Allin Cottrell, W. Paul Cockshott – Hesaplama, Karmaşıklık ve Planlama: Bir kez daha Sosyalist Hesaplama Tartışması

PDF İzle & KaydetYazdır

Allin Cottrell ve W. Paul Cockshott tarafından Temmuz 1993’te yazılan bu makale, liberteryen iktisatçı Ludwig von Mises‘in üzerine çeşitli tezler sunduğu sosyalist hesaplama tartışmasının yeniden değerlendirilmesi olma özelliğini taşımakta. “Avusturya Okulu” tarafından tenkit edilen “Sosyalist Hesaplama” meselesi üzerine cevap niteliğindeki bu makalenin, “Mises’ten Sosyalist Hesaplamanın İmkansızlığı Üzerine” başlıklı ikinci bölümünün çevirisini sizlerle paylaşıyoruz. Köşeli parantezdeki açıklamalar, tarafımıza aittir.

Mises’ten Sosyalist Hesaplamanın İmkansızlığı Üzerine

1920’de, Bolşeviklerin Rus sivil savaşındaki zaferinin ardından komünizmin heyulasının bir kez daha Avrupa’ya musallat olmasından sonra, von Mises “Economic Calculation in the Socialist Commonwealth [Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama]” adlı bilindik yazısını yazdı. İddiaları sarsıcıydı ve eğer süreklileştirebilseydi, görünüşe göre sosyalist davayı yıkıcı bir nitelikteydiler. Yaygın Marksist sosyalizm konsepti, özel mülkiyetin üretim ve para bağlamında ortadan kaldırılmasını içeriyordu, fakat Mises “bizi üretimin özel mülkiyetinden ve paranın kullanımından uzaklaştıran her adımın ayrıca rasyonel iktisattan da uzaklaştırdığını” savundu (Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama, İngiltere Baskısı, 1935 sy. 104). Marx ve Engels’in planlı ekonomisinin kendisini kaçınılmaz olarak “akıntıya boşa kürek çeken” bir biçimde bulacak, “anlamsız bir aparatın absürd çıktısı”nı ortaya koyuyor olacaktı (agy, sy. 106). Marksister rasyonel planlamayı ve piyasanın “anarşisini” zıt tutmalarına rağmen Mises’e göre bu iddialar tamamen asılsızdı, aksine piyasa ilişkilerinin ortadan kaldırılması iktisadi hesaplamaların tek yeterli temelini ortadan kaldırırdı, yani piyasa fiyatlarını. Sosyalist planlayıcılar ne kadar iyi niyetli olursa olsun, herhangi bir iktisadi karar için gerekli olan temellere sahip olamayacaklardı: sosyalizm “rasyonel iktisadın ortadan kaldırılmasından” başka bir şey değildi.

Mises bu sonuca nasıl vardı? Argümanı şunları içermekte (a) iktisadi rasyonelliğin ne hakkında olduğuna dair bir açıklama ve (b) rasyonel iktisadi karar verme sürecinin muhtemel araçları hakkında sözümona kapsamlı bir liste, sonrasındaki amacı bunların hiçbirinin sosyalizm altında uygulanamayacağını göstermek.

1- Rasyonellik ve azamilik

İktisadi rasyonelliğin tabiatı konusunda Mises’ın aklında belirli ölçekte verilen, iktisadi kaynaklar çerçevesinde olabilecek en işe yarar verimi üretmenin (taleplerin karşılanması) olduğu çok açık. Bundan farklı olarak problem çift yönlü bir biçimde tanımlanabilir: belirli bir işe yarar verimi üretme maliyetini en aza indirmek için en verimli yöntemin nasıl seçileceği. Mises sosyalizm eleştirisinde demiryolu veya ev inşaatı gibi örnekler vererek tekrar tekrar son formülasyonuna dönüş yapıyor: [3] sosyalist planlayıcılar en ucuz maliyet ile bu amaçlara nasıl ulaşabilirler? Bu formülasyonu şimdiki amaçlar için bir problem olarak, kaçınılmaz biçimde kesin olmadığını vurgulayarak kabul edebiliriz. İşe yarar verimin azami düzeye çıkarılmasından kasıt tam olarak nedir? Kim için işe yarar bir verim, kim tarafından tanımlanmış bir verim? Çift taraflı formülasyon şu problemden kaçmaz, madem biri bu soruyu akla getirmeyecekse, minimuma indirilecek “maliyetin” teorik olarak işe yarar verim veya vazgeçilen talep-tatmin açısından tanımlanması şart.

Eğer birisi bir iktisadi sistemin, S¹ diyelim,  bu genel problemi diğerine göre, S², daha etkili biçimde çözdüğünü savunmak istiyorsa, S¹ etmenleri arasında “en azamiye” S²’nin etmenlerine kıyasla daha yakın bir etmen olduğunu göstermekle yükümlüdür. Bu sebeple “en azami” için bir tanım üretme problemi ile karşı karşıya gelinir ve bu azami olarak isteklerin karşılanması biçiminde tanımlanmalıdır. Tekrardan büyük ihtimalle bir çeşit sosyal yardım veya kullanım işlevi oluşturulmak zorunda kalınır, imkansız olmasa bile herkesin bildiği gibi çok zor bir görevdir, ki Mises bunu oluşturmaya uğraşmıyor. Diğer taraftan kurgusal bir “en azami” kavramı bir köşeye atılacak olursa – bazı somut sistemlerin sonuçlarını yargılayabilecek son derece bağımsız bir standart – bir sistemin diğerlerinden daha iyi olduğunu savunmanın başka yolları aranmalı. Mises’ın bu noktada tereddüt ettiğini görebiliyoruz: o iddiasını savunabilecek sabit ve biçimsel bir genel eşitlik teorisi bulmaya hiç yanaşamazken kapitalizmin azamiye daha yakınlaştığını savunmak istiyor. Bu konuya 2.4 numaralı bölümde [Use of market prices] dönüş yapacağız.

Rasyonel karar verme araçlarına ilişkin olarak, Mises üç olası aday tanımlar: ayni planlama (doğal olarak), emek-zaman gibi piyasa fiyatlarından ve paradan bağımsız “nesnel olarak tanınabilir bir değer birimi” yardımıyla planlama ve piyasa fiyatlarına dayalı ekonomik hesaplama. Bu üç olasılığı sırasıyla ele alalım.

2- Ayni planlama

Sorun, şimdilik kabul edelim, verilen kaynakların kullanılarak azami ölçüde işe yarar verim üretilmesinin nasıl olacağına karar vermekti. Bu da bir şekilde “değerin tahminini” (yani işe yarar verime değer biçilmesini) içeriyordu. Gündelik tüketim mallarını değerlendirirken (Mises’ın terminolojisiyle ‘kolayda ürünler [low-order goods]’) bu ortadadır ve herhangi bir ciddi hesaplama gerektirmez: “Kural olarak insan, kendi zihninin kolayda ürünleri değerlendirebilecek seviyede olduğunu bilmeli” (agy, sy. 96). Ve çok basit iktisadi sistemlerde bu dolaysız değerleme üretim araçlarına kadar genişletilebilir:

“Ekonomik olarak izolasyonda bulunan bir çiftçi için büyükbaş hayvancılığın genişletilmesi ve avcılık alanındaki gelişmeler arasında bir ayrım yapmak zor olmayacaktır. Bu gibi bir durumda üretim süreci nispeten kısadır ve gerekli gelir-gider kolayca ölçülebilir” (agy, sy. 96)

Veya:

“Ev ekonomisinin dar sınırları içerisinde, mesela, babanın bütün iktisadi durumu denetleyebileceği bir alanda, üretim sürecindeki değişikliklerin önemini akla fazlaca danışmadan (parasal hesaplama olarak) ve aşağı yukarı tutarlı bir biçimde belirleyebilmek mümkündür.” (agy, sy. 102).

Bu durumlarda, para benzeri bir aracı hesap birimi olmaksızın (veya emek-zaman), bir ayni planlamadan bahsedebiliriz. Mesele şudur ki “elmalar ve portakallar” subjektif kullanım değeri bakımından karşılaştırılabilirler ve üretim araçlarıyla belirli kullanım değerlerinin üretimi arasındaki bağlantı zaten hazır olarak bulunur, bu da verimlilik elde etmek için yeterli olabilir. 

Bu gibi ayni planlamaların sınırları üretim sürecinin karmaşıklığı ile belirlenir. Bir noktada geçerli bağlantıların özetçe bir biçimde takdir edilebilmesi imkansız hale gelir, bu noktadan sonra kaynakların tahsis edilmesindeki rasyonellik, maliyetler ve kazançlaraın ifade edilebileceği objektif bir “birimin” kullanımını gerektirir. İlginç bir biçimde, bize göre de karmaşık sistemlerde bu gibi planlamaların imkansızlığı açıkça insan zihninin kabiliyetleri bağlamında tartışılabilir.

Tek başına insan zihni yeteri kadar uyanık olmaz, sınırsız yüksek araıklı ürünlerin her birinin teker teker önemini kavrayabilmek için çok zayıftır. Tek bir insan asla bütün üretim olasılıklarını kavrayamaz, sayısız oldukları göz önünde tutulursa, değer hakkında açık kararlar verebilmek bir çeşit programlama sistemi olmadan mümkün değildir. (agy, sy. 102, vurgular tarafımdan eklendi)

Peki, insan zihni dışındaki araçların kullanılması ile karmaşık sistemlerde ayni planlama mümkün olabilir miydi? Bu yazıdaki planlamayı desteklemek için kullanılan ana argüman emek zamanın hesaplama birimi olarak alınmasını içeriyor (bu yüzden salt ayni planlama kategorisine girmiyor) fakat yine de biz yapay zekadaki bazı ilerlemelerin, spesifik olmak gerekirse sinir ağları üzerine olan çalışmaların, bu soruyla ilgisi olabileceğini düşünüyoruz. [4]

Mises aslında karmaşık sistemlerde optimizasyonun açıkça bir skaler objektif fonksiyon şeklinde (kapitalizmin kârı paradigmatik olacak biçimde) bir aritmetik gerektirdiğini savunuyor. Fakat aritmetik hesaplama bu durumda daha çok bir programlama veya simülasyonun fenomeni olarak görülebilir. Bir kontrol sistemi, bahsettiğimiz kontrol sistemi ister piyasada işlem yapan şirketler, ister planlama acentası, ister uçaktaki bir otopilot veya kelebeğin sinir sistemi olsun; programlama yeteneği gerektirir, programlamanın aritmetik yöntemlerle ilerlemesi gerekli değildir.

Burada önemli olan şey kontrol sisteminin, sistemin kontrol edilen önemli özelliklerini modelleyebilmesidir. Şirketler bunu hisse kontrolü ve muhasebe yoluyla, ki bu durumda metaların yeri ve hareketi kağıda geçiriliyor, yapıyor. Bu geçirme yapılırken aritmetiğin kuralları takip edilir, aritmetiğin probleme uygulanabilmesi sayı teorisinin, metaların özellikleri için bir model olmasından kaynaklanmaktadır.

Diğer taraftan bir sinir sistemi örneğini ele alalım. Uçan bir kelebeğin kendine enerji kaynağı sağlayabilecek objelere, meyvelere veya çiçeklere yönelebilmesi için torasik kaslarını kontrol edebilmesi gerekir. Bunu yaparken hangi olası kanat hareketinin onu nektarın yakınına götürebileceğini programlaması lazım. Farklı sıradaki kas hareketlerinin enerji tüketimi bağlamında daha farklı maliyetleri ve nektar bağlamında sağladığı daha farklı kazançları var. Kelebeğin sinir sisteminin aritmetik olmayan programlama metotları kullanarak bu yararlar ve zararlara göre optimizasyon görevi var. Türlerin hayatta kalabilmesi programlamadaki ehliyetinin bir göstergesidir. Görünüşe göre nöral ağlar azami (veya en azından çok verimli) davranışları, fazlasıyla karmaşık kısıtlamalarla karşı karşıya kaldıklarında bile, sorunu sayısal azamileştirmeye (veya asgarileştirmeye) indirgemeden ortaya koyabiliyor.

Eğer kaynakların aritmetik yöntemlerle kaynakların azami kullanımını hedefleyen kısmileştirilmiş kararlar verilmek isteniyorsa, bir planlama organı muhtemelen aritmetiği yaygın bir biçimde kullanacaktır ve bu durumda Mises’ın hesaplama amaçlı farklı ürünlerin aynı paydaya çevrilmesinin gerekliliği oldukça doğru bir argümandır. Fakat, eğer bütün ekonominin küresel optimizasyonu amaçlanıyorsa farklı programlama teknikleri, sinir sistemlerinin çalışma prensibine yakın olanlar işe yarayabilir, daha uygun olabilir ve bunlar temelde aritmetiğe ihtiyaç olmadan uygulanabilir.

Yazdıklarından çok sonra bilgisayar biliminde meydana gelen gelişmeleri göz önünde bulundurmadığı için Mises’ı suçlamak tabii ki de anakronik olurdu. O ve Hayek 1919’da Neurat ve Bauer gibilerinin önerdiği ayni planlamanın, savaş deneyimi bağlamında, barış koşullarında büyük ölçüde sorunlu olduğunu savunmakta kuşkusuz haklıydılar. [5] Ancak, sosyalizmin çağdaş eleştirilerine, hesaplamanın doğasının bilimsel olarak anlaşılmasından önce yapılan planlamaya ilişkin eleştirel olmayan beyanları tekrarlamamaları gerektiğini söylemek, haklı bir yorumdur. [6]

3- Emek değerin kullanımı

Ayni planlama ihtimalini reddettikten sonra Mises, sosyalist planlayıcıların ekonomik hesaplamalar yaparken bir “objektif olarak tanınan değer biriminden”, malların ölçülebilecek bir özelliği gibi, yararlanabileceğini göz önüne alıyor. Mises’ın bu iş için bulabildiği tek aday, Ricardo ve Marx’ın teorilerindeki gibi, emek içeriği. [7] En sonunda Mises emeğin geçerli bir birim olabileceğini reddediyor; iki adet geçerli argümanı var ve her biri emek içeriğinin üretim maliyeti bakımından yeterli bir ölçüt sağlayamayacağını iddia ediyor. Bu argümanlar emek değerlerinin kullanımında üstü kapalı olarak bulunan doğal kaynak maliyetlerinin görmezden gelinmesi ve emeğin homojen olmaması şeklindedir. Bu iki argümana burada değineceğiz, emek değerin yeterliliği ile ilgili argümanları bölüm 4.2’ye [Socialist planning and labour time: some new proposals, çevirimize dahil değidir] bırakıyoruz . Fakat önce Mises’ın emek değer eleştirisinin çok kısa ve baştan savma olduğunu söylemekte yarar var. Mises’ın yazılarında görülen (1935) ve onun tarafından tekrar üretilen (1951) yaklaşık iki sayfalık dayanaklı argüman var. İnsan Eylemi’nde (Mises,1949) konu iki cümlede geçiştiriliyor. Bu şüphesiz olarak Marx ve Engels’in emek zamanın bölüştürmesine yaptığı vurgulara rağmen Mises’ın yazdığı sıralarda bu konseptin batılı sosyalistler tarafından az çok terk edildiğini gösteriyor. Bu noktaya aşağıda dönüş yapacağız.

3-1 Doğal kaynak maliyetinin önemsiz sayılması

Mises aslında Marksist emek değer teorisinin, bir ölçüde, doğal kaynakların tüketimini imkansızlaştırmadığını kabul ediyor:

“İlk bakışta emek biçiminde hesaplama da üretimin doğal, insani olmayan koşullarını göz önüne alıyor. Azalan verimler yasası zaten toplumsal olarak gerekli emek zaman konsepti bakımından, üretimin doğal koşullarının çeşitliliği sebebiyle, bulunuyor. Eğer bir meta için olan arz yükselirse ve daha kötü doğal kaynaklar kullanılması gerekirse, birim üretim için gerekli olan toplumsal olarak gerekli ortalama emek zaman da yükselir” (Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama, İngiltere Baskısı, 1935 sy. 113)

Fakat hemen bunun yeterli olmadığını söylüyor. “Üretimin maddi koşullarının” hesaplamaya girmesi doğadan çıkarılması emek zaman istediği için şu ana kadar gerekli olmadığı için rasyonel değil. Mises üretilmesi toplam olarak 10 saat süren iki metadan, P ve Q, örnek veriyor. İki ürün de üretiminde bir miktar hammadde,  a, gerektiriyor ve a da birim başına 1 saatlik emek gerektiriyor. P metası 8 saatlik direkt emek ve 2 birim a ile üretilirken Q 9 saatlik direkt emek ve bir birim a ile üretiliyor. Emek değer bakımından iki metanın fiyatı aynı, fakat Mises daha çok hammadde içermesi bakımından P’nin  Q’dan gerçekten daha değerli olması gerektiğini savunuyor.

Bu ilk bakışta ilgisiz bir argüman gibi görünüyor (ya a maddesi etkin bir biçimde tükenmiyorsa?), fakat bu Mises’in sonucunda görüyoruz ki o “sadece bir tasarruf objesi haline gelecek miktarlarda mevcut olan” hammaddeden, yani tekrar üretilemeyen bir hammaddeden bahsediyor (agy, sy. 114). 

Lavoie de (Rivalry and central planning: the socialist calculation debate reconsidered, 1985. sy. 69–70) tekrar bu noktayı “(emek zaman) hesaplamasının üretimin tekrardan üretilemeyen doğal koşullarıyla başa çıkmasının doğrudan yolu yoktur.” diyerek vurguluyor. Sosyalist planlayıcılar “yeniden üretilemeyen kaynaklar için muhtemelen ayrı temsili bir emek saati birimi geliştirmek zorunda kalacaklar. Bunun da keyfilik dışında herhangi bir yolla yapılabileceğini düşünebilmek güçtür.”

Burada bir problem olduğunu reddetmiyoruz, fakat biz Mises’ın (ve yorumlayıcısı Lavoie’nin) bu sorun kapitalizm altında kendiliğinden çözülüyormuş gibi konuşmasını dikkat çekici buluyoruz. İkisi de klasik Ricardo’cu teoriye, bu teoriye göre de piyasa fiyat sistemi tekrardan üretilemeyen kaynakları göz önünde bulunduramıyor, herhangi bir eleştiri getiremiyor. Ricardo’ya göre, doğal kaynak kısıtlamaları kendilerini fiyat sisteminde yükselen marjinal maliyet olarak ortaya koyuyorlardı, yani Mises’ın yetersiz olarak ele aldığı etkiye göre. Intra-marginal [belli bir sınır içinde olan] bir üretim için fiyat gerçekten emek değerinin üzerinde, fakat marjda rantın değeri 0 ve doğal kaynakların kullanılması bedavaya geliyor (Burada bir fark var: eğer emek değeri toplumsal olarak gerekli ortalama emek zaman olarak tanımlanırsa, emek değer hesaplamaları bazı ürünlere Ricardocu fiyatlara kıyasla “az değer biçecektir”, fakat bunun, bahsedilen ürünleri marjinal emek değeri içeriği bakımından değerlendirerek üstesinden gelinebilir).

Açıkçası kapitalizm altında işler daha iyi değil. Bir kaynağın tükenebilir olması onun kısa vadede azalan getiriye dahil olacağı anlamına gelmiyor. Mesela batıya doğru genişleyen Amerikan tarımında (coğrafi olarak) marjinal topraklar en verimlileriydi. Bu gibi durumlarda piyasa, kaynak korunumu için herhangi bir teşvik sağlamıyor; sonuç 1930’ların Dust Bowl’unda [1929 ekonomik krizinde] acı bir biçimde açığa çıktı. Biz, emek değer hesaplamalarının piyasanın kaynak korunumu konusunda yetersiz olduğu noktalarda daha iyi yapabileceğini iddia etmiyoruz. Fakat kaynak korunumu konusunda biz sosyalist planlayıcıların kârını azamileştirmeye çalışan şirketlerden daha ileri görüşlü kararlar verebileceğini ileri sürüyoruz. [8] Bu konuyu burda uzunca tartışamayız; iki gözlemin yeterli olması gerekiyor. [9]

Birincisi, planlayıcı otorite, yenilenemeyen kaynaklar tüketen bir teknoloji kullandığı zaman yedek kaynaklar keşfetmek için ayrı bir araştırmaya yatırım yapabilir. Üstlenilen yatırım miktarı herhangi basit bir algoritma tarafından (piyasada veya planlı sistemlerde) belirlenemez, fakat karar verildiği zaman, araştırmanın maliyeti kaynak tüketen endüstrilere “yüklenebilir” (yani planlayıcılar bu çaba için gerekli emek-zamanı bu endüstrilere dağıtabilir). Bu kaynak hakkındaki sorunların emek-zaman hesaplamalarına çevrilmesinin keyfi olmayan bir yoludur. Fakat ikinci olarak biz emek-zaman hesaplamalarının bütün planlama sorunları için mekanik bir karar prosedürü oluşturmadığına vurgu yapmalıyız. Sosyalist bir toplum, hangi teknolojik yöntemlerin kullanılacağına veya önemli çevresel etkenler ile ilgili demokratik tartışmalar oluşturabilir ve çevresel sorunların en az emek kullanımı ile ölçülen “verimlilikten” önce değerlendirilmesini sağlayabilir. Bizim çevresel sorunların değerlendirilmesi ile bir sıkıntımız yok, emek-değer hesaplamaları sayısal bir paydaya indirgenmek zorunda değil ve bu sorunları dengelemek fikirlerin farklılaştığı bir siyasi yargı gerektirebilir. Mises da, haklı biçimde, önemli çevresel sorunların parasal hesaplamalar çerçevesinde değerlendirilmemesi gerektiğini kabul etmek konusunda çok istekli – bir şelalenin doğal güzelliğini yok edebilecek bir su şebekesi inşa edilip edilmemesi üzerine tartışmasına göz atılabilir, ki bu tartışma, paranın “değişim işlemleri dışındaki herhangi bir unsurda ölçü olarak kullanılamayacağı” (Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama, İngiltere Baskısı, 1935 sy. 98-99) genel argümanını desteklemek için tasarlanmıştır. Mises’ın şelalelerin korunumu için bir özel bir toprak sahibine, gönüllü olarak kârın azamileştirilmesinden kaçınan, veya bir Milli Parklar Kurulu’na güvenilmesi kişisel bir meseledir, buna sonradan dönmeyi planlıyoruz.

3-2 Emeğin Homojen Olmaması

Mises’ın kendi anlatımıyla, “emek esas alınarak yapılan hesaplamalardaki ikinci kusur, emeğin farklı niteliklerde oluşunun yok sayılmasıdır.” (agy, sy. 144). Mises Marx’ın nitelikli emeğin “basit emeğin” çarpanı[multiple] olduğunu, ve böylece ona indirgenebileceğini iddiasına dikkat çekiyor fakat piyasa değişimi sürecinde farklı emek ürünlerinin karşılaştırılması dışında, bu indirgemeyi gerçekleştirmenin bir yolu yoktur. Sorunu şu şekilde dile getiriyor:

“Emek birimi kullanılarak yapılan hesaplamanın uygulanabilir olup olmadığı belirlenirken en önemli nokta, ekonomik öznenin ürünlere yaptığı değerleme aracılığı olmaksızın, farklı emek türlerini ortak bir payda altında toplamanın mümkün olup olmadığıdır.” (agy)

Mises bunun mümkün olmadığını savunmakta. Maaşların farklılaştırılması bir çözüm önerisi olabilir, fakat bu durumda eşitleştirilme süreci “piyasa işlemlerinin bir sonucudur ve onun öncülü değildir.” Mises sosyalist toplumun piyasa tarafından belirlenin maaşların hesaplamaya rehber olmaması için eşitlikçi gelir politikaları uygulayacağını farz ediyor. Bundan çıkan sonuç da şu şekilde “emek cinsinden hesaplama, karmaşık emeğin ekonomik yönetim amaçları için kullanılmasını dışlayan basit emeğin ikamesi için keyfi bir orantı kurmak zorunda kalacaktı” (agy, sy. 115).

