Bir isyan hatırası

PDF İzle & KaydetYazdır

taksim-isyani-analiz1 Haziran 2013 günü sabaha karşı 04.00 civarlarında yatıp, saat 07.00 gibi kalkmıştım. Gece, heyecandan gözlerime uyku girmek bilmedi.  31 Mayıs’ın akşam saatlerinden beri sosyal medyadan hayranlık ve şaşkınlıkla takip ettiğim direnişe katılmak için sabırsızlanıyordum. Saat 07.30 civarlarında evden çıktım ve doğruca Kadıköy’e gittim. Önce Kadıköy – Karaköy iskelesi yanında, deniz ve martılar eşliğinde bir kaşarlı tost ve çayla kahvaltımı yaptım. O saatlerde neredeyse hayatımın en mutlu dakikalarını yaşıyordum. Sabaha karşı, binlerce kişinin Boğaz Köprüsünden karşıya yürüdüğünü hatırladıkça, kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyordu. Nihayet halk, gerici ve işbirlikçi AKP’ye karşı sonunda ayaklanmıştı ve ben de birkaç saat içerisinde bu ayaklanmanın bir parçası olacaktım. Tarih yazıldığının farkındaydım.  Bu nedenle daha fazla vakit kaybetmeden  Karaköy vapuruyla karşıya geçtim.

Saatlerin henüz erken olmasından dolayı; ne Kadıköy’de ne de üzerinde yolculuk yaptığım vapurda bir direniş atmosferine rastlayamadım. Bu nedenle vapurdan inene kadar, “Acaba bugün direniş olamayacak mı?” diye kendi kendime sorular sorduğumda olmadı değil tabii. Yine de direnişin devam edeceğine yönelik inancım daha ağır basıyordu. Bir süre sonra Karaköy’e geldiğimi fark ettim.  Karaköy iskelesinden tünele kadar hızlıca yürüdüm ama  her ne sebepten dolayıdır hatırlamıyorum tüneli kullanmak yerine merdivenleri çıkarak geldim İstiklal Caddesi’ne…

Caddeye çıktığımda hayal kırıklığına uğradığımı itiraf edeyim. Cadde boyunca nerdeyse in cin top oynuyordu. Beyoğlu esnafının dükkan kepenkleri çoğunlukla kapalıydı. Tünel çıkışından, Taksim Meydanı’na gelene kadar direnişçilerden daha çok sokak kedilerine rastladığımı hatırlıyorum. Caddenin, Taksim Meydanı’na  çıkan kısmına geldğimde 25-30 kişilik bir grubu barikat yaparken gördüm. Hemen kolları sıvayıp yardıma başladım. Etrafımızda işe yarar ya da yaramaz ne bulduysak önümüze yığdık. Bu hazırlıklar 50 metre önümüzde konuşlanmış olan çevik kuvvet içindi.  Sayımız azdı ve hiçbirimiz birbirimizi tanımıyorduk ama büyük bir kavgaya hazırlanıyor oluşumuzdan dolayı kendimize güvenimiz tamdı. Sanırım o anlarda saatler, 09:30’u gösteriyordu.

Hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra bekleyişe geçtik. Hayatımda ilk defa duyduğum, genelde devrimci kelimeler içermeyen ama direnişi simgeleyen kelimeler eşliğinde, önümüzde sıralanmış bizi izlemekte olan polise karşı sloganlar atmaya başladık. Ben 85 doğumluyum. Tahmin ettiğim kadarıyla oradaki arkadaşların çoğunluğu 90 ve 90 üzeri doğumluydu.

Zaman ilerledikçe kalabalıklaşmaya başladık. Aramızda polise taş atmak isteyenler olduğu zaman, grup kendi kendine buna engel oluyordu. Grup içerisinde atılan  bazı sloganlar beğenilmiyor, bazıları ise beğeniliyor ve tekrar ediliyordu. Örneğin “Sık Bakalım” diye başlayan melodili sloganı da ilk defa orada duymuştum.
Aramıza yeni yeni arkadaşlar katılmaya başlayınca bugünün de mücadele dolu bir gün olacağından artık şüphem kalmadı. Nihayet 150 -200 kişilik bir sayıya ulaştığımızda, biber gazları üzerimize yağmaya başladı.  Polis bizi Taksim Meydanı çıkışından tünele kadar kovalıyor, sonra yine meydana doğru geri çekiliyordu. Bu kovalamaca saatler boyunca böyle sürüp gitti. Tabii bu esnada yaşananları anlatmak için ayrıca kitap yazmak gerekir. Örneğin; polis şiddetinden kaçarken tek tük açık olan bazı dükkanların bizleri içeri alıp sahip çıkmalarından tutun, yine polisin attığı biber gazı kapsülüyle baygınlık geçiren  gençleri gördüğü halde, kapılarını açmayan esnafa kadar, çok şey yaşanıp görüldü o süreçte. Ancak direnişçiler arasında o kadar muazzam bir yardımlaşma ve dayanışma vardı ki, hiçbir şeyin bizi yıldırmasına imkan yoktu.

Genellikle kadın direnişçilerin  çantalarında süt, su ve limon gibi maddeler bulunuyordu. Yoğun dumana maruz kaldığında, hemen bir kadın direnişçi yanına gelip,  gözlerine bu sıvı maddelerden sürüp seni iyileştirmeye çalışıyordu. Daha önceden direniş tecrübesi olan arkadaşlar, çevreden topladıkları içi su dolu küçük kaplara birer gazını atıyor ve kapsülü söndürüyorlardı. Kimi arkadaşlar gönüllü olup,  inşaat eldivenlerini giyiyor ve sadece özel olarak bu kapsül söndürme ya da polise geri atma görevini yerine getiriyordu. Ortada gerçek anlamda bir savaş yoktu, buna olsa olsa  bir direniş denebilirdi ama bu direnişin eşi ve benzerine bugüne kadar hiç rastlanılmamıştı…

Saatler ilerledikçe daha da kalabalıklaştık. Direniş sürdükçe, İstiklal Caddesi’ne tünel tarafından akın akın insan gelmeye başladı. Onlarca kişiden yüzlerceye, yüzlerce kişiden binlerceye, binlerce kişiden onbinlere ulaştık. Öğleden sonra artık İstiklal Caddesi’nde nerdeyse adım atacak yer kalmadı. Artık sayımızı saymaya imkan yoktu. Kitle artık hem yorgun hem de  öfkeliydi. Polislerin attığı biber gazlarından bir zaman sonra artık kimse kaçmıyordu. Zaten kalabalıktan kaçacak yer de kalmamıştı. İşte tam o anda, yani birden bire; Çevik Kuvvet, İstiklal Caddesi’ni boşaltıp, deyim yerindeyse, pılını pırtını bile toplayamadan kaçmak zorunda kaldı. Ben o an İstiklal Caddesi’nde olduğum için, Taksim’e çıkan diğer caddelerde de bu kadar yoğun bir direniş yaşandığını bilmiyordum. Meğer Taksim’e çıkan her cadde de, bu denli yoğun ve şiddetli bir direniş varmış. Polisin nasıl buhar olup uçtuğuna mı şaşırayım, Taksim’i akın akın dolduran milyonlara mı şaşırayım karar veremedim…

1 Haziran 2013 günü akşam saatlerine doğru, Taksim Meydanı’nda milyonlar olduk. Yaralıydık, yorgunduk, öfkeliydik ama yine de sevinçli  ve bir o kadar da  gururluyduk. Çünkü Taksim’i  ve Gezi Parkı’nı, gerici ve işbirlikçi AKP iktidarının elinden geri almıştık! Gezi Parkı’nı devasa bir direniş festivali haline getirdik. Günlerce orada yatıp, orada kalktık. Direnişin ilk gününden son gününe kadar hemen her gün, ölümle burun buruna geldiğimiz halde, ölmekten zerre kadar korkmadık. Faşizme meydan okuduk! Güldük, ağladık, sevindik, üzüldük. Ancak bir an olsun umutsuzluğa kapılmadık. Şiirler okuduk, şarkılar söyledik, halaylar çektik, horonlar teptik. Dayanışmanın ve yardımlaşmanın en alasını dünya aleme gösterdik. Yalnızca Taksim’de değil Türkiye’nin her meydanında yaptık bunu. Evet, belki hedefimize tam olarak ulaşamadık ama bu uğurda büyük tecrübeler edindik. Günü geldiğinde yine yapacağız. Bu kez örgütlü bir şekilde yapacağız ve er ya da geç mutlak bir zafere ulaşacağız!

Selam olsun Gezi Direnişçilerine! Selam olsun Gezi Şehitlerine!

İstanbul Direniyor’dan Gökmen

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir