Avrupa Sosyalist Blok Ülkelerinde Sosyalizm (Aydın Direniyor)

PDF İzle & KaydetYazdır

Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı’nın ardından hızla yayılan komünizm dalgası; Yugoslavya, Polonya, Macaristan, Romanya, Doğu Almanya, Bulgaristan ve Arnavutluk’ta kendisini gösterdi. Kitlesel uyanışa geçen halklar, hızla Demokratik Halk Devrimleri gerçekleştirmeye başladılar. Sovyetler Birliği’nin başını çektiği Sosyalist Kamp’ı güçlendirmeye başladılar.

9 Mayıs 1945 günü, Sovyet Kızıl Ordusu’nun Nazi Faşizmi’ni yenilgiye uğratması zulmün pençesinde inleyen Avrupa Halkları tarafından sevinçle karşılandı. Faşistlerin mağlubiyeti, Avrupa komünistlerinin hızla kendi ülkelerinde iktidara gelmesini sağladı. Kurulan sosyalist cumhuriyetler, Sosyalist Kamp’a dahil oldu, Sovyetlerle yakın ilişkiler kurdu. 

SON BEND: SOSYAL DEMOKRASİ

Yukarıda saydığımız Avrupa Sosyalist Cumhuriyetleri‘ni incelemeden önce İngiltere’deki ”İşçi Partisi” İktidarı üzerine konuşmamız gerekir. 1945’te iktidara gelen Birleşik Krallık İşçi Partisi, Avrupa’da esen sol rüzgârların Avrupa Finans-Kapitali’nin sömürü düzenini sonbaharda yere dökülmüş sarı bir yaprak gibi uçurmaması için tasarlanmış bir “Truva Atı”dır. İşçi Sınıfı’nın çıkarlarıyla, Proletarya Enternasyonalizmi’yle zerrece alakası yoktur. İngiliz İşçi Sınıfı’nın gözünü boyamak ve sosyalizm hedefini dizginlemek amacıyla o ismi taşımaktadır ve bu amaçla iktidara getirilmiştir.

Türkiye’deki popüler deyimiyle ”sosyalizme taşmayı önleyen son bent”tir İngiltere İşçi Partisi. Keza İşçi Partisi Hükümeti’nin Eski Başbakan Yardımcısı Herbert Morrison’un Sovyetler Birliği’ne yönelttiği karşı devrimci eleştiriler ve karalamalar, İngiliz İşçi Partisi’nin NATO, Avrupa Birliği gibi Emperyalist Kurumları savunup Sosyalist Kamp’a düşmanca tavır alması da bunun elle tutulur delilleridir. Günümüzde hala var olan İngiltere İşçi Partisi, revizyonist, anti-komünist ve karşı-devrimci bir çizgi izlemektedir. Sosyalist Enternasyonal isimli ABD’nin “Project Democracy“si için, BOP’u için “Umut Kaynağı” olan Sahte Sollar’ın uluslararası örgütünün üyesidir. Tony Blair’in ”Üçüncü Yol” zırvalamalarına ise sanıyoruz değinmeye dahi lüzum yoktur.

ALMANYA

Keser Kaçığı Faşist Hitler’in Nazi Almanyası’nın yıkılmasının ardından Almanya, Müttefik Devletler tarafından dört bölüme ayrıldı. Bu bölgeler Fransa, Birleşik Krallık, ABD Emperyalistleri ve Sovyetler Birliği denetimindeydi. Üç emperyalist devlet, kendi bölgelerini birleştirerek kukla Batı Almanya’yı kurdular. Finans-Kapitalist, burjuva bir devlet olan Batı Almanya, kısa sürede NATO’ya da girdi. Emperyalistlerle ilişkilerini geliştirdi. Doğu Almanya’da ise Alman komünistleri ve İşçi Sınıfı önderliğinde Demokratik Almanya Cumhuriyeti kuruldu. Tabiî Sovyetler de destekledi DAC’ı. Hitler’i yıkan Sovyetler Birliği, ülkenin anahtarını faşist yöneticiler ve bir avuç Alman Finans-Kapitalisti’nin elinden alıp Almanya Halkı’na teslim etmişti.

Sosyalist Birlik Partisi iktidarı, kısa zamanda Sosyalist Planlı Merkezî Ekonomi’yi kurdu. Halkın gereksinimleri ücretsiz olarak sağlanmaya yani kısacası sosyalizmin asgari programı burada uygulanmaya başladı. Bunun dışında, ABD Emperyalistleri boş durmayarak kendi kurduğu ve silahlandırdığı sabotajcıları Doğu Almanya’ya göndererek ülkedeki kamu mallarının zarar görmesini sağlarlar. Bu sabotaja karşın Sosyalist Almanya, Batı’daki emperyalistlerin kukla yönetimindeki Batı Almanya ile arasına ”antifaşist set” olarak anılan 46 kilometrelik Berlin Duvarı’nı inşa ederek tedbir alır. Daha sonra 1990’da bu duvar yıkılacak ve Federal Almanya, Demokratik Almanya’yı yutacaktır. Bu karşıdevrimin Alman İşçi Sınıfı’ndan çaldıkları ise şöyle bir aktarmayla özetlenebilir: 

”Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) bundan tam 27 yıl önce Federal Alman Cumhuriyeti (FAC)  tarafından yutuldu.

Yutuldu yutulmasına da, hâlâ hazmedilemedi. Hazmedilmesi de mümkün görünmüyor.

Sistemin doğasına içkin olan eşitsizlik üzerinden yaşama, eşitsizliği süreğen bir şekilde yeniden üretme durumu, 17 milyon eğitimli nüfusa sahip 40 yıllık ADC’yi sindirmemenin en temel kaynağı.

Ücretsiz sağlık sistemi; herkese iş, herkese aş; herkese konut; herkese sosyal-kültürel kendini gerçekleştirme alanı; gelecek kuşağı düşünme  kaygısından ilelebet kurtulmuş olma; işsizlik kavramını tanımama;  emeklilikte onurlu bir yaşam sürme…

Tüm bunlara kapitalist Almanya’da ulaşma şansının sıfıra yakın bir ihtimal olduğunu çok geçmeden hissetti doğu insanı.

Alman ordusunda en çok doğu kökenli genç askerler yurt dışı ‘hizmeti’ne talip oluyorlar. Neden çok basit: Yüksek işsizlik oranı onların bir şekilde orduya kapağı atmalarını ve yüksek primle Afganistan’da bulunmalarını teşvik ediyor da ondan.

17 milyonluk bir ülkede çalışabilir nüfusun 3 milyondan fazlası işsiz ise, durum ciddi demektir.

ADC İNSANI KARŞIDEVRİMDEN SONRA ANTİSOSYALLİĞİ  GÖRDÜ

1988’de ADC yurttaşı kadınlar 60 yaşında emekli oluyordu. Bugün 67 yaşına kadar çalışmak zorundalar.

1988’de bir emekli 477 ADC Markı maaşa sahipti. Bu rakam ile, kira ve yiyecek ihtiyacını karşıladığı gibi, maaşın yarısından fazlası (hatta üçte ikisi) cebinde kalıyordu.

Toplu taşıma sistemi kâr etmek için değil, halkın gereksinimini sağlamak için örgütlendiği için bedavaya yakındı.

Ülkenin her yeri zengin kütüphaneler, tiyatro salonları, konser meydanları ile donatıldığı için, şimdiki gibi tek sosyal etkinlik mabedlere dönüşmüş alışveriş merkezleri içinde dolanıp, evde televizyona tav olmak değildi.

Çocukları için tam gün kreşleri vardı. Kudretli olduğu iddia edilen Almanya’da bugün tam gün kreş yalnızca gelir durumu ortalamanın üzerindeki kesimler için mümkündür. Zaten ‘kariyer’ yapan kadınlar da genelde bu kesimlerden çıkıyor. Gerisi için ise hayat, çocuk büyütmek ve çalışmaktan ibarettir.

PISA araştırmalarının şampiyon ülkesi Finlandiya, eğitim politikaları konusunda  pekçok yol ve yöntemi ADC’den almıştır. Şimdiki Almanya PISA araştırmalarında vasatın ötesine gidememektedir. Üç sınıflı orta öğretim eğitim sistemi, kredili ve harçlı üniversite uygulaması ile şimdiki Almanya tam bir emekçi düşmanı eğitim politikası uygulamaktadır.

Emekçi çocukları berber ya da tornacı olurken, gelir durumu yüksek kesimlerin çocukları ise seçkin üniversitelerde okuyan, geleceğin menejer tipleri olarak sıraya sokulup, eleniyor.

Sosyalist ADC’de kilise vergisi yoktu. Laiklik, sosyalist aydınlanmanın tanımına uygun olarak, duru bir netlikte uygulanıyordu.

ÜLKENİN EN BÜYÜK PATRONU KİLİSE

ADC’de kilise ülkenin en büyük işvereni durumunda olmadı. Kilise yalnızca dinle alakalı olanla yükümlüydü. Kiliselerin okulları, hastaneleri yoktu ADC’de.

Kilise vergisi ödemeyenin iş bulamadığı kurumlardan söz dahi edilmezdi. Oysa şimdi öyle mi: Katolik ve Protestan kiliseleri bir buçuk milyon işçi çalıştıran ülkenin en büyük patronları durumunda. Denetimleri altında tuttukları Caritas ve Diakoni adındaki kurumlar aracılığıyla ‘Hristiyan yardımı’nı kâra çeviriyorlar.

ADC yurttaşı, aynı işte iki ayrı ücret sistemine tabi tutulmazdı. Patronu hiç tanımadılar. Fabrikalar, tarlalar gerçek anlamda emeğin kamusal işletmeleriydi. Şimdiki Almanya’da ücret uçurumunu gördüler. Taşeron çalışma denilen modern köleliğin en kölecesine tanık oldular.

Kira sözleşmelerinde nasıl kazık yenileceğini, sigorta şirketleri tarafından soyulmayı, talebi kışkırtan anlamsız arzı, televizyon vergisini, komünikasyon dolandırıcılığını gördüler, yaşayageldiler.” (1)

BULGARİSTAN

İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı sırasında Nazi Faşizmi, Bulgaristan’ı işgale girişti. Bu durum karşısında Bulgaristan komünistleri, Antifaşist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlattılar ve halk kitlelerini arkalarına aldılar. İşçi Sınıfı’nın öncülüğünde küçükburjuvazi, köylülük tabakalarının müttefikliğinde Vatan Cephesi isminde ortak bir antifaşist, antiemperyalist cephe kuruldu. Bulgaristan Halkı, savaşını başarıya ulaştırdı. Nazi Almanyası’nın yıkılmasının ardından Bulgaristan İşçi Partisi, Bulgaristan Çiftçi Partisi, Ulusal Zveno Birliği, Bulgaristan İşçilerinin Sosyal Demokrat Partisi, Radikal Parti ve bağımsızların bulunduğu Vatan Cephesi’nin Demokratik Halk İktidarı kurulur Bulgaristan’da. Daha sonra Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla sosyalizme sıçranır. Vatan Cephesi Başkanlığı’na Komünist Enternasyonal’de aktif olarak bulunmuş ve devrimde aktif rol almış ve daha sonra Bilimsel Sosyalizm’e birçok teorik katkı yapacak olan Georgi Dimitrov seçilmiştir. Devam eden süreçte büyük sanayi kuruluşları ve bankalar millileştirilir, devletleştirilir. BİP ve BİSDP birleşerek Bulgaristan Komünist Partisi’ni oluşturur. UZB ve RP kendini fesheder ve iktidarda yalnızca iki parti kalır: BKP ve BÇP. 1946-49 yıllarında partinin başında bulunan Dimitrov’dan sonra önderliğe, 1949’da Kolarov, 1949-54 yıllarında Chervenkov ve 1954-71 yıllarında Jivkov geldi. Bu devrimci önderlerin döneminde sosyalizm emperyalizme büyük tavizler verilmeden sürdürülebildi.

1980’li yıllarda parti içinde tasfiye hareketine girişildi, izlenen kapitalist restorasyonlarla sosyalizm büyük yaralar aldı. Sosyalist Kamp’ın dağılışıyla Bulgaristan Halk Cumhuriyeti de yıkıldı. Karşıdevrim gerçekleşmiş oldu.

ROMYANYA

İkinci Emperyalist Yağma ve Paylaşım Savaşı’na Japonya ve Nazi Almanyası gibi militarist (kırtasiyeci), faşist devletlerle aynı cephede yani Mihverlerin yanında giren Romanya’da savaştan sonra geniş halk kitlelerin katıldığı isyanlar-ayaklanmalar patladı. Romanya Komünist Partisi genelkurmaylığında, Rumen İşçi Sınıfı öncülüğündeki isyanlar Demokratik Halk Devrimi’ne dönüştü. 1947’de Romanya Kralı I. Mihai tahttan indirildi ve Romanya Halk Cumhuriyeti kuruldu. Sosyalist İktidar, devrimi yapan taraf olmasına karşın önceki yönetimin borçlarını üstlendi. Sovyetler’e maddi kaybı gidermeleri adına savaş tazminatı ödendi. Romanya Halk Cumhuriyeti’nin ismi daha sonra Romanya Sosyalist Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Sosyalist Romanya, halkı hem ekonomik hem kültürel açıdan hızla kalkındırmayı başardı:

”Romanya’da 1945’te komünizm iktidara gelmeden önce nüfusun büyük çoğunluğu okuma yazma bilmiyordu ve hiçbir sağlık hizmetinden yararlanamıyordu. Kırsal kesimde yalnızca egemenler sağlık hizmetinden ve elektrikten yararlanabiliyordu. Sağlık hizmetinin durumu o kadar vahimdi ki, bebek ölüm oranında Avrupa’nın en kötülerinden olan Romanya’da ortalama ömür beklentisi 40 yaşın altındaydı.

Romanya’da İkinci Dünya Savaşı yıllarında iktidarda olan faşistlerin, ülkedeki Yahudi ve çingene nüfusun büyük kısmını gaz odalarına göndermesi de ülkeye damgasını vurmuştu. Bu yıllar boyunca ve öncesinde yasadışı faaliyet yürüten ve savaş sırasında direnişte büyük bir mücadele sergileyerek çok militanını kaybeden Romanya komünist hareketi, savaş sonrasında halkın büyük desteğine sahip olmasına rağmen birkaç bin militana ancak sahipti. Bu kadrosuzluğa rağmen, Rumen halkının komünistlere duyduğu güven ve heyecan, yeni bir ülkenin kurulmasını sağladı.

Komünistler kısa sürede okuma yazma bilmemezliği bitirdi, herkese sağlık hizmeti sağlandı, ve IICMER’in anketinin de ortaya koyduğu gibi insanca yaşam koşulları ve herkese istihdam sağladı.” (2)

Romanya’da Sosyalist İktidar, 1989’a dek ayakta kaldı. Hemen hemen her Sosyalist Kamp ülkesinde olduğu gibi Romanya’nın da ideolojik eksikleri vardı. Ancak bu türden bile olsa sosyalist planlı ekonomi işlemekteydi. Nikolay Çavuşesku, 1965’te RKP Genel Sekreterliği’ne ve Devlet Başkanlığı’na seçildi. Çavuşesku önderliğindeki Sosyalist Romanya, ABD Emperyalistleri’nin Sosyalist Kamp’ı birbirine kırdırma oyununa geldi. Çin ile SSCB zaten birbirlerine kırdırılmıştı. Çavuşesku da aynı tongaya geldi ve SSCB’ye karşı soğuk tavır aldı. Ağır sanayi makinelerini, gereçlerini ABD Emperyalist Devleti’yle yaptığı anlaşmalarla satın aldı. Böylece Çavuşesku ve yoldaşları büyük bir dış borcun altına girdiler.

Tabiî ABD, bu dış borcu kendi lehine çevirmesini bildi. Sovyetler Birliği’ne ve Varşova Paktı’na muhalif ve düşman tutumu sebebiyle ABD Emperyalistleri, Çavuşesku’yu Sosyalist Kamp’ın zayıf halkalarından biri olarak gördü ve fonladı. Romanya sosyalizmi, emperyalistlerle ilişkiler geliştirmeye kalkınca sosyalizmin ekonomik kanadı da aksadı.

Çavuşesku’nun yanlış politikaları yalnızca sosyalizmin sonunu getirmekle kalmadı, kendisinin de sonunu getirdi. CIA, bu süreci kendi istediği şekilde yönetmeyi başardı. Amerikan basını, yaptığı yayınlarla kamuoyunu Çavuşesku’nun katline hazırladı aynı yakın zamanda Irak’da, Libya’da, Suriye’de yapılana benzer olarak. Emperyalistlere göre sosyalist Çavuşesku, bir ”diktatör”dü. Tabiî tüm egemenliğin bir avuç sermaye çevresinin elinde toplandığı emperyalist devletlerin, Çavuşesku’ya bu yakıştırmayı yapması kargaları bile güldürür.

Karşıdevrimciler, göstermelik bir yargılamanın ardından Nikolay Çavuşesku ve eşini idam ettiler. Çavuşesku ise (görgü tanıklarının ifadesine göre) infazından hemen önce bile Enternasyonal söylemekteydi. Tüm iyi niyetine ve devrimci heyecanına karşın Sovyetler’e haksızca güttüğü düşmanlık Çavuşesku’yu ne hallere düşürmüştü…

Romanya da böylece kapitalizme geriledi. 

Bugün ise Romanya Halkı, gerek diğer Doğu Avrupa Halkları bugün sosyalizmi özlemektedir, resmi anketlerle bu kanıtlanmıştır:

”Avrupa Birliği üyesi Romanya’da yapılan bir anket, halkın komünizmi kapitalizme yeğlediğini ortaya koydu. Ankete katılanların yüzde 60’ı, komünizmi ilkesel olarak, “iyi bir fikir” diye niteleyerek sahiplendiklerini söylediler. Komünizmin daha iyi olduğunu düşünenler, kapitalizmin daha iyi olduğunu düşünenlerin iki katından daha fazla.

Üstelik araştırma, tamamen komünizme karşı mücadele etmek için kurulmuş bir kurum, Komünizm Suçları ve Rumen Sürgünlerinin Hafızası Araştırmaları Enstitüsü (IICMER) tarafından finanse edildi.

Araştırma, 4 sene önce yapılan benzer bir araştırmaya göre ülkede komünizme dönük özlemde gözle görülür artış olduğunu ortaya koydu.

Araştırma, Rumen araştırma kuruluşu CSOP tarafından 27 Ağustos-2 Eylül 2010 arasında 15 yaşından büyük 1133 kişiyle evlerde yüzyüze yapıldı. Araştırmanın hata payı yüzde 2,9 olarak belirlendi.

Araştırmaya göre yüzde 49 Nikolay Çavuşesku döneminde komünist partisi liderliğindeki yönetimin daha iyi olduğunu savunurken, sadece yüzde 23’ü kapitalizm altındaki yaşamın eskiye göre daha iyi olduğunu düşünüyor.

Niye komünizm daha iyi?
Ankete göre komünizmin yeğlenmesinin temel sebebi ekonomik. Katılımcıların yüzde 62’si iş güvencesini, yüzde 26’sı insanca yaşam koşullarını ve yüzde 19’u herkesin evi ve barınma hakkı olmasını gerekçe gösterdi.

Komünizmin “halka karşı suçları”
Araştırmayı finanse eden IICMER, komünizmin halka karşı suçlar işlediği ve komünizm döneminde sürekli eziyet edilen insanların kan ağladığı propagandasını yapmak üzere kurulmuş bir kurum. IICMER, insanları “komünizmin suçları” konusunda “eğitiyor”.

Hani nerde “eziyet”?
Ancak araştırmanın sonuçları, IICMER ve tüm komünizm karşıtı propagandacıların çabalarının pek meyve vermediğini ortaya serdi. Ankete katılanların yalnızca yüzde 6’sı kişisel olarak bir eziyet gördüğünü söyledi. Yüzde 7’si ise kendisine bir şey olmadığını, ancak “bir yakınına olduğunu” ifade etti. Eziyet gördüğünü söyleyen kişilerin çoğu, bunun sebebi olarak daha önce sahip oldukları mülkiyetin kamulaştırılmasını gösterdi. Komünizme dair kötü hatıraları olduğunu söyleyen tüm katılımcıların ise sadece yüzde 6’sı kendilerinin ya da ailelerinden birinin gözaltına alındığını belirtti.

Anketler nasıl yalan söyler?
Böylesi sonuçların çıktığı bir araştırmayı, anti-komünist IICMER’in hasıraltı edemeden yayınlamak zorunda kalması manidar. Ancak IICMER, anket sonuçlarını çarpıtma konusunda girişimde bulunmayı da ihmal etmedi.

Anketteki yönlendirici sorulardan birisinde, ankete katılanların yüzde 41’i komünizmin suçlu bir rejim olduğu argümanına, yüzde 42’si ise gayrımeşru bir rejim olduğu argümanına katıldıklarını söylediler. IICMER de anketi sunarken, bu istatistiği öne çıkardı. Ancak ankete katılanların sadece yüzde 27’si komünizme ilkesel olarak karşı olduklarını belirttiler. Belli bir görüş bildirenlerin çoğu, 1989 öncesi rejimde komünistlerin, komünizmi daha iyi bir biçimde yerleştirmeyi başaramadıklarını düşünüyor. Yüzde 14 ise komünizmin iyi olduğunu ve Romanya’da en iyi biçimde yaşatıldığını savunuyor.

“Daha iyisi olabilirdi, ama kapitalizmden iyidir”
Anketin sonuçlarının tümü incelendiğinde, Rumen halkının büyük çoğunluğunun Romanya Komünist Partisi’nin birtakım hatalar yaptığını, ancak parti eliyle kurulan sistemin, eksiklerine rağmen kapitalizmden daha iyi olduğunu düşündükleri görülüyor.

…Avrupa Birliği üyesi Romanya’da yapılan bir anket, halkın komünizmi kapitalizme yeğlediğini ortaya koydu. Ankete katılanların yüzde 60’ı, komünizmi ilkesel olarak, “iyi bir fikir” diye niteleyerek sahiplendiklerini söylediler. Komünizmin daha iyi olduğunu düşünenler, kapitalizmin daha iyi olduğunu düşünenlerin iki katından daha fazla.

Üstelik araştırma, tamamen komünizme karşı mücadele etmek için kurulmuş bir kurum, Komünizm Suçları ve Rumen Sürgünlerinin Hafızası Araştırmaları Enstitüsü (IICMER) tarafından finanse edildi.

Araştırma, 4 sene önce yapılan benzer bir araştırmaya göre ülkede komünizme dönük özlemde gözle görülür artış olduğunu ortaya koydu.

Araştırma, Rumen araştırma kuruluşu CSOP tarafından 27 Ağustos-2 Eylül 2010 arasında 15 yaşından büyük 1133 kişiyle evlerde yüzyüze yapıldı. Araştırmanın hata payı yüzde 2,9 olarak belirlendi.

Araştırmaya göre yüzde 49 Nikolay Çavuşesku döneminde komünist partisi liderliğindeki yönetimin daha iyi olduğunu savunurken, sadece yüzde 23’ü kapitalizm altındaki yaşamın eskiye göre daha iyi olduğunu düşünüyor.

Niye komünizm daha iyi?
Ankete göre komünizmin yeğlenmesinin temel sebebi ekonomik. Katılımcıların yüzde 62’si iş güvencesini, yüzde 26’sı insanca yaşam koşullarını ve yüzde 19’u herkesin evi ve barınma hakkı olmasını gerekçe gösterdi.

Komünizmin “halka karşı suçları”
Araştırmayı finanse eden IICMER, komünizmin halka karşı suçlar işlediği ve komünizm döneminde sürekli eziyet edilen insanların kan ağladığı propagandasını yapmak üzere kurulmuş bir kurum. IICMER, insanları “komünizmin suçları” konusunda “eğitiyor”.

Hani nerde “eziyet”?
Ancak araştırmanın sonuçları, IICMER ve tüm komünizm karşıtı propagandacıların çabalarının pek meyve vermediğini ortaya serdi. Ankete katılanların yalnızca yüzde 6’sı kişisel olarak bir eziyet gördüğünü söyledi. Yüzde 7’si ise kendisine bir şey olmadığını, ancak “bir yakınına olduğunu” ifade etti. Eziyet gördüğünü söyleyen kişilerin çoğu, bunun sebebi olarak daha önce sahip oldukları mülkiyetin kamulaştırılmasını gösterdi. Komünizme dair kötü hatıraları olduğunu söyleyen tüm katılımcıların ise sadece yüzde 6’sı kendilerinin ya da ailelerinden birinin gözaltına alındığını belirtti.

Anketler nasıl yalan söyler?
Böylesi sonuçların çıktığı bir araştırmayı, anti-komünist IICMER’in hasıraltı edemeden yayınlamak zorunda kalması manidar. Ancak IICMER, anket sonuçlarını çarpıtma konusunda girişimde bulunmayı da ihmal etmedi.

Anketteki yönlendirici sorulardan birisinde, ankete katılanların yüzde 41’i komünizmin suçlu bir rejim olduğu argümanına, yüzde 42’si ise gayrımeşru bir rejim olduğu argümanına katıldıklarını söylediler. IICMER de anketi sunarken, bu istatistiği öne çıkardı. Ancak ankete katılanların sadece yüzde 27’si komünizme ilkesel olarak karşı olduklarını belirttiler. Belli bir görüş bildirenlerin çoğu, 1989 öncesi rejimde komünistlerin, komünizmi daha iyi bir biçimde yerleştirmeyi başaramadıklarını düşünüyor. Yüzde 14 ise komünizmin iyi olduğunu ve Romanya’da en iyi biçimde yaşatıldığını savunuyor.

“Daha iyisi olabilirdi, ama kapitalizmden iyidir”
Anketin sonuçlarının tümü incelendiğinde, Rumen halkının büyük çoğunluğunun Romanya Komünist Partisi’nin birtakım hatalar yaptığını, ancak parti eliyle kurulan sistemin, eksiklerine rağmen kapitalizmden daha iyi olduğunu düşündükleri görülüyor.

Çavuşesku’ya saygı sürüyor
Ancak Romanyalı komünistler, ülkeyi kalkındırma hamlesinde 70’li yıllarda batıdan satın aldıkları pahalı sanayi gereçleri nedeniyle büyük bir dış borç yükünün altına girdiler. Batılı ülkelerin Romanya’dan ithalatlarını artırmaları hesaplanıyordu, ancak strateji tutmadı. Ülke bir dış borç krizine girdi. 1989’da ülkenin lideri Nikolay Çavuşesku ve karısı Elena, bir karşıdevrimci komployla kurşuna dizildiler.

Çavuşesku 30 yıl önce kurşuna dizilmiş olsa da, bugünlerde Rumen halkının gözünde saygın yerini koruyor. CSOP’un araştırmasına göre ankete katılanların sadece yüzde 15’i Çavuşesku’nun “kötü bir lider” olduğunu söyledi. Yüzde 25 ise Çavuşesku’nun liderliğinin açıkça ülke için iyi olduğunu savundu.

Doğu Avrupa halkları komünizmi özlüyor

Romanya’daki tablo, bu ülkeye özgü değil. Orta ve Doğu Avrupa halklarında gözle görülür bir komünizm özlemi sürüyor. ABD araştırma şirketi Pew’in yaptığı araştırmalara göre, bu ülkelerde kapitalizm altındaki yaşamın komünizm altındaki yaşama göre daha kötü olduğunu düşünenlerin oranları şöyle:

Polonya: 35%
Çek Cumhuriyeti: 39%
Slovakya: 42%
Litvanya: 42%
Rusya: 45%
Bulgaristan: 62%
Ukrayna: 62%
Macaristan: 72%

Gidişat da komünizmi tercih edenlerin giderek arttığını gösteriyor. Romanya’da 2006’da yapılan araştırmada komünizmi tercih edenlerin oranı yüzde 53 idi. Komünizme destek, son dört senede yüzde 61’e çıktı.” (3)

YUGOSLAVYA

Yugoslavya Halkı, diğer Avrupa Halkları gibi 9 Mayıs 1945’teki büyük zafere dek Nazi Faşistlerine karşı çetin bir mücadele verdi. Mareşal Josip Broz Tito önderliğinde örgütlenen Antifaşist Ulusal Kurtuluş Savaşı, başarıya ulaştı. Tito ve yoldaşları, Nazi Almanyası’nın işgalinin sürdüğü yıllarda Partizanların parlementosu olan Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi’ni topladı. Tito; Ekim Devrimi’nde ve Enternasyonal’de önemli görevler üstlenmiş, devrimci geçmişi olan bir komünistti. Mareşal Tito Yoldaş, birçok farklı milliyetten halkların eşitçe ve kardeşçe yaşadığı Yugoslavya’nın kurucusu, devrimci önderiydi. 1943’te resmen Yugoslavya Federal Cumhuriyeti ilan edildi. Tito önderliğindeki Yugoslavya, sosyalizmi örgütledi. Tito Yoldaş’ın bu anlattığımız pek çok doğrusuna karşın yanlışları da olmuştur. Sovyetler Birliği ile ilişkilerini kesmiş ve çoğunlukla uzak durmuştur Sosyalist Kamp’tan. Bu da tabiî ABD gibi Fransa gibi emperyalistlerin işine yaradı. Ancak aynı süreçte Ulusal Kurtuluş Savaşı veren Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinin Bağlantısızlar Hareketi’nde örgütlendirilmesinde Tito ve ülkesi Yugoslavya öncülerden olmuştur. Hatta Fidel Castro’nun Küba’sının, Cemal Abdülnasır’ın Mısır’ının da katıldığı hareketin kuruluş yeri bizzat Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’dır.

1980’de bedence aramızdan ayrılan Tito Yoldaş’tan sonra Yugoslavya, kollektif başkanlık idaresi ile yönetilmeye başlanmıştır. Bu yönetimin yaptığı hatalar sonucunda, kapitalist restorasyonlar Yugoslavya’ya da sıçramıştır. Yugoslavya, önce kapitalizme gerilemiştir. Ardından yıllarca kardeşçe yaşamış Yugoslavya Halkları, AB-D Emperyalistleri’nin kışkırtmalarıyla ve halkı aldatıcı karapropagandalarıyla birbirlerini boğazlamaya itilmiştir. AB-D Emperyalistleri’nin ”demokratikleşme-özgürleşme” olarak tanımladığı süreçte, 1990’dan 2008’e dek Yugoslavya tam 7 parçaya bölünmüştür.

ARNAVUTLUK

Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti; ülkenin İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonunda İtalya Krallığı ve Nazi Almanyası’nın işgalden kurtulmasıyla Enver Hoca ve yoldaşları tarafından kuruldu. Üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan, Arnavut İşçi Sınıfı’nın iktidara geldiği sosyalizm örgütlenir. Arnavutluk, 1956’ya dek Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’la iyi ilişkiler kurar. Ancak Kruşçev’in Sovyetler Birliği’nin önderi olmasıyla başlayan destalinizasyon (Stalinleşmeyi giderme) süreci, Arnavutluk’u Sosyalist Kamp’tan uzaklaştırdı. Enver Hoca, ideolojik olarak Stalin’e fazlasıyla bağlıydı. En büyük destekçilerinden biriydi. Bu yüzden destalinizasyonu başlatan Kruşçev’e düşmanca tavır aldı. Bu anlayış Arnavutluk ve Çin’de yaygındı. Enver Hoca ve Mao, ”Stalin gider her şey biter.” şeklinde özetleyebileceğimiz türden bir düşünceyi savundular. SSCB yöneticilerin ürettiği ”Barış içinde Birlikte Yaşama” tezini eleştirdiler, bu konuda haklılardı. Çünkü emperyalizmle, uzlaşı-barış olmaz ancak savaş olur. Ancak, sonraları Enver Hoca, ”Sovyet Sosyal Emperyalizmi” ve ona eklemli olarak Mao ”Üç Dünya Teorisi”ni ortaya koydu. Bu tezler ise tamamen zırvaydı. Enver Hoca’nın tezi Sovyetlerin emperyalist-sömürgeci bir ülke olduğunu iddia ediyordu. Halbuki başta anlattığımız üzere emperyalizm demek tekelci kapitalizm demektir. Bunun için ise burjuvazi sınıfı olması gereklidir. Sovyetler’de bir yönetim değişimi ile kapitalizm olması mümkün olamaz. Ekonomik olarak sosyalizm egemendi ve her şeyiyle örgütlenmiş bir ekonomiyi yıkmak da öyle kolay değildir. Ne Kruşçev kişisi, ne başka biri bunu damdan düşer gibi yapamaz. Mao’nun tezi ise ABD ve SSCB’nin emperyalist ülkeler olduğunu Çin’in ise mazlum ulusların önderi olduğu temeline dayanmaktaydı. Az önceki eleştirileri yöneltebiliriz Mao’ya da. Sosyalist Kamp arasındaki bu ayrılık, ABD Emperyalistleri’ne yaramıştır. Ayrıca ABD’nin casus örgütü CIA, “Sovyetlerin emperyalist olduğu” saçmalığını sosyalizme kara çalmak için pek çok kez kullanmıştır, günümüzde bile kullanmaktadır. Enver Hoca önderliğindeki Arnavutluk Emek Partisi, 1968’de Doğu Avrupa Sosyalist Ülkeleri’nin ve Sovyetler’in oluşturduğu Varşova Paktı’ndan ayrıldı. 1976’da Mao’nun ölümünün ardından Arnavutluk, Çin Halk Cumhuriyeti’nden uzaklaşmıştır. Kendi içine kapalı bir ülke olup çıkmıştır. 1985 yılında Enver Hoca’nın ölümünün ardından, izlenen kapitalist restorasyonlarla Arnavutluk da kapitalizme gerilemiştir.

Polonya, Macaristan ve Çekoslovakya Halk Cumhuriyetleri; İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucunda ortaya çıkmış sosyalist ülkelerdi. Araştırmalarıma göre namuslu İngiliz tarihçi Ernie Trory’nin bu ülkelerde uygulanmış sosyalizm ve önemli olayları detaylıca inceleyen yapıtları bulunmaktadır. Bu eserlere belli teknik sebeplerden dolayı henüz ulaşmış değilim. Yeterli araştırma imkanım olmadığından, konu üzerine değerlendirmeyi sonraya bırakacağım.

Yazımı sonlandırırken bu noktada konu edilen Doğu Avrupa’daki sosyalist cumhuriyetlerin tarihi için birkaç araştırma notu bırakmak durumunda olduğumu düşünüyorum.

Polonya’da, Macaristan’da ve Çekoslovakya’daki sosyalizm pratikleri dikkatle incelenmelidir. Bunun dışında Macaristan’da sosyalizmi yıkmak amacı güden 1919 ve 1956 karşı-devrimleri, Polonya’daki Katyn Katliamı olayındaki çarpıtmalar, ana akım medyada dolaşan Sovyetler’in Polonya’yı işgal ettiğiyle ilgili söylentiler araştırılmalı, ilgili kaynaklardan okuyup öğrenilmelidir. Yine Polonya’da 1989’da karşı-devrimi gerçekleştiren, kapitalizme gerileyişi hayata geçiren Dayanışma Hareketi’nin ABD, CIA ve Papa’yla olan ilişkileri incelenmelidir, bu konuda gerekli dersler çıkartılmalıdır.

Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalizme gerileyişin İşçi Sınıfı’na kaybettirdikleri sitede ”Doğu Avrupa’da Sendikal Dönüşüm” isimli yazıda işlenmektedir. Konumuzla bağlantılı olarak bu da, başka bir araştırmanın konusudur.

Sovyet Kızıl Ordusu’nun ”Prag Baharı” olarak anılan kapitalist restorasyonu durdurmak için Çekoslovakya’ya girmesi de bir diğer araştırma konusudur. Hele ki bu olay, Arnavutluk’un Varşova Paktı’ndan ayrılmasına ve Sosyalist Kamp arasında bölünmelere yol açmış, AB-D Emperyalistleri’nin ekmeğine yağ sürmüşken konunun incelenmesi hayati önem taşımaktadır. Bu deneyimden ders çıkarmamız gereklidir. Yine bu konuda tarihçi E. Trory’in konu üzerine kitapları ve incelemeleri büyük önem arz etmektedir.

Aydın Direniyor’dan bir yoldaş

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir