Hikmet Kıvılcımlı – Nazım Hikmet Satıcıları

PDF İzle & KaydetYazdır

melk4Sosyalist – 12 Nisan 1967

Köyden şehire işsizler ve açlar akını, İstanbul’da bir seyyar satıcılar kalabalığı yarattı. Karadeniz boğazından balık karaya vurur. Akdeniz’den limon, portakal dökülür. Terazisini, tablasını kapan seyyar satıcı rıhtım, kayık, mahalle, sokak demez yayılır. Ucu pahalı, tutturabildiğine; bağıra, çağırâ; tâze, bayat; meyva, balık satarlar. “Sebilüllah!” Avrupa veya Japonya damgalı Tahtakale malları, naylon bluzdan benzin şişesine, dolma kalemden çakmak taşına dek Mahmutpaşa’dan postahane önüne doğru boşaltılır. Kalabalığı ite kaka, esnaf, ucuz pahalı, tutturabildiğine, bağıra çağıra, hâlis, kalp satılır. “Fabrikası top attı, ha!

Bu bizim ekonomi alanındaki yoksulluğumuzdur. Ali’nin külâhını Veli’ye giydirmekten başka geçim yolu kalmamış küçük burjuva tabakalarımızın gülünürken ağlanacak perişanlığıdır. Çok defa, o heyecanlı ticarette alan da, satan da aldanır. Perde ardında parsayı toplayan: Ya bir dalyan ağası, çiftlik eşrafıdır, yahut bir hal kabzımalı, vurguncu bezirgân olur.

Siyaset ve kültür alanında, kapıkulluğuna yamanamamış, yarı aç yarı işsiz aydın kalabalığımız, öteki geniş küçük burjuva yığınımızın cilâlıca bir bölüğünden başka nedir?.. Bir ara sosyalizm furyası başladı. Kalemini, defterini kapan okur ve yazarlarımızın yayın alanına döküldü. ”Sebilüllâh!“ ucuz pahalı sosyalizm satmayan yayınımız, derneğimiz, partimiz, aydın esnafımız kalmadı. Alan aldı, satan sattı. Hiçbir davranışla bağdaşmayan sosyal formüller herkesi hazimsizliğe uğrattı. Yutulması daha kolay heyecanlar arandı.

Hazır ölmüşken, nasıl olsa sesi çıkmıyacak: Şu Nâzım Hikmet’i, bir de bizım ahbap çavuşlar öldüremezler miydi?.. Nâzım Hikmet furyası çıkarıldı. Bilinen şiirler, unutulmuş anılar, kıyıda, köşede kalmış aile, arkadaş mektupları, yarı istidâ, yarı rica pusulaları, ucuz pahalı, tutturabildiğine, piyasaya sürülüyor. Bir şeyi batırmanın en kestirme yolu, onu toyca savunmaktır, demiş. Nâzımcığımın da, övme yollu ipliğini Bâbıâli pazarına çıkaran çıkarana. İyi, kötü, para kazanmıyorlar mıydı?

Nâzım’ın tâlihi böylesine derebeği artığı ülkede hep bu oldu.Yaşarken, solcu ahbapları, işçi sofralarında kafa tütsüleyip mest olmak için, onu bangır bangır okudular. Ve ”vazife’i inkılâbiyelerini“ (arı dilcesi: ”devrimci ödevlerini“) bir tamam yerine getirdikleriyle avundular. Şimdi Nâzım öldü: Gene en keskin solcu sofralarında Nâzım kadehini en iyi kaldıran, sesini yükseltiyor. Bir okuyuşta dinliyenleri baygın yere seriyor. Nâzım şiirlerini bunun için mi yazdı? Hele nerde, nasıl, hangi doğum sancıları içinde kıvranarak dizdi?

En son, yeni moda çıktı. Nâzımın ülküsünü elbirliği ile taşa tutanlar, kendisini kutsal puta çevinne yolundan, mumyasını
kurşuna diziyorlar. Meğer ciğerinin kaç mangır ettiği bilinen ”aziz ahbabı“ Şevket Süreyyâ’nın da ”İNGILAP“ yoldaşı değil miymiş Nâzım? Adam, Nâzım’ı tükürük yağmuruna tutan salyalarını saça saça, sümüğünü çeke çeke Yön’deki çırağının ağzının suyunu akıttırıyor. Bu goygoycu köy hocalığında tutunamamış kişi, Ankara sultanlarının cinci hocası kesilmiş kısa günde. Afsun tafsunu kuvvetli. Nâzımı nasıl, engerek yılanını gören kurbağa gibi büyülediğini Avcıoğlu’nun sol kulağına fısıldıyor. Ve, Sovyet ticaret mümessilliğinden maaşı kesilir kesilmez, ”millî hisleri“ kabarıp Ankara’ya kapılanan, bu zat oturmuş, ince Nâzım kesiyor. ”diledığimiz gibi olmak“ için Ankara iktisat müdürü olarak çalışıyordum” diye başlıyor. (Vah şu Türkiye’nin haline, iktisat işleri kimlere kalmış. Tevekkeli değil ulaştığımız şu “Nurlu istıkbal”). Şevket Süreyyâ neyin “iktisat müdürü” olduğıınu şöyle açıklıyor.

Telefon çaldı. Ses Nâzım’ın. O sıra Vedat Nedim Tör(aynı gerekçeyle: ”millî hisleri“ kabaran ikinci azılı ”komoniz“) matbuat (basın yayın) umum müdürü idi ve galiba bana Nâzım’ın Ankara’ya geleceğinden de bahsetmişti.” (“Haberleşme” mükemmel) Onunla (Nâzım’la) artık ciddi konuşmalıydım. Çünkü o, ne bir parti teşkilâtçısı, ne de partili idi“ (Değer
ölçüsü bu). ”1930’da arkadaşları tarafından parti dışı edilen“ (Nâzım’ı. 1926’da “İtilen” kendisine benzetecek. Telefonu kaptığı gibi bakın ne yapıyor Ş.S.:)

Sadri Ertem sol bir yazardı. Ondan bizzat EMNİYET UMUM MÜDÜRÜ Şükrü Sökmen Süer’i görmesini, onu bu gece bize yemeğe çağırmasını. Dahiliye vekili Şükrü Kaya’yı da Moskova’da beraber okuduğumuz İsmail Hüsrevi de…

Görüyorsunuz, bizim ”Moskova’da okumuş“. ”Sol“larımız ne şerbetli kişiler. Bir telefon (demek Nâzım’ı ”telefon“a alıştıran da onlamıış), Emniyet umum müdürlerini, hem de ”bir üst görevli, hem de müsamahasız bir milliyetçi“ olan Ş.S.S.‘i (onda Ş.S. den bir S fazla) ayaklarına getirtebiliyorlar. Stalin gibi herifler
yâni!.. Arkalarını emniyete “raptedip” “zaptetmişler” Türkiyeyi!

Çankaya yolu çatallaşır. Bir bağ evine çıkar: “Sol yol Gazî köşküne. Sağ yolda ve hem bizim evin karşı tarafında İnönü de TESADÜFEN bahçesinde, hem de yola yakın bir ağacı galibâ budamakta. Onu başımızla selâmladık. Nâzikâne mukabele etti. Sonra Mareşal Çakmak’ın, Şükrü Kaya’nın ve DİĞERLERİNİN evleri önünde dolaştık. Nihayet Atatürk’ün köşkünün muhafız kıtasında TANIDIĞIM bir subayın yanına gittik. Bize çay İKRAM etti. Onun (Nâzım’ın) bildiklerini her defasında önüne yaydığım rakamlar, yazılarla TASHİH ettim. “Hem içiyor, hem dağları inletirce tartışıyorduk. Avazı çıktığı kadar bağırsa; belki bir taraftan Atatürk, bir taraftan İnönü Paşa onun sesini duyabilirdi.

Bu pes dedirtici ”romantik“ Nâzım Hiknıet satıcılığı şöyle biter:

Arkadaşlar, Sökmensüer (emniyet u.m.) VAKTİNDE geldiler. Nâzım’ı ona: “Aradığın yakalandı. Onu sana teslim ediyorum” diye takdim ettim. Nâzım’la bir az UZUNCA el sıkıştılar. Karşılıklı ŞAKALAŞTILAR. Bir de boş sandalye bıraktıktı. Çünkü Sökmensüer Şükrü Kayadan haber getirdi.. Hepimize yapacak bir VAZİFE YOK MU? O sırada İspanya iç harbi içindeydik.. Şiirler ŞİİRLERİ kovaladı. Nâzım’ı şehre Şükrü Bey indirecekti… Nâzım, dedim, ben her akşam yemeğini Polis Müdürü ile yer, fakat ihtilâlimi yaparım, diye tartışırdık, Şimdi galiba sen de… Nâzım bu takılmamı bir az ağır bulacak sanmıştım. Bulmadı. O KADAR BİRLEŞMİŞTİK Kİ…

Şevket Süreyya Aydemir demek istiyor ki, yalnız ben miyim, ”emniyetli“ ideolog? Taptığınız Nâzım da, perde ardından flört’ü ağır bulmazdı… Ah! bu memleket ve aydın ”kahramanları..“ Avcıoğlu soramaz mıydı: Çankaya pazarlığından bir yıl sonra acep Nâzım harbiyede niçin kazıklandı? Ve Yön’de yayınlanan ”Bağışla“ mektubu neden Atatürk’e ulaştırılmâdı. Bir bildiği olmalıydı. Hele bütün bu açıklamalar Nâzım öldükten sonra mı yapılmalıydı? Nâzım bir sermaye miydi ki, onu işletmiye kalkmıştılar? Hepsinin sonunda Nâzım’ı polisle başgöz etme zanaatinde öylesine övünecek ne vardı? Edimelilik herhalde; secaat arzetmeden olamıyorlar.

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir