Ali Rıza Küçükosmanoğlu: İşçi sınıfının sendikal mücadelesi, Türkiye’nin toplumundan bağımsız değil

PDF İzle & KaydetYazdır

DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası’nın Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ile 16 Ağustos 2018 tarihinde Gazete Fersude’de gerçekleşen röportajı sizlerle paylaşıyoruz. 

16 Nisan 2017 referandumundan sonra aslında Türkiye için yeni bir sistem başladı. Başkanlık sistemi olarak bilinen sistemde bütün yetkiler Cumhurbaşkanlığında toplanıyor. Referandumda halkın yüzde 51’inin ‘Evet’ dediği sistem değişikliğinden sonra beklenen uyum yasaları düzenlemesi yapılmadan 24 Haziran’da erken seçime gidildi. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin bir arada yapıldığı seçimin ardından 25 Haziran’da yeni sisteme resmen geçilmiş oldu. Yeni sistemin ilk Cumhurbaşkanı ise mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan oldu.

Peki, Türkiye’nin henüz tam olarak ne olduğunu bilmediği yeni sistemde kurumlar, sivil toplum örgütleri, sendikalar, kadın dernekleri ne yapacak? Yeni sistemin içerisinde eriyip gidecek mi yoksa yeni sisteme göre yeni mücadele tarzı mı geliştirecek?

Gazete Fersude olarak yeni sistemi STK, dernek ve kurumlarla konuşuyoruz.  Söyleşi dizimizin konuğu DİSK Türkiye Devrimci Kara, Hava ve Demiryolu İşçileri Sendikası- Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu.  Küçükosmanoğlu yeni sistemde ne yapacaklarına dair şu özet cümleyi kuruyor: “Türkiye’de sendikalar, eskiden bir yerde bir grev olduğunda dayanışma ihtiyacı duyardı. Ancak şimdi burada görünmeyelim, şununla beraber görünmeyelim, patrona karşı Nakliyat İş’in yanında görünmeyelim, Real işçilerinin yanında görünmeyelim eğilimi hakim.”

24 Haziran seçimleriyle birlikte Türkiye resmi olarak yeni bir yönetim modeline geçti. 95 yıl sonra yönetim biçiminde değişikliğe gidildi. Siz bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’deki sınıf mücadelesi, işçi sınıfının sendikal mücadelesi, Türkiye’nin toplumundan bağımsız değil. Türkiye’deki demokrasi biçimsel bir demokrasi. Demokratik bir düzenden söz edilemez. Kuvvetler ayrılığı diye tanımladığımız, yargının, yürütmenin yasamanın bağımsız olması ilkesinden de yapılan anayasa değişikliği ile uzaklaşılmış durumda.. Dünya artık, kapitalizmin rekabetçi döneminden, finans oligarşisi dediğimiz emperyalist sürece girmiş bulunmakta. Türkiye’deki sınıflar açısından baktığımızda da finans oligarşisinin siyasi bir iktidarı söz konusu. Sermaye sınıfından tekellerin taleplerini hayata geçiren sistem, kendisini başkanlık olarak tanımlasa da işin gerisindeki siyasal güç, finans oligarşisidir, finans-kapitalistlerdir. Sınıfsal olarak baktığımızda öyle diyorum.

Türkiye’deki sınıf hareketini de toplumsal mücadeleyi de daha zor bir sürecin beklediği açık. O bakımdan da bu yeni dönemde, geçmişteki bir takım biçimsel anlamda da olsa, demokratik hakların daha da kısıtlanacağı bir sürece gireceğimiz açık. Etki tepki durumu da var. Kapitalizm kendi krizini de beraberinde getiriyor. İşyerlerinde de işçi sınıfının ekonomik anlamda daha bir yoksullaştığını, daha bir mücadele eğiliminin arttığını görüyoruz. Bu değerlendirecek olan da, Sınıfın bu mücadelesini örgütleyecek olan devrimci güçlerdir.

Burada başka bir başlık açmayı doğru buluyorum.

