bir ateşkes, bir fasıla, halkları yeniden boğazlamak için bir hazırlık olacaktır.”
Evet, Lenin Usta bunları 14 Aralık 1917’de ortaya koyuyor. 1917’den günümüze ışık tutmaya devam ediyor. Kim inkâr edebilir bu somut tahlili, arkadaşlar? Mümkün mü? İşte bugün her iki halkta sosyalizmi kaybettikleri için bugün tüm bu boğazlanmalara ön hazırlık olan “ateşkes” aldatmacalarını yaşıyorlar. Emperyalizm çözüm yerine çözümsüzlüğe itiyor.
Peki, tüm bu tarihsel süreç ve haksız işgal karşısında ülkemiz solu ne yapmakta? Kimisinin bu olay üzerine iki kelime dahi edecek mecali kalmamış veyahut görmezden gelir durumda, kimisi de saldırıya uğrayan halkın kimliği Türk olduğundan haksızlık karşısında suskunları oynamaktadır. Böylelikle bunların devrimciliği de suretçe devrimciliktir. Koftur, boştur!
Öyleyse bu suretçe devrimcilik yapan, suskunları oynayan örgütlerin veyahut partilerin şeflerinin yerine genelde sempatizanlarının veyahut bu örgütlere, partilere üye olanlarının sağda solda tek başlarına hezeyanlarını dinliyoruz, dinlemek zorunda kalıyoruz. İnsan bazen bu insanlarında haline acıyor. Gönül verdiğiniz, üyesi olduğunu güya devrimci olan örgüt veya parti bu konuda kitlesine, üyelerine ve böylelikle de kamuoyuna bir görüş sunamıyor. Haliyle kitlesine ve devrimciliği de böylece zarara uğratıyor. Acınası durum!
Neyse…
Biz, genelde bu kitlenin ağzına pelesenk ettiği “bu savaş bizim savaşımız değil” veyahut “bu savaş sermayenin savaşı” sözlerine de cevap vermeye çalışalım.
Yüzeysel bakıldığında “bu savaş sermayenin savaşı” vb. sözler haklı ancak Emperyalizm çağında her şeyi açıklamaya yetmiyor. Tarihe baktığımızda “sınıflar savaşı” görüyoruz. Peki, zaten her savaş aslında yine bir sınıfsal muhteva içeriyorken klasik biçimde “bu savaş bizim savaşımız değil” demekle yetinmek yetiyor mu? Bizce yetmiyor. Tüm hareketimizin bilimselliği neredeydi? Olanı olduğu gibi, enine boyuna ve ardına arkasına bakarak ortaya koymaktı bütün meselemiz! Bilimsel metodumuz bu değil miydi, arkadaşlar? Buydu.
Elbette bu savaş emekçi ve yoksul halklar arasında Azerbaycan ve Ermenistan burjuva şovenistlerinin nefret tohumlarının yeşermesine sebebiyet veriyor. Ancak, önemli olan nokta sosyalistlerin “bu savaş bitsin” derken bunu soyut biçimde söylemekten ziyade bu savaşın hakkaniyetli bir barışla nasıl bitmesi gerektiğini söyleyebilmesidir. Bu savaşa sebep olan tarihsel ve hukuksal boyutunu olduğu gibi ortaya koymak ve izah edebilmektir bütün mesele. İşte o vakit haklı ve haksız ayrımını yapabiliriz. İşte o vakit olayların ve olgunun kendisi hakkında bütünlüklü bir kavrayışa sahip olabiliriz. Ancak o zaman anlayabiliriz bu savaşın sebeplerini ve işte o zaman çözümünü ortaya koyabiliriz. “Savaşa hayır” demekle ve “bu savaş bizim savaşımız değil” demekle çözüm gelmiyor. Sadece konuşmuş, niyet belirtmiş oluyoruz. Ancak, düşünce davranıştan ayrılamaz. Söylemek ve söylerken nasıl olması gerektiğini de ortaya koymak gerekir. İşte gerçek bilimsel yaklaşım, gerçek devrimci tutum bunun sonucunda elde edilir. Çözüm: Ermenistan Burjuva Devleti’nin hiçbir Uluslararası hukuka dahi uymayan, savaş suçu işlercesine teröristçe saldırılarını Azerbaycan halkı üzerinde devam ettirmesini durdurmasını ve hukuksal olaraktan Azerbaycan halkına ait olan Dağlık Karabağ bölgesinden çekilmesini istemekle olur.
Sosyalistlerin “barış” talebi gel geç, soyut olamaz! Hakkaniyetli barışın sağlanmadığı ve istenmediği her “barış” talebi AB-D Emperyalistlerinin göstermelik “ateşkes” kamburlarını getirir. Halk yığınları da bunu “barış” sanırlar. Esasen bu barış değil her iki tarafın burjuva şovenistlerinin yeni bir saldırı için soluk almasıdır. Keza bunu Lenin’de böyle ortaya koymuştur, yukarıda açıkladık.
Bu sebeple ABD, İsrail ve Rusya hakemliğindeki “ateşkes” çözüm değil, halkları boğazlamanın ve savaş sirenlerinin daha güçlü bir şekilde çalınmasının hazırlığıdır. Bu savaşı körükleyen başta Ermenistan Burjuva Devleti’ne maddi yardımlarda bulunan AB-D Emperyalistleri ve Uluslararası arenada da savaşın propagandasını yapan Ermeni Diasporasıdır.
KAHROLSUN EMPERYALİZM, YAŞASIN SOSYALİZM!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
ERMENİSTAN, DAĞLIK KARABAĞDAN ÇEKİL!
Adana Direniyor’dan Fatih
Emeğinize sağlık. Açıklayıcı ve bilgilendirici bir yazı olmuş.
Doğru doğrudur.Hangi yönden bakılırsa bakılsın.Yazan arkadaşın emeğine sağlık.