
Çaltı Dergisi, Sayı: 141 – 27 Aralık 1965
AP lideri Demirel Mecliste şöyle haykırdı:
“Biz diyoruz ki, demokratik düzen içinde karma ekonomi ile yoksulluğa son vereceğiz (Sürekli alkışlar). Biz diyoruz ki, Mülkiyet esastır, Miras esastır, Serbest teşebbüs esastır, Kamulaştırma istisnadır.”
“Karma ekonomi” dedikleri nedir? Devlet, 30 milyon ahalinden her yıl 20 milyar lira toplayacak. Bu paralarla müstesna hallerde kamulaştırma belki yapar ama, esas: o 20 milyarı “Serbest teşebbüs” denilen birkaç yüz büyük sermayeciye verip, kimi işler gördürmek bahanesiyle, o imtiyazlı kişileri milyoner eder. Herkesin gözü önünde her yıl yapılan mârifet budur. Bizde serbest teşebbüs, milleti kazıklamak için gerekli parayı kendisi bulamadığı için, sermayesi Devletten, hatta işi ve plânı hükümetten, işçiliği boğaz tokluğuna çalışan işçi ve köylülerden gelmek üzere, oturduğu yerde sorunsuz, sualsiz, masrafsız, zararsız kâr etmenin yoludur. Devlet, bir şeyler yapmak için milletten topladığı vergileri, ben yiyemiyorum, al sen ye, der gibi birkaç yüz, bilemedin bin “Serbest teşebbüs”e peşkeş çeker. O birkaç yüz veya bin kişi, Devlet kanalından eline geçen paranın en az dörtte birini meşru kâr payı olarak alır. Dörtte birini, kontrol ve memurlarına sus payı sunarak, gâyrımeşru yoldan vurur. Paranın yarısı ise, yarım yamalak bir eser meydana getirirse, “Bakın özel teşebbüs ne hârikalar yarattı” gibilerden bedava övünme ve reklâm aracı edinmiş olur. Azıcık çevresinde olan bitenlere dikkat eden aklı başında bir Türk yoktur ki, her yıl Devlet eliyle Özel Teşebbüse kaptırılan milyarların nasıl insafsızca çarçur edildiğini görmemiş veya anlamamış olsun…
Bu böyle iken, nedense, “Herkesi kör, âlemi sersen sanan” AP lideri, “ESAS” saydığı “Serbest teşebbüs”ü Büyük Millet Meclisi önünde, alkışlanarak şöyle târif, yahut tahrif etmeye kalkışır:
“Özel teşebbüsten ne anlamak lâzımdır? Bundan bir memleketin varlıklı üç beş yüz kişisini anlamak yanlıştır. Özel teşebbüsten: çalışan, maharetli olan, kabiliyetli her Türk vatandaşına muvaffakiyet yollarının açık bulunduğunu anlamak icap eder. Biz topyekûn Türk milletine hizmet edeceğiz, diyoruz. Türk hukuk Devletinin avukatlığını yapmıyoruz.”
Doğru mu? AP, her çalışan becerikliye başarı yollarını açabilir mi?
Herkesin en çok bildiği örnek ortada. Fakir köylülerin çalışan, becerikli çocukları için Köy Enstitüleri açılmıştı. Bu çocuklar beş on yıl içinde Türkiye kültürüne olsun yeni bir hava getirdiler. Başarı açıktı. Sonu ne oldu? Köy Enstitüleri “Komünist” sayıldı. Köylü çocukları, ağza alınamaz iğrenç iftiralarla darmadağın edildiler. Bunu yapan kimdi? AP’nin dâvasını güttüğü ağababası DP… Köy çocukları için, köy kalkınmasına yarayacak bilim ve teknik öğretimi yasak edilirken, İmam-Hatip okulları açıldı. İmam-Hatipler hangi başarıyı gösterecekler? Köy ve kasabalı fukaraları öbür dünyaya hazırlayıp, bu dünyada her yoksulluğu ve hakarete katlanmayı öğretmek başarısını. Bu da bir ihtiyaç olabilir. Ama, katlanmakla, yoksulluk giderilir mi? Olsa olsa, yoksulluğumuzu edebîleştiren Özel Teşebbüse bu dünyayı hiç itirazsız bırakıp gitmektir, katlanmak. AP, Köy Enstitülerini açacak mı? Hayır. AP’nin bütün derdi, çalışıp beceri göstermesi gereken gençliği, siyasetten uzak tutmaktır. AP pek iyi biliyor ki, memurlaştırılmış ve askerleştirilmiş bir gençlik, beceriksiz kapıkulu tembelliğine mahkûm kalır. Köylü öbür dünyaya, kasabalı ve şehirli kapıkulluğuna gönderilince, nasıl “Yoksulluğa son vereceğiz”?
Özel teşebbüse bakalım. Şehirde banka, kasabada tefeci hacıağa parababasıdır. Köylü, esnaf, halk ağır vergiler ve borçlarla sıkıştı mı, kime gider? Ya bankaya, ya hacıağaya. Bu, ölümlerden ölüm beğenmek olur. Müslüman hacıağa, Kur’anı Kerim’in mutlak surette yasak ettiği fâizi (haram olan Rıbâ’yı) dilediği kadar yükseltmekte “Serbest”tir. Gerçi kanun görünüşte yüzde 10 dan fazla faizi yasak eder. Ama, o “Yasak” sayesinde, resmî, yarıresmî bankalar (birkaç kodaman kapitalist dışındaki) vatandaşları “Komisyon” der, “Harç” der, borç der, vergi der, yüzde 30’a yaklaşan faize bağlayabilir. Kasabadaki tefeci-bezirgân buna sevinir. Çünkü kendisi halka yüzde 100 faizle para verir. Ege bölgesinde yüzde 3000 fâiz ödemiş köylüler çıkar. İşte bizim “Serbest Özel Teşebbüs”ümüz budur.
Vatandaş da serbesttir: gidip fâizciden para almasın, denecek. Açlıktan ölmek veya hapse girmek nedir, bilir misiniz? Banka “çalışan becerikli” vatandaşa dolaysız para vermez: Tüccardan kefil ister. Tüccarsa, kefil olacağına, parayı bankadan kendisi çekip daha yüksek fâizle işletir… Yüksek fâize çarpılan, mahkemeye gitmekte “SERBEST” midir? Minareyi çalan “Özel Teşebbüs” kılıfını Bâbil çağından beri hazırlamıştır. Tefeci, 100 lira verirken, borçlurdan alacağı fâizi peşin yazdırarak, 200 liralık senet koparmış, şahit, ispat ve İpoteğe bağlamıştır. Borçlu dava açsa, 200 liranın “meşru” fâizi, sürüyle mahkeme masrafı, en az 250 lira avukat ücreti ve ilh. ödemeye mecbur olur. Yani, gerçekte 100 lira borç alan, 500 liranın tehdidi altına düşer. O 500 lira ödenmediği gün, yeryüzünün en adâletli (Adalet Partili değil) yargıcı, borçlunun tarlasını, evini haciz eder. Evi ile tarlası köylünün nesidir? Mülkiyeti ve ölünce çoluk çocuğuna kalacak mirası… Bay Süleyman istediği kadar Mülk ve Miras esastır, diye dursun. Haciz memuru geldi mi, bu esası köylünün altından kanun adına çeker, alır. Kime verir? “Serbest teşebbüs” sahibi tefeci-bezirgâna… Demek, o kadar övülen Mülkiyet ve Miras esasları, içine serbest teşebbüs kurdunun girdiği sürüye dönmüştür. Adım başında, her gün, sık sık rastladığımız “Hürlük, Demokrasi SERBESTLİĞİ” budur.
Bay Demirel’e sorarsanız, o şöyle seslenir: “Anayasamız hiç bir sınıfın diğeri üzerine hâkimiyet kurmasına müsaade etmez.”
Kitap öyle yazar. Hergünlük hayatımızda ise, en kalabalık sosyal sınıfımız olan fakir köylü ve esnaf vatandaşlarımız üzerinde, alış veriş ve borç mekanizması sayesinde azınlığın azınlığı sosyal sınıfımız olan bir avuç Serbest Teşebbüs erbabımız en yaman İKTİSADİ HÂKİMİYET kurmuştur.
Borç ödenmeyip mahkemeye düşüldü mü, İdare ve Adliye cihazları, tedbir, ihtiyat, ceza vs… yollarıyla, alacaklı serbest teşebbüsün “Hak”kına toz kondurmaz. Örf, âdet, ahlâk, din, imzan kuralları o “Hak”kı dokunulmaz kılar. Ondan başka, beşikten mezara kadar, jandarmaya, tahsildara, müdüre, başkâtibe, yargıca ve ilh. işi düşen vatandaşa, hep ileri gelen serbest teşebbüs erbâbı “iyiliksever aracılıkta, şefaatçılıkta bulunarak, değme nüfuz ve itibar kazanır. Bütün bu mekanizmalar ve benzerleri, Seçim gelip çattığı gün, Özel Teşebbüs sahipleri sınıfının bütün öteki halk tabakaları üzerinde su götürmez SİYASİ HAKİMİYET‘ini pekiştirir.
Görüyoruz, toplum gerçeklerimizle karşılaşır karşılaşmaz, AP liderinin Demokrasi ve Halk iyliği üzerine bütün söyledikleri, buz üstünde yazıya döner. Demirel’in bir tek prensibi ayakta kalır: o da Özel Teşşebbüstür. Bu Özel Teşebbüs ne çalışkandır, ne beceriklidir. Yalnız bütün başarı yollarını kesmiştir. Yurttaşın kendi emeği ile, işinden, dişinden arttırarak benimsediği her mülk ve mirası, serbestçe vurur… AP lideri, bu şartlar altında kimin mülkiyetinden ve mirasından dem vuruyor? Besbelli, fakir fukaranın özel teşebbüsçe hallaç pamuğuna çevrilmiş hakiki mülkiyeti ve mirası yağma Hasan’ın böreği edilmiştir. DP’den önce bilinmeyen gecekondular dünyası, şimdi Fâtih’in orduları gibi Türkiye’nin bütün büyük şehirlerini kuşatmıştır. O dünyanın insanları, ellerinden mülkleri şu veya bu biçimde alınmış vatandaşların, mirasta bulamadıkları için, tek mallarını, işgüçlerini yok pahasına satmaya koşanlarıdır. O bihakkın edinilmiş küçük mülkiyetlerle mirasları kemirip aşındırarak kendilerine büyük mülk ve miras haline getirmiş olanların varları ise: büyük şehirlerimizde, adına “Kalkınma” denilen kat kat apartmanlar, işhanları, bankalar, çiftlikler biçiminde yığılıyor. AP’nin savunduğu mülkiyet ve miras bu sonunculardır.
Neden doğruyu söylemezler? Çok basit: bir taşla iki kuş vurmak için. AP’liler, sözde Mülkiyet ve Miras savunucu melâikesi kılığına girdiler mi, iki yüzü kesen Acem kılıcı oluyorlar. Bir yanda küçük mülk ve miras kırıntıları başlarına belâ olmuş fakir fukarayı (köylüyü, esnafı): ellerindeki son kalem varlarını da sanki kırkharâmî sosyalistler kapıp kaçacaklarmış gibi, hain bir acı korkuya, fobiye kapıltıyorlar; böylelikle halkı kendilerini haraca bağlayan Tefeci-Bezirgânların kucağına atıltıyorlar; öte yanda, sürü halinde ürkütülmüş halk çoğunluğunun oyları vurguncu Partilerin siyasetine âlet edilerek, serbest teşebbüsün Devleti, Milleti rahatça çapul etme hürriyeti ve egemenliği sağlama bağlanıyor, ve şaşkına döndürülmüş ahaliyi, ufak mülkiyet ve miras hakkından büsbütün daha kolayca ve kıyametedek yoksun etmek “beceriliyor.”
İnsaf edelim: “Topyekûn Türk milletine hizmet” bu mudur?
Görsel: Ara Güler, 1965’te Eyüp Gecekondularından bir görüntü…