Türkiye 1945’lerle beraber emperyalizmle, Dünya Bankası’yla, NATO’yla, IMF ile ilişkilerini tekrar güçlendirdi. Bir anlamda emperyalizme karşı verilmiş kurtuluş savaşının karşıtı olan bir karşıdevrim süreci 1940’lardan sonra tekrar başladı. Türkiye o yıllar NATO’ya, Dünya Bankası’na, IMF’ye üye oldu. Türkiye’nin ekonomi politikasını belirleyen güçler ABD, Avrupa Birliği gibi emperyalistlerdi. Başta da ABD idi. Türkiye ve Ortadoğu bölgesindeki süreç 1950’lerden itibaren hayata geçirildi.

ABD Emperyalistleri uyguladıkları “Büyük Ortadoğu Projesi”yle halkları bölmeye, parçalamaya çalışıyor. Bu politika uyarınca “bin devletli bir dünya” yaratmaya çalışıyor. Tıpkı İsrail gibi Ortadoğu’da doğalgazın, petrolün bekçi köpekliğini yapacak küçük devletçikler yaratmaya çalışıyor. Aynı zamanda halkları ulusal temelde ayrıştırmaya çalışıyor. O bakımdan böyle bir süreç ister istemez, gerçek anlamda şovenizme karşı mücadeledir. Bu mücadelenin esası da işçi sınıfı mücadelesinden geçer.

Farklı projelerle ülkelerdeki sınıf hareketlerini kontrol almaya çalışıyorlar. ETUC bunun bir örneği. Emperyalizm, NATO’suyla, IMF’siyle, vakfıyla bütün olarak işçi sınıfına karşıdır.

Türkiye’deki sınıf hareketi açısından da söylemek istediğim; Türkiye’de bir taraftan objektif anlamda bir sınıfsal mücadele eğilimi var, diğer taraftan taşeronlaştırma, güvencesizleştirme, esnek çalışmanın dayatılması var. Buna karşı mücadelenin örgütlenmesi konusunda giderek daha bir olumsuz süreçte olduğumuz açık. Burada başından beri Real işçilerinin mücadelesine sahip çıkıyoruz. Bizden başka sahip çıkan kalmadı. Real işçisi sarı sendikacılığa karşı mücadele ediyor. Tez-Koop İş Sendikası’na karşı. Türkiye’de bir sendikalar faciası var. Türkiye’de sendikalar, eskiden bir yerde bir grev olduğunda dayanışma ihtiyacı duyardı. Ancak şimdi burada görünmeyelim, şununla beraber görünmeyelim, patrona karşı Nakliyat İş’in yanında görünmeyelim, Real işçilerinin yanında görünmeyelim eğilimi hakim.

“Real işçilerinin mücadelesi bir turnosol kağıdı.”

Real işçilerinin mücadelesini biraz açmak gerekiyor sanırım. Real işçilerinin mücadelesi biraz anlatabilir misiniz? Nasıl bir öneme sahip?

Real işçilerinin mücadelesi bir turnosol kağıdı. Real, 2014 yılında Metro Groos Market tarafından Beğendik’e satılıyor, Beğendik de 2017 yılında iflas ediyor. İşçilerin bazıları tazminatlarını alamıyor. Tez-Koop İş Sendikası’nın hukuki bir yardım yaklaşımı bile yok. Yıllardan beri Tez-Koop İş Sendikası sözleşme yapıyor, aidatlarını alıyor.

Metro Grup’ta bizim Sosyal-İş sendikası var. Arkadaşlar geldiler, biz dedik sendikanıza gidin, sendikanız sahip çıksın. Metro Grup, işçilerin haklarından yasalara göre sorumlu. Piyasa avukatına vermişler. Piyasa avukatı, ben bu işe yatırım yaptım deyip telefonu kapattı. Biz sahiplendik, Metro’ya karşı basın açıklaması yaptık. Sosyal-iş sendikası açıklama yapıyor, Metro’nun bu işte sorumluluğu yoktur, diye. Böyle sendika olur mu? Böyle DİSK’e bağlı sendika olur mu?

Şunu anlatmak istiyorum: Sınıf mücadelesi adına kim yanlış yapıyorsa eleştirmek lazım. Sosyal-İş Sendikası bir açıklama yapmış, dedik ki bu açıklama doğru açıklama değil. Size düşmez Metro’nun savunma sorumluluğu. Bir iş hukuku profesörü diyor ki Metro sorumludur. Ne yapacağız şimdi? Mahkeme kararları diyor ki bu tip durumlarda Metro sorumludur. Biz bu mücadeleye sahip çıkıyoruz. Bu mücadele sarı sendikacılığa karşı bir mücadeledir. Bir taraftan da hak mücadelesi. Bu mücadeleye sahip çıkmadığımızı düşünelim. Ne yapacak işçiler? Sendikalara güvenmeyecek. Zaten işçiler sendikalara yabancılaşmış durumda. En önemli sorunlardan bir tanesi de bu. İlk örgütlenmeye başladığımız tüm yerlerde sendikalara karşı güvensizlik var, yabancılaşma var. Biz sahip çıktığımız için “mücadele eden sendikalar da var”, diyorlar.

Peki Nakliyat-iş neden bu işi sahiplendi? Kendi iş kolu değil eleştirisi gelmiyor mu?

Sosyal-iş de sahiplensin deniliyor. Rahatsız oluyorlar. Kendileri sahip çıksın. Kimse bir şey yapmasın, böyle gitsin… Böyle gitmiyor işte. Böyle gitmez. Böyle giderse bunun adı sarı sendikacılık olur. Düzen sendikacılığı olur. Sınıf hareketin adına bir iddian varsa bunun gereğini yapacaksın. Salonlarda sınıf sendikacılığı deyip, pratikte düzen sendikacılığı yapmayacaksın.

Tez-Koop İş’ bakarsan Türk-İş’e muhalif, kendilerine sosyal demokrat diyorlar. Ama sen 35-40 bin lira maaş alırsan işçilere yabancılaşırsın. Sendika şube başkanı 10-15 bin lira maş alırsa yabancılaşır. Mücadele açısından örnek verdim.

Uyum Market İşçilerine de biz sahip çıkıyoruz. Real Market İşçilerinin bu mücadelesi bir yıla yakındır devam ediyor. Hiçbir konfederasyondan ses yok. Türk-İş Başkanı beni DİSK Başkanına şikâyet ediyor. Nakliyat İş’in burada işi ne, diyor. O zaman görevini yap. Madem bu iş bizim sorumluluğumuzda değil, sen sahip çık o zaman. Tez-Koop İş’in mücadele kırıcılığı olmasaydı biz bu işi çözmüştük. Sosyal-İş’in o tip açıklamaları olmasaydı bu işi çözmüştük.

Türk-İş DİSK gibi çatılar var, bu çatılar altında başka iş kollarına bakan sendikalar var. Sizin yaptığınız gibi sahiplenme göremiyoruz. İşçi mücadelesi de parçalanmış durumda. Grevi ziyaret etmek gibi bir örnek bile yok. Sendikalaşmada parçalanma var. Mücadele alanları bile ziyaret bile edilmiyor.

Real işçilerini sahiplenmemizin Türkiye’de örneği yok. Ben bu mücadele sırasında gözaltına alındım, sendika başkanı olarak. Metro’nun Güneşli mağazasını işgal etmiştik. Örgütlenme Daire Başkanımız gözaltına alındı. Bir hafta önce üç işçi gözaltına alındı.

Şimdi burada bizim yaklaşımımız şu: Mücadele adına yapılması gereken ne varsa yapmamız gerekiyor. Ama Tez-Koop İş sahip çıksaydı, farklı olurdu. İşçinin mücadelesi burada şekillenmiş, böyle gider. Ama biz asıl olarak kendi iş kolumuzda faaliyet göstermek zorundayız.

Anlattıklarınızdan asıl görevli sendikaların işçileri yalnızlaştırdı, konfederasyonların da mücadele yürüten işçilerle dayanışma göstermedi. Böyle bir durum mu söz konusu?

Real işçilerinin mücadelesi, böyle bir mücadele var mı, var. Bu mücadele haklı mı değil mi? Haklı ise sendikalara düşen konfederasyonlara düşen dayanışma içerisinde olmaktır. Nasıl Flormar işçileri haklı bir mücadelenin içindeyse, dayanışma içinde bulunmak gerekiyorsa, onlar kadar Real işçilerinin mücadelesi de haklıdır, dayanışmayı hak eder. Diğer grevde bulunan işçilerin mücadelesi, Türk Metal Sendikası’na üye olsalar bile bir mücadeledir. Onunla da dayanışma mücadelesinde olmak lazım. Biz gittik Kanyon AVM içerisinde Flormar mağazası önünde eylem yaptık. Ziyarete gittik. Ancak aynı Petrol-İş Sendikası bizi ziyarete gelmedi. Niye gelmedi? “Acaba Tez-Koop İş’e karşı yanlış mı olur?” diye düşündükleri için. Şimdi bu iş mi? Ama biz böyledir diye o direnişi görmezden gelir miyiz? Yok.

Şimdi ne yazık ki eski dayanışma da yok. Sınıf dayanışması yok. Flormar popülaritesi olan bir direnişe dönüştü. Keşke başarılı olsa. Dayanışma her şeyi çözmez, asıl çözecek olan direnişin kendisi. Real işçilerinin direnişi Flormar’a göre daha militan bir direniş. İşgal eylemi yapılmış, gözaltılar olmuş. Tüm olumsuzluklara rağmen, sarı sendikal düzenin ablukasına rağmen. Görmezden geliniyor. Uyum Market işçilerine de sahip çıkılmıyor.

“Şu andaki DİSK’in politikasını da doğru bulmuyoruz. Eleştiriyoruz. Türkiye’de sarı sendikal düzene alternatif oluşacak bir sendikal mücadelenin objektif koşulları var, “

Anlattıklarınızdan Türkiye’deki sendikal hareketlenmede eksiklikler var diye anlıyoruz. Tam olarak nasıl bir eksiklikten söz ediyorsunuz?

Kendi özelimizden yola çıkarak, Türkiye’deki sendikal hareketle ilgili de değerlendirme yapmak lazım. Şu andaki DİSK’in politikasını da doğru bulmuyoruz. Eleştiriyoruz. Türkiye’de sarı sendikal düzene alternatif oluşacak bir sendikal mücadelenin objektif koşulları var, bunun mücadelesini vermek lazım. Yoksa biz de bu şeyde bir yerimizi alalım, var olan düzen içerisinde biz de yerimizi alalım, biz de mevcudu koruyalım, koltuğumuzu koruyalım… Elbette böyle düşünenler vardır. Bizim düşüncemiz böyle değil. Sınıf hareketinin böyle bir şeye ihtiyacı yok. Buna karşı mücadeleye ihtiyaç var. Sınıfın gerçek anlamda kurtuluşu bu mücadelede. Yoksa bunun adı düzen sendikacılığı olur, bunun adı sarı sendikacılık olur. Bunun zaten patronlar nezdinde de işçiler nezdinde de maddi temeli vardır.

Ne oluyor? Sonuçta bir gerçeklik, Türkiye işçilerin reel ücreti düşüyor, güvencesizlik, taşeron çalıştırma; bunlara karşı etkin bir mücadele yürütülemiyor. Buna karşı sınıf sendikacılığı, devrimci bir sınıf perspektifiyle mücadele anlayışı olan sendikal bir harekete ihtiyaç var. DİSK’in koşulları buna uygun, geçmiş mücadelesiyle, tarihiyle ilkeleriyle buna uygun. Ama şu anki DİSK’in politikası bundan uzaklaşmış durumda. DİSK, kuruluş ilkelerinden, mücadelesinden uzaklaşmış durumda. Buna karşı da eleştirimiz var. Çünkü bu durum ortada şu anda.

Bir zamanlar, örneğin 1 Mayıs’larda DİSK dikkate alınmadan ne Türk-İş ne Hak-İş adım atabilirdi. Ama şimdi DİSK’in esemesi okunmuyor. 2008 yılında mezarda emeklilik tekrardan gündeme geldi, emeklilik yaşı 65’e çıkartıldı. Ona karşı mücadeleyi DİSK verdi. DİSK’i göz ardı eden bir yaklaşım söz konusu değildi. Ama şimdi DİSK artık olsa da olur olmasa da olur, şeklinde değerlendiriliyor. Dikkate alınmıyor. Sınıfa sen ne veriyorsun ki? Mücadele karşılığın ne? Yok.

OHAL süreci ve yeni yönetim sisteminde işveren davranışı nasıl değişti?

İşverenler daha bir saldırganlaşıyorlar. Yeni bir sürece girdik. İşverenler kendileri açısından bu sürecin farkına vararak saldırganlaşacaklar.

Muğla’da yeni örgütlendiğimiz bir işyerinde, sendikanın çalışmasından haberdar olduktan sonra işveren, masaya silahı koyup, böyle bir şey istemeyiz, diyor. Bunlarla karşılaşıyoruz. Burası benden sorulur, diyor. Özellikle yeni örgütlendiğimiz yerlerde, yeni kuşak işçiler sendikal mücadeleye uzak. Sendikal mücadeleye uzak olduğu gibi yabancılaşma da söz konusu. Anlatıyoruz kendimizi. Tabii bu toplumsal değerlerdeki dejenerasyonla da alakalı.

Sizin bu işteki çıkarınız ne, aidat ne alacaksınız? diye soruyorlar bize. Davaya inandığımız için giriyoruz biz. Bizim aidatlarımızla ilgili hiçbir sendikada olamayan bir kuralımız var: Aidatların elden almasını istiyoruz biz. İşçiler sendikayı kendine yabancı bir şey olarak gördüğü için sendikacılar da kendi avantalarının peşinde diye düşünüyor. Bu da uzaklaşmayı beraberine getiriyor. Bunu işverenler de yapıyor. İşverenler bu sürecin farkına vardıkça saldırganlaşacaklar. Bulunduğumuz her yerde mücadele hep istediğimiz gibi gitmiyor ancak mevcut koşullarda yapılması gerekenleri yapmaya çalışıyoruz.

Mesela Uyum Market’te işçilerin tazminatları verilmedi. Geçen patronla gittik konuştuk. Patron Kayserili. İşçilerle beraber gittik. İşçilerin büyük bir çoğunluğu AKP’ye oy vermiş insanlar. Onlara da anlattık. Başta bir tereddüt yaşadılar ama şimdi sahipleniyorlar. İşvereni tanıdılar, gördüler. İşveren kendince İslam’ı da istismar ediyor. Bir kadın işçi “ahrette kul hakkıyla gelme diyor. Sen benim hakkımı yiyorsun”, diyor.

Mücadelenin bir zemini var. Etkili bir güç olması lazım. Durumun işçi sınıfının lehine dönüştürülmesi etkili ve güçlü bir mücadeleyle olur. Sarı sendikacıların işçilere söylediği bir şey yok. Türk Metal’e karşı isyan, diğer iş kollarındaki isyan, bunlar hep görülüyor. Devrimcilerin, sosyalistlerin söyleyeceklerini söyleme zamanı geldi aslında ama onlar da iyice uzaklaşıyorlar mücadeleden.

Taşeron işçilerin kadroya alınacağı söylendi ama bunun bir aldatmaca olduğu ortaya çıktı. AKP’nin derneklerinden arayanlar oluyor, siz haklısınız diyorlar. Yapılan toplu sözleşmeler, alınan haklar, işçilerin işçi sınıfı olarak kaybettikleri şeyler… Sözü olanların söz söyleyeceği bir yerdeyiz ama olağanüstü bir dağınıklık var.

Baskının artmasından bahsettik. Bu durum işçi sınıfının mücadelesini yükseltir mi?

Spontane olarak bunlar ortaya çıkabilir, bunun zemini var. Ancak sürekliliği olan bir şeye odaklanılmasını kısa vadede zor görüyorum. Ama spontane başkaldırılar, direnişler olabilir. Önümüzdeki sürecin daha etkili bir sürece dönüşmesi de koşullara bağlı. Mesela DİSK’in mevcut anlayışla, şu andaki yapısıyla bundan uzak olduğu görülüyor. Kalıcı bir şeye dönüşmezse orada kalır. Sınıf adına kalıcı bir kazanıma dönüşmesi de o gelişen mücadelelerin örgütlenmesiyle olur.

Sendikalar, sol muhalefet buna hazır değil mi?

Objektif koşulları var sınıf açısından, sınıfın baskılanması, sermayenin daha saldırgan hale gelmesi nedeniyle. Tüm bunların koşulları var ama örgütleyecek güçler açısından zemini yok. Örgütlenmesi gereken güçler sınıfın içinde değiller. Var olanlar da kısmi dar bir çerçevede kalıyor…

Son olarak, Metro işçilerinin boykot çağrısına ilişkin bir şey denebilir mi?

Real İşçilerin mücadelesi açısından Metro Gross Marketlerden, Metro’ya bağlı işletmelerden alışveriş yapmamaya çağırdık. Uyum İşçilerinin mücadelesinde de Migros’lardan, Makro Market’lerden, KİPA’lardan alışveriş yapmamaya, Uyum Market ve Real Market İşçileriyle dayanışmaya çağırıyoruz.

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir