Herkesçe bilinen ve bölge halklarını yakından ilgilendiren bir konu mevcuttur. Bu konu aslında Afrin Operasyonudur. Türkiye’nin “Sınır güvenliği” ve “Suriye’nin toprak bütünlüğü”ne dair başlatmış olduğu bu operasyonuna dair doğrudan bir yazı yazmadığımızı belirtmek isteriz. Afrin Operasyonu konusunda düşüncelerimiz; gerek partimizin yani Kurtuluş Partisinin(HKP’nin) analizleri ve açıklamaları ile doğrudan aynıdır. [1]
Aynı şekilde Türkiye Direniyor Haber Portalı’nda da Afrin Operasyonuna ilişkin bir takım düşünceler belirttik… [2] [3]
Türkiye’nin girişmiş olduğu Afrin Operasyonu tüm dünyaca izlenmekte ve takip edilmektedir. Özellikle ABD ve Almanya’da bu operasyona dair tartışmalar sürmekte ve AB-D emperyalistleri bu konu hakkında uluslar arası basın kuruluşları aracılığı ile açıklamalar yapmaktadırlar. Afrin Operasyonuna dair dikkatimizi çeken bir nokta olmuştur. Bir başka deyimle; gözümüze batan… Almanya’nın burjuva meclisinde biliyorsunuz ki; Kimi partiler YPG yanlısı olduklarını açık beyan dillendirmekte ve hatta görsel ve yazılı bir biçimde ortaya koymaktadırlar. Doğrudan YPG fularlarıyla YPG’ye destek sunulması olayı Alman meclisinde yaşanmıştır. En son ise Almanya’nın Sol Parti Eş Başkanı Katja Kipping, açıklamasında TSK’nın Afrin’e yönelik operasyonunu kınadı ve mevcut Alman hükumetinin bu konuda kınama açıklaması yapmaması durumunu hedef alarak eleştirmiştir. Bu konu üzerine siyasi pozisyonu sağ olan yani ezen sınıfların siyasi partisi güdümünde bulunan ve ideolojileri arasında da “Alman milliyetçiliği”ni eksik etmeyen burjuva şoven nitelikte ki Almanya için Alternatif Partisi(AFD) vekili Petr Bystron, bir konuşma yaparak Sol Parti Eş Başkanı Katja Kipping’i kürsüden eleştirdi.
Bu olaya dair Türkiye medyasınca çeşitli kaynaklarca haberler yapıldı, onlardan bir kaç tanesini sizlere sunacağız.
Ensonahber’in verilerine göre;
“Sol Parti Eş Başkanı Katja Kipping konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin harekatını kınadı ve Alman hükümetinin bu operasyonu kınayan bir açıklama yapmamasına tepki gösterdi.
Kipping, ‘Türk ordusu Afrin’deki sivil halkı öldürüyor, ama Başbakan Angela Merkel susuyor.‘ dedi.
‘SUSKUNLUĞUNUZ, ERDOĞAN’IN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKMEKTİR‘
Alman hükümetine seslenerek, ‘Sizin suskunluğunuz, Erdoğan’ın önünde diz çökmektir. Bu suskunluğa son verin‘ diyen Sol Partili politikacı, ‘Türkiye ile planlanan her türlü askeri işbirliğini durdurun‘ çağrısı yaptı.
Bu sözlere ilk tepki ise Almanya için Alternatif partisinin vekili Petr Bystron’dan geldi.
‘SİZİN DERDİNİZ..‘
Bystron, ‘Türkiye, Almanya’nın terör örgütü olarak gördüğü PKK’nın uzantısı YPG ile savaşıyor. Sizin derdiniz ise Marksist PKK’lı dostlarınızın vurulması. İllegal gruplar üzerinden para toplayıp, silah alarak PKK’ya yardım ediyorsunuz‘ sözleriyle terör örgütünü simgeleyen fularla meclise gelmelerine tepki gösterdi.” [4]
Alman burjuva meclisinde yaşanan bu durum doğrudan Marksizm-Leninizm’e (tarihçil maddecilik bilimi)’ne açık saldırıdır. Bu saldırı Alman burjuvasının, kapitalistlerinin ve AB-D emperyalistlerinin Avrupa solu ile planlı bir şekilde Marksizm-Leninizm’e karşı alçakça, sinsi saldırılarıdır. Post-modern Marksist çevrelerin ne denli anti-Marksist-Leninist ve doğrudan Avrupa solunun emperyalizm destekli, para babalarının kontrolü altında ve fon destekli “sol” örgüt ve partiler, oluşumlar olduğunu biliyoruz.
Bu grupların dolaylı yoldan AB-D emperyalistleri ile birlikte, para babalarının güdümünde sinsi bir şekilde Marksizme karşı açık saldırılarının analizini ve izahını yaparak sizlere esas amaçlarını teşhir edeceğiz.
PKK ve uzantısı olan YPG’nin de esasen “Marksist” olma iddiasının bulunmadığını, bulunsalar bile dahi objektif durumları ve işbirlikçilikleri bakımından Marksist olamayacaklarını sizlere izah edeceğiz. Bu durum biz Türkiye’nin genç Marksist-Leninistleri olarak dikkatimizi çekmiştir. Bu yaşanan olaya ilişkin diyeceklerimiz mevcuttur.
Öncelikle Amerikancı burjuva Kürt hareketinin ve silahlı gruplarının sizlere konumunu, sınıfsal yapısını ve işbirlikçiliklerini aktaracağız.
ÜLKEMİZDE KÜRT SORUNU VE AMERİKANCI BURJUVA KÜRT HAREKETİNİN GELMİŞ OLDUĞU NOKTALAR
Ülkemiz Türkiye’nin doğusunda bir Kürt sorunu mevcuttur. Bu sorun başlıca bir ulusal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Ülkemizin üçte birinin üzerinde yaşamakta olan hiçte azımsanamayacak derecede ve hatta milyonluk nüfusa sahip bir Kürt ulusu mevcuttur. Bu ulus gerek kültürüyle, tarihiyle ve diliyle capcanlı kendi coğrafyasında yaşamaktadır. Kürt ulusu yıllar boyunca Türk burjuvası ve şovenistleri tarafından sömürü altında tutulmaktadır. Bunu inkar etmek veya buna mümasil işler peşinde olan kimseler ne demokrat ne de Marksist-Leninist olabilirler. Bölgemizde ki Kürt sorunu inkar edilemez ve ulusal bir sorun niteliğindedir.
PKK’nın ortaya çıkış sebebi de bu soruna mutabıktır. Ortaya çıkış amaçları ulusal bir kurtuluş savaşı vermektir. Ancak sınıfsal yapıları küçük-bujruvadır. Marksist bir hareket olmamakla birlikte bir şoven hareket olarak çıkmışlardır. Zaten başında dedik; PKK’nın ortaya çıkış sebebi ulusal bir sorunla mutabıktır, bu sebepten salt olarak küçük-burjuva şoven hareketidir.
PKK hareketinin şovenizmi birer ezen ulus şovenizmi olmasından dolayı her ezilen ulusun şovenizminde olduğu gibi, PKK’nın ezilen ulus şovenizmi de bir takım demokratik içerikler mevcuttur, barındırmaktadır.
Biz Marksist-Leninistler, bu demokratik içerikleri desteklemek ve PKK’nın demokratik muhtevalarına sahip çıkmak zorundayız. Desteklemezsek ve buna mümasil işlere girişirsek Türk burjuvazisini ve onun emperyalist çıkarlarını bir çok şeyin üstünde tutan sosyal şoven durumuna düşeriz. Bu açıdan bırakın Marksist-Leninist olmayı; demokrat bile dahi olamayız.
Türkiye Kürdistan’ında, Marksist-Leninist bir hareket şu ana dek gelişmemiştir. Biz Marksistler, Türkiye Kürdistan’ında gelişecek olan Marksist-Leninist bir hareketi elbette destekleriz. Hatta onunla en yakın iş birliğine girişerek ustamız Hikmet Kıvılcımlı’nın da söylediği üzere; Orta Doğu ve bölgemiz halklarıyla beraber ortak anti-emperyalist cepheyi kurar ve ezen sınıflara, para babalarına karşı birer savaş veririz.
Ancak Türkiye Kürdistan’ında Marksist-Leninist bir hareket gelişmediği için, Kürt ulusunun ezilen ulus şovenizminde ki bir takım demokratik içerikleri destekleriz…
PKK’nın örgüt biçimi, program ve örgütcülük tarzında küçük-burjuva sınıfsal yapısından kaynaklanan bir takım taktiksel hatalar ve yanılgılar mevcuttur. Bu durumu gözler önüne sermek ve izahını yapmakta biz Marksistlerin bir görevidir. Küçük-burjuva sınıf yapısının ve karakterinin getirmiş olduğu pragmatist eğilimlerin hataya sebep oluşuda mevcuttur.
Nitekim 1991’de sosyalist kampın çöküşü ile beraber dünya tek kutuplu bir hal almıştır. Bu durum PKK’nın doğrudan sırtını AB-D emperyalizmine dönmesine, emperyalizm destekli birer örgüt haline gelmesine sebep olmuştur. Küçük-bujruva sınıfsal karakterlerinin özelliği olan pragmatist davranış biçimlerinin getirmiş olduğu yanılgılara, hatalara düşmüşlerdir. Bu yanılgılar sosyalist kampın çöküşü ile beraber PKK açısından pek olumsuz sayılacak nitelikler edinmiştir. PKK’nın ortaya çıkışında mevcut olan bir takım ezilen ulus şovenizminde ki demokratik mühtevalar doğrudan ortadan kaldırılmış ve gericileşmiştir.
Ulusal Kürt hareketi artık tamamıyla “Amerikancı bujruva Kürt hareketi”ne evrilmiştir. PKK, doğrudan AB-D emperyalistleri tarafından birer kukla örgütü haline getirilmiştir. Bu yüzden ezilen Kürt ulusunun artık “Ulusal kurtuluş savaşı” verecek bir örgütü kalmamıştır. Doğrudan emperyalizmin kucağına oturan ve ondan medet uman bir hareket “Marksist” olmayacağı gibi, demokratik de olamaz.
Çünkü; Kürt sorunu esasen Doğu halklarını ilgilendiren bir sorundur. Kapitalizmce geri olan Doğu’ya özgü gerici sermaye sınıflarının(Kadim tefeci-bezirganlığın) gerici sömürgenliğin öz gücü olan finans kapitalistlerle olan ortaklığından elbette Kürt sorunu da etkilenmiştir.
PKK, doğrudan bu durumda finans kapital ve kadim tefeci-bezirgan ortaklığında birer kukla halini alarak Kürt sorununu emperyalist çözümlerle sonuçlandırmak istemişlerdir. “Kürt ulusal kurtuluş savaşı” iddiasıyla ortayan çıkan PKK, artık emperyalizmin Ortadoğu’da BOP projesi doğrultusunda AB-D’nin bölgede ki emperyalist çıkarlarına hizmet etmekte kusur etmeyecek bir oluşum haline evrilerek emperyalist çözümden yana bir hal alarak küçük-burjuva şoven bir oluşum olmasından sebeple pragmatist davranarak Kürt halkına ihanet etmiş ve onları gerçek ulusal kurtuluştan da mahrum bırakmıştır.
Kürt ulusunun, proletaryasının önünde iki seçenek vardır; ya kukla bir şekilde doğrudan Kürt ezen sınıflarının vaat ettiği emperyalist boyunduruk altında ölümlerden ölüm beğenirler, ya da kardeş Türk ve bölge proletaryası ile anti-emperyalist, devrimci çözümlerle keskin bolşevik devrim prensipleriyle kurtuluşa ererler.
Nitekim Lenin Usta’nın da söylediği üzere; emperyalizmle, feodalizmle dirsek temasında bulunanlar devrimci olamazlar!
PKK’NIN MARKSİZM-LENİNİZMDEN İDEOLOJİK KOPUŞU VE DEMOKRATİK KONFEDERALİZM
Marksizm-Leninizmin bilimini geniş emekçi halk kitlelerinin gözünde “azılı bir terör odağı” olarak yaftalayıp kitlelerin Marks’ın deyimiyle “geri bilincini” beslemek konusunda PKK gibi Amerikancı bir örgütün geçmişinden gelen komünizm iddiası, egemen finans-kapital sınıfı için bulunmaz bir Hint kumaşıdır. SSCB ve Sosyalist Kamp ülkelerinin 1989-91 süreçlerinde karşı devrime uğrayarak güya barış getireceği vaat edilen “tek kutuplu dünya”, kısacası Soğuk Savaşın bir kutbu olarak Amerikan emperyalizmi ve yardakçısı AB emperyalizminin hakimiyetinin ilanı ve Fukuyama gibilerinin “sosyalizmin ölümü”nü iddia etmesi gibi olguların gözlemlendiği bir zaman diliminde, ne “tesadüftür(!)” ki PKK hareketi de ABD’nin dümen suyuna girmekle kalmamış ve aynı zamanda Marksizm-Leninizmi bıraktığını ilan etmiş, örgütün bayrağından orak ve çekiç sembollerini çıkarmış, vasat bir Amerikan anarşisti olan Bookchin’in ekolojik komünalist görüşlerinden etkilenerek liberter bir “demokratik konfederalizm” anlayışı geliştirmiştir. Abdullah Öcalan’ın evlere şenlik ideolojik açıklamalarıyla renklenen demokratik konfederalizm isimli post-modern bulamacın proletaryanın devrimci bilimsel sosyalizminden, yani Marksizm-Leninizm’den nasıl ayrıldığını, Marksizm-Leninizm’e büyük bir kavrayışsızlıkla nasıl küfrettiğini göstermek adına bu anlayışın içeriğindeki anti-Marksist-Leninist unsurları gösterecek ve böylece de Marksizm-Leninizm’e bu örgüt üzerinden saldıran hem Türk tefeci-bezirganlığının hükümetinin, hem de Alman tekelci burjuvazisinin dürüstlükten nasibini almamış, buram buram yalan kokan ikiyüzlü saldırılarını teşhir etmiş olacağız.
a) Proletarya diktatörlüğünün ve sosyalist devletin inkarı
Marksist-Leninist teori, devlet aygıtının sınıfsal baskı ve örgütlü sınıfsal şiddeti içeren ve ifade eden doğası gereği, burjuvazinin ve burjuva toplumunun bir anda ortadan kaldırılamayacak olan kalıntılarına ve unsurlarına karşı, ayrıcalıklarını geri kazanmak isteyen ve karşı devrim girişimlerinde bulunacak olan eski sermaye sınıfına karşı, kır ve kent arasındaki çelişki ve buna paralel olarak ortaya çıkan kafa ve kol emeği arasındaki çelişkiye karşı, bürokrasiye karşı; kısaca söylemek gerekirse devrik burjuva toplumun geri dönüşüne yol açabilecek her türlü eskiden kalma unsura karşı mücadelede, sınıfsal bir baskı aygıtı olarak, “egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” olarak ve kitlelere öncülük edecek bir müfreze olarak sosyalist devleti ortaya koyar. Devlet aygıtını yaratan esas koşulların ortadan kaldırılması söz konusu olmaksızın devletin kendisinin yok olamayacağının, bilakis bu koşulların ortadan kaldırılması görevinin diyalektik olarak bir proleter devlet aygıtını gerektirdiğinin bilincindedir. Marks’ın ve Engels’in anarşistlerle tartışması, Lenin’in gerek anarşistlere karşı gerek İkinci Enternasyonal ekibine karşı Devlet ve Devrim’de verdiği ideolojik mücadelesi, yukarıda açıklanan görüşlerin ortaya konulup savunulmasından müteşekkildir. Bolşevik teori, bu noktada demokrasinin de özü itibariyle sınıfsal bir örgütlü şiddet ve baskı örgütü olan devlet örgütlenmesinin, yine devlet örgütlenmesi ile birlikte tarihe karışmaya mahkum olan bir devlet biçimi olduğunu bildirir.
Peki demokratik konfederalizm bu konuda ne söylemektedir? Bizzat Abdullah Öcalan’ın aynı ismi taşıyan kitabından görelim: “Devlet tarzı partileşme benim açımdan aşılmıştır, bu partileşme 19. yüzyıla aittir, Bolşevik Parti buna dâhildir. Bu aşılmıştır, kendilerinde de bunu aşmalılar. Partiler bir ideoloji, zihniyet örgütüdür. Devlet olalım vs. demez; demokrasi düşüncesini ve zihniyetini örgütler, sorunları tartışır, seçkin kadro yetiştirir, akademik çalışmalar yapar.
‘Devletçi ideolojiler’ benim açımdan artık çözümlendikleri kadarıyla tamamen bir kurtuluş aracı olamazlardı. Kapitalist, sosyalist, ulusal üniter ve federalist demokratik sınıf devletleri hiyerarşik toplumun din, cins, etnisite, çevre ve sınıf sorunlarını çözmek şurada kalsın, bu sorunların bizzat kaynağı durumundadırlar. Çözümü her bakımdan bu kaynağın dışında aramak ve ta neolitik toplumdan beri çakılıp kalmış halkların, bireyin ve tarih boyunca ailenin içine sıkışmış bulunduğu konumundan, dağ başında ve çölde hala direnen aşiret olgusuna, din cemaatlerinden kadının bin bir kılıfa bürünmüş objektif direnme gerçekliğine, toplumun temel kurumlarını savunmaktan bireyin yitik özgürlüğünü yakalamaya kadar çok yönlü bir ‘yeni yol’ arayışına dayandırmak gerektiği temel bir öneme sahiptir. Çevreyi, ekolojik dengeleri altüst eden toplum ve sınıflı uygarlıktan, bilimle sıkı işbirliği temelinde ekolojik toplum arayışıyla çıkış aramak ertelenmez bir görev durumuna gelmiştir.”
b) Değer yasasının, sömürü kuramının ve sınıf mücadelesinin reddi
PKK’nın ideologluğunu üstlenen Öcalan, Marksist iktisatçı Paul M. Sweezy’nin dediği gibi bütün bir sosyolojik ve tarihsel kavrayışın bir parçası olarak değerlendirilmesi gereken, sömürü kuramının temelini oluşturan değer yasasını reddederek kapitalizmin işleyiş yasalarının Marksist analizini reddederken, bunu Hardt ve Negri gibi post-modern yazarların “İmparatorluk” kitabına atıfla yapıyor. Bizzat kendi ağzından duyalım:
“İmparatorluk yazarları değer teorisini ele alıyorlar, değer ölçülemez diyorlar. Bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Marx’ın değer teorisi yanlış. Aslında Kapital’i de çok iyi inceleyemedim, ama son tahlilde işçi sınıfı ile burjuva sınıfının birleşip pay alma savaşıdır. Rosa Luxemburg Marx’ı eleştiriyor, pre-kapitalist toplum olmadan işçi sınıfı yaşayamaz diyor. Roza’nınki daha doğrudur. İşçi sınıfı ile burjuvazi birleşip sonra toplumu sömürüyorlar. Değer teorisinin özü budur. İşçi sınıfının bu eksenli devrimciliği safsatadır.” [5]
Gördüğünüz gibi Öcalan, “işçi sınıfı devrimciliği” davasına bir “safsata” diyebilecek kadar ileri gidiyor ve bununla da kalmıyor, akıllara durgunluk veren bir sınıfsal uzlaşmacılıkla “işçi sınıfı ve burjuvazinin birleşip toplumu” sömürdüğünü iddia ediyor.
Bu bakımdan PKK, Marksizm-Leninizmin temeli olan sınıf mücadelesi anlayışını ve bu sınıf mücadelesinin ekonomi-politiğin eleştirisi üzerine iktisat bilimi açısından temellendirmesini reddediyor, sınıf mücadelesini ve kapitalizmin çelişkilerini muğlaklaştırdığı gibi, kapitalizmin sömürüsüne maruz kalan sınıf ve tabakaların kapitalizme karşı açtıkları savaşta izleyecekleri yolun net ve keskin bir biçimde görünmesini de engelliyor. Tıpkı Hardt ve Negri gibi!
Bu bakımdan PKK’dan hala “Marksist-Leninist” olarak bahsetmek, iyi ihtimalle 30 sene geriden gelen korkunç bir cehalet, kötü ihtimalle de insan evladının kaldıramayacağı denli büyük bir aldatmaca, şeref ve namus yoksunluğu, haysiyetsizlik anlamına gelir. Biz, bir dönemler Nazi iktidarını tepe tepe kullanmış Alman tekelci-burjuvazisinin baskı aygıtı olan Alman parlamentosunda ikincisinin mevcut olduğunu düşünüyoruz.
AFD VEKİLİ PETR BYSTRON’UN MARKSİZME SALDIRISI GENEL BİR ANTİ-MARKSİST-LENİNİST DAVRANIŞ BİÇİMİDİR
Almanya için Alternatif Partisi(AFD) vekili Petr Bystron‘un Almanya meclisinden Marksizm-Leninizm’e karşı yapmış olduğu saldırı aslında tarihte ne ilk ne de sondur. Marksizm-Leninizm, yani Tarihçil Maddecilik Bilimi defalarca burjuva felsefesinden, burjuva tarihçilerinden ve onlarla ilişkili, bağıntılı olan burjuva siyasetinin isimlerinden sürekli açıkça saldırıya uğramıştır. Bu saldırılar Marksizm-Leninizm’e zerrece zarar veremediği gibi, bir çok gerçek Marksist-Leninist aydınlar tarafından bu saldırılara misliyle karşılık verilmiştir. Nitekim Marksist-Leninistler bir olayı incelerken bilimse bir metot ile olayı analiz eder, izah eder ve olanı olduğu gibi ortaya koyarak sorunun çözümünü de açıklar. Bu durum Marksist-Leninistlerin vazgeçilmez metotlarından birisidir.
Ancak burjuva kürsüdarları, Marksizm-Leninizm’e karşı sürekli sinsi, alçakça, demogojik ve dolaylı yollardan gerçekçi olmayan biçimlerle saldırma yöntemine başvururlar. Bu durum aslında her iki tarafında olgulara, olaylara ve evrene karşı bakışını, ne derece gerçek bir bilime sahip oluşunu kanıtlar bir biçimdedir. Aslında Anti-Marksist-Leninist çevrelerin tek bir nokta tarafından dizayn edilip, fonlandığını anlamamak için hiç bir sebep yoktur. Anti-Marksist-Leninist içeriklere ve Anti-komünist argümanlara bakmamız yeterli olacaktır. Baktığımızda hepsinin birer öncesinin tekrarı gibi durduğunu anlamak hiçte zor değildir. Doğrudan kendisini tekrarlayan, aynı kişilerce bir birifing sonrası ortaya dökülen yazılar olduğu açıktır. Bu durumda Marksizm-Leninizmin kimlerden, ne amaçlarla saldırılar aldığı aşikardır.
Bu duruma ithafen sizlere J.Slavyanski’nin anti-komünist çevrelere karşın yazmış olduğu [6] ve Marksizm-Leninizm’e karşı saldırıların aslında salt, aynı içeriklere ve saldırıda bulunan kişilerin aynı taktik ve davranış biçimlerine sahip olduğunu ironik ve kinayeli bir şekilde maddeler halinde açıklayışını sizlerle paylaşıyor ve Alman meclisinde yaşanan Anti-Marksist-Leninist davranış biçimlerini alt başlıkta teşhir ediyoruz.
ALMAN MECLİSİNDE YAŞANAN ANTİ MARKSİST DAVRANIŞ BİÇİMLERİNİ TEŞHİR EDİYORUZ
- Her fırsatta, marksizmin saygınlığını yitirdiğini, gününün geçtiğini, ölüp gittiğini ve gömüldüğünü vurgulayın. Ardından, iş yaşamınızın geri kalanı boyunca, öldüğünü iddia ettiğiniz marksizme saldırarak, kazanç dolu bir kariyer yapın.
- Unutmayın, “komünist” bir ülkedeki doğal olmayan her ölümden, yalnızca devletin liderleri değil, bir ideoloji olarak marksizm de sorumludur. Komünist olmayan ülkelerde (kapitalist ülkelerde) aynı nedenle gerçekleşen ölümleri ise yok sayın.
- Komünizm ya da Marksizm, siz ne olmalarını istiyorsanız, odurlar. Ülkeleri, hareketleri ve rejimleri “komünist” diye damgalarken, onların gerçek hedeflerini, yazıya dökülmüş ideolojilerini, diplomatik ilişkilerini, ekonomi politikalarını ya da mülkiyet ilişkilerini incelemeniz gerekmez.
- Komünistlerin de içinde bulunduğu her tür çatışmada, çatışmanın ve onun ürünü tüm ölümlerin suçu komünizme atılabilir. bunu 2. dünya savaşı’na uygularken dikkatli olun. Sovyetler’e ya da komünist partizanlara karşı savaşan faşist hareketler iyiydi; ama nazi almanyası’nı açıkça övmemeye çalışın. Kendinize hakim olamıyorsanız, bunu özel sohbetlerinize saklayın.
- Marksizmin “gerçek anlamına” ve komünizmin gerçek temsilcilerinin kimler olduğuna siz karar verirsiniz. Gerçekte Trotskiy’den de nefret etseniz bile, yetkilerinin Stalin tarafından gasp edilmiş olmasıyla ilgileniyor görünün.
- Sürekli olarak George Orwell’dan söz edin. “Hayvan çiftliği”nden ya da “1984”ten alıntı yapın. Orwell’ın Sovyetler Birliği’ni hiç görmemiş olduğu gerçeğini ve her iki kitabın da birer roman olmasını önemsemeyin.
- Demografik verileri önemsemeden ve tutarlılık kaygısı gözetmeden büyük ölüm sayıları verin. Açlıktan ölenlerin sayısı 3 milyon mu? 7 milyon mu? 10 milyon mu? toplam 100 milyon kişi mi öldü? Merak etmeyin, kimse, çalışmanızdaki verileri kontrol etmeyecektir. Siz de büyük olasılıkla herhangi bir araştırma yapmadığınızdan, bu durum işinize gelir.
- Komünist bir rejimde tutuklanmış olan herkes, büyük olasılıkla, hiçbir suç işlememişti. Komünistler yalnızca zararsız şairleri ve dünyayla paylaşacak güzel bir mesajları olan siyasi peygamberleri tutuklamıştı.
- Stalin’in yaptığı ya da yapmadığı her şeyin kötü bir gizli nedeni vardı. Her şeyin!
- Bir önceki maddenin ruhuna uygun olarak, Stalin’in her şeyi yapma ve bilme gücü olan bir varlık olduğunu, Sovyetler Birliği’nde olup biten her şeyi tam olarak bildiğini ve 1924-1953 yıllarında yaşanan her şeyi tam olarak kontrol ettiğini unutmayın. O dönemde olup biten her şey, Stalin’in iradesiyle olmuştu. Stalin, söz konusu dönemde işlenen tüm suçların her tür ayrıntısını biliyordu ve sınırsız zorbalığı nedeniyle, nerede olduklarını ya da ne tür bir konuma sahip olduklarını hiç gözetmeden, milyonlarca masum insanı öldürdü. Her şeyi yapma ve bilme gücü olduğundan, altındaki on binlerce kişiden gelen bilgilere bağımlı değildi.
- Kapitalist ülkelerde bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan her tür eylemle ilgili olarak, sürekli bir şekilde “komünist” ülkelere saldırın.
- Marksizmin, gelecekteki olası bir toplum hakkındaki tarifi nedeniyle ütopyacı olduğunu iddia edin. Ama bunun yanında, marksizmin, komünist toplumun neye benzeyeceği konusunda hiçbir zaman ayrıntılı bir tarif vermemesi nedeniyle başarısızlığa uğradığını da iddia edin. Buradaki büyük çelişkiyi önemsemeyin.
- Marksizmi bir tür dinsel inanç, mesihçilik ya da aklınıza gelen herhangi bir ruhani zırvalık gibi göstermeye başlayın. Her tür siyasal ideoloji ile dinler arasında bazı benzerliklerin bulunabileceğini söyleyenleri önemsemeyin.
- Anti-komünist saldırıların taktiğini unutmayın: Stalin sonrası döneme ekonomik gerekçelerle saldırın ve başarısız olunduğunu iddia edin. Bilgili bir hasmınız, Stalin döneminde sosyalist ekonominin başarılı olduğunu söyleyeceğinden ve bu dönemin ekonomisi gerçekten de başarılı olduğundan, o döneme insan haklarıyla ilgili gerekçelerle saldırın.
- İnsan doğası. insan doğası nedir? Sizin açınızdan, insan doğası, hoşunuza gitmeyen siyasal görüşlerin ya da sistemlerin neden yanlış olduklarının en kolay açıklamasıdır.
- Bolşevik devrimler, şiddet yoluyla ve kan dökülerek yapıldı. Buna karşın tüm burjuva devrimleri demokratik halkoylamalarıyla gerçekleştirilmişti ve şiddet türü şeylere tanık olunmamıştı. (Güya!)
- Sürekli olarak “özgürlük” ve “demokrasi” gibi sözcükler kullanın. Sizden istense bile, bu terimleri asla tanımlamayın.
- Komünistleri, yaşadığınız dönemin popüler tartışmalarına göre, bir şeylerden yana ve bir şeylere karşı gösterebilirsiniz. Eğer sağcı kesime sesleniyorsanız, komünistler, dejenerasyonu ve eşcinselliği temsil ediyordur. Daha hoşgörülü bir kesime sesleniyorsanız, komünistler eşcinsellik düşmanıdır. Aslında, komünistler, aynı anda hem ahlaki dejenerasyonu hem de aşırı bir ahlâkçılığı temsil eder. Buradaki çelişkiyi de önemsemeyin.
- Molotov – Ribbentrop paktı üzerinden her fırsatta Stalin’i suçlayın; ama bu arada, Amerika’nın, İngiltere’nin ve Fransa’nın savaştan önce nazi Almanyası’na, faşist İtalya’ya ve emperyalist Japonya’ya verdikleri desteği ve bu ülkelerle işbirliğine gitmiş olmalarını tümüyle yok sayın. (bunları bilen bir anti-komüniste pek rastlanmaz) Her zaman olduğu gibi, hasımlarınızın, saldırmazlık paktının bağlamını tartışmalarına izin vermeyin.
- Doğu Avrupa’nın yeni kavuştuğu “özgürlük”ü kutsayın. Göç nedeniyle nüfusun büyük ölçüde azalmasını, doğum oranlarının düşmesini, alkol ve uyuşturucu kullanımının artmasını, siyasal istikrarsızlığı, iç savaşları, etnik temizlik operasyonlarını, kadınların seks ticareti için taşınmasını, çocuklara fuhuş yaptırılmasını, örgütlü suçları, intihar oranlarının yüksekliğini, işsizliği, hastalıkları vb. yok sayın. Konuşma özgürlüğünüz olduktan sonra, bunların ne önemi var?!
- Her fırsatta, komünist ülkelerdeki korku kültüründen, gecenin bir yarısında insanların kapısının çalınmasından söz edin. Amerika’da, uyuşturucuyla savaş döneminde, uyuşturucu ticareti yaptıkları kuşkusuyla insanların gece yarıları yataklarından kaldırılmasının, üzerlerine silah dayanmasının normal sayılmış olmasını önemsemeyin.
- Komünistleri, dine baskı uygulamakla suçlayın. İslamcı köktendincileri, laik olmamakla suçlayın. Ne çelişkisi?!
- Abd’nin şu anda, Afganistan’daki ilk zaferini finanse ettiği, desteklediği ve hatta yönettiği bir hasma karşı aşırı pahalı ve kaybetmekte olduğu bir savaş yürütüyor olmasındaki ironiyi görmezden gelin.
- Bugünün dünyasının devam eden ve hatta kötüleşen sorunlarına karşı sizden bir çözüm istendiğinde ne diyeceksiniz? özgürlük!! (hasmınız uzaklaşıp gidene kadar tekrar edin.)
- “Komünist”lerin hiçbir şeyine güvenilemez. Hruşov’un 1956’daki “gizli konuşma”sı ya da Trostskiy’in yazdıkları gibi, sizin işinize yarayanları dışında…
- Komünist liderler, karşı devrimden korunmaya bir sürü zaman ayırırken, “paranoyakça” davranıyordu. Doğu bloku’nda kapitalizmin restorasyonu da dahil olmak üzere, gerçekten de böyle bir tehdidin bulunduğunu gösteren tonla kanıtı yok sayın.
- Komünist rejimler halkın desteğini hiçbir zaman kazanmamıştı. Bu söylediğimizin doğru olmadığı örneklerin varlığına ilişkin kanıtlar sunulursa, insanların beyinlerinin yıkandığını savunun. Bunun yapılmasının önündeki mali ve lojistik engelleri hesaba katmaya kalkışmayın.
- Komünist propaganda, kaba ve ilkeldir. Eğer birileri komünist sanatçı ve yazarların dünyaca ünlü çalışmalarından söz etmeye başlarsa, hemen uzaklaşın.
- Bir komünistle karşılaşana kadar, “özgürlük” ve “çoğulculuk” adına laikliği savunun. Karşınıza bir komünist çıktığında, din kartını kullanın.
- Komünist olmayan ülkelerde gerçekleştirilen gaddarlıkların ve diğer kötü şeylerin tek sorumlusu, tek tek “kötü insanlar”dır. “Komünist” bir ülkede gerçekleşen her tür kötü şeyin sorumlusu, ideoloji ve sistemdir. Bir de Stalin.
- Anti-komünist olmak için herhangi bir ideolojik tutarlılık gerekmez. Zamanınızın yüzde 90’ını, sosyal demokrasinin sözde sosyalizmini övmeye ayırın; sonra da kapitalist sistemi “Stalin dönemi Rusya’sı”yla karşılaştırın (bu konuyu daha önce hiç incelemediyseniz, “1984”ü ve “Hayvan Çiftliği”ni okumanız yeterli). Kapitalizmden sürekli olarak şikayet edin, ama birileri alternatif olarak komünizmi önerdiğinde oradan uzaklaşın. Aşırı sağdaki bir faşist misiniz? Sürekli olarak, kapitalizm koşulları altındaki kültürel dejenerasyondan şikayet edin; ama bu arada, ırkçılığınız dışında hiçbir anlamlı gerekçe gösteremeseniz bile, marksizme sonuna kadar karşı çıkmaya devam edin.
- Eğer anarşistseniz, kendi ideolojinizin tüm tarih boyunca yüzde 100’lük bir başarısızlık oranına ulaşmış olmasına karşın, her fırsatta marksizmin “başarısızlık”ından söz edin. Bu başarısızlıktan komünistleri ve silahlanmayı sorumlu tutun. Kendisini gericiliğe karşı savunamadıktan sonra, en mükemmel toplumun bile hiçbir işe yaramayacağını görmezden gelin.
- Neo-nazi misiniz? Komünizm, yahudiliktir. tartışma bitti.
- Neo-hippi misiniz? Komünizm, sizin yücelttiğiniz tibet kültürünün Çin tarafından ezilmesidir.
- Mao döneminde gerçekleştirildiği iddia edilen soykırımı her fırsatta kınayın; Abd’nin nixon döneminde Çin’le kurduğu ilişkileri ve kapitalist Çin’in modern Abd ekonomisinde oynadığı rolü görmezden gelin. Çin hakkında olumlu bir şey söyleyecekseniz, bu ülke kapitalisttir. Eğer eleştirecekseniz, hâlâ komünisttir.
- Marksizmin gözlem ve deneylere dayalı olmadığını iddia edin. Neo-liberalizm, “demokrasi” ya da “özgürlük” de gözlem ve deneylere dayalı değildir; ama bunu boş verin.
- Nerede, hangi ülkede, hangi tarihsel dönemde olduklarından, geçmiş deneyimlerden ve tüm diğer etkenlerden bağımsız olarak, komünistlerin, Stalin dönemi Rusya’sının bir kopyasını yaratmak istediğini ileri sürün. Stalin döneminde, sanayileşmenin çok geri olduğu bir ülkenin kalkınması gibi bir sorunla uğraşılmış olmasını, bunun bugüne taşınamayacağını vb. önemsemeyin.
- Sihirli “totaliter” sözcüğünü kullanmayı öğrenin. Bu sözcük, karşı kutuplarda yer alan iki ideolojiyi aynı çuvala sokmanızı sağlar: komünizm ve faşizm.
- Sosyalist ülkelerin, piyasa reformlarına başvurdukları ölçüde, daha büyük ekonomik sorunlar yaşamaya başladığını görmezden gelin.
- Sayılar ya da tarihsel bağlamla ilgili eleştiriler aldığınızda, “acımasız zorba”, “vahşi katil” gibi etiketlere başvurun. Stalin gibi insanların, öldürdükleri onca insan nedeniyle kitle katili olduklarını ve kitle katili oldukları için onca insanı öldürdüklerini biliyoruz.”
Sizlerle paylaşmış olduğumuz maddeler halinde ki yazının esas amacı ironik ve kinayeli bir biçimde anti-komünist çevrelerin genel davranış biçimlerini ve taktiksel davranışlarının sürekli kendisini tekrarlayan, aynı noktadan çıkma birer davranış biçimi ve taktiksel fiil olduğunu anlatan yazıdır.
Maddelerin her biri aslında çok önemli bir yere sahiptir. Almanya için alternatif partisi vekili Petr Bystron’un da bu anti komünist davranış biçimlerinden ve taktiklerinden başka başvurabileceği ciddi bir argüman, bir kaynak veya araştırma yoktur. Çünkü uluslar arası finans kapitalistler, ezen sınıfların ve emperyalistlerin vakıfları, şirketleri ve kendi burjuva devlet kurumlarına başvurarak geliştirdikleri ve bu noktalara getirerek burjuva aydınlarının, siyasetçilerinin ellerine tutuşturdukları anti komünist zırvalar bunlardan ibarettir. Yalan, sinsilik ve hiç bir şekilde gerçekle bağdaşmayan, karşılığı olmayan eskimiş ve Marksist-Leninistler tarafından misliyle cevap almış olan argümanlardır.
Özellikle dikkatinizi 1, 3 ve 5. maddelere çekmek isteriz. Gelin birlikte inceleyelim o maddeleri…
1. Slavyanski, 1. maddede şunu vurguluyor; “Her fırsatta, marksizmin saygınlığını yitirdiğini, gününün geçtiğini, ölüp gittiğini ve gömüldüğünü vurgulayın. Ardından, iş yaşamınızın geri kalanı boyunca, öldüğünü iddia ettiğiniz marksizme saldırarak, kazanç dolu bir kariyer yapın.“
Pekala Petr Bystron’un başvurmuş olduğu Marksizm-Leninizm’e karşı saldırısında kullanmış olduğu taktik 1. madde ile ilişkili değil midir? Bizce gayet açık ve net bir biçimde ilişkilidir. Petr Bystron, burjuva siyasetinde yıldızını parlatmak, makam ve mevki edinmek uğruna ve ağa babaları olan para babalarına, emperyalizmden tebrik almak ve terfi ettirilmek uğurunda hiç bir şekilde ciddi bir araştırma yapmaksızın doğrudan Marksizm-Leninizm’e karşı saldırmaktadır.
2. Slavyanski, 3. madde de şunları da ekliyor; “Komünizm ya da Marksizm, siz ne olmalarını istiyorsanız, odurlar. Ülkeleri, hareketleri ve rejimleri “komünist” diye damgalarken, onların gerçek hedeflerini, yazıya dökülmüş ideolojilerini, diplomatik ilişkilerini, ekonomi politikalarını ya da mülkiyet ilişkilerini incelemeniz gerekmez.”
4. maddeyi ve Petr Bystron’un davranış biçimini, sözlerinin içeriğini ve kürsüden Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’ni “Marksist” iddia edişini karşılaştırdığımızda 3. madde tek başına bile dahi Petr Bystron’un ne denli parababaları düzeni ve sermaye tarafından fonlandığını ve dizayn edildiğini görüyoruz. Petr Bystron, eline tutuşturulan anti-komünizm içeriklerini çok güzel ezberlemiş olmalı ki; Marksizm-Leninizm’i A’dan Z’ye araştırmaya gerek duymadan, Marksist-Leninistlerin gerçek hedeflerini ve yazılı-fiili şekilde ortaya dökülmüş olan her türlü işlerimizi(eylem, ideoloji vs.) araştırmadan, bilmeden veyahut işine gelmediği için, YPG’nin objektif durumunu göz ardı ederek, analiz etmeyerek veya etmek istemeyerek Amerikancı burjuva Kürt hareketi için, “Marksist-Leninist dostlarınız” diyerek itham etmesi aslında Marksizm-Leninizm’i doğrudan olmadığı şey ile itham ederek zan altında bırakma isteğidir.
3. Slavyanski, 5. maddeyi açıklarken şunlardan bahsediyor: “Marksizmin “gerçek anlamına” ve komünizmin gerçek temsilcilerinin kimler olduğuna siz karar verirsiniz. Gerçekte Trotskiy’den de nefret etseniz bile, yetkilerinin Stalin tarafından gasp edilmiş olmasıyla ilgileniyor görünün.”
Evet… Görüldüğü üzere Petr Bystron, anti komünizm dersine iyi çalışmış, ağa babalarının notlarını bir hayli ezberlemiş ve o tavsiyelere göre davranmıştır. Marksizmin gerçek anlamını çarpıtmaya yönelik davranmış ve Marksist-Leninist sosyal doktrinin temsilcilerine, önderlerine kendisi karar vererek Marksizm-Leninizm’in savaş, taktik ve örgütçülük anlayışını YPG ile eş değer tutmak isteyerek Marksist-Leninist sosyal doktrinin içini boşaltmaya, teorik ve pratik örgütlenme ve örgütçülük anlayışına zede vermek istemiştir. Sol görünümlü olan ancak Avrupa solunun post-modern Marksist ve gerçek Marksist-Leninist bilimle zerrece ilgisi olmayan ve sınıf pusulası diye bir pusulası bile dahi olmayan Sol Parti Eş Başkanı Katja Kipping, partisi ve kendisi için yapılan bu eleştirilere ciddi anlamda cevap vermek istemeyerek Marksizm-Leninizm’e karşı açıkça saldırıya dolaylı yollardan destek olmuş ve şu an bu yazıyı kaleme alan gerçek Marksist-Leninist olan biz gençler gibi cevap vermek gibi bir bilinç ve sorumluluğada sahip olmadığını belli ederek AB-D emperyalizminin sol tabelalı birer Batı ekspresi olduklarını göstermişlerdir.
Yazıda katkısı bulunanlar
Antalya Direniyor’dan Ege
Adana Direniyor’dan Fatih
[1] Halkın Kurtuluş Partisi’nin açıklaması; Evet, Kaçak Saraylı Hafız… Suriye de içinde olmak üzere, Ortadoğu’daki cehennemin yaratılmasında büyük bir iştahla rol oynadın. Taşeronluk ettin.
[2] Zeytin Dalı bizi nasıl etkiler?
[3] Afrin’e Doğru Sosyalist Bakış
[4] Katja Kipping’in konuşması; Katja Kipping, DIE LINKE: Nein zum Krieg der Türkei in Syrien
[5] Abdullah Öcalan, Demokratik Konfederalizm
[6] J. Slavyanski – 40 Helpful Tips for Anti-Communists