Doğru emek homojen değildir, fakat karmaşık emeğin indirgenmesindeki faktörün sosyalizmde keyfi olacağına dair iddianın bir garantisi yok. Vasıflı emek, Marx’ın Kapital’deki üretim araçlarını değerlendirişi gibi, yani içerdiği emeği zaman içerisinde ürüne “devreden” bir üretilen girdi olarak değerlendirilebilir. Yeteneği üretmek için gereken emek ve amortisman aralığı göz önünde bulundurulursa, uygulanılan “devretme hızı” yeteneklerin içerdiği emek zaman bakımından hesaplanabilir. Eğer, yetenek için olan, hıza i dersek, r¡, o zaman ürünün “maliyeti” olması bakımından bu biçim emek basit emeğin (1 + r¡) katı olarak sayılmalı. Tabii ki yeteneğin geliştirilebilmesi için gerekli olan emek muhtemelen vasıflı ve basitin bir bileşimi, bu da yetenek katlarının hesaplanmasını karmaşıklaştırmış olacaktır. Yinelenebilen bir prosedür gereklidir: öncelikle bütün aktarım hızlarını basit emekmiş gibi hesaplanmalı, sonrasında bu ilk aktarım hızlarını vasıflı emek girdilerini hesaplamak için değerler bir noktada birleşene kadar tekrar kullanılmalı, temelinde aktarım hızlarını yeniden programlamak gibi. [10]

Geliştirilebilmeleri emek gerektiren yeteneklerin dışında belirli yeteneğe sahip bütün işçilerin aynı saatte aynı işi ortaya koyamayacaklarını da kabul ediyoruz. Kişisel üretkenliği bir ölçüde tutarlılıkla saptayabilmenin imkansız olduğu durumlarda, belirli yeteneğin emeği farklı üretkenlik kategorilerinde değerlendirilebilir (ortalama, ortalamanın üstü ve altı gibi) ve uygun çarpanlar bu puanlara göre ampirik olarak belirlenebilir. Mesela işçiler periyodik olarak (kendileri veya iş arkadaşları tarafından) kontrol edilebilir ve bir üretkenlik puanı verilebilir. Vasıflının basit emeğe karşı olduğu durumlardan farklı olarak, bu durumda çarpanlar farklılaşan maaşları belirlemede akla uygun biçimde kullanılabilir. Her işçinin bir Stahanovcu olmasına gerek yok; herhangi birisi daha kolay bir iş hızı üstlenerek biraz daha düşük bir ücret almayı yeğleyebilir.

Bu bölümü bağlamak gerekirse biz, Mises’ın emek-zaman hesaplamalarına karşı yaptığı bu iki spesifik itirazını inandırıcılıktan çok uzak buluyoruz. Ayrıca Mises’ın piyasa fiyatları ve emek-zaman hesaplamalarını ele alırken ki taraflılığına da dikkat çekmek istiyoruz. Piyasa fiyatlarını tartışırken o “parasal hesaplamanın ciddi sıkıntılarının ve kusurlarının” bulunduğunu kabullenmeye oldukça hazır – o üstüne üstlük bunların bazılarını uzunca tartışıyor – fakat tartışmayı “yaşamın pratik amaçları için” bu tip hesaplamanın “sürekli yettiğini” söyleyerek sonlandırıyor (agy, sy. 109). Emek-zaman hesaplamalarını tartışırken bu iki kusuruna dikkat çekiyor, fakat bu tip hesaplamanın ancak yaklaşık olarak doğru olabileceğini söylemek yerine veya bahsettiği konuların emek-zaman hesaplamaları bağlamında halledilmesi için daha fazla kafa yormaya ihtiyaç olduğunu söylemek yerine, bu hataları fikrin tamamen reddedilmesi için bir temel olarak ele alıyor ve bu yüzden de sosyalistlerin herhangi bir iktisadi hesaplama yönteminin olmadığını söylüyor.

4- Piyasa Fiyatlarının Kullanımı

Piyasa fiyatlarını yorumlarken Mises iki konuya değinmeye çalışıyor: kapitalizm altında piyasa fiyatlarının rasyonel hesaplama için yeterli oluşu ve sosyalizm altında mutlak olarak mevcut olmaması. Bu konulara sırasıyla değineceğiz. 

Çok açık ki piyasa fiyatları, kapitalizm altında yapılan hesaplamalara bir temel sağlıyor. Bu fiyatlara bakarak firmalar fiyatı alçaltan teknolojiler ve kârlılığa bakarak farklı ürünler üretip üretmeyecekleri hakkında karar verebiliyor. Mises’ın fiyat sisteminin ekonomik aktiviteleri makul olarak etkili bir biçimde koordine edebilmesi iddiasını tartışmak niyetinde değiliz. Aslında bu, aşağıdaki 4.1 numaralı bölümde görebileceğimiz gibi [Labour-time calculation in classical Marxism, çevirimize dahil değidir] , Marx ve Engels tarafından açıkça kabul edilmiştir, hatta vurgulanmıştır; onlar piyasa “anarşisini” eleştirmelerine rağmen fiyat mekanizmasının, meta arzlarının talepler ile dengelenmesine, toplumsal olarak gerekli emek-zaman gerektiren üretim metotlarına dönüşmeyi zorunlu görürken, yol açtığını (mükemmel olmamakla birlikte keyfilikten daha iyi bir biçimde) gördüler. Üretim maliyetinin asgarileşmesi veya kârın azamileştirilmesinin insan taleplerinin karşılanmasında verim elde etmek ile hiçbir alakası olmadığını da ortaya atmak niyetinde değiliz. Fakat bu iki kriter birbirine Mises’ın düşündüğünden çok daha yakın. Şu paragrafa bir bakın:

Herhangi birisi üretimin karmaşık süreci hakkında hesaplamalar yapmak istiyorsa hemen diğerlerinden iktisadi olarak daha mı çok veya az çalıştığını fark edecektir; eğer o kâr ile üretim yapamayacağını, piyasadaki değişim değerlerini merkeze alarak, fark ederse bu diğerlerinin yüksek aralıklı ürünleri [high-order goods] nasıl daha iyi kullanacağını bildiğini gösterir” (agy, sy. 97–98).

Mises’ın bahsettiği kişi diğerlerinden daha çok çalışıp çalışmadığını “hemen hemen” anlayabilir, fakat neyin daha kârlı ve neyin daha “iktisdi” olarak veya basitçe “daha iyi” olduğu arasındaki açıkça fark iddia edilmesi, meşru değil. [11] Kesinlikle kapitalistler hiç kimsenin istemediği bir şey üreterek veya teknik verimsizlikle üretim yaparak kazanç elde edemezler, fakat bu Mises’ın iddiasını kanıtlamak için yeterli değil. Şu an için ucuz, ancak nihayetinde tükenebilir olan doğal kaynakları pervasızca sömürerek üretimin parasal maliyetini azaltmak mümkün değil mi? Eğer lüks arabaların üretimi konut üretiminden daha kârlıysa bu arabaların daha iyi bir kaynak kullanımını temsil ettiğini gösterir? Soru listemiz uzayıp gidebilir…

Sosyalistlerin odaklandığı bir başka nokta da, kâr peşinde koşturmak ve ihtiyaçların karşılanmasının varsayılan birliğini zayıflatan, kapitalizm altındaki gelir eşitsizliğini kapsıyor. Mises’ın bu soruya cevabı oldukça ilginç; o kapitalizm altındaki “gelir dağıtımı” kavramının, “gelirlerin daimi olarak üretime bağlı olan piyasa işlemlerinin bir sonucu olduğu” (Sosyalizm, Ekonomik ve Sosyolojik bir analiz, sy. 151) bağlamında, yanıltıcı olduğunu iddia ediyor. [12] “Önce” ürünü üretmenin ve sonrasında “dağıtmanın” herhangi bir ihtimali yok. Siyasi olarak üretim planından farklı olarak belirlenen ve sadece sosyalizm altında bir “gelir dağıtımından” bahsedebiliriz. Fakat Mises’ın görüşünü kabul etmek — kapitalizm altındaki alım gücünün tahsisinin üretim sisteminin içsel bir elementi olması — meta üretiminin “insan taleplerinin azami olarak karşılanması” tarafından değil kâr marjı tarafından yönlendirilidğini kabul etmektir, tabii biri insan taleplerinin ta kendisinin mucizevi bir biçimde parasal gelir ile uyum içerisinde ortaya çıktığını savunmaya çalışmıyorsa.

Burada amacımız kapitalizmin bir başka eleştirisini üretmek, ki sosyalist literatürde yeteri kadar bulunuyor değil. Biz sadece Mises’ın bunu iki taraflı olarak elde edemeyeceğini anlatmaya çalışıyoruz. Eğer Lavoie’nin fark ettiği ve alkış tuttuğu kapitalizmin gerçekçi,dik başlı, dinamik bir savunusunu vaad ediyorsa, o kârın azamileştirilmesinin insan taleplerinin karşılanmasının azamileştirilmesine eşit olduğu iddiasını araya sokamaz. Eğer bu iddia dayanıklı olsaydı – ki buna tabii ki katılmıyoruz – bu ancak bir genel denge teorisi aracına artı sosyal yardım fonksiyonuna bir referans olabilirdi, ki bu araçtan Mises akıllıca kaçınıyor. Daha doğrusu, Mises kapitalizmin çeşitli yönlerden “çok iyi olması” ile memnun olmak zorunda kalacak, ki buna sosyalistler diğer bazı yönlerde kötü olduğuna dair yanıtlar verebilir.

Şimdi de fiyatların sosyalizm altında iktisadi hesaplama aracı olarak kullanıma müsait olmamasına geldik. Mises, sosyalist ekonomide tüketim ürünleri için pazarların, dolayısıyla da piyasa fiyatları olabileceğini kabul ediyor, fakat sorun üretim araçları ile ortaya çıkıyor. “Sosyalist uluslarda üretim-ürünleri özellikle komünaldir; onlar toplumun ayrılmaz bir mülkü, dolayısıyla değişim değeri olmayan mallar” diyor Mises (agy, sy. 91). Ayrıca “herhangi bir üretim-ürünü değişimin objesi haline gelmeyeceğinden parasal değerini belirlemek imkansız olacak” (agy, sy.92). Mises için anlamlı fiyatlar sadece bağımsız mülk sahipleri arasında geçen piyasa işlemlerinin bir sonucu. Değişim değerinin kilit özelliği onun “değişime katılanların subjektif değerlendirmelerinden ortaya çıkması” (agy, sy.97); bu bilginin ışığında değişim değeri “uygun mal ikamesini düzenleyebiliyor” (agy). Bu konuda Mises’a katılmıyoruz.  “Uygun mal ikamesini düzenlemek” farklı yöntemler olabilir,  fakat biz fiyat kavramının mülk sahiplerinin metayı sahiplenmek veya ondan ayrılmaya razı olması açısından tanımını kabul ediyoruz. Fakat Lange, ne var ki, Mises’ın tam olarak bu konuda zayıf olduğunu düşündü ve bunu saldırısının merkezi haline getirdi.

Dipnotlar:

Numaralandırma, yazının özgün halindeki gibi bırakılmıştır.

[3] Mises’in demiryolu örneği (Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama, İngiltere Baskısı, 1935, sy. 108). Ev inşaası örneği İnsan Eylemi’nde (Mises, 1949, sy. 694). Not düşmeliyiz ki hem İnsan Eylemi hem de Sosyalizm (Mises, 1951) kitaplarında sosyalist hesaplama hakkındaki tartışmalar Mises ile (Sosyalist Toplumda Ekonomik Hesaplama) aynı, bütün materyallerin yeniden sunulması ve metinlerin kelimesi kelimesine tekrar etmesi ile.
[4] Nöral ağlar teorisindeki yeni gelişmeler, paralel dağıtımlı işleme olarak da biliniyor, Rumelhart ve diğerleri tarafından açıklandı. (1986) Olayların işlevli bir özeti Narayanan (1990) tarafından ortaya konuluyor. Donald Hebbs (1949) genellikle bu düşünce okulunun kökeni olarak itibar görüyor, fakat bu o zamanlarda pratik olarak uygulanamazdı.
[5] Hayek’e göz atılabilir (Economic Calculation in the Socialist Commonwealth, sy. 30-31). Mises, Neurath’tan aynı yapıtın 108. sayfasında bahsediyor. Neurath ve Bauer’in çevirisi olmayan eserlerine (sırasıyla Durch die Kriegswirtschaft zur Naturalwirtschaft and Der Weg zum Sozialismus, ikisi de 1919 da yayınlandı) değiniyorlar.
[6] Cockshott nöral ağ literatüründeki “benzetilmiş tavlama” fikrinden yola çıkarak (1990) bazı üretim araçlarının hissedarlığı konusunda engeller bulunduğunda iktisadi planın dengelenmesi için bilimsel bir öneri sunuyor. Doğrusu önerisi aritmetik öneriyor – son ürünlerin istenilen şekilde olmasına karşılık kayıp işlevinin minimuma indirilmesi – fakat yapay zeka tekniklerinin iktisadi planlamaya uygulanmasının yolunu açıyor.
[7] Modern, matematiksel olarak sistematik bir bakış açısından emeğe sadece bu tip bir rol bırakmak keyfi gözükebilir. Herhangi bir temel meta, ki bu direkt veya endirekt olarak diğerlerinin üretimine girer, değer için bir temel oluşturma konusunda öbürleri kadar başarılı olamaz mı? Farjoun ve Machover (1983) bu bakış açısından keskin ve emeğin temel olarak seçilmesini etkili bir biçimde savunan bir tartışma ortaya koyuyor.
[8] Şu aralar ortaya çıktı ki Doğu Avrupa ülkelerinin çevreye zarar vermek konusunda, 19.yy kapitalizmi ile karşılaştırılabilen, sıkıntılı bir sicili olduğu ortaya çıktı. Fakat bize göre bunun sosyalist hesaplamanın doğasından çok demokratik güven ve ağır sanayinin ne olursa olsun geliştirilmek istenmesindeki tarihsel önem ile ilgisi var.
[9] Emek-zaman hesaplamaları ve çevresel/kaynaksal sorunlar Cockshott ve Cotrell tarafından daha geniş çaplı olarak ele alınmakta.
[10] Bu prosedür Cockshott ve Cotrell tarafından daha geniş çaplı olarak ele alındı.
[11] Bu iddia Sosyalizm kitabında açıkça ortaya atılıyor: “Üretimi kâra çevirmek basitçe üretimi başka insanların ihtiyaçlarının giderilmesine çevirmek demektir… Kâr üretimi ve ihtiyaçların üretimi arasında bir fark yoktur” (Mises, 1951, sy. 143).
[12] Bu Marx’ın gelir dağılımının üretim biçimi tarafından kontrol edilmesi görüşünden farklı değil. (özellikle üretim araçlarının dağıtılması – mesela Marx’a göz atın, Grundrisse, 1974, sy. 348). Her iki durumda da argüman kapitalizm altında gelirlerin radikal bir biçimde dağıtılması tasarılarına karşı dışlayıcı bir tavra yol açıyor.

Çeviriye Katkı Sunanlar: İzmir’den Ege

İngilizce Özgün Metin: Calculation, Complexity And Planning: The Socialist Calculation Debate Once Again

,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir