Güney Amerika Üzerine

PDF İzle & KaydetYazdır

1. Güney Amerika Halklarının Gerçek Kurtuluşu

Latin Amerika Halkları, aynı dili konuşan ve aynı kültüre sahip halklardır. Bölgede dönem dönem hakim olmuş olan farklı emperyalist klikler, Güney Amerika’daki soydaş halkların ayrı ayrı ve parçalanmış biçimde yaşamalarını sürdürmek için birçok çaba sarfetmişler ve halkların birleşmesini engellemişlerdir ya da başka bir deyişle mümkün olduğunca erteletmişlerdir.

Latin Amerika Halkları, aynı kökü ve ortak paydayı taşımalarına rağmen önceleri İspanyol sonraları Amerikalı Emperyalistlerin bu yöntemiyle ayrı kalmış ve gözü dönmüş, ağzı salyalı emperyalistlere yem olmuştur.

Latin Amerika Halklarının kurtuluşu kıtanın tamamının tek bayrak ve tek cumhuriyet altında birleşerek tek bir ulus haline gelmesidir.

Latin Amerika’nın mazlum halkları böylece antiemperyalist-antifeodal-antişovenist bir demokratik halk devrimini başarıya ulaştıracak ve ardından kesintisiz olarak sosyalizme sıçrayacaktır.

Günümüz dünyasının baş haydutu ABD Emperyalistlerinin hemen güneyinde kurulacak olan ekonomik ve siyasi olarak güçlü, geniş yüzey alanı kaplayan, bilimli ve bilinçli bir sosyalist cumhuriyet dünya halklarının çıkarına olacak ve emperyalistlerin korkulu rüyası haline gelecektir.

Bu doğrultuda Küba Sosyalist Cumhuriyeti ve Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti’nin öncülüğünde Komutan Fidel Castro ve Başkan Hugo Chavez tarafından ALBA (Latin Amerika’nın Bolivarcı Alternatifi) işbirliği örgütü kurulmuştur. Bu örgüt, ekonomik odaklı bir örgüttür. Hem Güney Amerika halklarını, ”Bolivarcılık” adıyla anılan kıtanın birleşmesi görüşüne yöneltmekte hem de kıtada hakim olan Amerikan Ticaretini önlemek ve ABD Emperyalistlerinin NAFTA aracılığıyla kıtadan maddi kazanç sağlamasını engellemeye çalışmaktadır.

ALBA bu doğrultuda yalnızca Latin Amerika için geçerli SUCRE sanal parası bulmuştur. Para henüz sanal konumdadır fakat ilk alışverişler yapılmaya başlanmıştır.

Banco del ALBA kurulmuş ve böylece emperyalistlerin dayattığı IMF ve Dünya Bankası gibi ekonomik örgütlere karşı antiemperyalist metodla ekonomik kalkınmayı sağlayacak bir alternatif oluşturulmuştur.

Latin Amerika Televizyonu olan Telesur kurularak Karayip ve Güney Amerika kültürlerinin korunması ve yerlilere saygı gösterilmesi amaçlanmıştır.

ALBA örgütünün içerisinde Bolivya, Nikaragua, Honduras (2009’daki darbeden sonra ittifaktan ayrıldı), Ekvador, Antigua ve Barbuda, Saint Vincent ve Grenadinler de bulunmaktadır.

2. Güney Amerika’da Antiemperyalist Mücadelenin Tarihi

Güney Amerika topraklarında ”antiemperyalist mücadele” dediğimiz zaman şüphesizdir ki akla gelen ilk isim Kahraman Gerilla Ernesto Che Guevara olacaktır. Onun emperyalistlerin hemen önünde yüzlerine karşı açık açık”insan soyunun baş düşmanı” ifadesini kullanması ve ”Bizim her eylemimiz ABD’ye karşı bir savaş çağrısıdır.”ifadesi onun yiğitliğini ve cesaretini netçe ortaya koyar.

26 Temmuz Hareketi ve Fidel-Che deneyimi öncesinde de Güney Amerika’da geniş ve örgütlü antiemperyalist mücadeleler görülmüştür.

Bu mücadelelerden ilk göze çarpan ikilisi ise; Kübalı Jose Marti ve Venezuelalı Simon Bolivar’ın verdiği mücadelelerdir.

Simon Bolivar, İspanyol Emperyalistlerinin boyunduruğu altında tuttuğu vatanı Venezuela’yı kurtarmak için bıkmadan ve yılmadan antiemperyalist bir mücadele vermiştir. Bu mücadeleyi kendi zamanındaki devrimciliğin ideolojisi olan milliyetçilikle yapabilmiştir tabii. Sosyalist olduğu söylenemez. Zaten mücadele ettiği tarihlerde henüz bilimsel sosyalizm dahi ortaya konmamıştı.

1810’da milliyetçi Francisco Miranda’nın planladığı devrim harekatına katıldı. Harekat başarısızlıkla sonuçlandı. Ama Bolivar umudunu yitirmedi önce Curaçao adasına ardından Cartegna’ya giderek devrimcilerle anlaştı. O dönemlerde ”İhtilal Bildirileri”ni yayınladı.

1819’da Venezuela’da And Dağları’nı aşarak Nueva Granada’ya geçti, bu iki devleti Kolombiya adı altında birleştirdi. İspanyol askeri birliklerini oradan çıkardı, ardından Peru ve Ekvador milliyetçilerine yardım etti.

1822’de Arjantin ve Şili Devrimi lideri Jose de San Martin ile birleşti. Sonradan İspanyollara karşı uygulanacak siyasette anlaşamayarak ayrıldılar.

1824’te İspanyollarla verdiği antiemperyalist savaşı başarıya ulaştırdı. Peru’daki İspanyol idaresine son verildi.

1825’ten sonra tüm çabası Latin Amerika’yı tek bir ulus ve ülke haline getirmek için oldu.

Küba’nın ulusal kahramanı, aynı zamanda gazeteci ve yazar olan Jose Marti ise çok gençken siyasete atıldı ve İspanyol yönetimiyle çatışmaya başladı. Daha 17 yaşındayken 6 yıl boyunca ağır çalışma kamplarında tutsak olarak tutuldu ve sonrasında İspanya’ya sürüldü. Yaşamının büyük bölümünü sürgünde geçirdi.

Küba’nın ABD’ye bağlanmasına karşı çıktı. 1892’de Kuba Özgürlük Partisi’ni kurdu. ABD emperyalizmine karşı Güney Amerika’nın birliği için savaştı. 1895’de Küba’nın özgürlüğü için Küba’ya çıkartma yaptı. Başarısızlıkla sonuçlanan isyanın ilk çarpışmalarından birinde İspanyol askerlerince vurularak öldüğünde 42 yaşındaydı.

Jose Marti yaşamını, Küba’da İspanyol koloni yönetimini sona erdirilmesi ve Küba’nın ABD dahil başka ülkelerin egemenliği altına girmemesi için savaşıma adamıştır. Bütün öğretisi kişi özgürlüklerine saygılı olmayan ve yalnızca zenginliklerini büyütmeyi gözeten yönetimleri uyarmaya dayanmaktadır. Yapıtlarında bütün despot yönetim düzenlerini ve insan haklarına karşı uygulamaları kınamıştır. Onun yazıları demokratik gelişmeye yol göstericidir.

Yani Küba’da, Bolivar’ın İspanyol Emperyalistlerine karşı açtığı bağımsızlık bayrağını devralan Jose Marti, ABD Emperyalistlerinin Küba’yı kendi boyunduruğu altına alma çabasını öngördü ve Birinci Küba Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Antiemperyalist mücadelesinin,aynı vatanın evlatları Fidel ve Raul Castro, Ernesto Che Guevara ve Camillo gibiler tarafından yaşatılacağı ve ABD Emperyalist Haydutlarına karşı açılan İkinci Küba Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşacağı kimin aklına gelebilirdi ki…

3. VENEZUELA

a. Venezuela Bolivarcı Demokratik Halk Devrimi

Hugo Chavez ve yoldaşları ordu içerisinde örgütlenerek, 1980’lerin başında MBR-200’ü (Bolivarcı Devrimci Hareket) kurdular. 1992 yılında Venezuela Ordu Gençliği’ne önderlik ederek o zamanın devlet başkanı Carlos Andres Peres’e karşı politik devrim gerçekleştirmek istedi,fakat bu çabası başarısız kaldı.

2 yıl hapis yattıktan sonra Beşinci Cumhuriyet Hareketi kuruldu. Hugo Chavez, 1998 yılında devlet başkanı seçildi. Ardından Venezuela devlet yapısını ve bazı marjinal grupların haklarını değiştirdiği yeni bir anayasa tanıttı ve 2000 yılında yeniden seçildi. Yaptığı ikinci başkanlık dönemi Bolivarcılık misyonlarını izleyen bir sistemi tanıtan Chavez, komünal konseyler ve işçilerle yönetilen kooperatifler kurarak bir dizi toprak reformunu hayata geçirerek, çeşitli kilit sanayileri kamulaştırdı.

1998’den sonra yaptığı hamlelerle, Bolivarcı Demokratik Halk Devrimi’ni hızla ilerletti.

Muhalif darbeyle baştan indirildi. Fakat kırlarda yaşayan Venezuela Halkı’nın protestoları ile 48 saat sonra tekrar ülkenin başına gelmeyi başardı. 4 Aralık 2006’da yapılan devlet başkanlığı seçimlerini kazandı ve 2012’ye kadar başkanlık yapma hakkına sahip oldu.

Ekim 2012 seçimlerinde Venezuela lideri Hugo Chavez, oyların yüzde 54’ünü alarak muhalefet lideri Henrique Capriles’i geride bırakarak dördüncü kez Devlet Başkanı seçildi.

Uygulamaya koyduğu radikal siyasal dönüşümleriyle neoliberalizme karşı somut biɾ alternatif oluşturan Chávez, ülkesinin yüz yüze olduğu yoksulluk, açlık, cehalet, barınma, çalışma ve kadın hakları gibi sorunlarının çözümünün kapitalist sistem içinde kalınaɾak sağlanamayacağını iddia etmekte ve devrimden söz etmektedir. Venezuela’da çok daha adil, barışçı, eşit ve özgür bir dünyanın ancak sosyalizme açılarak gerçekleştirilebileceği görüşünü savunmaktadır.

Washington yönetiminin düşman olaɾak gördüğü Küba, Kuzey Kore, İran, Belarus, Suriye gibi ülkeleɾle sıkı bağlar kurmuş ve ABD karşıtlığını her fırsatta dile getirmiştir. Chavez, Amerikan aleyhtarlığını 2006 yılının ağustos ayında yaptığı İran gezisi ile göstermiştir. Son olaɾak da BM konuşmasında “Şeytan dün buradaydı” sözleɾi ile Bush’u bir şeytan olarak tanımlamış ve dünya çapında büyük ilgi toplayan bir konuşmaya imza atmıştır.

5 Mart 2013’te vefat etmiştir.

b. Venezuela Cumhuriyeti’nde Demokratik Halk İktidarı’nın Gözetiminde Bolivarcı Devrim İlerlemektedir

Yiğit devrimci Hugo Chavez Başkan’ın ölümünün ardından öğrencisi Nicolas Maduro devlet başkanı olmuştur.

Şu sıralarda yapılan Amerikan Ambargoları sebebiyle ekonominin pek parlak olmadığını söyleyebiliriz. Özellikle Chavez döneminde yapılan atılımlarla bir şekilde ekonomik refah arttırılmıştı. Fakat bu kez böyle bir durum söz konusu değil.

Nicolas Maduro liderliğindeki Bolivarcı Demokratik Halk İktidarı, emekçi halk ve işçi sınıfının çıkarına olacak şekilde ülkeyi yönetmekte ve kitleleri giderek sosyalizme hazırlamaktadır. Bolivarcı Demokratik Halk Devrimi, Venezuela’da yoluna emin adımlarla devam etmektedir. ABD Emperyalist Haydutlarının desteklediği işbirlikçi-liberal muhalefetin ortadan kaldırılması ve diğer Latin Amerika ülkelerinin de ALBA’ya destek olmasıyla,ekonomik refah da istenilen seviyeye gelecektir.

Ardından ise Chavez’in gösterdiği hedef olan sosyalist devrime sıçranacaktır. Kollektif olarak örgütlenmiş fabrikalarda, madenlerinde ve iş yerlerinde üretime geçilecek ve artı-değer sömürüsü ortadan kaldırılacaktır.

c. Venezuela İç Savaşı ve Doğuracağı Sonuçlar

Mayıs 2017 tarihinden itibaren Venezuela’da Devrimci İktidar ile ABD fonlu muhalefet arasındaki çatışma şiddetleniyor. Bu bir iç savaşın başlangıcı anlamına gelmektedir.

28 Haziran 2017’de ABD köpeği muhaliflerin silahlı-askercil olarak harekete geçmesi ile resmen iç savaş başlamıştır. Venezuela Devrimci İktidarı direnmektedir. ABD Emperyalistlerinin besleyip büyüttüğü muhaliflerin ortadan kaldırılması, Venezuela Sosyalist Devrimi’nin ilk basamağıdır. Ekonomik sıkıntının giderilerek, ekonominin sosyalist üretimi örgütleyebilecek düzeye ulaşması ise bu devrimin ikinci basamağıdır.

İç savaşı Bolivarcı Demokratik Halk İktidarı’nın kazanmasıyla birlikte Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti,hızla sosyalist bir karakter taşımaya doğru ilerleyecektir. Venezuela ve diğer Latin Amerika Halkları,Venezuela Sosyalist Cumhuriyeti’ni sevgiyle kucaklayacaktır.

4. KÜBA

a. Küba Öncü Savaşı, Demokratik Halk Devrimi ve Proleter Sosyalist Devrimi

Fidel Castro önderliğinde 26 Temmuz 1953’teki Moncada Kışlası Eylemiyle başlayan 26 Temmuz Hareketi, koşulları doğru tahlil edememe hatasından dolayı 1956 öncesinde yitik bir hareket olarak yola koyulmuştu. 82 kişiyle başlayan gerilla grubu, ilk saldırısında birçok kişiyi yitirdi. Sağ kalanlar ise tutuklandı.

Daha sonra hapisten çıkan devrimciler, Meksika’ya sürüldü burada diğer Kübalılarla tanıştılar ve askeri eğitim aldılar. Daha örgütlü bir mücadele vermek için tekrar Küba’ya döndüler.

F. Castro’nun deyimiyle ”Ülkelerinden faşistleri kovmak için Granma Yatı’yla Havana’ya çıktılar.”. Öncü savaş yani gerillacılık yöntemiyle daha sağlam temeller üzerine oturtulmuş bir devrimci savaş başlattılar. Dahası Kahraman Gerilla Che Guevara, 26 Temmuz Hareketi’ne katılmıştı artık. Onun askeri ve siyasi zekası da bir artı olarak Küba devrimcilerinin hanesine yazılmıştı.

1956 sonrasında daha bilinçli davranan Kübalı devrimcilerin öncü savaş teorisini oluşturmak için Küba’nın öznel koşullarını değerlendirmeleri gerekmekteydi.

1. Küba, Amerikan emperyalizminin boyunduruğu altındaki yarı-sömürge bir ülkeydi. Sosyalizm hedefinden önce antiemperyalist düşünce ve aksiyonla emperyalist istismar bertaraf edilmeliydi.

2. Küba, yarı-feodal bir ülkeydi. Ekonomik hayatın yarısı toprak ağalarının yarısı ise Amerikan tekelleri ve işbirlikçisi Küba burjuvazisinin elindeydi. Sosyalizm hedefinden önce antifeodal düşünce ve aksiyonla feodal üretim ilişkileri bitirilmeliydi.

3. Bu koşullar altında, Leninist kesintisiz devrim teorisine göre Küba; önce Demokratik Halk Devrimi ardından Proleter Sosyalist Devrim aşamalarından geçecekti.

4. Küba ekonomisinde yerli ”modern kapitalist sınıf” yeterince güçlü ve gürbüz değildi. Bunun bir sonucu olarak Küba işçi sınıfı zayıftı.

5. Dolayısıyla Demokratik Halk Devrimi ve Proleter Sosyalist Devrim’de işçi sınıfının öncülüğü fiili değil ideolojik olacaktı. Yani Küba işçi sınıfının da içinde olduğu proletarya partisi (26 Temmuz Hareketi) devrimin ve halk savaşının kumandanlığını üstlenecekti. Rusya Proleter Sosyalist Devrimi’nde olanın aksine ağırlıklı temel gücü işçi sınıfı değil, yoksul köylüler oluşturacaktı.

6. Yoksul köylülerin proletarya partisinde ağırlıklı olmasının ve 26 Temmuz Hareketi’nin bir köylü ordusu olmasının bir sonucu olarak devrim kırlardan şehirlere doğru bir rota izleyecekti.

Küba devrimcileri, işte koşulları böylesine tahlil etmişler ve sonunda aynen oluşturdukları teori doğrultusunda zafere ulaşmışlardır. Küba Halk Savaşı’nın zaferi, Fidel ve Che’nin Leninist kesintisiz devrim teorisini Küba’ya ne denli ustaca uyarladıklarını bize gösterdi.

1 Ocak 1959’da Amerikancı Batista’nın Sermaye Diktatörlüğünü devirerek yerine Demokratik Halk İktidarı’nı kurdular.

Amerikan Tekelleri ülkeden kovuldu. Eskiden Küba’da yuvalanmış Amerikan Finans-Kapitalinin işletmeleri, fabrikaları vb. kamulaştırıldı.

Yeterli ekonomik düzeye ulaşılmasının ardından sosyalizme sıçrayan Küba, emekçi halkın burjuvaziye karşı devrimci diktatoryasını yani Proletarya Diktatoryasını hayata geçirdi.

b. Küba Sosyalist Bir Ülke Olarak Yaşamını Sürdürmektedir

Küba işte o tarihten bu yana,yani sosyalizm ilan edildiğinden beri sosyalist bir ülke olarak yaşamını sürdürmektedir.

Ulaşım, eğitim, sağlık gibi tüm kamu hizmetleri ücretsiz olarak Kübalıların emrine sunulmaktadır.

Halk Meclisi’nde hakim olan Küba Komünist Partisi bulunmaktadır. Ülke,baştan aşağı emekçi halk ve işçi sınıfıyla donatılmış Küba Komünist Partisi ve meclisteki diğer işçi sınıfı temsilcileri tarafından idare edilmektedir.

Küba proletaryası, Batista ve öncesinde olduğu gibi işbirlikçi burjuva siyasetinin kuyruğu olmaktan çıkarılmış; kendi sınıf içeriğiyle siyasetin başı konumuna getirilmiştir.

Ekonomik olarak tarım, ticaret ve sanayi alanlarında kollektif üretim için örgütlenmiş olan iş yerlerindeki proleterler, üretim sevgisiyle çalışmaktadırlar. Artı-değer sömürüsü ortadan kaldırılmıştır.

Küba, tam bağımsız ve sosyalist bir ülke olarak yaşamını sürdürmektedir.

Enternasyonalizmin (yani komünizmin) gerçekleştirilmesi öncesinde Küba’nın hedefi Latin Amerika’yı tek bir sosyalist aile haline getirmektir.

c. R. Castro’nun Yaptığı Hata ve Telafisi

21 Mart 2016’da Küba Devlet Başkanı Raul Castro ile ABD Devlet Başkanı Barack Obama, bir görüşme gerçekleştirdi.

Haberini aktaralım:

”Obama, Raul Castro ile görüştü

Küba’yı 88 yıl sonra ziyaret eden ilk ABD Başkanı olan Obama, ziyaretin ikinci gününde resmi temaslarına başladı. Dün akşam saatlerine doğru adaya ayak basan Obama, başkent Havana’daki temaslarına bugün sabah ülkenin ulusal kahramanı Jose Marti’nin anıtına çelenk bırakarak başladı.

Küba’nın bağımsızlık mücadelesinin öncüsü, şair ve yazar Jose Marti’nin anıtı ülkeye gelen devlet başkanları tarafından resmi temaslarına başlamadan önce ziyaret ediliyor.

Castro ile görüşme Devlet Başkanlığı Sarayı’nda

Obama daha sonra Küba Devlet Başkanı Raul Castro tarafından törenle karşılandı. Devlet Başkanlığı Sarayı’ndaki tören, iki ülkenin milli marşlarının çalınmasıyla başladı. Obama ve Castro daha sonra tören kıtasını selamladı. Karşılama töreninin ardından Obama ile Castro önce baş başa daha sonra heyetler arası görüşme gerçekleştirecek.” (1)

Küba Devrimi’nin önderlerinden Komutan Raul Castro’nun,ABD Emperyalist Haydutları’nın siyasal plandaki temsilcisi Barack Obama’yı kabul etmesi bir hataydı.

Çünkü Obama’nın ilettiği talepler, aslında ABD’nin emperyalist planlarının biraz daha ”yumuşatılmış” ve basına aktarılabilecek hale getirilmiş biçimiydi. Dolayısıyla R. Castro ve Dünya halklarının Biricik Dostu Sosyalist Küba’nın, Dünya Halklarının Baş Düşmanı ABD Emperyalist Çakallarıyla konuşacak hiçbir şeyi yoktur. Sadece mücadelesi vardır.

Raul Castro’nun yaptığı doğru hareket, Obama’nın kendi kukla iktidarlarının liderlerine yaptığı gibi kendisinin omzuna elini atmasını engelleyerek elini havaya kaldırmasıydı. Obama,kıpkırmızı olmuştu; biraz sinirlenmişti belli ki. Ama basının önünde o klasik ”32 diş gülme” pozundan başka bir şey yapamıyordu.

Geçelim…

Kısacası şüphesiz ki: Castro’nun bu görüşmeyi kabul etmesi yanlış bir karardı.

Bunun bir hata olduğunu Türkiye’deki tek gerçek devrimci-sosyalist çizgiyi izleyen grup partisi olan Halkın Kurtuluş Partisi, Küba ziyaretinde iletti Castro’ya.

Gelelim Komutan Raul Castro’nun bu yanlışı düzeltmesine:

”ABD Başkanı Donald Trump’ın, Küba’nın İspanyol sömürgeciliğinden kurtuluğunun 115’inci yıl dönümü nedeniyle yayımladığı açıklamaya Küba’dan sert tepki geldi.

teleSUR’da yer alan habere göre, Küba sosyalizmini kastederek, “Jose Marti… bize barbarca despotizmin Kübalıların kalplerindeki özgürlük ateşini söndüremeyeceğini, adaletsiz eziyetin Kübalıların kendi çocuklarının baskıdan özgür bir biçimde yaşama isteklerini asla bastırmayacağını gösterdiğini” söyledi.

Küba halkının “demokratik değerler, ekonomik özgürlükler, dini özgürlükler ve insan haklarına uygun bir hükümeti” hak ettiğini söyleyen Trump, Amerikan yönetiminin de buna destek vereceğini belirtti.

Küba Devlet Televizyonu’nda konuşan Devlet Başkanı Raul Castro ise, Trump’a sert tepki gösterdi.

Trump’ı “düşüncesiz” olarak nitelendiren Raul, onun eleştirileri için de “saçma” ve “tartışmalı” ifadelerini kullandı.

Ada’yı “barbar despotizm” olarak nitelendiren Trump’a sert çıkan Raul, “milyonerden bozma başkanın iç ve dış politikada yaptığı çelişkili ve hödük açıklamalar” ifadelerini kullandı.” (2)

İşte ABD Emperyalist Haydutlarına verilecek cevap budur.

Uzlaşı Yok! Mücadele!

Küba, ABD’nin İktidarlarını Dilediğince Değiştirebileceği Kukla Ülkelere Benzemez!

Geri Kapitalist Ülkelerin Koltukları İçin ABD’ye Muhtaç Olan Zayıf Politikacılarına Benzemez!

Küba,Marksist-Leninist bir Ülkedir!

Küba,Dünyada Bilimsel Sosyalizmin Şerefli Temsilcilerinden Bir Tanesidir!

Küba, Amerikan Emperyalizminin Tamamen Karşısında Olan Antiemperyalist Bir Ülkedir!

Yanındayız Komutan Raul Castro!

İşte gerçek devrimci tavır budur.

Trump gibi milyonerden bozma hödüklerle ”uzlaşı” olmaz ancak savaş olur!

(1) TGRT Haber

(2) Sol Haber

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir